Sual: Kur’an-ı Kerim’den kimler hüküm çıkartabilir?
Cevap: Mîzanü’l-kübra kitabında 41. sayfasından başlıyarak diyor ki:
Din kardeşim iyi düşün! Resûlullah, Kur’ân-ı Kerîm’de icmalen bildirilenleri, yani kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur’ân-ı Kerîm kapalı kalırdı. Resûlullahın varisleri olan mezhep imamlarımız hadis-i şeriflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünnet-i nebeviye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen âlimler, Resûlullaha tabi olarak, mücmel olanı açıklamışlardır. Nahl sûresi 44. âyetinde meâlen, “İnsanlara indirdiğimi onlara beyan edesin” buyuruldu. Beyan etmek, Allahü teâlâdan gelen âyetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Ümmetin âlimleri de, âyetleri beyan edebilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi ve Kur’ân-ı Kerîmden ahkâm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, sana vahyolunanları tebliğ et derdi. Beyan etmesini emretmezdi.
Şeyhülislam Zekeriya buyurdu ki (Resûlullah, Kur’ân-ı Kerîmde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasaydı ve mezhep imamları kapalı olarak bildirilenleri açıklamasalardı, bunları hiçbirimiz anlayamazdık. Mesela Şari “aleyhisselam”, abdest nasıl alacağımızı hadis-i şerifleri ile bize bildirmeseydi, nasıl abdest alacağımızı Kur’ân-ı Kerîmden çıkaramazdık. Namazların kaç rekat oldukları ve orucun, haccın, zekatın hükümleri ve keyfiyetleri ve nisâb miktarları ve şartları ve farzları ve sünnetleri, Kur’ân-ı Kerîmden çıkarılamazdı. Kur’ân-ı Kerîmde mücmel olarak bildirilen hükümlerin hepsi böyledir. Yani, bunlar hadis-i şeriflerle bildirilmeseydi, hiçbirini anlayamazdık.
Din âlimleri ile mücadele etmek, nifak alâmetidir. Çünkü âlimlerin delillerini ibtal etmek, reddetmek için uğraşmaktır. Nisa sûresi 46. âyetinde meâlen, “Onların iman etmiş olmaları için, aralarındaki anlaşmazlıklarda, seni hakem yapmaları ve vereceğin hükme razı olmaları, teslim olmaları lazımdır” buyuruldu. Bu âyet-i kerime, Resûlullahın hükmünden, İslamiyetin emrinden sıkıntı duyanlarda iman olmadığına alâmettir. Hadis-i şerifte, “Resûlün yanında niza, cidal yapmayınız!” buyurdu. Onun dininin âlimleri ile niza, cidal yapmak, onların doğru olan ictihadlarının çürük olduklarını göstermeye kalkışmak, Onunla “aleyhisselam” cidal etmek demektir. Çünkü, âlimler, Resûlullahın varisleridir. Resûlullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delillerini anlamasak bile iman ve tasdik etmemiz lazım olduğu gibi, mezhep imamlarımızdan gelen bilgilere de, kelamlarına da, delillerini anlamasak bile İslamiyete muhalif olmadıkları için iman ve tasdik etmemiz lazımdır. Peygamberlerin hepsinin dinleri amelde ihtilaflı, hatta birbirlerine zıt hükümleri bulunduğu hâlde, hepsine iman ve tasdik etmemiz lazımdır. Böyle olduğunu alimlerimiz söz birliği ile bildirmişlerdir. Mezhepler de, bunun gibidir. Müctehid olmayanların, mezhepler arasında ayrılıklar bulunduğunu gördükleri hâlde, hepsine iman ve tasdik etmeleri lazımdır. Müctehid olmayan birinin, bir mezhebi hatalı görmesi, o mezhebin hatalı olduğunu göstermez. O kimsenin hatalı olduğunu, anlayışının kıt olduğunu gösterir. İmam-ı Şâfiî, teslim olmak, imanın yarısıdır buyurdu. Rebi hazretleri bunu işitince, hayır, imanın hepsidir dedi. İmam-ı Şâfiî, bu sözü kabul etti. Yine imam-ı Şâfiî (İmanı kamil olan, usûl bilgilerinde söz yapmaz. Yani, niye böyledir, öyle değildir demez) buyurdu. (Usûl bilgileri nedir?) dediklerinde, Kitap ve Sünnet ve İcma-i ümmettir, buyurdu. İmam-ı Şâfiî hazretlerinin bu sözü gösteriyor ki Rabbimizden ve Peygamberimizden gelen haberlerin hepsine inandık demeliyiz. İslam âlimlerinin bildirdikleri de bunun gibidir. Yani imamlarımızın sözlerine, söz etmeden ve cidal etmeden inanırız demelidir. İmam-ı ibni Abdi’l-Berr bunun için (İmamlarımızdan hiçbirinin, talebesine belli bir mezhebi iltizam etmelerini, yani taklit etmelerini emrettikleri işitilmemiştir. Diledikleri mezhebin fetvalarına uymalarını söylemişlerdir. Resûlullahın ümmetinden birinin belli bir mezhebi iltizam etmesini emir buyurduğu, sahih veya zaif hiçbir hadis-i şerifte bildirilmemiştir) dedi.
İmam-ı Kurafi buyuruyor ki (Ashâb-ı kirâm, söz birliği ile bildirdiler ki hazret-i Ebû Bekir’den ve hazret-i Ömer’den fetva alıp da, bunları taklit eden bir kimse, başka işlerini başka Sahabilere de sorar ve öğrendiği ile amel ederdi. Huccet, delil soran olmazdı. [Yani, Tabiinden yeni iman etmiş olanların, Ashâb-ı kiramdan yalnız birinin mezhebini taklit etmesi mümkün değildi. Çünkü, Ashâb-ı kiramın mezhepleri tedvin edilmiş, büyük mezhep olarak kitaplara geçmiş değildi. Her zaman aynı Sahabinin yanında bulunup da, her şeyi ona sorup, işittiklerini yapmak da, pek az kimseye nasip oldu. Rast geldikleri sahabiye sorup, öğrenip, yapmak mecburiyeti vardı. Zaruret olunca, her mezhebe uyulur. Tabiin, delillerini hiç aramazlardı.] Şimdi ise yeni iman edenlerin, aynı mezhepteki alimlerden huccet, delil aramadan sorup öğrenerek amel etmeleri, aynı mezhepte olan âlimleri bulamazlarsa, her alimden sormaları, sonra bir mezhebi öğrenip, bu mezhebi taklit etmeleri lazım olduğunu âlimler söz birliği ile bildirmişlerdir. Bu icmaı kabul etmeyen inatcının, kendine delil bulması lazımdır). Mîzanü’l-kübra’dan tercüme tamam oldu.
Mısır’daki büyük hanefi fıkıh alimi allame Seyyid Ahmed Tahtavi, Dürrü’l-muhtar haşiyesinde Zebayıh kısmında diyor ki (Tefsir âlimlerinin çoğuna göre, “Dinde fırkalara ayrıldılar” âyet-i kerimesi, bu ümmette meydana gelecek olan [itikat, iman bilgilerinde], bidat sahiplerini haber vermektedir. Hazret-i Ömer’in haber verdiği hadis-i şerifte, Resûlullah, hazret-i Aişe’ye, “Dinde fırkalara ayrıldılar âyet-i kerimesi, bu ümmette meydana gelecek olan [itikad, iman bilgilerinde] bidat sahiplerini ve nefslerine uyanları haber veriyor” buyurdu. Enam sûresi 153. âyetinde meâlen, “Doğru yol budur. Bu yolda olunuz! Fırkalara bölünmeyiniz!” buyuruldu. Yani, yahudiler ve hristiyanlar ve başka sapıklar doğru yoldan ayrıldılar. Siz de, bunlar gibi bölünmeyiniz! Âli-i İmrân sûresi 103. âyetinde meâlen, “Hepiniz, Allahü teâlânın ipine sarılınız! Fırkalara bölünmeyiniz!” buyuruldu. Tefsir âlimlerinden bazıları, Allahü teâlânın ipi, cemaat, birlik demektir dediler. Fırkalara ayrılmayınız emri, böyle olduğunu göstermektedir. Cemaat de, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden [iman, itikat bilgilerinde] bir karış ayrılan, dalalete düşer. Allahü teâlânın yardımından mahrum kalır, Cehenneme gider. Çünkü, fıkıh âlimleri doğru yoldadırlar. Muhammed aleyhisselâmın sünnetine yapışan ve Hulefa-i raşidinin yani 4 halifenin yoluna sarılan bunlardır. Sivad-ı Âzam, yani müslümanların çoğu, fıkıh âlimlerinin yolundadır. Bunların yolundan ayrılanlar Cehennem ateşinde yanacaklardır.
Ey müminler, Cehennemden kurtulmuş olan tek fırkaya tabi olunuz! Bu da, Ehl-i sünnet vel-cemaat denilen fırkadır. Çünkü, Allahü teâlânın yardımı ve koruması ve tevfikı bu fırkada olanlaradır. Allahü teâlânın gazapı ve azâbı bu fırkadan ayrılanlaradır. Bu fırka-i nâciye, bugün [amelde, ibadetlerde] 4 mezhepte toplanmıştır. Bu 4 hak mezhep Hanefi, Maliki, Şâfiî ve Hanbeli mezhepleridir. Bu zamanda, bu 4 mezhepten birine tabi olmayan kimse, bidat sahibidir ve Cehenneme gidecektir. Bidat sahibi olanların hepsi de, kendilerinin doğru yolda olduklarını iddia ediyorlar. Bu iş, kuru iddia ile hayale dayanarak ispat edilmez. Bu yolun mütehassıslarının ve hadis âlimlerinin bildirmeleri ile anlaşılır. Bunların bildirdikleri ve bulundukları yol hak yoldur). Tahtavi’nin yukarıdaki yazısı vehhâbîlerin ve şiîlerin ve diğer mezhepsizlerin bidat, dalalet ve Cehennem ehli olduklarını açık ve kesin olarak bildiriyor. Bu tercümenin aslı olan bir sayfa Arabî yazı, Redd-i vehhâbî kitabının 1979 İstanbul baskısına eklenmiştir. Bu kitabın 1. baskısı, 1848 senesinde Hindistan’da yapılmış olup 4 mezhebin hak olduğu, Cehennemden kurtulmak için bu 4 mezhepten birini taklit etmek lazım olduğu kuvvetli delillerle ispat edilmiştir.
Tavsiye Yazı –> Niçin Hanefi Mezhebi?