Sual: İlmihal kitaplarında edille-i şer’iyye sıralanırken “Kitap, sünnet, icma ve kıyas” deniliyor. Buradaki kıyas tam olarak nedir? Kıyasa misaller verebilir misiniz?
Cevap: Kıyas, İslâm dînindeki hükümlerin 4 kaynağından biridir. Lügatte “bir şeyi takdir etmek, ölçmek, karşılaştırmak ve iki şey arasında benzerlikleri tesbit etmek” mânâlarına gelir. Kıyas; dînî hükümlerin delillerinden biridir. İslâmiyette bir mesele hakkında hüküm vermek için, önce Kur’ân-ı kerîmde delil aranır. Bulunamazsa, Peygamber efendimizin sözlerinde ve işlerinde aranır. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde bulunamazsa Eshâb-ı kirâmın icmâına, söz birliğine bakılır. Bu 3 kaynakta, hüküm vermek için bir delil bulunamazsa, müctehid olan bir âlimin kıyas yoluyla elde ettiği hüküm alınır. Buna “re’y” veya “ictihad” denir. Kıyas, fıkıh ve mantık ilminde, meselelerin hükümlerini bildirmeye yarayan bir yoldur, vâsıtadır.
İslâmiyeti iyi bilen, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilecek dereceye yükselen din âlimlerine “müctehid” denir. Fıkıh ilmi ile uğraşan müctehidlere “fakih” denir. Çoğulu “Fukahâ”dır. Hukûkî bir tâbir (deyim) olan kıyas, fukahânın Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkardığı hükümleridir. Bunun için “Kıyas-ı fukahâ” da denilmiştir.
Kıyasın, terminolojisinde, çeşitli târifleri yapılmıştır. Bunlardan bâzıları şöyledir:
“Kıyas, İslâmiyetin kaynaklarından ve dînî meseleleri hükme bağlama vâsıtalarından birisidir.”
“Kıyas, hakkında âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunan hükmü tahlil ederek, benzer bir şeyin hükmünü elde etmektir.”
“Kıyas, hüküm ve illet bakımından fer’i (hakkında hüküm bulunmayan meseleyi), asla (âyet ve hadis ile hükmü bildirilen meseleye) göre takdir etmek (değerlendirmek)tir.
“Kıyas, her ikisinde de hükme esas teşkil eden illet (sebep) aynı olduğu için, hakkında nass, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunmayan bir olayın hükmünü, hakkında nass bulunan bir olayın hükmüne eşit kılmaktır.”
Bu târiflerin hepsinin özeti olarak denilebilir ki; “Kıyas, âyet-i kerîmeye ve hadîs-i şerîfe dayanan meselenin hükmünü, ictihâd yoluyla, aynı illeti (ortak vasfı) taşıyan ve nass (âyet ve hadis) ile belirtilmemiş olan mesele içinde vârit (geçerli) görmektir.”
Bir işin, helâl veya haram olduğunu kıyas yoluyla anlamak için, helâl ve haram olduğu bilinen, başka bir işe benzetilir. Bunun için o işi helâl veya haram yapan sebebin birinci işte de bulunması lazımdır. Bunu da ancak ictihad derecesine yükselmiş derin âlimler anlayabilir. Mezhep imâmlarının hepsi bir soru ile karşılaştıkları zaman, bunun cevâbını, önce Kur’ân-ı kerîmde açıkça bulamazlarsa, hadîs-i şerîflerde; yine bulamazlarsa, icmâda ararlardı. İcmâda bulunan cevâbına kıyas ederek ictihâd edip cevâbını bulurlardı. Nitekim, ictihadın birinci yolu, Irak âlimlerinin yolu olup, buna “re’y” yâni “kıyas yolu” da denir. Bir işin nasıl yapılacağı, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş ise, buna benzeyen başka bir işin nasıl yapıldığı aranır bulunur. Bu iş de onun gibi yapılır. Eshâb-ı kirâmdan sonra, bu yoldaki müctehidlerin reisi, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’dir.
Peygamber efendimizin kıyas hakkındaki hadîs-i şerîfi şöyledir. Peygamber efendimiz, Yemen’e kâdı gönderdiği Muâz bin Cebel’e; “Karşına çıkan bir meseleyi nasıl halledersin?” diye sorunca, Muâz; “Allah’ın kelâmına göre.” diye cevap vermiş. Peygamber efedimiz; “Ya Allah’ın kitabında bir hal çâresi bulamazsan?” diye sorunca, o zaman Allah’ın Resûlünün sünnetine göre hallederim. “Ya, ne Allah’ın Resûlünün sünnetinde, ne de kitapta hal çâresi yoksa?” “O zaman da tereddüd etmeden, kendi kanâatime göre re’yimle ictihad ederim.” demiştir. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz elini, Muâz’ın göğsüne koyarak; “Peygamberin elçisini Peygamberin hoşuna giden bir cevap vermeye sevk eden Allah’a şükürler olsun!” buyurmuştur.
Osmanlılar zamanında yetişmiş meşhur fıkıh âlimi İbn-i Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr kitabında bu husûsu şöyle açıklamaktadır: “Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtından 400 sene sonra kıyas kalmadı. Yâni kıyas yapan derin âlim kalmadı. Bir işi, başka işe benzeterek hüküm çıkarabilecek mutlak müctehid kalmadı. Her 100 senede bir ictihâd derecesine yükselmiş derin âlimlerin, yâni müceddidlerin geleceği hadîs-i şerîfte bildirilmiştir. Bu müceddidler, mezhebde müctehiddir. Bunlar kıyaslar yapmak, yeni ictihadlarda bulunmak vazifesini üzerine almamışlar, bulundukları mezhebin imamlarının ictihadlarını tazelendirmeğe, halkı irşâd etmeye çalışmışlardır. Yeni ictihâdlara ihtiyaç olmadığını görmüşler, Ehl-i sünnet bilgilerini kuvvetlendirmeye ehemmiyet vermişlerdir.”
Kıyas ile sâbit olan hüküm, Kitap (Kur’ân-ı kerîm) sünnet ve icmâ’dan biri ile sâbit olan hüküm gibidir. Kıyas ve ictihad, âyetlerin ve hadislerin mânâlarını meydana çıkarmaktadır. Bu mânâlara başka bir şey eklemezler. Kur’ân-ı kerîmdeki “Ey akıl sâhipleri! İyi anlayınız.” âyet-i kerîmesi kıyas ve ictihadı emir etmektedir. Bu emir, mutlak müctehid olan âlimler içindir. Böyle olmayan Müslümanlar onun sözüne uyarlar. Hakkında nass bulunan, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde hükmü açık, belli olan meselelerde kıyas yapılmaz. Mecelle’nin 14. maddesinde: “Mevridi nassta (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunan yerde) ictihada mesag (cevaz, izin) yoktur.” denilmektedir.
Kıyas işleminde 4 unsur vardır. Bunlara kıyasın rükünleri denir:
1) Asıl (= kök): Bir kıyas işleminde, hakkında açıkça nass (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf) bulunan veya dînî hükmü bilinen meseleye “asıl” makısun aleyh (kendisine kıyas yapılan) veya “müşebbehün bih (kendisine benzetilen) adı verilir.
2) Fer’ (= dal): Hakkında nass bulunmayan ve dînî hükmü bilinmeyen meseleye “fer’” denir. Buna “makis = kıyas yapılan” veya “müşebbeh = benzetilen” de denir.
3) İllet (= sebep): Aslî ve fer’î iki mesele arasındaki ortak sebebe, “illet-i müştereke = ortak vasıf” veya “vasf-ı câmi = birleştirici vasıf” denir.
4) Hüküm: Asıl meseleden, fer’î meseleye geçen hükme “hükm-i muaddî” denir. Kıyas ile bildirilen dînî hükümlerden birkaçı şöyledir:
Peygamber efendimiz; “Hâkim, öfkeli iken iki taraf arasında hüküm vermesin.” buyurdu. Buna kıyas olarak Mecelle’nin 1811’inci maddesinde: “Hâkim gam ve gussa (keder) ve açlık ve galebe-i nevm (uyku basması) gibi sıhhat-i tefekküre (doğru düşünmeye) mâni olabilecek bir ârıza ile zihni müşevveş (karışmış) olduğu halde hükme tasaddî (teşebbüs) etmemelidir.” denilmiştir.
Altına parmak basılmış olan bir senet, o parmağı basan kişiyi ilzâm eder (bağlar). Buna kıyâsen imzâ da sahibini ilzâm eder (bağlar), çünkü her ikisi de şahsa delâlet etmektedir.