Sual: Edille-i şeriyye nedir?

Cevap: Ahkâm-ı İslâmiyye’nin (din bilgilerinin) kaynaklarıdır. İslâm dîninin dünyâ ve âhırete âit bütün hükümleri önce 4 ana kaynaktan elde edilir. Bunu müctehid âlimleri yapar. Bu 4 ana kaynak sırasıyla: Kitâb, Sünnet, İcmâ-ı ümmet ve Kıyâs-ı fukahâ’dır.

1) Kitâb: Kur’ân-ı kerîmdir. O, Allahü teâlânın, Resûlü Muhammed aleyhisselâma indirdiği, mushaflarda yazılı, bize kadar tevatür yoluyla Arabça olarak nakledilen kelâm-ı kadîmidir (sözüdür). Kur’ân-ı kerîm, din bilgilerinin elde edildiği kaynakların ilkidir. Diğer kaynakların da kaynağıdır. Bütün beşerin (insanların) dünyâ ve âhıret hayâtının her yönüne ait hükümleri ihtiva eder. Nitekim, Kur’ân-ı kerîmde Nahl sûresi 89. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyurulmaktadır: (Ey Resûlüm!) Sana her şeyi bildiren, herkese hidâyet ve rahmet olan ve müslümanlara Cennet’i müjdeleyen Kur’ân-ı kerîmi gönderdik.” Kur’ân-ı kerîmin içine aldığı hükümler 3 kısımdır:

a-Îmân esaslarına dâir hükümler: Bunlar, Allahü teâlâya, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhıret gününe, kaza ve kadere ait hükümler olup, bu hükümleri bildiren ilim dalına Tevhîd ilmi (Kelâm ilmi) adı verildi.

b-Mükelleflerin söz ve işlerine dâir hükümler: Başka bir ifâde ile insanların yapması ve yapmaması lâzım olan işler olup, bunları da fıkıh ilmi inceler. Fıkıh ilmi (Ahkâm-ı İslâmiyye); ibâdetler, münâkehât (evlenme, boşanma, nafaka v.s.), muamelât (alışveriş, kira, şirketler, faiz, mîrâs) ve ukûbât (had denilen cezalar) gibi ana kısımlara ayrılır.

c-Ruh ve maneviyâtın düzeltilip, nefsin terbiyesine dâir hükümler. Bunları tasavvuf ilmi yâni ahlâk ilmi inceler.

2) Edille-i şer’iyyenin (şer’î delillerin) ikincisi, sünnettir. Sünnet, Peygamber efendimizin söz, fiil ve takrîrleridir. Takrîrî sünnet, Resûlullah’ın huzurlarında söylenen bir sözü veya yapılan biri işi görüp, yahut da başka yerde söylenen bir söz veya yapılan bir işi duyup da sükût etmeleridir.

Sünnet-i seniyyenin 2. delîl olması; Kur’ân-ı kerîm, sünnet, icmâ’ ve aklî delîllerle sabittir.

Kur’ân-ı kerîmde Necm sûresinin 3 ve 4. âyet-i kerîmelerinde, Peygamber efendimizin dînî hükümlerle ilgili her söylediği şeyin vahye dayandığı bildirildi. Meâlen: “O hevâsından (reyinden, kendi nefsinden) konuşmaz. (Peygamber sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem, Kur’ân-ı kerîm ve din hakkında) hep vahyolunanı söylemektedir.” Kaynak vahy olunca, Resûlullah efendimizin mübarek sözleri de mânâ olarak Kur’ân-ı kerîm gibi olup, Allahü teâlâ katındandır. Allahü teâlâ katından olunca, Kur’ân-ı kerîme uymak nasıl farz ise, Resûlullah efendimizin mübarek sünnetine uymak da öyledir.

Allahü teâlâ, Peygamber efendimize Kur’ân-ı kerîmin mânâlarını şerhetmek, hükümlerini açıklamak vazifesini verdi. Resûlullah efendimizin bu açıklamaları ile Kur’ân-ı kerîm’deki dînî hükümler öğrenildi. Kur’ân-ı kerîm’in mânâsını sâdece Resûlullah efendimiz tam olarak bildiğinden, Eshâb-ı kirâmına yaptığı açıklamalar (sünnet) İslâm dîninin 2. kaynağını teşkil etti. Böylece sünnet; delîl, sened oldu.

3) İcmâ’: Lügatte, ittifak (söz birliği) demektir. Fıkıhda, bir asırda bulunan müctehidlerin, dînî bir işin hükmünde birleşmeleri, aynı sözü söylemeleri veya aynı işi yapmalarıdır. Bir asırda bulunan müctehidlerin bir kısmı söyler veya yapar, diğerleri işitince susarlar, red etmezlerse, Hanefî mezhebinde yine icmâ’ olur. İcmâ’ ehli, fâsık ve bid’at ehli olmayan müctehid zâtlardır. İbn-i Abidîn, (Habs) bahsinde icmâ’ı; Eshâb-ı kiram, Tabiîn ve Tebe-i tabiînin söz birliği olarak bildirmiştir.

İcmâ’ın delîl olduğu nakl ve akıl ile sabittir, Ayet-i kerîmeden ve meşhûr hadîs den açıkça anlaşılan hükümde icmâ’ olmaz. Bunların kendileri zâten delildir. En kuvvetli icmâ’, Eshâb-ı kiramın icmâ’ıdır. Mütevâtir hadîs gibidir. Kur’ân-ı kerîmin Allah kelâmı olduğu, namaz, oruç ve zekâtın farz oldukları böyle icmâ’lardandır. Bu nevî icmâ’ı inkâr eden kâfir olur.

İcmâ’ delîl değildir diyen kâfir olmaz. Bid’at sahibi olur. Bu sebeble, haricîler ve diğer bid’at fırkalarının icmâ’a uymayan sözleri küfür olmaz.

4) Edille-i şer’iyyenin dördüncüsü kıyâs’dır. Kıyâs, lügatte, takdîr, bir şeyi bir şeyle ölçmek, bir şeyi bir şeye benzetmek demektir. Fıkıhta, hükmü nassdan anlaşılamayan bir şeyin hükmünü, hükmü bilinen ve bu şeye benzeyen başka bir şeyin hükmünden anlamaktır. Bir işin helâl veya haram olduğu Kur’ân-ı kerîmden veya hadîs-i şerîflerden yahut icmâ’dan anlaşılamazsa, bu iş, hükmü bilinen başka bir işe kıyâs edilir, benzetilir. Kıyâs yapmak için, hükmü bilinen işi helâl veya haram yapan sebebin, hükmü bilinmeyen birinci işte de bulunması lâzımdır. Meselâ, Kur’ân-ı kerîmde hamr, yâni şarap içmek yasak edilmiş, başka içkiler bildirilmemiştir. Şarâbın haram olmasının sebebi, hamr kelimesinden de anlaşılacağı üzere, sarhoşluk vermesi, aklı gidermesidir. Bundan dolayı müctehidler, şarâbın haram olmasındaki sebeb (sarhoşluk verme, aklı giderme), herhangi bir içkide bulunursa o içki haramdır diye kıyâs yapmışlardır. Böylece, konyak, votka, rakı gibi içkilerin hükmü anlaşılmış oldu.

Kıyâsın delîl olduğu, âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf ile sabit olduğu gibi, akıl ile de bilinmektedir. Kıyâsı ancak, ictihad şartlarını hâiz olan âlimler yapabilirler.

Ebû Davud’un ve İbn-i Mâce’nin bildirdikleri hadîs-i şerîfde; “İlim 3’tür: Âyet-i muhkeme, sünnet-i kâime ve farîda-i âdile” buyuruldu. Büyük hadîs âlimi Abdülhâk-ı Dehlevî, Eşi’at-ül-lemeât ismindeki Mişkât şerhinde, bu hadîs-i şerîfi, Fârisî olarak açıklarken, şöyle buyurmaktadır: “Farîda-i âdile ile Kitâb’a ve sünnet’e uygun olan icmâ’ ve kıyâsa işaret buyurulmuştur. Çünkü, icmâ’ ve kıyâs kitâbdan ve sünnetten çıkarılmakta ve bunlara dayanmaktadır. Bunun için, icmâ’ ve kıyâs, Kitâb’a ve sünnete mu’âdil ve müsâvî tutuldu ve Farîda-i âdile denildi. Böylece, ikisi ile amel etmenin vâcib olduğu bildirilmiş oldu. İşte hadîs-i şerîfin mânâsı, dînin kaynağı 4’tür: Kitâb, sünnet, icmâ’ ve kıyâsdır” demektir.” Kıyâsın şartları, rüknü ve hükmü vardır.

Yukarıdaki 4 delile (Kitap, sünnet, icmâ’, kıyâs) bağlı, onlardan çıkarılmış 2. derecede delîller de başlıca 7 tanedir. İstihsân, istislâh veya mesâlih-i mürsele, istishâb, aslî berâet, örf ve âdet, sahâbî sözü, geçmiş şerîatler (Allahü teâlânın daha önce gönderdiği dinlerden kalıp, dînimiz tarafından kabul olunan bâzı hükümler ve kâideler)dir.

İslâmiyet, bu 4 ana ve ona bağlı 2. derecedeki delîl ve vesikalar ile bize gelmiştir. Bu delillere dayanmayan, bunların dışında kalan her şey bid’attır. İslâmiyet’ten sayılmaz. Tasavvuf büyüklerinin kalblerine gelen ilhamlar, keşfler, ahkâm-ı şer’iyye (dînî hükümler) için sened ve vesika olmaz. Keşflerin, ilhamların doğru olup olmadığı şerîate uygun olup olmamaları ile anlaşılır. Ahkâm-ı İslâmiyye’ye yapışmak ağaç dikmek gibidir. Evliyada hâsıl olan hâller, keşfler, aşk-ı ilâhî bu ağacın meyveleridir. Meyve kazanmak için ağaç dikmek şarttır. Celâleddîn-i Rûmî, Bâyezîd-i Bistâmî, Muhyiddîn-i Arabî gibi büyükler, Ehl-i sünnet mezheplerinden birine bağlanarak yükselmişlerdir.

Tavsiye Yazı –>Niçin Hanefi Mezhebi

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler