Protestan papazlardan biri, neşrettiği bir risalede, İslamiyet ile hıristiyanlığın kuruluş şekli hakkında tafsilatlı bir muhakeme yapmıştır. Bu risaleden birkaç cümle ele alarak cevaplarını yazmayı uygun gördük. Risalenin metinleri, italik harflerle, parantez içine yazılmış, daha sonra lüzumlu cevaplar verilmiştir.
Bu risalede (Îsâ Mesihin öğrettiklerine, yani onun dinine göre, hıristiyanlık, her bir kavmin ve ümmetin devlet ve siyasetlerine ve ictimai yapılarının usûl ve nizamlarına ve hallerine ve oturdukları memleketlerine uygun ve müsait ve irâde dini olup bir memleketin nizâmına ve siyasetine halel vermeksizin, o memlekete yerleşebilir) demektedir.
CEVAP: Hakikatte mevcûd İncillerde, muamelata [yani alış-veriş, aile kira, ücret… vs. hukuklarına ve siyasi hukuka] dair pek az hüküm bulunduğundan, papazın dediği gibi, bir milletin nizâmına ve siyasetine elbette bir halel ve zarar vermez. [Çünkü, hristiyanlıkta böyle hükümler yoktur ki değişiklik yapsın. Torbalarında bir şey yok ki başkalarına versinler.] Ancak şimdiye kadar, hristiyanlığın ayak basıp da, eski usûl ve hallerini, meskenlerini, nizamlarını, beldelerini ve hükümetlerini mahv-ü perişan etmediği bir memleket görülmemiştir. Koca Roma devletlerinin kütüphanelerinde bulunan siyasi kanunlar, Roma adetlerini bildiren kitaplar, hep hristiyanlar tarafından yok edilmiştir. [Hıristiyanlar sadece hristiyan olmayan milletlere değil, kendileri gibi hristiyan olanlara da aynı vahşeti tatbik etmişlerdir. Hıristiyanlık dini adına yapılan haçlı seferleri sırasında, İstanbul’u işgal eden haçlıların Bizanslılara yaptığı zulümleri ve tahribatı, hristiyan tarihçilerden okuyunuz! İspanyayı ele geçirdikleri zaman, yakıp yıktıkları yüzlerce kütüphane, binlerce sanat eseri ve katledilen yüzbinlerce müslüman ve yahudiler hep, papazın (başka milletlerin siyaset ve adetlerine karışmadığını, herkesin çabucak kabul ettiğini) iddia ettiği hristiyanlığın, Mâ’sûm yüzünü (!) ne kadar da güzel ispat ediyor…] Hıristiyanlık, dünyanın hiç bir memleketinde kolayca yerleşmemiştir. Yerleşebileceği de düşünülemez. [Günümüzde bile fakirlik ve açlık içinde bulunan memleketlerde, halkı hristiyan yapmak için, milyarlarca lira harcıyarak, çeşitli yardımlar yapıyorlar. Hatta, o zavallı insanlara maaşlar bağlıyorlar. Fakat yine de, onları hristiyan yapamıyorlar. Bu papaz, acaba bunları bilmeyecek kadar câhil midir?]
Yine bu risalede, (Hıristiyanlığın melekutu, dünyanın melekut ve saltanatına benzemez. Ruhani ve hakiki bir melekuttur. Onun ruhani, hakiki ve kendine mahsus dini tabiatı icâbı, insanları bulundukları her bir hâle ve mahallerine uygundur. Ne bir memleketin hakimlerini ve ileri gelenlerini hristiyan yapmaya itibar eder, ne de onların isteklerini ve adetlerini tamamen reddeder) demektedir.
CEVAP: Bir din, insanların bulundukları her hâl ve mahalle uygun olunca, artık hakimlerini ve ileri gelenlerini o dine davet etmeye lüzum kalmaz. Çünkü, o dinin kendisi, kendini neşreder, yayar. Fakat protestanların hristiyanlığı yaymak için nasıl çalıştıkları meydanda olduğundan, bu iddiaları da, hakikate uygun değildir. Bir diğer husus da, hakimlerini ve memleketin ileri gelenlerini hristiyanlığa davet etmemeyi, bir nev’i yüksek himmet kabul etsek de, onların isteklerini ve [kötü] adetlerini reddetmemekte, acaba ne gibi bir fayda düşünülebilir. Yoksa, bu papazın nazarında, her kötülük, hristiyanlık dininin tabiî rûhâniyetinden midir?
Papaz yine bu risalede, (Hıristiyanlığın bu dünyadaki asıl maksadı, hristiyan milletlerin kuvvet ve kudret dairesini genişletmek olmayıp, Allahü teâlânın izzet ve saltanatını, her bir insanın kalbine ve her bir kavmin arasına ve her bir memleketin ahalisine yaymak ve kabul ettirmektir) demektedir.
CEVAP: Halbuki bu papaz, yine aynı risalenin 87. sayfasından 107. sayfasına kadar, hristiyanlığın İslamiyet üzerine üstünlük ve faziletini ispat için, İslam memleketlerinin haraplığını ve Avrupa’nın zenginlik ve mamuriyetini delil olarak getirmişti. Şimdi burada da, bir milletin kuvvet ve kudret dairesini genişletmek hristiyanlığın maksadı değildir, demektedir. Orada dediği hristiyanlık da, acaba burada söylediği başka bir din midir?
Yine bu papaz (Hıristiyanlığın tesir ve nüfuzunu kabul ederek, ona kıymet verenler, bu dünyada devamlı olan mukaddes bir kardeşlik bağı ile beraber, akıl ve siyasete kavuşurlar. Ahirette de, kâmil bir kul olduklarından, ilâhî nimetlere ve zevklere vasıl olurlar) demektedir.
CEVAP: Bu sözüne göre; İngiltere, Avusturya devletleri ile Amerika cumhuriyetlerinin, hristiyan olmalarından şüphe edilir. Çünkü, bunların mukaddes bir kardeşlik bağı ile birbirlerine bağlanmış oldukları, hiç görülmemiştir. Bunların hepsi politik menfaatler uğruna, birbirlerinin gözlerini oymaktadırlar. Luther fırkası ile Kalvin fırkası ve diğer protestan fırkalarının birbirlerine olan düşmanlıkları, katoliklerle protestanların birbirlerine olan düşmanlığından az değildir. [Tarih boyunca, katoliklerle protestanlar, birbirlerini en büyük düşman ve kâfir olarak kabul edip, merhametsizce imha etmişlerdir. Bunlardan bir kaç misali daha önce bildirmiştik. Tarihi okuyanlar bunu iyi bilirler. Papazın bu sözü, İslam dininde bulunan ve müslümanların kitaplarında yazılı olan, kardeşlik, sevgi ve cömertlik gibi iyiliklerin takliti olduğu meydandadır. Müslüman kitaplarında okumuş olduğu, müslümanlara mahsus olan iyilikleri, hristiyanlığa mal etmektedir.]
Yine bu papaz (Eğer, İslamiyetin hristiyanlıktan daha üstün ve faziletli olduğu iddiası doğru olmuş olsa idi, Allah’ın melekutunu yukarıda anlatılandan daha güzel, daha yüksek ve daha ruhani göstermesi icap ederdi. Yeryüzünde bulunan milletlerin hallerine ve memleketlerine daha uygun olması icap ederdi. İnsanları dünyada saadete, kemâle ve adalete kavuşturması ve dünyadan ayrılacakları zaman da, izzet ve saadet-i ebediyyeyi daha çok ümit etmelerine tesir etmesi lazımdı) demektedir.
CEVAP: İslam dininde Allahü teâlânın melekutu, Muhammed aleyhisselâmın dinidir. Onun ahkamı ile amel edenler, dünyada ve ahirette sonsuz nimetlere kavuşurlar. Ona tâbi olmayanlar ise, hüsrana uğrayıp, Cehennemde azap olunacaklardır. Böyle olduğu Kurân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde en güzel şekliyle, geniş olarak anlatılmıştır. Ahirette müminler için vaat edilen nimetler, saadetler tamamen anlatılsa, bunları insan aklı kavrayamaz. Bu papazın, 4 İncil ile Petrus ve Pavlos’un mektuplarından başka, dünyada olanlardan malumatı olmadığından, böyle garib bir iddiada bulunması cehaletinden başka bir şeyi göstermez. Saadete, huzura ve adalete kavuşturmakta İslam dininin kuvvet derecesini bilmek için, İslamiyeti ve İslam devletleri tarihini, iyi incelemek lazım olduğunu kendisine hatırlatırız. Bu 2 dinin ahval ve keyfiyetini bilenler, hristiyanlık dininin melekuttan uzak, [Pavlos’un ve konsillerin ve papazların ellerinde bin bir şekle girmiş] olduğunu iyi anlarlar. İslamiyetin ve hristiyanlığın ahvalini ve tarihlerini okuyan bir kimse, hakikatin bu papazın iddia ettiği şeyin tam tersi olduğunu anlar.
Yine bu papaz, (Her hristiyan, Îsâ Mesih’in öldükten sonra dirilip göğe çıkmasını, yani kıyâmını kendi kurtuluşuna bir kefalet kabul eder. Hıristiyanlar ölüm korkusundan, “ölmek mescitte uyumak gibidir” inancı ile emin olmuşlardır. Hıristiyanlar, ölümü zararlı değil, faydalı kabul ederler. Halbuki müslümanların çoğu ölümden korkmaktadır. Îtikadlarına göre, kendilerini ahirette ümitvar edecek bir çok vaatler bulunduğu ve bilhassa gazaya çıkıp da şehit olmak için can atan çılgınlar, can verirlerken kendilerini hûrîlerin karşılayıp, Cennet bahçelerinde ağırlanacaklarını zannederler. Bütün bunlar bizce de inkâr edilmiş değildir. Bununla beraber, can verirken müslümanlarda görülen ferah ve sevinç, ahirette ihsan olunacak bir takım latif taamlar ve huri kızları gibi nefsin arzu ve lezzetlerine bağlıdır. Fakat hıristiyanların, o haldeki sevinçleri, günahlardan temizlenmiş, ruhani yeni bedenler ile Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna vardıklarına tam inanmalarındandır. Bu da, İslamiyetin hıristiyanlık kadar semavi ve ruhani olmadığını ispat eder) demektedir.
CEVAP: İslam îtikadında [inancında] öldükten sonra insanlar tekrar dirilecek, mahşer yerinde toplanacaklardır. Burada hesaplar görülüp, herkes hak ettiği Cennet veya Cehenneme götürülecektir. Sevap [mükafat] ve azap [mücazat] herkesin yaptığı amele göre, derece derece olacaktır. Biz müslümanlar için ahiretteki en yüksek derece, Allahü teâlâya kavuşmaktır. Yoksa, yalnız Cennet taamlarına ve hûrîlere kavuşmak değildir. [Zaten, müminler dünyada her yaptıklarını Allah rızası için yaparlar. Yapılan amellerin en efdali ihlas ile [Allah rızası için] yapılandır. Müminler ölümü asla kerih görmezler. (Allahü teâlâya bir can borcumuz var, bunu her yerde vermeye hazırız) derler. Çünkü onlar, (Kim Allahü teâlâya kavuşmak istemezse, Allahü teâlâ da, ona kavuşmak istemez. Kim Allahü teâlâya kavuşmayı severse Allahü teâlâ da, ona kavuşmayı sever) ve (Ölüm, dostu dosta kavuşturan bir köprüdür) hadis-i şeriflerine tam inanmışlardır. Pek çok din büyükleri ve Evliyâ ölümü hemen isteyerek, Allahü teâlâya, Resûlullaha ve Evliyâdan olan hocalarına ve diğer Velilere kavuşmayı istemişlerdir. Kendilerini ölüm hastalığında gören talebelerine, (Üzülmeyiniz! Resûlullaha ve Allahü teâlâya kavuşacak bir kimse için veya bir evin bir odasından diğer odasına geçecek olan kimse için ağlanılmaz) diye nasihat buyurmuşlardır. Bu din büyüklerinin hepsi, tatlı bir tebessüm ile güler oldukları hâlde, dünyadan ayrılmışlardır.] İşte burasını söylemek, papazın işine gelmediğinden, sadece cismani Cennet nimetleri tarafını beyan etmiştir. Güya bu, itirazını kuvvetlendirmektedir. Halbuki bu kadar itirazı ve taassupu ile beraber, müslümanların ve şehitlerin ölürken hıristiyanlardan daha ziyâde ferah ve sevinç içinde olduklarını kendisi itiraf etmektedir. Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
Yine bu papaz, (İncilde Îsâ Mesih, imanı olmayan bir kimseyi veya bir hükümdarı tehdid etmemiş ve ona başkalarına ibret olacak bir şekilde muamele etmeyi de emretmemiştir. Hükümdar kâfir olsa bile ona itaat etmeyi emretmiştir) demektedir.
CEVAP: Evet Îsâ aleyhisselâm, kâfir hükümdara dahi itaati, emretmiştir. Çünkü, 70-80 kişi ile Roma devletine ve bütün yahudilere karşı cihat etmek, onlara karşı gelmek mümkün değil idi. İslamiyette de, hükümete, kanunlara karşı gelmek men edilmiştir.
Yine bu papaz, (İncil bütün hükümdarlara itaat etmeyi emreder. Hatta hıristiyan olmayan hükümdarlar şöyle dursun, hristiyanlığa, buğz ve düşmanlığı olan hükümdarların dünya nizamlarına, kanunlarına itaat etmek lazım olduğunu herkese talim ve tavsiye eder) demektedir.
CEVAP: Protestanlığın kurucusu olan Luther’in, hristiyanlıkta böyle bir kaidenin bulunduğunu, bu risaleyi yazan papaz kadar bilmediğine hayret edilir! Veya kendisi hiç kimseye tâbi olmadığından, asla buna itibar etmemiştir. Çünkü Luther, İngiltere kralı 8. Henri hakkında yazdığı tenkid yazılarında, gâyet tahkir edici bir lisan kullanır. Mesela, kitabının 1808 senesindeki baskısının 7. cildinin 277. sayfasında diyor ki (Milletin selameti için ben deyus ile konuşuyorum. O kral, ahmaklığı sebebi ile izzet ve makâmının hukukuna hürmet etmediği hâlde, ben niçin o deyyusun yalanını ağzına tıkmıyayım. Ey câhil meşe odunu, sen mülkün sâhibi olduğun hâlde, niçin sahtekar bir yalancı ve kefen soyucu, hırsız ve ahmaksın. İşte İngiltere’nin üstünlüğü ve bereketleri ile idaresi, bundan sonra senin eline kalmıştır…. vs…. vs.) Görülüyor ki protestanların lideri ve protestanlığın kurucusu olan Luther, hristiyanlığa düşmanlığı olmayan, ancak Luther’in yeniliklerine itibar etmeyen Henri’ye itaat edip, boyun eğmek bir tarafa, hakkında yukarıdaki çirkin sözleri kullanmaktan asla çekinmemiştir. [Bütün bunlardan sonra, İncillerdeki (hükümdarlara kâfir bile olsa, boyun eğip itaat ediniz) emri nerede kalmıştır. Protestanlığın kurucusu Luther, niçin itaat etmeyip, isyan ederek İncilin emirlerini çiğnemiştir?]
Yine bu risalede, (Muhammed aleyhisselâm, harp ederek bir din değil, siyasi bir hükümet kurmuştur. İslam dininde ancak Medine-i münevverede cihâtâ izin verilmiştir. Muhammed “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Mûsâ aleyhisselâm gibi, cihat ile emrolunmuştu. Din ve devleti bir tutmuş, hem peygamberlik vazifesini, hem de devlet reisliğini kendinde toplamıştır) demektedir.
CEVAP: Bu ibarenin baş tarafı tamamen yanlış, son yarısı ise doğrudur. İslam dininde, Allahü teâlâdan başka hakim ve mâlik yoktur. Muhammed aleyhisselâmın dininde, bütün müminler hürdür. Çünkü bu dinde, muamelat için olan hükümler, o kadar mükemmeldir ki daha güzeli tasavvur olunamaz. Bunlar, sağlam kaideler üzerine kurulmuş ve o kadar mükemmeldirler ki binlerce asır daha geçse ve medeniyet binlerce renge girse, yine bu esaslar üzerine, her asrın terakkî ve icabına göre, her yeni meselenin İslamiyetteki hükmünü anlamak mümkündür. İslamiyette, bu papazın zannettiği gibi, kahr edici bir kuvvet ve gâlip bir saltanat yoktur. (Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” nübüvvet ile saltanatı kendine tahsis etti) demek kadar cahilane bir söz olamaz. Çünkü, Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” bütün ömrü boyunca, devlet reisliği yaptı. [Sultanlar gibi mal toplamadı. Elinde olanı dâima fakirlere ve zenginlere dağıtırdı. Ömründe bir defa kendisinden bir şey istenip de, yok dediği işitilmedi. Var ise verir, yok ise, sükut ederdi. Fakirlik üzere yaşadı. Fakat, Onun “sallallâhü aleyhi ve sellem” fakirliği ihtiyârî idi. Çok parası dahi olsa, onu yanında bir gece beklettiği görülmedi. Hep dağıtırdı. Ashâbı da, Ondan görerek böyle yaparlardı.] Kanaat ile yaşadı. Hatta, vefâtında bir zırhını, borcuna karşı rehn vermiş bulundu. Vahiy-i ilâhî olmadığı zaman cihat gibi bir işe başlayacak olsa, kendi görüşü ile hareket etmeyip, (işlerinde istişare et!) mealindeki âyet-i kerime mucibince, Ashâbının fikirlerini sorarak, en güzel fikre göre hareket ederdi. Luther ve Kalvinin zamanlarına kadar, Avrupa’nın yegane hakimi papalar idi. Engizisyon mahkemelerinde, kralları dahi aforoz ederek, istediklerini hakim kılıyor, istemediklerini de krallıktan uzaklaştırarak, perişan ediyorlardı. Araya, papazların şahsi çıkarları ve ihtirasları da girerek, devlet işleri yapılamaz oldu. Böylece, Avrupayı öyle bir hâle getirmişlerdi ki bütün siyaset ve devlet adamları, (Layıklık=İlmaniye) kabul edilmedikçe, yani hıristiyanlık ile devlet işlerini ayırmadıkça, devlet kurtulamaz diye feryat ediyorlardı. Sonradan protestanlar, papa hükümetine rağmen, devlet işleriyle din işlerinin ayrılmasını lüzumlu gördüler. Hıristiyanlığı devlet işlerinden ayırarak, bütün insanlık âlemi için hizmet ettiler. Eğer şimdiye kadar papaların emrinde olan hükümetler devam etseydi, bu devletlerin perişan olacakları muhakkak idi.
İslamiyete uymuş olan devletlerin, ondan aldıkları kuvvet, kudret ve heybet, tarihlerde yazılıdır. Bu şanlı İslam devletlerinden olan Endülüs Emevi devletinden kalan eserler [vahşi ispanyolların yakıp yıkmaları ve pek çoğunu yok etmelerine rağmen] İspanya’da ve Osmanlı devletinin mimari, hukuki ve edebi eserleri, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında hala mevcuttur.
Yine bu risalede (İslamiyet, müslümanların güç ve kuvvet sâhibi olmalarını emretmektedir. Bunun için, hakkaniyet sâhibi ve Allahü teâlâya yaklaşmak isteyen kimseler yerine, kuvvet ve dünya servetine düşkün olan kimseler arasında yayılıp, onları kendilerine bağladı. Bunun için, İslamiyete tâbi olanlar, yalnız mânevî bir dine bağlanan kimseler gibi olmadı. İslam dini, başından beri bozuk ve karışık bir hâlde bulunmuştur. Halbuki hıristiyanlık, mücerred mukaddesliği ile kendisine inananları devlet ve dünya azametinden sakındirmiştir. Hıristiyanlar, başından beri, çeşitli müşkillerle karşılaşmış ve düşmanların kahredici saldırılarına uğramışlardır. Böylece, dünya çıkarları ve menfaat peşinde koşanların, hıristiyanlığa girmelerine mâni olmuştur) demektedir.
CEVAP: İşin aslı, papazın yazdıklarının tamamen tersinedir. Hicretten önce Mekke-i mükerremede imana gelen Ashâb-ı kirâm içerisinde, kuvvet ve dünya servetine düşkün hiç kimse yoktu. Çoğu fakir ve zayıf kimseler idi. İslamiyete düşman olan, Kureyşin ileri gelenleri ise, zengin, kuvvet sâhibi ve dünyaya düşkün kimseler idi. Matta İncilinin 26. babında yazılı olduğu gibi, Îsâ aleyhisselâm, hıristiyanların inançlarına göre, ölmeden bir gün evvel havariler ile yahudilerin fısh bayramındaki son akşam yemeğini yedikten sonra, onlara kendinin öldürüleceğini ve içlerinden birisinin kendini yahudilere haber vereceğini söylemesi üzerine, aralarında bu hainliği kimin yapacağı hususunda havarilerin kalplerine korku düştü. Îsâ aleyhisselâm, yahudiler tarafından yakalanmasından sonra, yanında bulunan havariler, kendisini terk edip ayrıldılar. Îsâ aleyhisselâmın en yakın dostu olan Petrus, o gece horoz 3 defa ötünce, 3 defa Îsâ aleyhisselâmı tanıdığını inkâr etti.
Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” hayatında, Ashâb-ı kirâm arasında kabile reisleri, kavminin ileri gelenleri ve zenginler de var idi. Onlardan böyle edep ve imana uygun olmayan bir tehlike meydana gelmedi. Çünkü bunların İslamiyeti kabul etmeleri geçici olan dünya malı için olmamıştı. Ashâb-ı kirâmın hepsi, din-i İslam uğruna mallarını ve canlarını seve seve fedâ ettiler. Doğruluk ve mukaddesliğin İslamiyet ve hıristiyanlıktan hangisinde çok olduğu meydandadır. Kuvvet ve dünya malı peşinde koşan kimseleri hangisinin celb ettiği, bildirdiğimiz bu misallerden açıkça anlaşılır.
Yine bu papaz, (İslamiyetin dini devletten ayırmaması sebebi ile noksanlığı birkaç şekilde ortaya çıkar. Bu mezkür noksanlıkların her birinde, insanların dine olan ihtiyaçlarını, hıristiyanlığa göre, dâima tenakuzlar içerisinde bulundurmuştur. Bundan dolayı, İslamiyetin yüksek bir din olmadığı anlaşılır. Şimdi din ve politikanın birleşmesinden meydana gelebilecek bazı tehlikeleri anlatmaya başlıyoruz) demektedir.
CEVAP: Daha önce bildirdiğimiz gibi, bu itirazcı papaz İslamiyeti dâima, Matta ve Yuhanna’ya nisbet edilen İncillerden ve Petrus ve Pavlos’a isnad edilen bir takım mektuplardan çıkarılan hıristiyanlık dini gibi zannetmektedir. Anlatacağı tehlikeler o kaynaktan çıkmaktadır.
Yine bu papaz, (Hıristiyanlık, İslamiyetten daha çok yayıldığı gibi, onu kabul etmeyenlere karşı harp etmemiş ve onların namus, kıymet ve haysiyetlerini kıracak bir muamelede de bulunmamıştır. Hıristiyanlığa inananları, iyilik ve bereketlere kavuştura gelmiştir) demektedir.
CEVAP: Hıristiyanlar, İspanyanın Gırnata şehrini istila ettikten sonra, engizisyon mahkemelerinin zulmü ile müslümanları ve yahudileri cebren, hıristiyan yapmışlardır. Dinlerini değiştirenleri dahi ateşe atarak yakmışlar. [O zavallı insanlar, ateşte cayır cayır yanıp, feryat-ü figanları göklere yükselirken, onları o hâlde gören, hıristiyan vahşi İspanyollar, sevinç çığlıkları atıyor, sevinçlerinden kadınları da dâhil olmak üzere, hepsi dans ediyorlardı.] Bu papaz, yine papazların yazdığı Endülüs ve engizisyon tarihlerinde bildirilen vahşetleri ve zulümlerini okumuş olsaydı, (Hıristiyanlar, hıristiyanlığı kabul etmeyenlerin namus, kıymet ve haysiyetlerini kıracak bir muamelede bulunmamıştır) yalanını yazmaya cüret edemezdi. [Filhakika, bir bakımdan bu papazın sözü doğrudur. Çünkü hıristiyanlar, idareleri altında hıristiyan olmayan hiç bir insan bırakmamışlar, bunları akla ve hayale gelmiyecek barbarlıklarla, işkenceler içerisinde yok etmişlerdir. Hatta, katolikler protestanları, protestanlar da katolikleri böyle imha etmişlerdir. Böylece, hıristiyanların hâkim oldukları yerlerde, başka dine mensub bir kimse kalmamıştır. Başka dine mensub hiç kimsenin bulunmadığı yerlerde, hıristiyanların, (Hıristiyanlığı kabul etmeyenlerin namus ve haysiyetlerini kıracak bir muamelede bulunmamışlardır) sözü yalan olmaktadır. Çünkü, zulüm edecekleri bir kimse kalmamıştır. Hıristiyan tarihçilerin taassup ile yazdıkları haçlı seferleri tarihini okuyanlar, papazların ne kadar yalancı olduklarını gâyet iyi anlarlar. Bu yazdıklarımızı kendisi ile görüştüğümüz bir papaza sorduk. (Bir yüzüne vurana, diğer yüzünü çevir) îtikadında [inancında] olan, herkese iyilik yapmayı emreden bir dine mensub oldukları iddiasında bulunan hıristiyanların, bunca vahşeti nasıl yaptıklarını anlamak istedik. Cevap veremedi.]
Yine bu papaz, (İslamiyet, dâima muarızları ve müslüman olmayanlar ile harp etmeyi emreder. Mağlub olanlardan cizye (varlık vergisi) alıp, onlara hakaret ile muamele eder. Şimdi bu 2 dinden hangisinin ahkamı şefkat ve merhametce daha üstün ve insanların tabiatlarına daha münasibdir? Bunlardan hangisinin daha üstün olduğunu akıl ve insaf sâhibi olanlar, hemen anlarlar) demektedir.
CEVAP: Tarih meydandadır. [Papazın bu yazıları vaki olanın tam tersinedir. Yalandır, iftirâdır. Müslümanlar, İslama saldıran düşmanlar ile ve keyifleri uğruna, insanlara zulüm eden zâlimlerle ve insafsız diktatörlerle harp etmişlerdir. İslamiyette cihat, ya müslümanlara, İslam memleketlerine saldıran kâfirlere, zâlimlere karşı müdafaa için yapılır. Yahut, zalim diktatörlerin, zulüm ve işkenceleri altında merhametsizce ezilen, zavallı insanları bu işkencelerden kurtarmak, insanları dünya ve ahiret saadetine kavuşturan İslamiyetteki adaleti ve huzuru, bu zavallı insanlara da duyurmak için yapılır. Yani, Allahü teâlânın kullarına, Allahü teâlânın dinini öğretmek, onları huzur ve saadete kavuşturmak için yapılır. Yoksa, İslamiyette harp, başka memleketlere saldırarak mal toplamak için yapılmaz. Harp neticesinde fethedilen yerlerde, hıristiyanların yaptığı gibi, asla katliamlar yapılamaz, zulüm edilemez. Bunu, Allahü teâlânın yasak ettiği, Kurân-ı Kerîmin birçok yerinde ve Peygamberimizin çeşitli hadis-i şeriflerinde bildirilmiştir. Dinlerini değiştirmeleri için, asla zorlanılamaz. Zorlamak Kurân-ı Kerîme uymamak olur. (Dinde zorlama yoktur) mealindeki Bakara sûresinin 256. ayeti bunu açıkça göstermektedir. İslamiyetin 1.400 sene hâkim olduğu yerlerde ve 630 yıl Osmanlı devleti idaresinde bulunan memleketlerde çok hıristiyan vardı. Bugün Türkiye’deki hıristiyanlar bunların torunlarıdır. Osmanlı devleti, hıristiyanları din değiştirmek için birazcık zorlasa idi, bugün Türkiye’de hiç hıristiyan bulunmazdı. Vahşi hıristiyan İspanyollar, Endülüs Emevi devletini yıkıp, İspanyayı ele geçirdikleri zaman ne kadar müslüman ve yahudi varsa, hepsini katletmişler, daha sonra da (İspanya’da hiç kâfir kalmadı) diyerek bayram yapmışlardır. Bunlar, her yere kolaylıkla yayıldığı, şefkat ve merhamet dini olduğu iddia edilen hıristiyanların yaptıkları zulümlerdir. Fatih Sultan Muhammed Han, 857 [m. 1453] de İstanbul’u fethedince, rumların ellerinden mallarını almamıştır. Dinlerini yasaklamamıştır. Hıristiyan bizansın zulmünden bıkıp usanan halk, Osmanlı adaletine kavuşmak için bizansa değil, Osmanlı devletine yardım etmiştir. İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Muhammed Han, kiliseleri yakıp yıkmamış, bil’aks fener kilisesine yardım etmiştir. Ayasofya’yı ise, gâyet güzel tâmir edip, genişletmiş ve harab olan bu kiliseyi ihtiyaca binaen de, câmi haline getirmiştir. Müslümanlar, feth ettikleri yerlerdeki gayrimüslimlerden cizye almışlardır. Bu cizye onların mallarını, canlarını, namuslarını ve dinlerini korudukları için, müslümanların yaptıkları muazzam masraflara karşılık aldıkları az bir ücrettir ki bunun da çeşitli şartları vardır. Cizye olarak alınan paraların, hayır işlerinde kullanılması emrolunmuştur. Papazın söylediği gibi değildir. Günümüzde de her devlet, vatandaşından çeşitli vergiler almaktadır.] Papazın bu itirazları, hakkı bildirmek için değildir. Bu sözlerinin taassup ve bozuk düşüncesinden veya para hırsından olduğunu anlamamak için ahmak olmak lâzımdır. Fakat haçlı seferlerinde ve Endülüs’te yapılan vahşetler kendi kitaplarında da yazılı olduğundan, hiç bir akıl ve insaf sâhibi kimse, papazın bu hile ve yalanlarına asla aldanmaz.
Yine bu papaz, (İslam memleketlerinin en ehemmiyetlisi olan Osmanlılarda, yakın bir zamana kadar, gayrimüslim tebeaya hakaret edici tabirler kullanılıyordu. Yakîn bir zamandan beri, bunlar yasaklanmış ve onların da müslümanlarla aynı hukuka sâhip olmasına karar verilmiştir. Bu, yukarıdaki sözümü doğrulayan bir haldir) demektedir.
CEVAP: Gayrimüslim tebeanın müslümanlarla eşit olan hukuku, ta Fatih Sultan Muhammed Han zamanından beri, Osmanlı devletinde cari ve muteber idi. Rum kilisesine tanınan imtiyazları Fatih Sultan Muhammed Han acaba hangi mecburiyetten dolayı tanımiştir. Osmanlı sultanlarının hepsi, bu adalet ve imtiyazları hep Muhammed aleyhisselâmın emirlerine uymak için yaptılar. Fenerli tabir edilen rumları, Osmanlıların dışişleri bakanlığında olan divan tercümanlıklarında ve Ulah ve Boğdan prensliklerinde vazifelendirmeleri, acaba devletin hangi ihtiyacına mebni idi? Daha sonra ilan edilen eşidlik hukuku, evvelce olmayan bir şeyi ilan değil, onu tekittir. Hakaret edici tabirler denilen sözler ise, rütbe ve şahsları bildirmek için, teşrifatta eskiden beri bir kaide olarak kullanılmaktadır. Yoksa aşağılamak, hakaret etmek gibi bir maksadın olmadığını, daha önce beyan etmiştik. Her devlette olduğu gibi, Osmanlı devletinde muteber olan teşrifat icâbı, hükümdarların her birinin, kendine mahsus tabir ve fermanları, yani kullandıkları kelimeler vardı. Bunlardan hakaret mânâsı çıkarmayı hiç kimse düşünmezdi.
Yine bu papaz, (İslam devletlerinin bu yolda eşidlik ve hakkaniyet derecesine yükselmesi, Kurân-ı Kerîmin emri veya müslümanlığın tabiî icâbı değildir. Avrupanın hıristiyan hükümdarlarını taklit ve kendi mülk ve tebealarını terakkî ve ıslahat yoluna sevk etmek arzusu ile son Osmanlı sultanlarının, akıl ve hikmet mucibince yaptıkları şeyler olduğu açıkça anlaşılan bir iştir) demektedir.
CEVAP: İtirazcı papazın zihnindeki her bakımdan eşidlik düşüncesini, Kurân-ı Kerîm ve akıl-ı selim kabul etmez. İslamiyetin emretmiş olduğu müsavatı [eşidliği] Osmanlı devleti, Avrupa hükümdarlarını taklit ederek değil, İslamiyetin emrine uyarak, [eskiden mevcûd olan emirler, madde madde, yeniden yazılarak] ilan etmiştir. Çünkü, bugüne kadar Osmanlı devletinin gayrimüslimler hakkında tanımış olduğu çok geniş müsamehaları, Avrupa devletlerinden, kendi vatandaşları için tanıyan ve tatbik eden bir devlet görülmemiştir.
[Son zamanlarda hıristiyan devletlerin istila ettikleri İslam memleketlerinde yapmış olduğu zulüm, vahşi ve sinsi işkenceler, akılları durduracak şekildedir. İngilizler I. cihan harbinde, şark cebhesinde ele geçirdikleri esirleri Mısırda büyük kamplarda toplamışlardı. Bu müslümanlara zorla, büyük havuzlarda banyo yaptırmışlardır. Bu havuzların suyuna (göztaşı) karıştırmışlar ve memleketlerine dönen bu esirlerin gözleri daha sonra kör olmuştur.
Hıristiyanların müslümanları ve İslamiyeti yok etme planlarından birisi de, müslümanı müslümana katlettirmek siyasetidir. Çanakkale harbinde, Mısır, Yemen ve Suriye cebhelerinde ingiliz üniforması giydirilmiş Afrikalı ve Hindli müslümanlar, yine müslüman olan Osmanlı askerleri ile çarpıştırılmıştır. O müslümanları harbe teşvik ederken, sizleri, İslam dinini korumak ve İslam halifesinin düşmanları ile harp etmek için götürüyoruz, diyerek aldatmışlardır. Diğer vahşilik planlarını anlatmaya insan dayanamaz. Çünkü, vahşi yamyamlar bile bir kimsenin oğlunu katledip, başını keserek pişirip, annesine ve babasına yedirmeye teşebbüs etmemişlerdir. Medeni olduklarını söyleyen Avrupalıların, yumuşak ve tatlı davranmayı emreden bir dinin mensubu olduklarını iddia edenlerin halleri budur. Bu zulümleri yapanların, Osmanlılar Avrupa’dan görüp, onları taklit ederek, gayrimüslim vatandaşlarına eşit haklar tanıdı demeleri, çok şaşılacak şeydir.]
Yine bu papaz, (Osmanlı devletinin güzel himmet ve hikmetlerinden olarak, Osmanlı memleketlerinde meydana gelen malum ıslahatlar zannedildiği gibi İslâmin değil, hıristiyanlığın şerefindendir) demektedir.
CEVAP: Bu ibare çok güzel yazılmıştır. Osmanlılarda, mason Reşid paşanın yaptığı islahat adı altındaki değişiklikler, hıristiyanların ve masonların tesiri ile oldu. [Çünkü, hıristiyanlar bilhassa protestanlar, büyük menfaatler ve paralar karşılığı Londra’daki Osmanlı sefiri Mustafa Reşid paşayı mason yaptılar. Mason localarında yetiştirip, bir İslam ve Osmanlı düşmanı olarak Osmanlı devletine gönderdiler. Büyük şehirlerde mason cemiyetleri kurdular. Böyle kimselerin hazırladığı hâin planlarla, vatanın asıl sâhibi olan müslüman türkler 2. sınıf vatandaş, gayrimüslimler ise, imtiyazlı vatandaş haline getirildi. Askere gitmeyen müslümanlardan çok kimsenin ödiyemeyeceği bir para cezası getirilmişken, gayrimüslimlerden çok cüzi ve göstermelik bir para alındı. Bu vatanın evlatları dinlerini, vatanlarını ve namuslarını korumak için, şehit olurken, Mustafa Reşid paşanın ve yetiştirdiği masonların ve ingiliz ve iskoç masonlarının planladıkları hâin oyun sayesinde, memleketin sanayi ve ticareti gayrimüslimlerin, İslam düşmanı masonların eline geçti. Mustafa Reşid paşa, ihracata ağır vergiler koyup, ithalatı teşvik ederek, Osmanlı sanayiini ve sanatını baltaladı. Medreselerden fen derslerini kaldırdı. Bütün bunların mimarı olan hıristiyan Avrupalılar, bununla da kalmayıp, Osmanlı tebeası içerisindeki gayrimüslimlere para ve silah vererek, Osmanlaya karşı isyana teşvik ettiler. 500 yıldır huzur içinde yaşıyan insanlar arasına, nifak, düşmanlık ve fitne tohumları attılar. Böylece, tüyleri ürperten, akılları durduran zulümler, vahşetler ve katliamlar yapıldı. Bulgarların, moskofların, ermenilerin ve yunanlıların müslüman türke yaptıklarının binde birini, Osmanlılar onlara tatbik etseydi, belki bugün yeryüzünde bulgar, ermeni, yunan ve rus diye bir millet olmazdı. Osmanlı Devletinde müslüman türkü yok etmek için hazırlanan bazı ıslahatlar, tamamen hıristiyanların yıkıcı planları ile olmuştur.]
Yine bu papaz, (İslamiyette siyasi kanunlar ile dini hükümler birbirinden ayrılmayıp, ikisinin de kuvveti bir asldan meydana gelmektedir. Bunun için, bir İslam hükümetinin, dini farzları, şahsi hukuk gibi, kuvvetli kanunlar ile koruyup, revaçta bulundurması icap eder. Bu ise müslümanların fikiri istikâmetleri yolunda tehlikeli ve zararlı olur. Çünkü, dini farzları ifa etmek, yalnız Allah’ın rızası ve Ona yaklaşmak ve Ona itaat etmek için olursa, makbul olur. Bunun dışındakiler mecburi olursa, diğerleri gibi, hakiki bir itaat ve dindarlık olmayıp, yalnız takliti olmuş olur ki bu da bir nev’i riya ve gösteriş olur) demektedir.
CEVAP: Allahü teâlânın emirlerini yani farzları yapmanın ve yasaklarından yani nehylerinden sakınmanın karşılığında, maddi mânevî büyük ecîr ve mükafatların olduğu, hem Tevratta, hem İncillerde yazılıdır. Matta İncilinin 23. babında, Îsâ aleyhisselâm yazıcıları ve ferisileri, azap-ı ilâhî ve Cehennem ile korkutmuş ve onların nice kötülüklerini kızarak saymıştır. Başka yerlerde de kendine îman edenlerin ahirette kurtulup, nimetlere kavuşacaklarını vaat etmiştir. Hıristiyanların ibâdetleri, bu Cehennem korkuları ve Cennet nimetleri vaadi üzerine bina kılınmış olduğundan, bunlarda hıristiyanların doğru fikirleri ve tarafsız düşünceleri için tehlike vardır. Çünkü, bu niyetler ile beraber, sadece Allahü teâlânın rızası için ve Allahü teâlâya yaklaşmak niyeti ile ibâdet etmek, bir yerde birleşemez. Bu itiraza papaz ne cevap verirse, o bizim tarafımızdan da, kendisine cevap olur.
Yine bu papaz, (İslam dini, mürtedi katl etmektedir. Ramazanda açıkça oruç yiyenlere ceza vererek, halkı zor ile İslam dinine bağlı kalmaya ve riyaya zorlamaktadır) demektedir.
CEVAP: Daha önce de söylediğimiz gibi, İslam dini Pavlos ve Petrus’un ortaya koyduğu hıristiyanlık dini gibi değildir. Zâhir ve bâtın faziletlerini, üstünlüklerini kendinde cem eden, en mükemmel bir dindir. Bunun için, Allahü teâlânın koyduğu sınırlar, İslamın yüksek ve güzel ahlakını bozulmaktan ve ihlal edilmekten muhafaza etmektedir. Müslüman olan bir kimse, küfrünü açıkça ortaya koymadıkça, ona mürtedin ahkamı tatbik edilmez. Ramazanda özürsüz açıkça oruç yiyen bir müslüman, fıskını ilan ettiğinden, hükümet tarafından tazir edilir, yani cezalandırılır. Fakat fıskını ilan etmez, yani gizli yerse, ona hükümet tarafından ceza verilmez. Bunun ceza ve kefareti, Kurân-ı Kerîmde bildirildiği gibidir. [Kaza icap ederse, kaza, kefaret icap ederse kefaret yapar, ayrıca da tövbe eder.] Hükümet tarafından verilen ceza, müslümanın günahını ilan etmesinin ve başkalarına fenâ misal olmasının cezasıdır. Bu cezalar müslümanlar içindir. İslam devleti hıristiyanların ibâdetlerine karışmaz. Onlara ibâdetleri için, hiç bir ceza verilmez. Hiç bir baskı yapılmaz. Bu cezalar, müslümanların ahlakını ve milli birliğini bozulmaktan muhafaza eder. (Dinde zorlama yoktur) mealindeki Bakara sûresinin 256. ayeti, başka dinde bulunan bir kimsenin zor ile İslam dinine davet edilerek, müslüman yapılamayacağını ifade etmektedir. (Eğer onlar, tevhid ve hicretten yüz çevirirlerse, onları nerede bulursanız esir veya katlediniz) mealindeki Nisa sûresi 89. ayeti ise, İslamiyeti kabul ettikten sonra, ondan yüz çevirip irtidat edenlerin öldürülmesi icap ettiğini bildirmektedir. (İslamiyet insanları müslümanlıkta kalmaya ve riyaya zorlar) mânâsını bu papaz kendi kafasından çıkarmıştır. Bu sözünden, Kurân-ı Kerîmi dilediği gibi tefsir ettiği görülmektedir. [Her hâlde Kurân-ı Kerîmi de, okuduğu İnciller gibi zannetmektedir. Fakat işin aslı böyle değildir. Kurân-ı Kerîmi kendi aklına göre tefsir eden kâfir olur. Kurân-ı Kerîm, sarhoş kafalar ile okunup, ahkâm kesilecek bir kitap değildir. Onu tefsir etmek için, önce müslüman olmak, sonra nice ilimlerde mütehassıs olmak ve ayrıca Allahü teâlânın hususi bir nuruna kavuşmak lâzımdır.]
Yine bu papaz, (İncilin, irtidat edenlere ve oruç yiyenlere ceza verilmesine muhalif olduğu, şundan da anlaşılıyor ki bir vakit, Îsâ Mesihe tâbi olanlardan bazısı, bir şeyden dolayı üzülerek ondan ayrılmayı arzu ettiklerinde, Îsâ Mesih diğerlerine hitaben, (Siz dahi gitmek ister misiniz) diyerek, onları gidip gitmemekte serbest bırakmasıdır. Onlardan birisi, hepsine vekaleten (biz kime gidelim, ebedî hayatın kelamı sendedir) demiştir) demektedir.
CEVAP: Ulül-azm Peygamberlerin hepsi, Allahü teâlâ tarafından getirdikleri ahkâm-ı şeriyenin yerleşmesine ve tatbik edilmesine bizzat kendileri vazifeli idiler. Îsâ aleyhisselâmın tebliğ etmeye memur olduğu şeriat, Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinin kemâle kavuşturularak kuvvetlendirilmesi ve bir takım zâhiri ibâdetler ile güzel ahlak sâhibi olmaktan ibaret idi. Îsâ aleyhisselâm, Beni İsrailin sapıtmış olanlarını Tevrat ve İncilin ahkâmina uymaya davet ederdi. Îsâ aleyhisselâma îman edenlerin, imanlarının ne derece kuvvetli olduğu, bugünkü İncillerin (Îsâ, yahudiler tarafından yakalandığı zaman havariler onu yalnız bırakıp kaçtılar. En kıymetlileri olan Petrus, bir gecede 3 defa Îsâ aleyhisselâmı inkâr etti) ifadesinden kolayca anlaşılmaktadır. İmanları böyle zayıf olan kimselerden irtidat edenleri cezalandırmaya zaten lüzum yoktur.
Yine bu papaz, (İslam dini, siyasi kanunlar ve dini emirlerden meydana gelmiştir. Bunun için, ekseri insanlar, ilk İslam devletlerinin muzafferiyet ve muvaffakiyetlerini, İslam dininin doğruluğuna kuvvetli bir delil kabul ederlerdi. Asrımızın müslümanları, biz artık dinimizin doğruluğuna nasıl îtimat edelim ki dinimizin bir rüknü olan siyasetimiz öyle bir hâle gelmiştir ki vakti ile emrimizde olan bunca memleket ve şehirlerimiz, bugün hristiyanların eline geçti ve 40 milyon kadar müslüman da, onların emirleri altında kaldı demeleri icap etmez mi?) demektedir.
CEVAP: Müslümanların böyle söylemeleri, mümkün değildir. Çünkü, yukarıda da zikir ettiğimiz gibi, İslam devletlerinin kuvvet ve azametleri, müslümanların dinlerine tam yapıştıkları, onun emir ve yasaklarını en güzel şekilde yerine getirdikleri müddetce devam etmiştir. Sonradan, İslam ahlakından uzaklaşarak, milli ahlakları bozulmuş ve İslamiyetin emirleri yapılmamış ve keyfi icraat ve idareye başlanılmıştır. [Bunu hazırlıyanlar da, yine hıristiyanlar ve onların mason cemiyetleri olmuştur. İslam dininden haberi olmayan gençleri çeşitli vaatler ve menfaatler ile aldatarak, dinlerine ve devletlerine düşman birer vatan haini olarak İslam memleketlerine gönderdiler. İsmi müslüman, kendi hıristiyan olan bu kimseler, İslam devletlerini, dinin ahkamı yerine, kendi keyifleri ve arzuları istikâmetinde idare ettiler. Böylece, İslam memleketleri parçalandı ve müslümanlar hıristiyanların hakimiyeti altına girdi. Hıristiyanlar arzularına kavuşmak için, her İslam düşmanını ve putperesti açıkça desteklediler. İslam dünyasını yakıp yıkan, mogol hükümdarı, meşhur zalim ve kâfir Cengiz Han, Papa tarafından taltif edilmiş, kendisine baha biçilmez kıymette hediyeler ve altınlar gönderilmiştir. Papanın elçileri, Cengiz Han ile Papa arasında mekik dokumuş ve ona akıl hocalığı yapmışlardır. Çünkü Cengiz Han müslümanları insafsızca katl ediyor, İslamiyeti yok etmeye çalışıyordu. Cengiz hanın torunu Hülagü, Bağdat’ı ele geçirdiği zaman, 800.000den ziyâde müslümanı katl etmiş, o zaman dünyanın en güzel şehri ve ilim merkezi olan Bağdat’ı yakmıştır. Bütün İslam eserleri ve din kitapları yok edilmiş, Dicle nehri günlerce kan ve mürekkeb akmıştır. Çok merhametli olduklarını iddia eden hıristiyanlar ve onların ruhani reisi Papa, böyle bir din düşmanını, acaba hangi niyet ile mükafatlandırmıştır. Kâfire yardım ve teşvik, küfürdür. Zalime yardım ve teşvik de, zulmün ta kendisidir. 1300 sene, İslam medeniyetini yıkmak ve yok etmek için çalıştılar. Sonra kalkıp, İslam devletlerinin geri kalmışlığını, hıristiyanlığın müslümanlık üzerine üstünlük ve faziletine delil getirmeye çalışıyorlar. Bunlara, deliler bile güler. Böylece müslümanlar İslamiyetten uzaklaştırılmış, esâsı bozulan İslam devletleri yıkılmış ve yok olmuştur.] Bunun tam tersi olarak, hıristiyan devletler de, hıristiyanlığa bağlı kaldıkça perişanlık devam etmiştir. Hıristiyanlığı terkederek, dinsizliğe meyleden bu devletler, siyasetlerinde İslam dinini taklit etmeye başlamışlar, bu sayede iktidar ve kuvvet sâhibi olmuşlardır. Bu halin açık şahidi olan tarihler, kıyamete kadar bu hakikati dünyaya göstereceklerdir. İslam dininin düşmanları, ne kadar yalan, hile ve iftirâ uydursalar da, bu âdil şahitler, onları bütün âleme karşı tekzib edecek, yalanlarını ortaya koyacaktır.
KAYNAK: Cevâb Veremedi