HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN [DÖRT HALÎFE]

Aşağıdaki yazı, Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî’nin “rahmetullahi aleyh” (İzâletü’l-hafâ an-hilâfeti’l hulefâ) kitâbından tercüme edilmiştir. Bu kitâp, Urdu diline tercümesi ile birlikte, 1962’de Karaşi’de basılmıştır. Fârisîdir.

(Hilâfet), yeryüzündeki bütün müslümânların başı olmaktır. (Halîfe)nin vazîfesi, islâm dînini korumaktır. Bunun için, din bilgilerini yayar. İslâmın emirlerinin yapılmasına çalışır. Kâfirlerle cihâd yapar. Ganîmet olarak ele geçen malları gâzîlere dağıtır. Fey olan malları müslümânlara dağıtır. Yeni silâhları yapar. Bunları kullanacak asker yetiştirir. Mahkemelerle, hâkimlerle, suçluları cezâlandırır. Zulmü ve zâlimleri yok eder. Emr-i ma’rûf ve nehy-i anil-münker yaptırır. Bunun yapılması için en yeni haberleşme araçlarını hâzırlar. Bütün bu vazîfeleri yapmakta, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vekîlidir.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Peygamberlik vazîfesine başlayınca, her işi için, memûrlar tayîn etti. Önce, din bilgilerinin öğretilmesine çalıştı. Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler, her yerde okutuldu. Vaazlar, din dersleri verildi. Namâzlarda imâm oldu. Başka yerlere imâmlar gönderdi. Zekâtları topladı. Bunları, emredilmiş olan yerlere dağıttı. Bu iş için, adamlar tayîn eyledi. Ramazân ve bayram aylarının gökte aranmasını emreyledi. Görenleri dinleyerek, ayın başladığını bildirdi. Hac vazîfelerini yaptı ve yaptırdı. Hicretin 9. senesinde, Mekke-i mükerremede bulunmadığı için bu vazîfeyi hazret-i Ebû Bekir’e “radıyallahü anh” yaptırdı. Çok cihâd etti. Ordular hâzırladı. Kumandanlar yetiştirdi. Davâlıları dinledi. Geçimsizlikleri düzene koydu. Her şehirde mahkemeler kurdu.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât edince, bu vazîfelerin durmaması için, müslümânların başına birinin getirilmesi vâcib oldu. Bunun, memûrlar, mütehassıslar yetiştirmesi, bunlara vazîfe yaptırması vâcib oldu. Bu kimse, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” halîfesi, yanî vekîli olmaktadır.

Birinci asırdaki halîfeler [yanî dört halîfe], bütün vazîfeleri tâm yapdılar. Hepsini yapacak kuvvette idiler. İslâmiyete tâm uyan ve zamânının en üstünü olan biri, bu işleri yaptıracak güçte olmazsa, halîfe olamaz. Peygamberler “aleyhimüsselâm”, halîfe değildirler. Çünki Onlar “aleyhimüsselâm”, Allahü teâlânın vekîli  idiler. Bunun için, hazret-i Ebû Bekir halîfe olunca, (Halîfet-ullah) ismine râzı olmadı. Kendisine (Halîfe-i Resûlillah) denilmesini emretdi.

Müslümânların bir halîfe tayîn etmeleri, kıyâmete kadar (Vâcib-i kifâye)dir. Çünki, Eshâb-ı kirâm “rıdvânullahi aleyhim ecma’în”, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” defnetmeden önce, halîfe tayîn işine başladılar. Bu işin vâcib olduğunu anlamasalardı, çok önemli olan bir vazîfeden önce yapamazlardı. Bundan başka “Bî’at etmeden ölen, câhiliyet ölümü ile ölmüştür” hadîs-i şerîfi de, vâcib olduğunu göstermekdedir. Üçüncü olarak deriz ki, Allahü teâlâ, cihâdı, mahkeme işlerini, din bilgilerinin öğretilmesini ve farzların yaptırılmasını, kâfirlerin saldırmalarına karşı koymağı, (Farz-ı kifâye) etmiştir. Bunlar, halîfesiz olmaz. Vâcibin yapılmasına vâsıta olan şeyi yapmak da vâcib olur. Bunu, Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” büyükleri bildirdiler.

Halîfenin yapacağı işlerin şartları vardır. Bu şartların halîfede de bulunması lâzımdır. Bunlardan başka, Kureyş soyundan olması da şarttır. Demek ki, müslümân olması, âkıl ve bâliğ olması, erkek olması, hür olması, konuşur, işitir, görür olması, cesûr ve âdil olması, yanî büyük günâh işlememesi ve küçük günâhı huy edinmemesi ve müctehid olması, yanî fıkıh bilgisi çok olması lâzımdır. Yanî (Edille-i şer’ıyye) dediğimiz (Kitâb, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs) kaynaklarından hüküm çıkarabilmesi, her hükmün delîlini bilmesi lâzımdır. Bu zamânda müctehid olmak için 5 ilmi bilmek lâzımdır. Bunlar, Kırâ’at, tefsîr, hadîs, Selef-i sâlihînin anlayıp bildirdikleri hükümler. Bu hükümleri bilmezse, İcmâ’ı ümmetden dışarı sapar. Bir mesele üzerinde çeşitli iki hüküm bildirilmiş ise, üçüncü bir hüküm söylememek lâzımdır. Arabîyi iyi bilmek ve istinbât yollarını ve çeşitli iki hüküm arasını bulmak yollarını bilmek de müctehid olmak için lâzımdır. Bu 5 bilgiye mâlik olan müctehid, bir mesele karşısında, her hükmün delîllerini düşünüp, bu mesele için yeni bir hüküm çıkarır. Bunu yapabilmek için, dört mezheb imâmı gibi (Mutlak müctehid) olmak lâzım değildir. Selef-i sâlihînin yollarını bilen, Onların istidlâllerini anlamış olan, her meseleyi zann-i gâlib ile çözebilen (Müctehid-i müntesib), yanî (Mezhebde müctehid) olmak kâfîdir. Kur’ân-ı kerîmi tefsîr edebilmek için de, bu 5 ilme mâlik olmak lâzımdır. Ayrıca, her âyetin sebeb-i nüzülünü ve selef-i sâlihînin tefsîrlerini bilmek ve hıfzı ve fehmi kuvvetli olmak da lâzımdır. [Şimdi, ortaya çıkarılan ve yaldızlı reklâmlarla satılan tefsîrlerden bir kısmını yazanların böyle olmadıkları meydândadır.] Bir kimsenin islâm âlimi, din adamı olması için de, bütün bu ilimlerde mütehassıs olması lâzımdır. [Bu sözün ne demek olduğunu iyi anlamalıdır.] Eshâb-ı kirâmın hepsi “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” müctehid idi. Onların “aleyhimürrıdvân” müctehid olmaları için, bu ilimlerin çoğu lâzım değildi. Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri tanımış olmaları kâfî idi. Çünki arabî dilini çok iyi biliyorlardı. İhtilâflı meseleler meydâna çıkmamıştı.

Yukarıda yazılı şartların hepsine sâhib olan bir âlim, halîfe olabilir. Böyle olan halîfeye, (Halîfe-i râşid) denir. Böyle olmayanı halîfe seçmek günâh olur. Böyle olmayan biri, güç kullanarak hilâfeti ele geçirirse, bunun islâmiyete uygun emirlerini yapmak lâzım olur. Ona karşı gelmek, fitneye sebeb olur.

Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” halîfesi olmak dört türlüdür. Birincisi, âlimlerden, hâkimlerden, kumandanlardan ve başka söz sâhibi olanlardan, bir araya toplanmaları kolay olanların seçmesi ile olur. Her memlekettekilerin sözbirliği ile seçilmesi lâzım değildir. Birkaç kişinin seçmesi ile de olmaz. İkinci yol, halîfenin bir kimseyi seçerek vasiyet etmesidir. Hazret-i Ömer’in “radıyallahü anh” halîfe seçilmesi böyle oldu. Üçüncü yol halîfenin vasiyet ettiği birkaç kimse arasından birini seçmektir. Hazret-i Osmân “radıyallahü anh” böyle seçildi. Dördüncü yol, birinin, güç kullanarak, hilâfeti zor ile elde etmesidir. Bu da iki türlü olur: Bu kimse hilâfet şartlarına mâlik olur. Bunun halîfe olması câizdir. Hazret-i Muâviye “radıyallahü anh” böyle halîfe olmuştur. Hilâfet şartlarına mâlik değilse câiz değildir. Fakat bunun da islâmiyete uygun olan emirleri kabûl edilir. Bunun emri ile cihâda gidilir. Abdülmelîk’in [ve Yavûz Selîm hânın ve Hindistân’daki Bâbür şâhın “rahime-hümullahü teâlâ”] hilâfeti ve Abbâsî halîfeleri (nin birincisi olan Abdullah’ın] hilâfetleri böyle idi. [Fakat, bunlara da bî’at edilince meşrû oldular. İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ”, bâğîleri anlatırken, bu konuda geniş bilgi vermektedir. Hadîka’nın 294. sayfasında da yazılıdır.]

Suâl: Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ” halîfe olacaklarını Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirmişdir. Bunların halîfelikleri seçimle yapıldı demek nasıl doğru olur?

Cevâb: Bu ikisinin, zamânı gelince, halîfe seçilecekleri bildirildi. Fakat, seçildikten sonra halîfe oldular. Meselâ, bir kimsenin namâz kılması ezelde farz edildi. Fakat, namâzın vakti gelince kılması farz oldu. Allahü teâlâ emirlerini sebeblerle yapmaktadır. [Bunun için, bu madde âlemine (Âlem-i esbâb) da denir.] Halîfe olmağa seçimi sebep yaptı. Bunun gibi, kıyâmet yaklaşınca, hazret-i Mehdî’nin “rahime-hullahü teâlâ” geleceği bildirildi. Fakat, vakti gelince halîfe olacaktır. Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ” seçimle halîfe olmaları, hilâfetlerinin nass ile haber verilmiş olduğunu reddetmez. Seçimde bulunanlar, Şeyhaynın “radıyallahü teâlâ anhümâ” halîfe olacaklarını bildiren hadîs-i şerîfleri düşünerek, halîfe seçtiler. Ebû Hanîfe “rahime-hullahi teâlâ” bunu vâcib yapmıştır. İmâm-ı Şâfi’î “rahime-hullahi teâlâ”, buna vâcib demiştir dememiz de bunun gibidir. (İzâletül-hafâ)dan tercüme burada tamâm oldu.

Mezhebsizlerin, dinde reformcuların çok övdükleri ve kendisine sığındıkları Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî’nin “rahime-hullahü teâlâ” yukarıdaki yazıları, onların yalan ve iftirâ yolunda olduklarını açıkca göstermektedir.

Hakkın yüzdört kitâbı ki, nebîler üzre inmişdir,

kütübdür onların 4’ü, suhuf yüzü, kelâmullah. Z

ebûr’u verdi Dâvud’a, dahî Tevrât’ı Mûsâ’ya,

ve hem İncîl’i Îsâ’ya, getirmiş Cebrâîl vallah.

Habîbullaha Kur’ânı getirdi, hâcet oldukca,

23 yıl itmâm eyleyip kesildi vahyullah.

Dahî hem nebîler hakkında bildim ismetü fitnet,

nezâfet hem emânet, sıdkla teblîgu hükmillah.

Gadrle, zenbü humk ve kezbü ketmü hıyânetden,

münezzehdir, müberrâdır cemî’i Enbiyâullah.

Nebîler ismini bilmek, dediler bazılar vâcib,

28’in bildirdi, Kur’ânda bize Allah.

Cemî’i enbiyânın evvelidir hazret-i Âdem,

kamûdan efdalü âhır, Muhammeddir resûlullah.

İkisinin arasında, katî çok enbiyâ gelmiş,

hesâbın kimseler bilmez, bilir anı hemen Allah.

Resûllerin dinleri mevtle bâtıl olmaz kat’â,

ve efdaldir meleklerin hepsinden, enbiyâullah.

Bizim Peygamberin ahkâm-ı şer’î, öyle bâkîdir,

ki, ehl-i mahşeri, bu şer’ ile fasledecek Allah.

Ne ki kılmış Habîbullah, bize teblîg-i ahkâmı,

kabûl etdim anı, âmentü billâh ve hükmillâh.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler