“EHL-İ BEYT-İ RASÛLULLÂH SALLALLÂHÜ ALEYHİ VE SELLEM”

Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.

El-hamdü lillâh! Ve’s-salâtü ve’s-selâmü ‘alâ ‘ıbâdi-hi’llezîne’stafâ! [Allâhii Teâlâ’ya hamd olsun! Allâhü Teâlâ’nın ıstıfâ ettiği, seçkin kıldığı kullarına salât ve selâm olsun!]

Allâhü Sübhânehû Ve Teâlâ, Şûra Sûresi’nde “Ey Habîbim! Sen onlara “Sizden bir ecr, mukabil bir şey istemem. Sizden ancak kurbâya, akrabaya muhabbet isterim!” diye söyle!” buyurmaktadır.

{Ecr}, “Bir şey’in mukâbilinde yapılan, verilen şey” demektir. {Kurbâ}, “Akribâ”nın cemidir, çokluk hâlidir. “Akribâ”, “karîb” kelimesinin cemidir. “Yakın” ma‘nâsınadır. {Meveddet}, “Muhabbet” demektir. “.Muhabbet”, “sevgi, sevmek” demektir. Muhabbet terakkî ettikçe, ilerledikçe, arttıkça meveddet olur. Meveddet terakkî ettikçe, aşk olur. Aşk terakkî ettikçe, Allâhü Teâlâ’nın tevfîkıne mazhar olur. Şu hâlde, Âyet-i Celîle’yi 2 çeşît tefsîr etmek ihtimâli vardır:

1) “Allâhü Teâlâ’nın akrabâsına muhabbet etmektir.” {Kurbâ}, “Allâhü Teâlâ’nın akrabâsı” olursa, Âyet-i Kerîme’nin yüce mefhûmu {Allâhü Teâlâ’nm ma‘nevî kurb, yakınlık ile en yakını ve en sevgilisi olan Muhammed Mustafâ’ya “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bütün peygamberlere “aleyhimüssalâtü vesselâm”, Ashâb-i Kirâm’a “radıyallâhü anhüm ecme‘în”, Tâbi‘în’e, Müctehid İmâmlar’a, Muhaddisler’e, Usûl İmâmları’na, 4 Mezheb İmâmları’na yanî imâm-i A‘zam Ebû Hanîfe Nu‘mân bin Sâbit, İmâm-i Mâlik, İmâm-i İdrîs-i Şâfil, İmâm-i Ahmed bin Hanbel Hazretleri’ne; i‘tikâdî mes’elelerde dînin imâmları olan İmâm-i Hasen-i Eş‘arî ve İmâm-i Ebû Mansûr-i Mâtürîdî Hazretleri’ne ve diğer şer‘î ve fıkhî mes’elelerde müctehid olan imâmlara, evliyâ-yi kirâmın hepsine ve kıyâmete kadar bütün sâlihlere, âriflere muhabbet etmek} demektir. Kâfirler, Allâhü Teâlâ’ya manevî akrabâlık ile akrabâ olmaktan uzaktırlar.

2) Âyet-i Kerîme’deki {kurbâ}, “Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün ‘sallallâhü aleyhi ve sellem’ akrabâsı” ma’nâsında olursa, ki murâd ancak budur. {Kurbâ}, 2 kısımdır. Bir kısmı, “Rasûlullâh’a ‘sallallâhü aleyhi ve sellem’ dînen karîb, yakın olanlar”dır. Diğer kısmı, “Neseb, kan itibârıyla Rasûlullâh ’a ‘sallallâhü aleyhi ve sellem ’ yakın olanlar”dır.

Fahr-i Âlem’e “sallallâhü aleyhi ve sellem” dînen en karîb, en yakın olan Ebû Bekr-i Sıddîk “Radıyallâhü Anh” Hazretleri’dir. Burada dînen olan yakınlık, neseben olan yakınlığın çok üstündedir. Ebû Bekr-i Sıddîk’dan sonra yakın olanlar, sırasıyla Ömeru’l-Fârûk, Osmân bin Affân, Alî bin Ebî Tâlib, İmâm-i Hasen, İmâm-i Hüseyn, diğer Ashâb-i Kirâm, Tâbi‘în, Müctehidler, velîler, sâlihler ve sâiredir.

Allâhü Teâlâ’nın ma’nevî akrabâları ile Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün “sallallâhü aleyhi ve sellem” akrabâları aynî asla ulaşıyor. Birinde olan, diğerinde de bulunuyor. {Kurbâ}, “Neseb itibârıyla Rasûlullâh’a yakın olanlar” ma’nâsına olduğuna göre Kureyş Kabîlesi’nden ve Hâşimoğulları’ndan olan Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz’in yüce, mübârek dedeleri Muttalib’den geriye kadar tâ Adnân’a ve Adnân’dan da silsile yoluyla İsmâ‘îl Aleyhisselâm’a ve babası İbrahim Aleyhisselâm’a ulaşmaktadır. İbrâhîm Aleyhisselâm’dan beri bu kabileler ve aşiretler müteselsilen ve müttesılen yanî silsile yoluyla Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem’e gelinceye kadar Yemen’de, Mısr’da, Arabistân’da, Necd’de, Hadramût’de ve havâlisinde dâimâ seyyid, hâkim ve kavimlerinin her işlerinde idâreci, rehber olarak en yüksek, en şerefli, en yüce mevkilerde bulunmuşlardır.

Hulâsa; Âyet-i Kerîme’deki {kurbâ}, “neseb, meslek, dîn, san‘at, yol ma’nâsında da olabilir. Kâfirler, kâfirlikleri hasebiyle {kurbâ} olmaktan uzak kalmışlardır.

Rasûlullâh Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem Efendimiz’in amûcası Ebû Leheb, küfrü ve inâdı sebebiyle “akrabâlık” dan çıkmışdır. Ebû Leheb. Rasûlullâh’ı tasdik ve Allâhü Teâlâ’nın emirlerini kabûl etmemişti. Netekim. Nûh Aleyhisselâm’ın oğullarından biri [Yâm yanî Ken‘ân], îmân etmemişti. Babasına muhâlefet ettiğinden, tûfân olduğu zamân, Nûh Aleyhisselâm’a îmân edenler gemiye girdiler. Oğlu, îmân etmediğinden, kâfirlerle suda gark ve helâk oldu. Bunun üzerine Nûh Aleyhisselâm {Yâ Rabbî! Ehlin bağışlanacakdır. diye va‘d etmiş idin. Hâlbuki oğlum helâk olanlar içindedir!} diye münâcâtda bulununca {Oğlun, senin ehlinden değildir! Muhakkak o, sâlih olmayan ameldir.} yüce me’âlindeki Âyet-i Kerîme nâzil oldu. Binâ’en aleyh. Nûh Aleyhisselâm’ın oğlu, küfrü ve dalâleti hasebiyle “karîblik”den yanî “yakınlık”dan çıkmıştır. Yine Kâbîl, kardeşi Hâbîl’i ma‘lûm olan şekilde, bir kız için öldürmesi üzerine, Âdem Aleyhisselâm’ın yakınlığından çıkmıştır.

Hulâsa; “karâbet” yanî “akraba” olmak neseb ile değil, dînen kurb ve akrabâlıktır. Netekim çok uzak diyârların inşânı, meselâ Selmân-i Fârisi. Rasûlullâh Aleyhisselâm’ın mü’ezzini Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i Rûmî, Ammâr bin Yâser “Radıyallâhü Anhüm” ve başka başka diyârların insânları kavmiyyet i‘tibârıyla Arab olmadıkları hâlde Rasûlullâh’ın Ehl-i Beyti’nden idiler.

Gerçi Ammâr, Mekke’li idi ve Kureyş Kabilesi’ndendi. Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm “Selmân, bizdendir; Ehl-i Beyt’imdendir!”
buyurmuşlardır.

Malûmdur ki, “Arab” demek, “siyâh” demek değildir. Siyâhîlere “Zenci”, “.Habeşî’ denir. “Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm, Arab Kavmi’nden olması hasebiyle siyâhdır!” diye zann ve i’tikâd etmek ve mübarek saçlarının Zencîler’in saçları gibi kıvırcık olduğunu zann ve i’tikâd etmek, küfrdür yanî kâfirlikdir. Böyle zann edenler, böyle inananlar müslümânlıkdar çıkarlar. Çünki siyâhlık, kusur ve ayıbdır. İnsânoğlunun, bütün kâ’inâtın ve bütün kâ’inâtın içindekilerin en şereflisi, en faziletlisi ve efendisi olan Nebiyyi Zî-Şân Aleyhissalâtü Vesselâm, her çeşit kusurdan ve aybdan beridir, münezzehdir, pâkdir ve tertemizdir.

Hulâsanın hulâsası; “kümbet” yanî “yakınlık”, yalnız neseb yakınlığı, soy birliği değildir; dînîdir ve meslekîdir.

Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın cedd-i a‘lâsı yanî yüce dedesi Hâşim’in 3 oğlu ve 3 kardeşi vardı: Muttalib. Abdüşşems ve Abd-i Menâf. Bunlardan Hâşimoğulları ve Muttaliboğulları, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın peygamberliğini ve Allâhü Teâlâ’nın tevhidini kabûl ve tasdîk etmişlerdi. Abdüşşemsoğulları ve Abd-i Menâfoğulları ise Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın peygamberliğini kabûl ve tasdîk etmediler. Bu sebeble peygamberlik karâbetine uzak oldular.

Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nesebi olan akrabâsı, vefât etmişlerdir. Hattâ bütün muhterem encâli, necl-i necîbleri kendisine peygamber olduğu bildirilmeden evvel vefât etmişlerdir. Mübârek oğlu İbrâhîm “Radıyallâhü Anh” dahî, bi’setden sonra, Medîne-i Münevvere’de vefât etmiştir. Muhterem kızları Fâtımetü’z-Zehrâ “Radıyallâhü Anhâ” dahî, kendisinin âhıreti teşrîflerinden 6 ay sonra vefât etmişdir. Fâtıme’den ve İmâm-i Alî’den gelen Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübârek nesli en yüce kadre ve menzilete mazhar olmuşlardır. Bunlardan gelen imâmlara “Ehl-i Beyt Imâmları” veyâ “12 İmâm Hazretleri” derler.

Âyet-i Kerîme’deki {kurbâ}, “nesebi yakınlık” olduğuna göre, Âyet-i Kerîme’de Allâhü Teâlâ’nın murâdı “Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın evlâdları ve torunları”dır. Yüce evlâdları İbrâhîm “radıyallâhü anh” vefât etmiştir. Çünki, erkek evlâdı kalsaydı, peygamber olması lâzım gelirdi. Hâlbuki, Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm “Hâtemü,n-Nebiyyîn”dir yanî “Allâhü Teâlâ’nm Peygamberleri’nin Sonuncusu’ dur. Binâ’en aleyh, “karâbet”, “dînî karâbet” dir.

Nasıl ki bir hocanın talebesi, haseb ve neseb itibârıyla hocasıyla münâsebetleri olmadığı hâlde ilm, irfân ve bilgi hasebiyle hocalarının karîbleri, yakınları oldukları gibi, mertebelerine göre Ashâb-i Kirâm da “radıyallâhü anhüm ecme’în” Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın akrabâları ve Allâhü Teâlâ’nm mukarrebleri, yakınlarıdırlar. Fakat hem neseb, hem dîn itibârıyla Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’a akrabâlık ve Allâhü Teâlâ’ya yakınlık mertebelerine mazhar olanlar {nûr üzerine nûr} vasfına mâlikdirler. Ehl-i Beyt İmâmları ve bunların mübârek evlâdları, torunları böyledir.“ Ehl-i Beyt-i Rasûl”, 3 kısımdır:

1) Dâhilden olanlar yanî neseb olarak Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın âilesine dâhil olanlardır. Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mükerrem kızları, muhterem amûcalan ve şerefli hâlaları böyledir.

2) Hâricden olanlar yanî Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mütahher zevceleri ile gerek erkeklerden ve gerekse kadınlardan hademe olanlardır. Bunun gibi, Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın se’âdetli hânelerinde namâz hâzırlığı yapmak, âbdest ibriklerini taşımak şerefli vazifeleri olan müslümân hademelerdir. Bunlar Mescid-i Şerif’de Ezân-ı Muhammedi’yi okumak vazifesiyle de şereflenen Bilâl-i Habeşî “radıyallâhü anh” gibi zâtlardır.

Yine Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın se‘âdetli hânelerinin dâhilinde hizmet edenler de böyledir. Suheyb-i Rûmî “radıyallâhü anh” bunlardandır. Bunların yegâne meşgûliyyetleri Rasûlullâh Aleyhissalârü Vesselâm’ın se‘âdetli hânelerinin dâhilinde hizmet etmektir. Herbiri Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın se‘âdetli hânelerinde yerler, içerlerdi.

3) Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın muhterem evlâdları, vefat etmişlerdir. Ehl-i Beyt-i Rasûl, İmâm-i Alî’den ve Fâtımetü’z-Zehrâ’dan dünyâya gelmiştir. Bu şeref, münhasıran bunlardadır. İmâm-i Alî’nin diğer zevcelerinden olan çocuklarında bu şeref yoktur.

İmâm-i Alî’nin ve Fâtımetü’z-Zehrâ’nın “radıyallâhü anhümâ” mükerrem evlâdlarına “Ehl-i Beyt” denildiği gibi İmâm-i Alî, Fâtımetü’z- Zehrâ, İmâm-i Hasen ve İmâm-i Hüseyn “Radıyallâhü Anhüm Ecme’în” Hazretleri’nin hepsine birden “Âl-i ‘Aba” denilir. Binâ’en aleyh, bu 4 şerefli zâta hem “Ehl-i Beyt” ve hem de “Âl-i ‘Abâ” derler.Şöyle ki; Ahzâb Sûresi’nin “Ve ey Ehl-i Beyt! Allâh, sizden ancak ricsi gidermek ve sizi tertemiz kılmak istemektedir,” me’âlindeki Ayet-i Kerîmesi nâzil olduğu zamân Alî ve Fâtıme “radıyallâhü anhümâ” Rasûlullâh’ın “sallallâhü aleyhi ve sellem” şerefli huzûrlannda idiler. Bunları yanlarına çağırdı ve mübârek hırkalarının bir eteğine bürüdüler, sardılar. Diğer bir eteğine de aynı veçhile Hasen’i ve Hüseyn’i “radıyallâhü anhümâ” içine aldılar ve “Bunlar, benim âlim, Âl-i ‘Abâ’m’’dır.” buyurdular.“Ehl-i Beyt”, 2 ma‘nâya gelir. Bir ma‘nâsı “Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın evlâdları ve torunları” dır. Diğer ma‘nâsı, “Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın se‘âdetli hânesinin dış kapısından içeride olanlar”dır ki, yukanda, kimler olduğu tafsilâtıyla yazılmıştır.

Allâhü Teâlâ’nın mukarreblerine yanî yakınlarına ve “Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Ehl-i Beyti”ne muhabbet etmek, vâcibdir. İlâhî nass ile yanî Âyet-i Kerîme ile de farzdır. Ancak, Allâhü Teâlâ’nın dilediği vakte kadar yanî haşr gününe kadar nesilden nesle devâm eden ve edecek olan Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübârek nesline muhabbet etmek husûsunda müctehidler ve âlimler “Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’m mübârek neslinden vera ‘da ve takvâda olanlara muhabbet etmek farzdır ve vâcibdir. Bunların avâmmına da, nesebleri i‘tibârıyla muhabbet etmek en münâsib ve evlâ olandır.” demişlerdir.

Evâ’ilde yanî Asr-ı Se‘âdet’den sonraki zamânlarda İmâm-i Hasen Efendimiz’in ve İmâm-i Hüseyn Efendimiz’in “radıyallâhü anhümâ” mübârek nesilerinden Mutayyir isminde bir zât vardı. Bu zât, vefât ettiğinde, insânlar o zamânın büyük âlimlerinden birine giderek “Müteveffâ, fâsık idi. Cenâze nemâzını kılalım mı?” diye sormuşlar. O âlim de “Böyle fâsıkın namâzı kılınmaz!” diye cevâb vermiş. Bu âlim, o gece rü’yâsında Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ı görmüş. Yanına gideceği esnâda Fâtımetü’z-Zehrâ “radıyallâhü anhâ” ona yüzünü çevirmiş. Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz de “Benim, ümmetimde bu kadar hakkım yok mudur ki, Mutayyir gibi bir evlâdımı bana bağışlamadılar ve kusuruna baktılar!” buyurmuş.

Fâsık dahî olsa, Sülâle-i Tâhire’ye yanî Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübârek soyundan olanlara muhabbet etmek lâzımdır. Bununla berâber, bir kimse “Filân kimseyi, Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübârek soyundan olması i ‘tibârıyla sevmek isterim! Ancak, fâsık olduğu için sevmem!” dese, günâhkâr sayılmaz. Bize lâyık olan, onları ancak Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübârek soyundan oldukları için sevmektir. Çünki bu sevgi, farzdır ve Allâhü Teâlâ’nın emri iktizâsındandır. Âsî, günâhkâr olanlarım da sevmek lâzımdır.

Ehl-i Beyt-i Rasûl’ü sevmek, muhabbet etmek her müslümâna farzdır. Bunlara düşmânlık etmek, musibetleri, belâları îcâb ettirir. Ehl-i Beyt’e muhabbet etmek, ebedî kurtuluşa, necâta ve son nefesde îmânla vefât etmeye vesiledir. Bunun gibi; Ashâb-i Kirâm’a da muhabbet etmek lâzımdır. Bunları sevenler, memdûhdur; övülmüştür. Ehl-i Beyt-i Rasûl’ü ve Ashâb-i Kirâm’ı sevenler, güzel sîrete mazhar olurlar. Buğz edenler ve düşmânlık gösterenler fenâ neticelere ma‘rûz kalırlar.

Hulâsa; bize lâzım olan, Allâhü Teâlâ’nın ve Allâhü Teâlâ’mn Rasûlü’nün “sallallâhü aleyhi ve sellem” emirleri ve tebliğleri dâ’iresinde Allâhü Teâlâ’nın mukarreblerine ve Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın akrabâlanna, mübârek nesline muhabbet etmektir.

Ashâb-i Kirâm’a da Âyet-i Kerîme’deki {kurbâ}dan yanî {akrabâlıktan, yakınlıktan} hisseli oldukları için muhabbet etmekle me’mûruz. “Mu‘âviye ‘Radıyallâhü Anh’ böyle yapmış, Alî ‘Radıyallâhü Anh’ şöyle yapmış!” diye dil uzatmak bize düşmez! Çünki Mu‘âviye’nin de “radıyallâhü anh” dâhil olduğu Ashâb-i Kirâm’ın hepsi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübârek, münevver ve münevvir yüzlerini başgözleriyle görmek şerefine, bahtiyârlığına nâ’il olmuşlar ve herbiri yârları, sevgilileri, dostları, arkadâşları olmak nimetlerine kavuşmuşlardır. Şübhe yoktur ki, Ashâb-i Kirâm’ın herbiri Allâhü Teâlâ’nın Habîbi’nin “sallallâhü aleyhi ve sellem” mahbûblan, sevgilileridirler. Herhangi bir mu’allim, kendi talebesini nasıl severse, Hâce-i Kâ’inât Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm da nübüvvet dershânesinde ve risâlet feyzhânesinde feyz, ders, nûr tahsîl eden talebeleri Ashâb-i Kirâm’ınm herbirini, derecelerine göre sever.

Ashâb-i Kirâm’dan ba‘zıları Aleyhissalâtü Vesselâm’a “Yâ Rasûlallâh! Size en karîb, en yakın kimdir?” diye sormuşlar. Aleyhissalâtü Vesselâm da “Bana en yakın Alî’dir, Fâtıme’dir ve bunların evlâdlarıdır!” buyurmuşlardır. Binâ’en aleyh, Haseneyn yanî İmâm-i Hasen ve İmâm-i Hüseyn “Radıyallâhü Anhümâ” ve bunların evlâdları nesilden nesle, kıyâmete kadar bunların mübârek soyları Ehl-i Beyt-i Rasûl’dendirler. Ehl-i Beyt-i Rasûl’den olanlar, velev ki fâsık olsalar, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübârek rûhâniyyetleri bunlara da imdâdıyla yetişir. Böylece fâsık olanları da îmânlarında sâbit olurlar ve en güzel bir âkıbetle, hüsn-i hâtimeyle vefât ederler.

İstanbul’da medfûn Ebû Eyyûb-i Ensârî’den “radıyallâhü anh” rivâyet edilen bir Hadîs-i Şerîf’de “Kıyâmetde, Arasât’dan geçileceği esnâda Arş’ın içlerinden gelen bir sadâ ile mahşer halkına “Ey mahşer ahâlîsi! Başınızı eğiniz! Gözlerinizi kapayınız! Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın kızı Fâtımetü’z-Zehrâ ‘Radıyallâhü Anhâ’ geçecektir!” diye nidâ edilecektir. Mahşer ahâlîsi, tâm muhabbetlerinden ve ta‘zîmlerinden, başlarını eğecekler ve gözlerini kapayacaklardır. Fâtımetü’z-Zehrâ “Radıyallâhü Anhâ” 70 bin hûru‘în ile berâber ve bir bineğe binmiş oldukları hâlde sırâtı geçecektir.” buyurulmuştur.

Ebû Eyyûb-i Ensârî yanî Hâlid bin Zeyd “radıyallâhü anh”, Ensâr-i Kirâm’ın en güzidelerindendir. Hicret-i Seniyye’de, Muhammed Mustafâ Aleyhissalâtü Vesselâm. Hâlid bin Zeyd’in “radıyallâhü anh” evinde müsâfir olarak ikâmet buyurmuşlardır. Hâlid bin Zeyd “radıyallâhü anh”, “Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sancâkdârı” şerefli ünvânına sâhib olmakla da Ashâb-i Kiram’ın en büyüklerindendir. Bunun gibi; Ebû Hüreyre’den “radıyallâhü anh” rivâyet edilen bir Hadîs-i Şerif de “Kıyâmetde, Arş’ın içerisinden, derînlerinden gelen bir sadâ ile, münâdîler bağırarak “Ey insânlar! Gözlerinizi kapayınız! Rasûlullâh’ın kızı Fâtıme geçecek!..” buyurulmuştur.

Âhıret, Şer‘-i Şerifin ve Ahkâm’ın mahalli değildir. Bu baş eğmek ve göz kapamak, yalnız Fâtımetü’z-Zehrâ’yı “radıyallâhü anhâ” görmemek için değildir. Belki, O’nun şânını ve kadrini dahâ da yüceltmekden, ta‘zîmden ve tevkîrden ibâretdir. Her müslümâna Ehl-i Beyt-i Rasûl’ün ve Aşere-i Mübeşşere’nin “radıyallâhü anhüm ecme‘în” isimlerini bilmek ve hepsine muhabbet etmek lâzımdır ve vâcibdir. Çünki Âyet-i Kerîme’de bildirilen {kurbâ}ya yanî “Aleyhissalâtü Vesselâm’ın akrabâlari’na meveddet etmeye Kur’ân-ı Kerîm’in nassıyla, Âyet-i Kerîmesi’yle me’mûruz.

Ehl-i Beyt İmâmları: 12 İmâm Hazretleri:

1) İmâm-i Alî “Radıyallâhü Anhü Ve Kerramellâhü Vechehû”: Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın amûcasının oğludur. 4. Halîfe’dir. Kûfe’de şehîd olmuşdur. Orada medfûndur.

2) İmâm-i Hasen “Radıyallâhü Anh”: Mesmûmen yanî zehirlenerek şehîd olmuştur. Medine’de medfûndur.

3) İmâm-i Hüseyn “Radıyallâhü Anh”: Hicrî 61 Senesi’nde. [680] Kerbelâ’da, Mu‘âviye Radıyallâhü Anhü’nün oğlu Yezîd’in halifeliği zamânında şehîd edilmiştir. Mübârek başının, mübârek cesedinden ayrı olduğu hâlde Şâm’da veyâ cesedine kavuşturularak Kerbelâ’da medfûn olduğuna dâ’ir rivâyetler vardır.

4) İmâm-i Zeynülâbidîn “Radıyallâhü Anh”: İmâm-i Hüseyn’in. “radıyallâhü anh” muhterem necileridir, evlâdıdır. Yüce künyesi ve lakabı “Zeynülâbidîn”dir. İsimleri, Alî’dir. Hicrî 94’de [712] Medîne’de. zehirlenerek şehîd olmuştur. Cennetü’l-Bakî‘ Kabristânı’nda medfûndur. İmâm-i Hasen, Abbâs ve bir rivâyetde Fâtımetü’z-Zehrâ “radıyallâhü anhüm ecme‘în” burada medfûndurlar. Emevîler’den Hişâm bin Abdülmelik Şâm’da halîfe iken bir vak‘a meydâna gelmişti. Şöyle ki: Hişâm, hacca gelmiş. Beyt-i Mu‘azzam tavâf olunuyor. Hişâm, Şâm’dan getirdiği a‘yânı ve eşrâfı ile berâber.. Harem-i Şerîf dâhilinde bir mevkfde eşrâf, saff hâlindedirler Harem-i Şerîf, dünyânın herbir tarafından gelen hâcîlarla dolu.. O esnâda İmâm-i Zeynülâbidîn Hazretleri, Harem-i Şerifin kapı cihetinden görünürler. Bütün hâcîlar, kalblerinden gelen büyük, gâyet edebli bir ta‘zîm ile kendisine yol açarlar. İmâm Hazretleri, rahatlığın ve huzûrun kemâl mertebesinde, Beyt-i Mu‘azzam’ı tavâf ve Hacer-i Esved’i ziyâret eder. Üzerinde alelâde, beyâz bir gömlekden başka bir giysi yoktur. Etrafındaki hizmetkârlarıyla büyük bir debdebe içinde olduğu hâlde kendisini seyr eden Hişâm, yanındaki eşrâfa, bu zâtın kim olduğunu sorar. Eşrâf arasında, âriflerden Ferazdak ismindeki bir zât, inşâd ettiği bir kaside ile Hişâm’a der ki:

“Eğer bilmiyorsan, bil ki; bu, Fâtime’nin oğludur! Bunu Ka‘be de bilir, bütün âlem de bilir! Bu, öyle bir zâtdır ki, kendisinde peygamberlik sona eren muhterem dedesine Bathâ’da yanî Mekke’de, Hâşimoğulları’nın bulunduğu en şerefli mahalde dağlar eğildi, ta‘zîm etti. Bu zât, Allâhü Teâlâ’nın bütün kullarının en hayırlısının neslidir, oğludur! Bu zât nakî, takî ve tâhiru’l-‘ilmdir! Senin ‘Bu zât kimdir?’ yolundaki su’âlinin ne ehemmiyyeti olur?! Senin bilemediğin bu zâtı Arab da bilir, Arab olmayan kavimler de bilir! Bu, öyle bir zâtdır ki, sülâlesini sevmek, bize borçdur! Onlara buğz etmek, küfrdür! Onlara yaklaşmak, ismete ve necâta sebeb ve vesile olur!”

Ferazdak’ın bu pek te’sîrli kasidesi ve bu ta‘rîfi Hişâm’ın hasedini galeyâna getirir. Hişâm, Ferazdak’ı habs ettirir. İmâm-i Zeynülâbidîn, bu vak‘aya muttali’ olunca, çok zengin ve çok cömerd olduklarından, habsde bulunan Ferazdak’a 12.000 dirhem altın hediyye gönderir. Ferazdak, bu meblağı İmâm Hazretlerime i‘âde eder. İmâm Hazretleri “Ehl-i Beyt’in ihsânı i’âde olunmaz!” diyerek o meblağı Ferazdak’a tekrâr gönderir.

5) İmâm-i Muhammed-i Bâkır “Radıyallâhü Anh”: Medîne-i Münevvere’de doğmuştur. Ma‘lûmâtmm vüs‘atine, çok geniş olmasına binâ’en “Bakır” lakabını almıştır. Medîne-i Münevvere’de medfûndur.

6) İmâm-i Ca‘fer-i Sâdık “Radıyallâhü Anh”: İmâm-i Muhammedi Bâkır’ın en büyük ve en faziletli evlâdı idi. Babasının halîfesi ve vârisidir. Hadîs İlmi’nde dürr-i yektâ idi. İlmi ve kemâli bir ummândı. Bütün İslâm Mülkü’nün herbir tarafından yüz binlerce halk gelirdi ve kendisinden dersler ve feyzler alırlardı. Şöhreti, nâmı İslâm Mülkü’nün her tarafını tutmuştu. Kendisi hakîkaten “Mecme‘u’l-Bahrayn, Mülteka’n-Nehrayn” idi. Yanî neseb olarak babalan cihetinden Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın evlâdlanndan, mübârek neslinden idi. Haseb olarak, anneleri cihetinden Ebû Bekr-i Sıddîk’a “radıyallâhü anh” mensûb idi. Ve bu cihetle kemâl deryâsı idi ve Muhammedi “Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem” Cemâlin hayâ ve ilm ummânı idi. Diğer büyük imâmlar, kendisinden ilm ve feyz aldılar. Hicrî 148’de [765] Medine’de vefât etti ve muhterem dedelerinin yanma defn edildi. 6 erkek evlâdı ve 1 kızı vardı.

7) İmâm-i Mûsâ-yi Kâzım “Radıyallâhü Anh”: Gâyet âlim, fâzıl; son derecede müttekî idi. O nisbetde de halim ve selim idi. Bütün Irâk Ahâlîsi nezdinde meşhûr ve ma‘rûf olup; zamânının en ziyâde âlimi ve fâzılı idi. Hums’da medfûndur. El-ân, Hums’daki [Bağdâd’ın kuzeybatısında, Kâzımiyye’de yanî Bâbü’t-Tibn’de] türbesi müslümânların ziyâret mahallidir. Bütün civar halkı, Allâhü Teâlâ’nın nezdindeki hâcetlerini İmâm-i Mûsâ-yi Kâzım Hazretleri’nin imdâdıyla, şefâ‘atiyle ve mübârek rûhâniyyetiyle isterlerdi ve duâları hemen kabûl buyurulurdu. 7 erkek evlâdı ve 1 kızı vardı. En büyük evlâdı ve vârisi İmâm-i Alî-i Rızâ’dır.Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün “sallallâhü aleyhi ve sellem” halîfesi ve vârisi olmak, şu veçhiledir: Rasûlullâh “sallallâhü aleyhi ve sellem” şu 3 şeyle emr olunmuştu:

1) Kur’ân-ı Kerîm’in Âyetleri’ni ve Îlâhî Ahkâmı teblîğ etmek.

2) Kur’ân-ı Kerîm’in meknûz olan, erbâbı hâricindekilere gizlenen yüce ma‘nâlarını, remzlerini, sırrlannı erbâbına feth etmek, açmak. Bu, ma‘nevî yollar ile kalblere ilkâ etmek demektir.

3) Şer‘-i Şerifin amelî hükmlerini îfâ ve infâz ettirmek.

Hulefâ-yi Râşidîn olan İmâm-i Ebû Bekr-i Sıddîk, İmâm-i Ömeru’l-Fârûk, İmâm-i Osmân-i Zi’n-Nûreyn, İmâm-i Hayder-i Kerrâr Alî “Radıyallâhü Anhüm Ecme‘în” Hazretleri yanî bu 4 Halîfe, bu 3 vazîfeyi îfâ etmeye kâfî idiler. Sonraları, İslâm Mülkü genişletildi ve müslümânlar muhtelif ırklardan ve kavimlerden mürekkeb olarak çoğaldılar. Bu 3 vazife bir elde, bir makâmda idâre ve îfâ edilemez oldu. Bu 3 vazifeden birincisi yanî Allâhü Teâlâ’nın ahkâmını, hükmlerini teblîğ etmek âlimlere yanî İ‘tikâd İlmi ve Fıkh İlmi İmâmları’na bırakıldı ki; İmâm-i A‘zam, İmâm- i Mâlik, İmâm-i Şâfî‘î, İmâm-i Ahmed, Ebû Mûse’l-Eş‘arî, Ebû Mansûr-i Mâtürîdî gibi büyük imâmlardır. Kalbî tesarruflar yanî ma‘nevî tarîkatler, yollar ile kalblere ilkâ etmek, kalblere akıtmak olan 2. vazife, 12 İmâm Hazretleri’ne tefviz olundu, ısmarlandı. 3. vazife yanî Şer‘-i Şerîf’in amelî hükmleri de Emevî ve Abbâsî Melikleri ve Halîfeleri tarafından icrâ, îfâ ve infâz edildi. Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ın me’mûr oldukları aslî 3 vazife, bu sûretle ve bu cihetle taksime uğramış oldu.

8) İmâm-i Alî-i Rızâ “Radıyallâhü Anh”: Hadîs İlmi âlimlerinin en ileri gelenlerinden biridir. Kadrleri pek çok yüksektir. Şerefli zamânlarında İslâmiyyetin nûrlarının feyzleri kemâlde idi. Pek sıcak bir günde Hums’u teşrif etmişlerdi. Mevkib-i âlîleri pek tantanalı, pek debdebeli ve pek ihtişâmlı idi. Kendisini Güneş’den muhâfaza etmek için büyük bir yelpâze siper edilmişti. Toplanan binlerce inşân, kendisini göremiyorlardı. Bu yelpâze, görmelerine mâni’ oluyordu. Âlimlerin, dostlarının ve ma’iyyetinde bulunanların talebleri ve ricâları üzerine yelpâze kaldırıldı. Halk, İmâm Hazretleri’nin yüzünde parlayan Muhammedi “Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem” Nûru müşâhede edince cezbeye tutularak feryâdlar edip bu mübârek nûra kendilerini gark ettiler. Ağladılar, bağrıştılar. İzdihâm o dereceye vardı ki, halkı dağıtmak için “Geri çekilin!” diye nidâ olundu.

İmâm Hazretleri’nden Hadîs-i Şerif dinlemek ve zabt etmek üzere kalem ve dîvît sâhibi 22 bin kimse vardı. O zemânda okumak ve yazmak husûsundaki zorluk, kalem ve dîvît sâhibi olan 22 bin zâtın hücûmu mukâyese edilecek olursa, o zamânın şa‘şa‘asının ve İslâmiyyetin feyzinin her şey’i, her yeri ihâtası ve genişliği zihnlerde en parlak bir hakîkat olarak tezâhür eder. Sübhânellâhi Te‘âlâ!.. O zamândaki feyz ve İslâm nûru ile bu zamândaki hâl ve zihnler! Ne büyük bir fark ve tezâd! Aradaki fark, serâ ile süreyyâ yanî yer ve gök arasındaki fark kadar azametli!..İmâm-i Alî-i Rızâ, Hadîs-i Şerif Hâkimi idi. Râvîleri ile 10 bin Hadîs-i Şerif hıfz edene, ezberleyene “Hadîs Hafızı”, râvîleriyle berâber 100 bin Hadîs- i Şerif hıfz edene “Hadîs Hâkimi” denilirdi. Kur’ân-ı Kerîm’i hıfz edenlere “Hafız” denilmesi, galatdır; hatâdır. Kur’ân-ı Kerîm’i hıfz edenlere “Kâri’” ve cem‘, çokluk hâliyle “Kurrâdenilir.İmâm-i Alî-i Rızâ Hazretleri’nin rivâyet ettiği Hadîs-i Şerifler’den biri, şudur: Bu Hadîs-i Şerif, râvîleriyle berâber olarak bir hasta üzerine okunsa, Allâhü Teâlâ’nın izniyle o hasta şifâ bulur. [Muhterem îşân Hazretleri yanî Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî “Kuddise Sirruh” Hazretleri, dersde aynen böyle söylediler.] Bu Kudsî Hadîs-i Şerif, şudur:

İmâm-i Alî Rızâ “radıyallâhü anh” buyurdu ki: “Babam Mûsâ-yi Kâzım, babası Ca fer-i Sâdık’dan, O da babası Muhammed-i Bakır’dan, O da babası Zeynülâbidîn’den, O da babası Hüseyn’den, O da babası Alî İbn-i Ebî Tâlib’den “radıyallâhü anhüm” rivâyetle, İmâm-i Alî bin Ebî Tâlib “radıyallâhü anh” şöyle buyurmuştur: Habîbim, gözümün nûru Rasûlullâh ‘sallallâhü aleyhi ve sellem’ Cebrâ’îl Aleyhisselâm’dan, Cebrâ’îl Aleyhisselâm da Rabbü’l-İzzet’den işiterek buyurdu ki: (Lâ İlâhe İllallâhü hısnî. Fe-men kâle-hâ, dehale hısnî. Ve men dehale hısnî, emine min ‘azâbî.}” Bu Kudsî Hadîs-i Şerîf’in yüce me’âli şudur: {“Lâ İlâhe İllallâhü” benim kalemdir. Onu söyleyen, benim kaleme girmiş olur. Benim kaleme giren, benim azâbımdan emîn olur.}

İmâm-i Alî-i Rızâ, Hicrî sene hesâbıyla 55 yaşında olduğu hâlde vefât etti. 5 erkek evlâdı ve 2 kızı vardı. En büyük oğlu Muhammed-i Cevâd idi. Ömrü uzun olmadı.

9) İmâm-i Muhammed-i Cevâd “Radıyallâhü Anh”: Medîne-i Münevvere’de doğmuş ve Bağdâd’da vefât etmiştir. Şerefli lakabı “Taki’dir.

10) İmâm-i Alî-i Hâdî “Radıyallâhü Anh”: Alî-i Nakî diye de meşhûrdur. Hicrî 214’de [829], Medîne-i Münevvere’de doğmuş ve Hicrî 254’de [868] Bağdâd’da, Askerî Mahallesi’nde âhırete irtihâl etmiş ve se‘âdetli hânelerinde defn edilmiştir.

11) İmâm-i Hasen-i Askerî “Radıyallâhü Anh”: Hicrî 232’de [846] Medine’de doğmuş, Hicrî 260’da [874] Bağdâd’da vefât etmiş ve babası İmâm-i Alî-i Hâdî Hazretleri’nin yanında defn edilmiştir.

12) İmâm-i Muhammed-i Mehdî “Radıyallâhü Anh”: Hicrî 256’da [870] doğmuş, Hicrî 275’de [888] Medîne-i Münevvere’de vefât etmiştir.”

Al-i Beyt-i Rasûl’e mâl ile, beden ile, kalb ile yardım ve muhabbet etmek, farzdır. Sâlih amellere devâm ederek “Âl-i Beyt-i Rasule muhabbet etmek, Rasûlullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’ı rü’yâda görmeğe, âhıretde yüce şefâ’atlerine mazhar olmağa vesîle olur. Sâlih ameller ise, kalbi Allâhü Teâlâ’ya bağlamak, Allâhü Teâlâ’nın emirlerini yanî farzları îfâ etmekle meşgûl olmak ve Ehl-i Beyt-i Rasûl’ü sevmektir.

 

[Seyyid Abdülhakim Arvasi “rahmetullahi aleyh”]

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler