Sallanan dişleri altın tel ile bağlamak, İmam-ı Muhammed’e göre caizdir. İmam-ı Âzam ise, altın ile bağlamak caiz olmadığını ictihad buyurmuştur. İmam-ı Ebû Yusuf, bir rivayette imam-ı Muhammed iledir ve ulema, sallanan dişi altınla bağlamaya cevaz vermiştir. Ashâb-ı kiramdan Arfece bin Sada “radıyallahü teâlâ anh” altın burun takmasına izn-i nebevi südurunu, İmam-ı Âzam yalnız Arfece’ye mahsustur demiştir. Nitekim Zübeyr ve Abdurrahmân “radıyallahü teâlâ anhüma” için, ipek giymelerine izin sadır olmuştu ve yalnız bunlara mahsustur, demiştir. Fakat fetva, İmam-ı Muhammed kavli iledir.
Sallanan dişleri bağlayan altın teller ve protez denilen müteharrik dişler, gusül abdesti alırken çıkarılabilmektedir. İmamların bu ayrılığı, bağlayan telin altından olup olmamasındadır. Yoksa gusül abdesti bahsinde bütün imamlarımız müttefiktir. Yani, altın, gümüş ve başka dolguların altlarına su geçmeyince, Hanefi mezhebinde, gusül abdesti sahih olmaz. Yani insan Cenabetlikten kurtulmaz. Çünkü, Hanefi mezhebinin âlimleri; (Ağzın içi sair derimiz gibi vücudun haricidir. Bütün deriyi yıkamak farz olduğu gibi, ağzın içini ve dişleri ve diş çukurlarını yıkamak da farzdır) diyor. Bunun için, tırnaklarında oje bulunanların ve Hanefi mezhebinde olup da zaruretsiz diş dolduranların ve kaplatanların gusül abdesti sahih olmaz. Gusül abdesti sahih olmayanın namaz abdestleri ve namazları da sahih olmaz.
(Mecmua-i cedide) adındaki fetva kitabının 1329 [m. 1911] yılındaki 2. baskısında, Hasan Hayrullah Efendinin “rahimehullahü teâlâ”, “Diş dolgusu, gusül abdestine zarar vermez” fetvası yazılıdır. Bazı kimseler bu fetvaya dayanarak, diş kaplatanların ve dolduranların gusül abdesti sahih olur demektedir. Halbuki bu fetva, bu kitabın 1299 senesinde yapılan 1. baskısında yoktur. İttihatçılar zamanındaki cahiller, dinini kayırmayanlar tarafından uydurulmuş ve kitaba sonradan sokuşturulmuştur. Çünkü, Hayrullah efendi 1294’de şeyhulİslamlıktan ayrılmıştır. Böyle uydurma fetvalara aldanmamalıdır. (Misbahu’l-felah) da diyor ki: “Mum, sakız, katı hamur gibi bir şey, vücudun bir kısmını örtmüş veya herhangi bir şey, diş kovuğunu doldurmuş bulunup da, yıkandığı zaman, altına su geçmezse, gusül tamam olmaz.” (Mecmua-i Zühdiyye) de diyor ki: “Gerek az, gerek çok, dişlerin arasında kalan yemek kırıntısı, katı hamur gibi olup da, suyu geçirmezse, gusüle manidir. (Halebi) de de böyle yazılıdır.” (İbni Abidin) “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki: “Dişlerin arasında veya çukurunda kalan yemekler, katı olup altına su geçmezse, gusül abdesti caiz olmaz.” Görülüyor ki Hanefi mezhebinde guslün sahih olması için, dişlere ve diş çukuruna suyun ulaşması lazımdır.
İnsanı bir şey yapmaya zorlayan semavi sebebe, yani insanın elinde olmayan sebebe (Zaruret) denir. İslamiyetin emir ve yasak etmesi ve şiddetli ağrı ve bir uzvun yahut hayatın telef olmak tehlikesi ve başka bir şey yapamamak mecburiyeti hep zarurettir. Bir farzı yapmanın veya bir haramdan sakınmanın imkansız veya meşakkatli, güç olmasına (Haraç) denir. Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına, (Ahkâm-ı İslâmiyye) denir. Ahkâm-ı İslamiyyeden bir hüküm yapılacağı zaman, yani bir emri yaparken veya bir yasak işi yapmaktan sakınırken, kendi mezhebinin âlimlerinin meşhur olan, seçilmiş olan sözlerine uyulur. Bu sözlerine uymakta haraç olursa, seçilmemiş, zayıf sözlerine uyulur. Buna uymakta da haraç olursa, bu hüküm, haraç bulunmayan, başka mezhebi taklit ederek yapılır. Başka mezhebi taklit etmekte de, haraç olursa, haraca sebep olan şeyin hâsıl olmasında zaruret bulunup bulunmadığına bakılır. Zaruret de bulunursa, o farzı terketmesi veya haramı zaruret miktarı işlemesi caiz olur. Zaruret yoksa veya zaruret ile birkaç şey yapılabilir ve bunlardan birini yapmayı seçmek mümkün olur ve haraç bulunanı seçerse, farzı terketmesi veya haramı işlemesi caiz olmaz. Haraca sebep olan şeyi yapmaması lazım olur.
Kaplama, dolgu bulunan dişin altını ıslatmakta haraç olduğu meydandadır. Bu haracdan kurtulmak için, hanefi mezhebinde 2. bir yol da yoktur. Bunun için, maliki veya Şâfiî mezhebini taklit etmek icap etmektedir. Çünkü, gusül abdesti alırken, bu iki mezhepte, ağzın içini yıkamak, farz değil, sünnettir. Taklit etmek mümkün olduğu için zaruret bulunup bulunmadığını araştırmaya lüzum yoktur. Maliki veya Şâfiî mezhebini taklit mümkün olmasaydı, zaruret bulunması, o zaman araştırılırdı. Bunun için, dolgu veya kaplama yaptırmak isteyenin, “Mezhepler, Allahü teâlânın rahmetidir” hadis-i şerifine dayanarak, maliki veya Şâfiî mezhebini taklit etmesi lazım olur. Başka mezhebi taklit etmeye sebep olacak bir özrü bulunmayan bütün hanefilerin, başka mezheplerde farz olanları yapmaları ve müfsit olanlardan sakınmaları da müstehab olduğu, İbni Abidin’de ve İmam-ı Rabbânî’nin 286. mektubunda yazılıdır. Özrü olmayanların, başka mezhepleri taklit etmeleri de müstehab olunca, özrü olanın taklit etmesine karşı çıkmak doğru olmaz. Maliki veya Şâfiî mezhebini taklit için, gusül ederken ve abdest alırken ve namaza dururken veya unutulursa, namazdan sonra, niyetin farz olduğunu bilerek, maliki veya Şâfiî mezhebini taklit ediyorum diye kalbinden niyet edilir. Bu mezhepleri taklit eden kimsenin guslü, abdesti ve namazı bu mezheplere göre sahih olmalıdır. Şâfiîde derisi, mahrem olan 18 kadından başka bir kadının derisine değince ve elinin içi, kendi kaba avret yerine değince, tekrar namaz abdesti almalıdır. İmam arkasında Fâtiha okuması, Fâtiha ve zamm-ı sureden evvel besmele okuması lazımdır. Üstünde, bedeninde, ayaklarını ve başını koyduğu yerde çok az necaset bulunmaması da lazımdır.
Bu yazıları, kaplama ve dolgusu olan Hanefilerin gusüllerinin sahih olması için yazıyoruz. Bunlara kolaylık göstermek istiyoruz. Kaplama veya dolgulu dişi bulunan imama uymayınız da demiyoruz. Zaruret olunca veya zaruretsiz yapılan bir şeyden dolayı, kendi mezhebine göre yapılmasında haraç bulunan bir ibadeti, başka mezhebi taklit ederek yapmak lazım olduğu, (İbni Abidin) de, Tahtavi’nin (Merak-ıl-felah şerhi)nde ve Türkçe (Nimet-i İslam) kitabında ve molla Halil Esirdi’nin “rahime-hullahü teâlâ” (Mafüvat) kitabında yazılıdır. (İbni Abidin) “rahime-hullahü teâlâ” ric’i talakı anlatırken buyuruyor ki “Hanefi âlimleri, haraç olunca, Mâlikî mezhebi taklit olunur dedi. Bir işin nasıl yapılacağı hanefide bildirilmemiş ise, bu iş, Mâlikî mezhebi taklit edilerek yapılır. Çünkü Mâlikî mezhebi, hanefiye daha yakındır.” İmamlığı anlatırken diyor ki “Başka mezhepteki imama uymanın sahih olması için imamın, uyan kimsenin mezhebinin farzlarını da yapması ve uyan kimsenin bunu bilmesi lazımdır. Kuvvetli kavil budur. İmam bu farzları terkederse, uymak sahih olmaz. Kendi mezhebindeki cemaat varken, başka mezhepteki imama uymak mekruh olur. Yoksa, yalnız kılmaktan efdal olur. Bazı âlimler “rahime-hümullahü teâlâ” diyor ki imamın kendi mezhebine göre namazı sahih ise, başka mezheptekinin buna uyması sahih olur.” Tahtavi’nin (Merak-ıl-felah) haşiyesinde de böyle yazılıdır. Kaplaması veya dolgusu olmayan hanefinin, kaplaması veya dolgusu olan imama uymasının sahih olup olmaması üzerinde iki kavil vardır: Birinci kavle göre, sahih olmamaktadır. İkinci kavle göre, imam salih ise ve maliki veya Şâfiî mezhebini taklit ediyorsa, buna uyması sahih olur. Taklit etmediği bilinmedikçe, kaplaması, dolgusu olmayan hanefiler de, bu imama uymalıdır. Buna, taklit edip etmediğini sormak, tecessüs etmek caiz değildir. Hanefi imamın, kaplama veya dolgusu olmasa da, maliki veya Şâfiî mezhebine de uymasının müstehab olduğu, (Dürrü’l-muhtar) da ve (Merakı’l-felah) da yazılıdır. Haraç olduğu zaman zayıf olan kavil ile amel etmenin evla olduğu (Hadika) da, fitne bahsinde de yazılıdır. Mezheplere kıymet vermeyen, 4 mezhepten birine uymayan kimsenin (Bidat sahibi) sapık veya mürted [Allaha düşman] olduğu anlaşılır. Namazları sahih olmaz. Buna uymak sahih olmaz.
Vaizin biri, kaplama diş üzerinde tetkikler yaptığını söyleyerek, elde ettiği vesikaları şöyle sıralamış:
1- “Gusledecek kimsenin ağzındaki dişler kaplatılmış veya doldurulmuşsa, hüküm bunun üzerine intikal eder. Bunların yıkanması ile gusül tamam olur. Yara ve sargı üzerine, mesh caiz olup hüküm bunların üzerine intikal etmekle, sadece üzerlerinin meshedilmesinin kâfi gelmesine benzemektedir. Yaranın üzerindeki sargıyı söküp altını yıkamak mecburiyeti olmadığı gibidir” diyor.
Bu yazı, bu hüküm, tamamen yanlıştır. İlmi değil, indidir, uydurmadır. Bunun doğrusu fıkıh kitaplarında, mesela İbni Abidinde şöyledir: (Yara, kırık, çıkık, şişik, ağrı bulunan yeri veya buralara konan ilacı veya sarılmış olan sargıyı çıkarıp altındaki deriyi yıkamak farzdır. Soğuk su ile yıkamak zarar verirse, sıcak su ile yıkar. Bu da zarar verirse, yara üzerini mesheder. Etrafındaki sağlam deriyi yıkar. Etrafını yıkamak yaraya zarar verirse, etrafını da mesheder. Bu da zarar verirse, ancak o zaman sargı üzerine meshetmek caiz olur. Yani, ancak o zaman, hüküm sargı üzerine intikal eder. Hüküm sargı üzerine intikal edince, sargı üzerine mesheder. Sağlam derisi üzerindeki sargıların ve aradaki sargısız olan sağlam deri kısımlarının çoğu üzerine mesheder. Böyle yapmak, abdestte ve gusülde aynıdır. Sargıyı çözmek, çıkarmak, yara iyi olduktan sonra bile yaraya veya etrafına zarar verirse, yani yaranın kanamasına, akmasına, yaranın artmasına veya dayanamayacak kadar ağrı, sızı husulüne sebep olursa yahut tekrar bağlayamaz ve bağlayacak kimse bulamazsa, sargıyı çözmez. Üzerini mesheder. Ayak çatlağına konan merhem [ve yara üzerine konulan flaster, kollodyum gibi şeyler ve yara üzerinde hâsıl olan kabuk] de sargı gibidirler. Mesh de zarar verirse, terkedilir. Sargı, merhem, yaranın iyi olmasından sonra düşerlerse, üzerlerine yapılmış olan mesh batıl olur. Yara üzerini yıkamak lazım olur.)
Görülüyor ki dişteki dolgunun, kaplamanın üzerlerini yıkamak, sargı gibi değildir. Çünkü, sargı ve benzerleri, yara üzerine ihtiyaç ile konulmuş ve başka mezhebi taklit mümkün olmadığı için, zaruret hâlini almıştır. Ağrı yapan dişi çıkarmayı, protez yaptırmayı ise, kendisi istememiş, dolgu veya kaplama yapılmasını istemiş, başka mezhebi taklit mümkün olduğu için, dolgu veya kaplama yapılmasında, zaruret olmamıştır. Zaruret olmayan şeyi zaruret olan şeye benzetmek doğru değildir.
2- “Abdestte yüzü yıkamak farz olduğu hâlde, sakalı sık olan kimsenin, sakalının üzerini yıkamasının kâfi geldiği ve sakalının diplerini yıkamak mecburiyeti olmadığı gibi, kaplanmış dişin altını yıkamak icap etmez” imiş.
Bu sözü de, fıkıh kitaplarının beyanlarını yanlış anladığını gösteriyor. Bakınız (Mecmaul-enhür) de ne diyor: (Sahih olan rivayete göre, abdestte sakalın üzerini yıkamak farzdır. Çünkü, vechi yıkamak emrolundu. Sakalı sık olanda, yüzün derisi vech olmaktan çıkmıştır. Vech karşıdaki insan bakınca, insanın yüzünden gördüğü yer demektir. Sakalı sık olanın, derisi değil, bu deri üzerindeki sakal görünür. Bunun için, abdest alırken, deri üzerini değil, sakal üzerini yıkamak farzdır.) (Dürr-ül-münteka) da diyor ki (İmam-ı Âzamdan gelen zahir rivayete göre, yüz hizasında olan sık sakalın üzerini yıkamak farzdır. Fetva da böyledir. Çeneden sarkan sakalı yıkamak ve meshetmek farz değildir. Yüzü üç kere yıkadıktan sonra parmakları, aşağıdan yukarı doğru sokarak, sarkan sakalı hilallamak sünnettir. Seyrek sakalın altındaki görünen deriyi yıkamak farzdır.) Yukarıdaki söz sahibinin bu sakat kıyasına göre, abdest alırken sık olan sakalın yalnız üzerini yıkamak kâfi olduğu için, gusülde de, sakalın yalnız üzerini yıkamak kâfi olup sakal diplerini ve sık sakal altındaki deriyi yıkamak lazım olmayacaktır. Halbuki hakikat böyle değildir. Gusülde sık sakalın da altındaki derinin yıkanmasının farz olduğu fıkıh kitaplarında açıkça yazılıdır. Mesela, (Merak-ıl-felah) da ve bunun türkçe tercümesi olan (Nimet-i İslam) da, gusülü anlatırken diyor ki (Sakalı sık olsa da, sakalın aralarını ve altındaki deriyi yıkamak farzdır.) Gusülde sakalı yıkamak, abdestte sakalı yıkamaya benzetilemeyince, gusülde dişleri yıkamak abdestte sakalı yıkamaya nasıl benzetilebilir? Yukarıdaki söz, söz sahibinin ilmi değil, hissi konuştuğunu gösteriyor. Bu sapık, mantığına uyarak, gusülde sakalının altını yıkamamış ise, hem kendisinin, hem de buna inanan müslümanların gusül abdestleri ve namazları sahih olmamıştır.
3- “Diş de vücuttan bir uzuvdur. Bu uzvun telef olmaması için, zarurete binaen dişi doldurtmak ve kaplatmak caizdir” demiş.
Sanki başkaları, çürük dişi doldurtmak ve kaplatmak caiz değildir diyormuş gibi, böyle söylemiş. Evet biz de, çürük dişi doldurtmak ve kaplatmak caizdir diyoruz. Fakat, Hanefi mezhebi âlimlerinin fıkıh kitaplarında bildirdiklerine uymak da lazım olduğunu ve bunun kolay yolunu kitaplardan bularak açıklıyoruz.
4- “İmam-ı Muhammede göre, sallanan dişleri altın tel ile bağlatmak, düşen ve çıkarılan diş yerine altın diş takmak caizdir. Fetva da böyledir. Dişleri altın ile kaplamada imam-ı Muhammedin ictihadı ile amel edilebilir” demiş.
Vesika denilen bu söz, hakikaten sahibinin şayan-ı itimat olamayacağının bir vesikasıdır. Sorarız bu sözün sahibine: İmam-ı Muhammedin “rahime-hullahü teâlâ” düşen ve çıkarılan diş yerine altından diş kaplatmak caizdir dediğini hangi kitapta okumuş? Tabii hiçbir kitapta! İmam-ı Muhammed “rahime-hullahü teâlâ”, sallanan veya düşüp de tekrar yerine konan dişi altın tel ile de bağlamak caiz olur demiştir. (Tatarhaniye) fetvasında, dişi düşen, imam-ı Muhammed’e göre altından diş kor demesi, imam-ı Muhammed’in altın tel ile bağlamak caiz olur dediği içindir. Bu fetvada bildirilen altın diş, kaplama ve dolgu değildir. Tel ile yanındaki dişlere bağlanmaktadır. Sökülüp çıkarılan dişin yerine altın veya başka maddeden konulmuş protez denilen suni müteharrik diş gibi, gusülde çıkarılabilmektedir. Altına su sızacağı için çıkarmaya bile lüzum yoktur. Bu yüce imamın söylemediği sözü, söyledi demek bir din adamına yakışır mı? Söylenmemiş bir söze uyarak amel edilir demek, havanda hava dövmek gibi olmaz mı?
5- “Kaplama ve dolgusu olanların abdestte ve gusülde maliki veya Şâfiî mezhebini taklit etmelerine lüzum yoktur. Zira, imam-ı Muhammedin cevazı vardır” demiş.
Kaplama ve dolgusu olanın, Hanefi mezhebinde gusülü sahih olmadığı için, abdestte ve gusülde (Maliki veya Şâfiî mezhebini taklite niyet etmesi) lazımdır diyoruz. Çünkü, Hanefi mezhebi âlimleri, (Zaruret olsa da, olmasa da, farza mâni olan şeyi yapan kimse, başka mezhebe uyarak, bu farzı terkedebilir) demişlerdir. Bu fetvanın muhtar olduğu, İbni Abidinde, namaz vakitleri sonunda yazılıdır. Buna uyarak, birçok işin yapılmasına izin vermişlerdir. Bu fetva, Hanefi mezhebinde olanların diş kaplatmalarına ve doldurtmalarına da izin vermektedir. İmam-ı Muhammed “rahime-hullahü teâlâ”, diş kaplatanların gusül abdestleri sahih olur demedi. Sallanan dişleri gümüş tel ile bağlamak caiz olduğu gibi, altın tel ile de bağlamak caiz olur dedi. Çünkü, bağlanan diş ağzı yıkarken çıkarılabilir. Altına su sızacağı için çıkarmaya lüzum da olmaz. İmam-ı Muhammed, kaplama dişi olanın gusül abdesti caiz olur dedi demek, bu yüce imama iftira olur ve müslümanları aldatmak olur.
6- Kaplama ve dolgusu olanların gusül abdesti alırken (Maliki veya Şâfiî mezhebine uyuyorum) diye niyet etmelerine lüzum olmadığını ispat edebilmek için, Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Kolaylaştırınız, zorluk çıkarmayınız!) hadis-i şerifini ileri sürmek, şaşılacak bir şeydir. Bu hadis-i şerif, caiz olmasa da, kolayınıza gelen şeyleri yapınız demek değildir. Bir mesele üzerinde çeşitli ictihadlar varsa veya mubah olan bir şeyi yapmakta çeşitli yollar bildirilmiş ise, bunlar arasından kolayını seçiniz demektir. Yani İslamiyetin izin verdiği kolaylıkları yapınız demektir. Bu hadis-i şerifi, Abdülgani Nablüsi “rahime-hullahü teâlâ”, (Hadika) kitabının 202 ve 207. sayfalarında ve Muhammed Hadimi “rahime-hullahü teâlâ”, (Berika) kitabının 180. sayfasında açıklamışlardır. Münafıklar ve mezhepsizler, bu hadis-i şerifi ileri sürerek, İslamiyetin dışına taşmakta, müslümanları aldatmak için, tuzak olarak kullanmaktadırlar.
7- (Diş doldurtmak için son zamanlarda Musa Kazım efendi de fetva vermiştir) sözü, vesika olamaz. Fetvanın fıkıh kitaplarından alınmış olması ve alınmış olduğu kitaptaki mehaz olan yazının fetva altında bildirilmesi lazımdır. Musa Kazım efendi böyle yapmamış, kendi mantığı ve düşüncesi ile birçok yanlış fetvalar vermiştir. Meşrutiyetin ilanından sonra, ittihatçıların iş başına getirdikleri cahil, hatta mason din adamları böyle bozuk fetvalar vermekten çekinmemişlerdir. Müslümanın uyanık olması, masonların ve mezhepsizlerin, münafıkların ve bidat sahiplerinin, bölücülerin güler yüzlerine ve tatlı sözlerine aldanmaması, onların yazılarına değil, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” kitaplarına uyması ve bu kitaplara uyan hakiki din adamlarına tabi olması lazımdır.
8- İmam-ı Ahmed Rabbânî hazretlerinin (Mektubat) kitabının 3. cilt, 22. mektubunun sonunda yazılı, (Müslümanları sıkıştırmak, onları incitmek haramdır. Şâfiî âlimleri, kendi mezheplerinde yapılması güçleşen şeylerin Hanefi mezhebine göre yapılmasına fetva vermiş, müslümanların işini kolaylaştırmışlardır) sözleri, (Maliki veya Şâfiî mezhebini taklit ettirmek, müslümanlara güçlük çıkarmaktır) diyenlerin haklı olduğunu göstermek şöyle dursun, bu yazıyı dikkat ile okuyan kimse, diş kaplatmak ve doldurtmak için maliki veya Şâfiî mezhebine göre gusletmeye niyet etmenin lazım olduğunu ve böyle yapmanın müslümanlara kolaylık olduğunu iyi anlar.
9- (Kaplama ve dolgusu olanların bu meselede başka mezhebe geçmelerine fetva verenler olduğunu ve bu mevzuda yazılar neşrettiklerini müşahede ediyoruz) sözü de iftiradır. Biz hiçbir yazımızda da, diş kaplatanın ve dolduranın Hanefi mezhebinden çıkarak, maliki veya Şâfiî mezhebine geçmesi lazım olduğunu bildirmedik. Bunların yalnız gusül ve abdest ve namaz için niyet ederken, veya unutursa, namazdan sonra hatırladığı zaman, (Maliki veya Şâfiî mezhebini taklit etmeye) niyet etmeleri lazım geldiğini yazdık. Bu ise, Hanefi mezhebinden çıkarak maliki veya Şâfiî mezhebine geçmek değildir. Diş kaplatmak veya doldurtmak, Hanefi mezhebinde gusülün sahih olmasına mâni oluyor. Maliki veya Şâfiî mezhebinde ise mâni olmuyor. Hanefi mezhebinde olan bir kimsenin, diş kaplatınca veya doldurunca gusüle, abdeste ve namaza niyet ederken, maliki veya Şâfiî mezhebine göre de niyet etmesinin lazım olduğunu, imam-ı Rabbânî hazretlerinin yukarıdaki mektubu gösterdiği gibi, fıkıh kitapları da yazmaktadır. Mesela, (Merak-ıl-felah) haşiyesinde, namaz vakitlerini anlatırken diyor ki (Zaruret olmasa da, başka mezhep taklit edilir. Fakat, o mezhebin şartlarını yerine getirmek lazımdır. Çünkü, hüküm-i müleffak, söz birliği ile batıldır. Şâfiî mezhebini taklit edenin, imam arkasında Fâtiha okuması ve zi-rahm mahrem olmayan kadının cildine dokununca abdestini tazelemesi ve çok az necasetten sakınması lazımdır.) (Dürr-ül-muhtar) da namaz vakitlerinin sonunda diyor ki (Zaruret olduğu zaman başka mezhep taklit edilir. Fakat, o mezhebin şartlarını yerine getirmek de lazımdır. Mezhepleri telfik etmenin batıl olduğu söz birliği ile bildirildi.) İbni Abidin “rahime-hullahü teâlâ” bunu açıklarken, (Zaruret yok iken de, hatta, amelden sonra da taklit edilir) diyor. (Fetavel-hadisiye) de 113. sayfada diyor ki (İmam-ı Sübki buyurdu ki şeri bir ihtiyacı gidermek için başka mezhep taklit edilir.) Abdülgani Nablüsi “rahime-hullahü teâlâ”, (Hülasatü’t-tahkik) kitabında diyor ki (Şeyh Abdurrahmân İmadi “rahime-hullahü teâlâ” buyurdu ki Hanefi mezhebinde olan kimse, zaruret olduğu zaman, diğer üç mezhepten birini taklit ederek bir farzı terkedebilir. Fakat, o mezhebin o işteki şartlarına uyması lazımdır. Zaruret olmadan da, taklit etmesi caiz olur diyen âlimler çoktur.)
Fıkıh âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” yukarıdaki beyanlarından anlaşılıyor ki zaruret ile veya zaruret olmadan yapılan bir şey, farzın yapılmasına mâni olursa veya haram işlemeye sebep olursa ve bunu önlemekte haraç bulunursa, insan, kendi mezhebinin bildirdiği kolaylıklardan istifade ederek o farzı yapar. Mezhebin kolaylıkları ile de o farz yapılamazsa, o işin farz olmadığı başka bir mezhebe uyarak o ibadet yapılır. O iş, 4 mezhepte de farz ise veya başka mezhebin şartlarına uymak mümkün olmazsa, o şey zaruret ile yapılmış ise, ibadetteki o farzı yapmak sâkıt olur. Yani yapılmaması caiz olur. Fakat, zaruret ile yapılmamış ise veya zaruret ile haraç bulunan ve haraç bulunmayan birkaç şey yapılabilip, insan bu şeylerden dilediğini yapmakta serbest olup haraç bulunanı yaparsa, yine başka mezhebi taklit eder. Taklit etmesine imkan olmazsa, o farzın yapılması sâkıt olmaz. Haraç bulunmayan şeyi yaparak, o ibadeti ifa etmesi lazım olur. Zaruret olmayıp, yalnız haraç bulunmasında da böyledir. Haraca yani zahmete, zorluğa sebep olan şeyi yapmamak lazım olur. Diş çürümeye başlayınca, şiddetli ağrı yapar. Buna mâni olmak zaruret olur. Bunun için de, kaplama, dolgu yapmak veya protez yapmak lazımdır. Protez yapmak, sıhhat için daha iyidir. Bugün Amerikalılar, çürümeye başlayan dişi hemen çıkarıp, yerine protez veya yarım yahut bütün damaklı dişler yapıyorlar. Yani suni diş takıyorlar. Suni dişler, ağzı yıkarken çıkarılabiliyor. Altları yıkanıyor. Bunun için, gusül abdestinin sahih olmasına mâni değildirler. Kaplama ve dolgu ve protez yapılan yerlerde, kaplama ve dolgu zaruret olmaktan çıkmakta, yalnız haraç kalmaktadır. Protez yaptırmak istemeyip, kaplama ve dolgu yaptıranların gusül abdesti alırken maliki veya Şâfiî mezhebini taklit etmeleri lazımdır. Bu iki mezhebi taklit mümkün olmasaydı, kaplama ve dolgu yaptırmamaları, ağrı yapan dişi çıkarmaları, protez yaptırmaları lazım olurdu.
Haraç yani zorluk olduğu zaman, başka mezhebi taklit etmek mezhep değiştirmek demek değildir. Başka mezhebi taklit eden bir hanefi, hanefi mezhebinden çıkmış değildir. Mesela, derisinden kan çıkınca da, abdest almakta ve vitir namazını vâcip olarak kılmaktadır. Gusül abdesti için taklit edilince, yalnız gusülde, abdestte ve namazda maliki veya Şâfiî mezhebini taklit etmektedir. Taklit ettiği mezhebin bir şartını, zaruret yok iken yapmazsa, bu ibadetleri sahih olmaz. İki mezhebi zaruretsiz karıştırmış, (Telfik) etmiş olur. Gusülü ve namazı iki mezhebe göre de sahih olmaz. Tekrar edelim ki mezhep takliti, yalnız niyet etmekle, laf ile olmaz. 2. mezhebin farzlarını, müfsitlerini öğrenmek ve bunların hepsine uymak şarttır.
Dişlerinde kaplama veya dolgusu olduğu için maliki veya Şâfiî mezhebini taklit edenin namazlarının bu mezhebe de uygun olması lazım olduğundan, namazın bu mezhebe göre farzlarını bilmek lazımdır. Aşağıdaki yazılar, (El-fıkıh-ü alel-mezahib-ül-erbea) kitabından tercüme edildi: Namaz, İslam dininin temellerinden en mühimmidir. Allahü teâlâ, kendisine ibadet ve nimetlerine şükretmek isteyenlere namaz kılmalarını emretmiştir. Her gün, beş vakitte, namaz kılmayı farz etmiştir. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, kullarına her gün beş kere namaz kılmalarını emretti. Bu emri, birinci vazife bilerek yapanı Cennete sokacağını söz verdi) buyuruldu. Namazın şanını, yüksekliğini bildiren ve namaz kılmaya teşvik eden, çok hadis-i şerif vardır. Bu emre ehemmiyet vermeyene ve namaz kılmakta tembellik edene çok acı azaplar yapılacağı bildirilmiştir. Namaz kılmak, kalpleri temizler. Günahların affedilmelerine sebep olur. Fakat, kulluk vazifesi olduğunu düşünmeden, şehvetlerini, dünya çıkarlarını düşünerek kılınan namaz, şartlarına uygun olup sahih olsa bile dünyada ve ahirette faydası olmaz. Namaz kılarken, Allahü teâlânın büyüklüğünü, Onun emrini yapmayı düşünmek lazımdır. Ancak, böyle kılınan namaz, kalbi temizler. İnsanı kötülük yapmaktan korur. Allahü teâlâ, insanın kalbine bakar. Görünüşüne, hareketlerine bakmaz. Yani temiz niyet ile Allah korkusu ile yapılan iyilikleri kabul eder. Namaz kılarken, önce niyeti düzeltmek, sonra farzlarına, şartlarına uygun ve avret mahalli örtülü kılmak lazımdır. Bedeni, ruhu ile birlikte olarak namaz kılmalıdır. Namaz kılarken, Allahü teâlânın, kendisini gördüğünü, okuduklarını işittiğini, düşündüklerini bildiğini unutmamalıdır. Böyle kuldan, kimseye zarar gelmez. Herkese iyilik yapar. Vatanına, milletine faydalı olur.
Namaz, lugatta, iyilik istemek, birinin iyiliği için duâ etmek demektir. İslamiyette namaz, emredilen hareketleri yaparak, emredilen şeyleri okumaktır. Namaza (İftitah tekbiri) ile başlanır. Selam vermekle biter.
Hanefi mezhebinde, 4 türlü namaz vardır: Farz-ı ayn olan, farz-ı kifâye olan, vâcip olan ve nâfile olan namazlar. Sünnetlerin hepsine nâfile namaz denir.