147 – Hak teâlâ hazretleri Musa aleyhisselâma buyurdu ki “Ya Musa! Bir kimse, ana-babasına karşı gelirse, onun dilini kes ve herhangi bir azasiyle ana-babasını gücendirirse, o azasını kes!” Ana-babasını razı eden kimse için, Cennette iki kapı açılır. Ana-babası razı olmayan kimse için de Cehennemde iki kapı açılır. Bir kimsenin ana-babası zalim dahi olsalar, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak caiz değildir.
Hak teâlâ buyurdu ki: “Ya Musa! Günahlar içinde bir günah vardır ki benim indimde çok ağır ve büyüktür. O da, ana-baba evladını çağırdığı zaman, emrine muvafakat etmemesidir.” Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terkedip, derhal ana-babanın emrine koşacaksın! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın duâsını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve bedduâ etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazablarını teskin eyle! Ananın-babanın kalplerine geleni gözet! Zira senin saadetin ve felaketin, onların kalplerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyar ise, onlara yardım et! Saadetini onlardan alacağın hayır duada bil! Eğer onları incitip, bed-dualarını alırsan, dünya ve ahiretin harab olur. Atılan ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayatta iken, kıymetini bil!
Allahü teâlânın rızası, dinine bağlı olan ana-babanın rızasında, Allahü teâlânın gazabı, dinine bağlı olan ana-babanın gazabındadır. Habîb-i kibriya bir hadis-i şeriflerinde buyurdu ki: “Cennet anaların ayağı altındadır.” Yani, sana dinini, imanını öğreten ananın-babanın rızasındadır. Hak teâlâ hazretleri Musa aleyhisselâma dedi ki: “Ya Musa! Ana-babasını razı eden, beni razı etmiş olur. Ana-babasını razı edip bana âsî olan kimseyi dahi iyilerden sayarım. Ana-babasına âsî olan, bana muti olsa bile onu fenalar tarafına ilhak ederim.”
İmanı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan anasının, babasının İslamiyete uygun olan emirlerine âsî olanlardır.
148 – Peygamberimiz buyurdu ki: “Ana-babaya iyilik etmek, nâfile namaz, oruç ve hac [ve umreye gitmek] faziletlerinden daha faziletlidir. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara âsî olanların ömürleri bereketsiz ve kısa olur. Anasına-babasına âsî olan mel’undur.”
Hasan-ı Basri Kâbeyi ziyaret ve tavaf ederken bir Zât gördü ki arkasında bir zenbil ile tavaf eder. O zata dönüp dedi ki: Arkadaş, arkandaki yükü koyup öylece tavaf etsen daha iyi olmaz mı? O Zât cevapen dedi ki bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şamdan yedi kere buraya getirip tavaf ettim. Çünkü, bana dinimi, imanımı bu öğretti. Beni İslam ahlakı ile yetiştirdi, dedi. Hasan-ı Basri hazretleri ona dedi ki kıyamet gününe kadar böylece arkanda getirip tavaf eylesen, bir kere kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet havaya gider ve yine bir defa gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukabil olur.
149 – Peygamberimize “aleyhisselâm” bir kişi geldi ve dedi ki ya Resûlallah “sallallâhü aleyhi ve sellem”! Benim anam-babam ölmüştür. Onlar için ne yapmam lazımdır? Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki “Onlara daima duâ eyle! Onlar için Kur’ân-ı Kerîm oku ve istiğfar et!”
Ashâb-ı kiramdan biri “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki ya Resûlallah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bundan fazla yapılacak bir şey var mı? Buyurdular ki “Onlar için sadaka verin ve hac eyleyin!” Biri çıkıp dedi ki anam-babam çok şefkatsızdırlar, onlara nasıl itaat eyleyeyim? Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Anan seni 9 ay karnında gezdirdi. İki sene emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmetlere katlanarak seni besledi. İdare ve maişetini temin etti. Sana dinini, imanını öğrettiler. Seni İslam terbiyesi ile büyüddüler. Şimdi nasıl olur da, şefkatsız olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?”
150 – Ana-baba hakkında hikaye olunur ki hazret-i Musa aleyhisselâm, Tur-i sinada Hak teâlâ hazretleri ile mükaleme ederken, (Ya Rabbi! Ahirette benim komşum kimdir?) diye sordu. Hak teâlâ buyurdu ki “Ya Musa! Senin komşun, falan yerde, falan kasaptır!” Musa aleyhisselâm kasabın yanına giderek beni misafir eder misin dedi. Yanında misafir oldu. Yemek zamanı gelince, kasap, bir parça et pişirdi. Duvardaki asılı zenbili aşağı alarak, orada bulunan ve sadece kemiklerden ibaret bir kadına et verdi ve suyunu da verdi. Üstünü başını temizleyip, zenbile koydu. Musa ‘aleyhisselâm” sordu, bu senin neyindir? Kasap, annemdir. İhtiyar olup bu hâle girdi; işte her sabah, akşam kendisine böyle bakarım dedi. Kasap annesine yemek verirken, o zayıf ve âciz annesi, oğluna duâ ederek, ya Rabbi! Oğlumu Cennette Musa aleyhisselâma komşu eyle dediğini Musa aleyhisselâm dahi işitmiş. Bunun üzerine kasaba, Musa aleyhisselâm müjde ederek, seni Allahü teâlâ affederek, Musa aleyhisselâma komşu etmiş, demiştir.
151 – Gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbini kırarsan, derhal onların rızasını almaya çalış, yalvar, minnet eyle ve her ne yaparsan yap, onların gönlünü al! Ana-babanın evlat üzerinde hakları çok büyüktür. Bunu daima göz önünde tutarak, ona göre hareket eyle!
Tenbih: Anaya, babaya ve hocaya ve hükümete isyan etmek, karşı gelmek caiz değildir. İslamiyetin yasak ettiği bir şeyi emrederlerse, isyan etmemeli, suç ve günah işlememelidir.
Şemsül-eimme-i Serahsi’nin “rahime-hullahü teâlâ” [483 de vefat etti] (Siyer-i Kebir) şerhi tercümesi 83. sayfasında diyor ki: Ana-babaya iyilik etmek, onları zarardan ve sıkıntıdan korumak farz-ı ayndır. Cihata gitmek ise, farz-ı kifâye olduğundan, ana-babadan izin olmadıkça harbe gitmek helal olmaz. Ana-baba kâfir de olsalar, onlara iyilik etmek, hizmet etmek farzdır. Ticaret, hac ve ömre için ana-babadan izinsiz sefere gitmek caizdir. İlim öğrenmek için gitmek de öyledir. Zira bunlarda, harp gibi, ölüm tehlikesi olmadığından, ayrılık hüznleri, kavuşmak ümidi ile zail olur. Ana-babanın ve hocanın günaha sokacak olan emirlerine itaat lazım değildir. Mesela, hırsızlık için veya birini öldürmek için veya yol kesicilik için veya zina için bir kadını bir yere gönderirlerken, orada buna mâni olabilecek bir adam bulunsa, fakat bu adamın mâni olmasına anası-babası müsaade etmese, bunları dinlemeyip mâni olması lazımdır. Zira, günaha mâni olmak farz-ı ayndır. Ana-babaya itaat ise, günah olmayan emirleri için, farzdır. Ana-babanın farzı terkettirmesi günah olduğundan bu emirleri yapılmaz. Nisa sûresi 59. âyetinde meâlen, “Ey müminler! Peygamberime “sallallâhü aleyhi ve sellem” ve sizden olan, amirlerinize itaat ediniz!” buyuruldu. Günah olmayan emirlere itaat lazımdır. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” bir yere ufak bir askeri birlik göndermişti. Başlarına da bir kumandan tayin etmişti. Amirleri, bunlara kızıp, büyük bir ateş yaktırdı ve bu ateşe giriniz, bana itaat farzdır dedi. Askerlerin bazısı girelim, dedi. Bir kısmı da biz ateşten kurtulmak için müslüman olduk, girmeyelim, dedi ve girmediler. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” bunu haber alınca: “Eğer itaat edip girselerdi, Cehennemde ebedî kalırlardı” buyurdu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Üzerinize Âmir tayin edilen müslüman, her kim olursa olsun, haram ile emretmedikçe, ona itaat ediniz! Haram olan emirlerine itaat etmeyiniz!” İtaat etmemek başkadır. İsyan etmek, karşı gelmek başkadır. Bu iki şeyi birbirine karıştırmamalıdır.
[Siyer-i kebirden, buraya kadar yazılanlardan anlaşılıyor ki ananın babanın, hocanın ve hükümetin haram olan şeyleri emretmeleri halinde, bunlara isyan edilmez. Karşı gelinmez. Bu emirleri, dinde günah olmayacak ve devletin kanununda suç olmayacak şekilde yapılır. Mesela bir adama anası evlenme derse veya falanca kızı almayacaksın veya aileni bırakacaksın derse veya falanca âlime gidip dinini öğrenmiyeceksin derse, bu sözleri İslamiyetin icap ettirdiği bir sebep ile değil ise, itaat icap etmez. Fakat, yine sert söylemek, karşılık vermek caiz değildir.
Kâfir olan amirlerin, din düşmanlarının İslamiyete uygun olan emirleri, İslamiyete uymak niyeti ile yapılır. İslamiyete uymayan emirleri karşısında müşkil vaziyete düşerse, kanuni yollardan hakkını arar.
Ananın, babanın, hocanın, itaat lazım olmayan emirleri yapılmadığı zaman özür, bahane anlatmalı ve hafif ve yumuşak söylemelidir. Yani, emri yapmamak, isyan ve hakaret şeklinde olmayıp, kusur ve kabahat şekli verilerek fitneye sebep olmamalıdır. Cahil din adamları, [yobazlar], (Cihat, zulüm edenlere ve zalimlere karşıdır) âyet-i kerimesini ileri sürerek, hükümete isyan ettiler. S. Kutub 1966 isyanında idam edildi. Aldattıkları binlerce genç de, zındanlarda senelerce işkence çektikten sonra öldürüldüler. (İhvan-ı müslimin), yani müslüman kardeşler denilen bu gençler, 1982’de Suriye’deki zalim Esad hükümetine de isyan ederek, Hama şehrinin yakılıp yıkılmasına ve on binlerce müslümanın feci şekilde öldürülmesine sebep oldular. Halbuki zalim, hatta kâfir hükümetlere karşı isyan etmeyi, fitne çıkarmayı, dinimiz yasak etmektedir. Böyle fitne çıkarmak, cihat değil, ahmaklıktır. Büyük günahtır. Yukarıdaki âyet-i kerime, Hac sûresinde olup Medine’de yeni kurulan İslam devletinin, Mekke’deki kâfirlerle cihat yapmasına izin vermektedir. Bu âyet-i kerime, İslam devletinin, zalim, kâfir diktatörlerle cihat etmesine izin vermektedir. Yani cihatı, devlet yapar. Devletin ordusu yapar. İnsanın öteye, beriye saldırmasına, hükümete karşı gelmesine cihat denmez. Eşkıyalık denir ki büyük günahtır. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, kâfir, zalim hükümete bile isyan etmeyi yasak etmiştir. Mezhepsiz, cahil din adamları [yani zındıklar], Ehl-i sünnet âlimlerinin yüksekliklerini bilmedikleri için ve tefsir, fıkıh kitaplarının mânâlarını anlamadıkları için, kendilerini âlim sanıyorlar. Âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden yanlış, bozuk mânâlar çıkararak, İslam dinine ve müslümanlara çok zarar yapıyorlar.
En büyük İslam devleti olan Osmanlılara karşı son ihtilali ingilizler hazırladı. Merkezi Selanik’te bulunan 3. ordunun bazı genç subayları, ingiliz casusları tarafından bol para ve makam vaatleri ile aldatıldı. 7 temmuzda Şemsi paşa, tegmen Atıf tarafından vuruldu. Masonların ve yahudi piçlerinin idare ettiği çapulcu ordusu, ingiliz ve fransız silahları ile İstanbul’a yürüdü. 23 temmuz 1908 de ikinci meşrutiyet ilan edildi. Devletin idaresi cahillerin eline geçti. Ehliyetli kimseler zındanlara atıldı. Çoğu idam edildi. 1915 ocak ayında Enver paşa, rus hududuna asker gönderilmesi için emir verdi. Tecrübeli subaylar, yollarda kar var, marttan sonra gönderelim dediler. Hayır, ben emrediyorum, şimdi gidilecek dedi, bu subayları cezalandırdı. 86.000 asker Sarıkamış’ta donarak öldü. Her tarafta verilen, böyle ahmakça emirler ve idamlar, milleti bıktırdı. Paşalar bu hâli anlayınca, canlarını kurtarmak için Avrupa’ya kaçtılar. Talat paşa Berlin’de, Enver paşa 1922 de Rusya’da, Cemal paşa Tiflis’te öldürüldü. Enver paşanın kemikleri 1996 da İstanbul’a nakledildi.]