Sual: İmam Gazâlî hazretlerinin hadîs ilminde otorite sayılmadığı, sadece fakih ve mutasavvıf olduğu, başka âlimlerin de bu kanaatte bulunduğu söyleniyor. Bu iddialar doğru mudur?
Cevap: Bu çığırı da açan, vaktiyle modernistlerden İzmirli İsmail Hakkı olmuştu. Öteden beri İmam Gazâlî’ye amansız muhalif Şiî ve Vehhâbîl ve müsteşriklere bile parmak ısırtacak şekilde, kendilerine Ehl-i sünnet diyen bazılarının İmam Gazâlî’nin kıymetini bilmemesi anlaşılır gibi değildir. Bu, neredeyse tüm mesailerini hadîs ilmine hasretmenin neticesi olsa gerektir.
İmam Gazâlî, mutlak müctehid idi. Ancak ictihâdı Şâfiî mezhebine yakın olduğu için bazılarınca Şâfiî mezhebinde müctehid addedilmiştir. Fakih, muhaddisden önce gelir. Hadîsten anlamayan; fakih, hele müctehid hiç olamaz. Nitekim Şeyh Bedreddin, Letâifü’l-İşârât adlı kitabında müctehidi, “fıkıh bilen muhaddis veya hadîs bilen fakih” olarak tarif eder. Şer’î ilimlerde ihtisaslaşmayı müdafaa etmek, zamanımızın hastalığı olmuştur. Ancak İslâm âlimi, şer’î ilimlerin hepsinde âlimdir. Ama muayyen bir ilim üzerinde daha fazla çalışmış, eser vermiş ve bununla tanınmış olabilir.
İhyâ kitabını yazmadan evvel ve sonra, Mervezî, Zevzenî, Ravvâsî, Hakîm gibi zatlardan hadîs tahsil eden İmam Gazâlî’nin, hadîs ilmi ile pek uğraşmaması, bu sahada ehliyetinin olmadığını göstermez. İslâm âlimleri insanlara faydalı olmak için, taksim-i a’mâl (işbölümü) yapmışlardır. “Hadîs ilminde sermayem azdır” sözü, eğer rivayet doğru ise, tevazu ve ilimde meşakkatle tevil edilir. Mustasfâ gibi usulde, Vecîz gibi füruda yazdığı eserler, onun ilminin büyüklüğünü göstermeye kâfidir. Fıkıhta müctehidlik menzilesi, az mıdır? Bir hadîs hakkında, muhaddisin değil; fakihin ne dediği mühimdir. Zira buna hüküm bağlayacak odur.
İmam Gazâlî’nin İslâm ahlâkını anlatan dünyadaki en meşhur ve kıymetli eserlerden biri olan İhyâ kitabındaki hadîslerin sıhhati üzerine, Sübkî, Zehebî, Irakî, İbn Hacer, İbn Kutluboğa, Zebîdî gibi âlimler sırasıyla tedkikat yapmışlardır. İlk zamanlar, İhyâ’daki 5000 kadar hadîs-i şerifin altıda birinin ya mevzu ya da aslı bulunmayan rivayetler olduğu söylenmiştir. Zamanla, bu ismi sayılan âlimler, bu rivayetleri tahkik ederek isnad cihetiyle kaynağını bulmuş, böylece İhyâ’da zayıf veya mevzu olarak vasıflandırılan pek az rivayet kalmıştır. İhyâ’da mevzu hadîs olduğuna dair bir icmâdan bahsetmek ise asla doğru değildir. İcmâ, fıkhî meselede olur.
Ancak bu onların şahsî temayülünü gösterir. Hâfız Zebîdî, İmam Gazâlî’nin rivâyet ettiği hadîslerin bâtıl olduğuna inanmadığını söyler (İthâf, I/49). Belki zayıf, hatta mevzu ama, asla bâtıl değil. Bu da gösteriyor ki, hadîsin zayıf veya mevzu olması değil; delâletinin fakihin tesbit ettiği şer’î kâideyle mutabakatı mühimdir. Bu sebeple hadîsin metni, en az senedi kadar mühimdir. Sened problemli olsa bile, metin şeriata uygun ise, fakih bu rivâyeti asla ihmal etmez. Çünki fakih, dini muhafazada, en az muhaddis kadar hassastır.
Fakih, meseleyi şer’î usul kaideleri çerçevesinde halletmiştir. Bir de nakil aramaktadır. Zayıf da olsa bir nakil bulunca, zikreder. Binaenaleyh İhyâ’daki hadîslerin zayıf veya mevzu olmasının hükmü yoktur. Hadîs inkârcılarına karşı bir duruş göstermek iyi de, yolu bu değildir. Fıkıh yıkılınca, sıranın hadîslere, sonra âyetlere geleceğine şüphe yoktur. Vehhâbîler de kendi yollarını terviç için hadîsler üzerinde çalışıyor ve tahkik ediyorlar. Mevzu hadîs üzerinde çok hassaslar. Buna rağmen hidayet yoluna girememişlerdir.
İbnü’l-Hümâm Feth’de (bâbü’n-nevâfilde) der ki: “Râvîler hakkındaki hüküm, âlimlerin onlar hakkındaki ictihadın mahsulüdür. Öyle ki birinin şart saydığını, diğeri saymaz. Bir hadîse verilen hasen, sahih ve zayıf vasıfları, ancak senede dayalı zandan ibarettir. Fakat aslında sahihin yanlış olması, zayıfın sahih olması mümkündür. Sahih senedle rivayet edilmiş bir hadîs, onun zayıflığına delâlet eden karineler neticesi zayıf hâle gelemez mi? Hasen hadîs de, başka karinelerle sahih mertebesine yükselemez mi?” Dehlevî de Eşîa mukaddimesinde, uydurma hadîs meselesi zannîdir, diyor. İbnü’l-Cevzî veya Aliyyü’l-Kârî’nin mevzu dediği nice hadîs vardır ki, başka hadîs âlimleri bunları mevzu kabul etmez. Benzeri tenkitler, Müslim, hatta muhaddislerin baş tacı Buhârî için de câridir.
Bir âlim, bütün hadîsleri bilebilir mi? Gazâlî’nin bilip de, senedi sonrakilere ulaşmayan hadisler olamaz mı? İmam Şa’rânî el-Uhûdü’l-Kübra adlı eserinde hocası Şeyhülislam Zekeriya el-Ensârî’den naklen şöyle der: “Moğollar Bağdad’ı alınca, altını üstüne getirmiş; Bağdad’daki bütün kütübhânelerin kitaplarını, müctehidlerin, muhaddislerin eserlerini Dicle nehrine atmışlar; öyle ki nehir bu kitaplarla dolmuş, atlar dahi bu kitaplara basarak karşıya geçebilmişlerdir. İşte bu gün elimize geçmeyen ve bilmediğimiz nice hadîsler yok olup gitmiştir”.
İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtar’da (yevm-i şekte oruç bahsinde) der ki: “Hadîs âlimlerinin aslı yoktur demesi, bu hadîsin merfu olmasının aslı yoktur demek olup, ilk râvînin bildirilmediği mevkuf veya mürsel hadîs olduğunu ifade eder.” Üstelik zayıf hadîs, helâl ve haramda değil, tergîb ve terhîbde, nâfile ibâdetlerde delildir. Bazı ulemâya göre, başka delil yoksa, delildir. Hele ümmet üzerinde ittifak etmişse, (câriyenin iddeti hadîsindeki gibi), zayıf hadîs, delil olur. İhtiyat bildirirse, zayıf hadisle ahkâmda dahi amel edilebileceğini Süyûtî söylüyor. İbn Hacer, Erbaîn şerhinde der ki: “Hadîs sahihse, amel eden hakkını vermiş olur. Değilse, günah yazılmaz.” Reddü’l-Muhtar mukaddimesinde geçen bir hadîs-i şerifte buyuruldu ki: “Bir kimseye benden bir amelin sevablı olduğu bildirilir de o ameli işlerse, sevab kazanır. Velev ki ben onu söylememiş olayım.” (Ibn Adiyy, Ebû Ya’lâ, Taberânî)
Demek ki İmam Gazâlî bu hadîsleri mevzu görmemiştir. Onun zamanında bu itirazda bulunsalardı, elbette hepsini ilzam edip sustururdu. Nitekim başta onu bu cihetle tenkit eden Kadı Iyaz, gördüğü bir rüya üzerine pişman olup bundan vazgeçmiştir. Mantığı usul-i fıkha soktuğu için İmam Gazâlî’yi tenkit eden İbnu’s-Salâh bir yana; İbni Teymiyye ve İbn Kayyım gibi müfrid âlimler, tenkitte en ileri gidenlerdendir. İbnü’l-Hümâm der ki, “İbnü’s-Salâh’ın sahih hadîslere getirdiği yedili tasnif, hakikati aksettirmeyen bir tahakkümdür; kabul edilemez!”
İhyâ’daki bir hadîs, Irakî’ye göre mevzudur; İbn Hacer’e göre zayıftır, denebilir. Ama hiçbir âlimin ismini söylemeden İhyâ’daki hadîsler mevzudur, demek bir ilmî kıymet taşımaz. O halde sözümüz, bu büyük âlimlere değil; Gazâlî’nin pabucu bile olamayacak rastgele kimselerin hezeyanlarına karşıdır. Bir kitapta zayıf ve uydurma hadîs bulunması kitabın kıymetine tesir etmez. Bir mevzuda hiç rivayet yoksa, âlim bunu ihmal etmez.
Evet, İmam Gazâlî, hadîs kritiği ve rivâyetiyle uğraşmamış; çoğu hadîsleri senedsiz ve lafzen değil, manâ olarak rivâyet etmiştir. Onun derdi, İhyâ’nın mukaddimesinde ifade ettikleri üzere hadîs kitabı değil, fevkalâde buhranlı bir zamanda, insanlara faydalı olacak bir irşâd/istikâmet kitabı yazmaktır.
İmam Gazâlî, bu ümmetin medar-ı iftiharıdır. Onun dine hizmeti, tarihte pek az âlime nasib olmuştur. İslamiyetin şeref listesinde birkaç isim olsa, biri mutlaka odur. Gazâlî’nin sözü, dinde hüccettir. Bütün din kitapları yok olsa, Gazâlî bunların hepsini tekrar yazabilecek mertebededir.
Kardâvî bile der ki, “İmam Gazâlî, fıkıh ile tasavvufu mezceden bir allâmedir”. Ehl-i irfandan hemen herkes, İmam Gazâlî’nin büyüklüğünü ve İhyâ’nın kıymetini ikrar etmiştir. İmam Şâzilî der ki “İhyâ, insana ilim ve hikmet kazandırır”. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri der ki, “Bir gayrimüslim, muhabbet tarîkiyle İhyâ’nın yapraklarını çevirip sayarsa, şeref-i hidâyetle müşerref olur”.
Böyleyken hiç kimse İmam Gazâlî’nin kıymetini sarsamaz; İhyâ’nın kıymetini düşüremez; müslümanlara faydasını inkâr edemez.
İmam Muhammed Gazâlî (1058-1111), bugün Meşhed yakınlarında Tus şehrinde doğup burada vefat etmiş bir âlimdir. Yün iğirip satan fakir bir babanın oğludur. Bütün fakir ve zeki çocuklar gibi, kardeşi Ahmed ile beraber kendisini tahsile verdi.
Medrese okuduğu Cürcan’dan memleketine dönerken, başlarına gelen bir hâdise, hayatını değiştirdi. Eşkıyalar önlerini kesip, her şeylerini aldılar. Muhammed, “Bari ders notlarımı geri verin; öğrendiğim herşey orada yazılı” diye yalvarınca, eşkıya reisi gülerek, “Bu nasıl ilim ki, notlarını alınca, ilimsiz kalıyorsun” dedi. Üç yıl boyunca okuduğu ilimlerin hepsini ezberledi.
Nişabur’da çok âlimlerden tahsilini tamamladı. Zamanın bir tanesi oldu. 34 yaşında Selçukluların kurduğu Nizamiye Medreseleri’nin Bağdad’daki şubesine başmüderris (rektör) tayin edildi. Ulema yanında, devlet adamları ve halkın büyük teveccüh ve hürmetini kazandı. Çeşitli seyahatlerde bulundu.
Nihayet kendisini tamamen tasavvufa vererek memleketine döndü. Nakşibendiye yolunun büyüklerinden Ebu Ali Fârmedî’de yetişti. Nişabur’da İhya okuttu. O kadar teveccüh gördü ki, sıkılıp Tus’da inzivaya çekildi. Burada 54 yaşında vefat etti.
Rumca öğrenerek filozofların kitapları üzerinde üç sene çalıştı. Onların bâtıl iddialarına reddiyeler yazdı. Bu vesileyle bütün dünyada tanınmış; eserleri, çok kişinin Müslümanlığa girişine vesile olmuştur. Filozofların ve Bâtınîlerin bozuk fikirlerini çürütmek üzere eserler kaleme aldı. Munkiz kitabı emsalsizdir.
Fıkıh, kelâm ve tasavvuf üzerine çok kıymetli eserleri vardır. Bazıları 40 cild tutan yüzlerce eserinden ancak 70 kadarı bugüne intikal etmiş; Moğol istilası sırasında çoğu kaybolmuştur. Ömrünü yazdığı eserlere bölmüşler; gününe 18 sahife düşmüştür. Rivayet edilir ki, vakit kaybedip ilimden geri kalmamak için, sadece çiğneme zahmeti olmayan çorba ile iktifa edermiş.