Sual: Papazların İslamiyete itirazlarından birisi de namazdır. “Tekbîr, kıyam, rükû ve secde zâhire uygun olmadığı gibi, ruhani de değil imiş.” Bunlara ne cevap vermek lazım?

Cevap: Düşünemiyorlar ki acaba maddi ve mânevî olarak, Allahü teâlâya ibâdetten maksat nedir? İbadet, her ne şekilde olursa olsun, Allahü teâlâya tazim ve Allahü teâlânın nihâyetsiz hazinesinden yapmış olduğu sayısız ihsanlarından dolayı, hamd ve sena etmek ve kendinin âcizliğini itiraf edip, Allahü teâlâdan rahmetini istemektir. Allahü teâlâya tazim sebeplerini araştırdığımızda, namazın rüknlerinden olan, kıyamda elleri bağlayarak huşû ile Allahü teâlânın huzuruna çıkmak, Besmele-i şerife ve sûre-i Fâtiha okuyarak hamd ve sena etmek, rükû ve secdelerde, vâcib-ül-vücut olan Allahü teâlâyı tesbîh ve her harekette (Allahü ekber) tekbîr cümlesi ile Allahü teâlânın büyüklüğünü söylemek, Allahü teâlâyı tazim etmektir.

Beni İsrail Peygamberlerinin bildirdikleri üzere, kıble, Kudüs’teki (Beyt-i mukaddes) e doğru idi. Sonradan (Kâbe-i muazzama) ya doğru oldu. Kâbe-i muazzamayı İbrahim aleyhisselâm yapmış olduğu için, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” Kâbe-i muazzamaya karşı ibâdet yapmak istiyordu. Merhameti sonsuz olan Allahü teâlâ, sevgili Peygamberini bu arzusuna kavuşturarak, kıble, Mescid-i aksadan, Mescid-i harama çevrildi. Bakara sûresi 144. âyetinde meâlen: “Şimdi yüzünü Mescid-i haram tarafına çevir” buyurulmuştur.

İslam dininde, Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinde olan, Kurban kesmek, sünnet olmak, domuz eti, leş ve fâiz yememek, zina etmemek, adam öldürmemek ve kısas gibi daha nice hükümler vardır. Her ne kadar, zamanımızda mevcûd hristiyanlıkta, Îsâ aleyhisselâmın emrinin hilafına olarak, Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinde bulunan birçok hükümler tahrif olunmuş ise de, zina ve adam öldürmekten nehy ve kıbleye yönelmek gibi, Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinden olan bazı hükümler devam etmektedir. Hristiyanlar, (Tevratın bütün ahkamı tasdik olunmuş, muteberdir) dedikleri hâlde, hükümleri ile amel etmezler. [Sorulduğu zaman ise, (Kitâb-ı mukaddes)in tamâmına inanıyoruz. Eski Ahd yani (Tevrat) da, Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş kitaptır dedikleri hâlde, bunun ahkamı ile amel etmezler. Sebebini sorunca, hükmü nesh oldu, değişti derler. Hem Allahü teâlânın kitabı diye inanıyor, birçok bahislerde hristiyanlık inancının delili olarak Tevrattan âyetler okuyorlar, hem de ahkamı ile amel edilmediği sorulunca, ahkamı mensuhtur diyorlar.] Fakat bazı hristiyanlar, 923 [m. 1517] senesinde ortaya çıkan Luther ismindeki bir papaza uyarak kıbleyi, yani beyt-i mukaddese karşı dönmeyi terketmişlerse de, diğer milyonlarca katolik hristiyan hala beyt-i mukaddese doğru dönmektedir. Hiç birisi, protestanların kıbleye dönmeyi terketmelerine itibar etmemektedir. Çünkü, ibâdetten asıl maksat, Allahü teâlâya tazim ile hamd, sena, niyaz ve duadan, yani yalvarmaktan ibarettir. Kalp huzuru ile mânevî kıymeti haiz olan bir yere dönerek, ibâdet etmekte, tazimi ihlal edecek, ibâdeti bozacak ne gibi bir şey düşünülebilir? Ayrıca, dönülecek cihetin belli olması, kalbin daha fazla huzur bulmasına sebep olur.

İbâdetlerinde, kıyam, rükû ve secde gibi kulluğu bildiren edepler olmayan hristiyanlar, kilisede, sadece birbirlerinin yüzlerine bakarlar. Genç oğlanlar ile kızlar, her ne kadar göz zinasından nehy olunmuşlarsa da, birbirlerinden gözlerini ayırmazlar. Daha sonra, papazın okuduğu ekmek parçasını, tanrı kabul ettikleri Îsâ aleyhisselâmın eti, şarabı da kanı olarak inanıp (İşa-i Rabbânî) diye yiyip içerek, hemen ruh-ül-kuds ile birleştiklerini zannederler. [Protestanlar, bu işa-i Rabbânîyi (evharistiya)yı bir hatıra olarak yiyip içerler.]

İbadetten maksat, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlâya itaat ve tazimdir. Bu 2 dinden hangisinde Allahü teâlâya tazimin bulunduğu ortadadır!

İslam dininde her gün 5 farz namazdan önce ezan ve ikâmet okunur. Müezzin yüksek sesle ezan okur. Yani:

ALLAHÜ EKBER: Allahü teâlâ büyüktür. Ona bir şey lazım değildir. Kullarının ibâdetlerine muhtaç değildir. İbâdetlerin, Ona faydası yoktur. [Bunu, zihinlerde iyi yerleştirmek için bu kelime, 4 kere söylenir.]

EŞHEDÜ EN LÂ İLAHE İLLALLAH: Kibriyası [büyüklüğü] ile ve kimsenin ibâdetine muhtaç olmadığı hâlde, ibâdet olunmaya Ondan başka kimsenin hakkı olmadığına şahadet eder, elbette inanırım. Hiçbir şey Ona benzemez.

EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN RESÛLULLAH: Muhammed aleyhisselâmın, Onun gönderdiği Peygamberi olduğuna, Onun istediği ibâdetlerin yolunu bildiricisi olduğuna şahadet eder, inanırım.

HAYE ALES-SALAH, HAYE ALEL-FELAH: Ey müminler, koşun felaha, saadete, koşun salaha, iyiliğe, yani namaza.

ALLAHÜ EKBER: Ona lâyık ibâdeti kimse yapamaz. Herhangi bir kimsenin ibâdetinin Ona lâyık, yakışır olmasından çok büyüktür, çok uzaktır.

LÂ İLAHE İLLALLAH: İbadete, karşısında alçalmaya müstehak olan, hakkı olan ancak Odur. Ona lâyık bir ibâdeti, kimse yapamamakla beraber, Ondan başka kimsenin ibâdet olunmaya hakkı yoktur, [diyerek müminleri namaza davet eder].

[İnşirah sûresinin 4. âyetinde, Allahü teâlâ, Habîbi Muhammed aleyhisselâm için meâlen: (Senin ismini [şarkta, garbda, yer küresinin her yerinde] yükseltirim) buyuruyor. Garba doğru, bir tul derecesi [111,1 kilometre] gidilince, namaz vakitleri 4 dakika gecikiyor. Her 28 kilometre gidişte, aynı vaktin ezanı birer dakika sonra tekrar okunmaktadır. Böylece, yeryüzünün her yerinde, her ân ezan okunmakta, Muhammed aleyhisselâmın ismi her ân, her yerde işitilmektedir. 24 saat içerisinde Onun isminin söylenilmediği bir ân yoktur.]

Hristiyanların kiliseye davetleri ise, çan çalmakla olur. Müslümanların ibâdete davet şekli ile hristiyanların davet şeklinden hangisinin Allahü teâlâyı tazim ettiği ve ruhani olduğu meydandadır.

Müslümanlar, ezandan sonra, namaz kılarlar. Namaza başlamadan önce, namazın icap ettirdiği şartlar vardır. Bunlar altıdır. Bunlardan biri bulunmazsa, namaz sahih olmaz:

1) Hadesten taharet: Abdesti olmayanın abdest azalarını güzelce yıkamasıdır. [Yahut cünüp olanın gusletmesidir.]

2) Necasetten taharet: Bedenini ve elbisesini ve namaz kıldığı mahalli, görünen maddi pisliklerden temizlemektir.

3) İstikbâl-i kıble: Kâbe-i muazzama tarafına dönmektir. [Kıble cihetini anlamak için, güneşi gören toprağa bir çubuk dikilir, yahut bir ip ucuna anahtar, taş gibi bir şey bağlanıp sarkıtılır. Takvim yaprağında yazılı (Kıble saati) vaktinde, çubuğun, ipin gölgeleri kıble istikâmetini gösterir. Gölgenin güneş bulunduğu tarafı, kıble ciheti olur.]

4) Setr-i avret: Gerek erkeklerin ve gerekse kadınların namaz kılarken İslamiyetin bildirdiği avret yerlerini örtmeleridir. Avret yerlerini, her yerde, her zaman başkalarının yanında, örtmek farzdır, lâzımdır.

5) Vakit: Her milletin bazı ibâdetlerinde muayen vakit olduğu gibi, müslümanların namazlarını da, Allahü teâlâ, belli vakitlere tahsis etmiştir. Vakti gelmeden evvel ezan okumak büyük günahtır ve kılınan namaz sahih olmaz.

6) Niyet: Kılacağı namazın ismini ve vaktini bilmek ve herhangi bir dünyevi sebep ile değil, ancak Allahü teâlânın emri ve rızası için olduğunu bilmektir.

Hristiyanlar, kiliseye yıkanmadan gitmektedirler. Pis kokuları ile birbirlerini rahatsız etmektedirler. Belli bir cihete dönerek, kalp huzuru ile Allahü teâlâya ibâdetleri olmadığı için, hep birbirlerine bakmaktadırlar.

Müslümanların, ibâdetler için olan şartları ile hristiyanların ibâdetleri karşılaştırılırsa, hangisinin daha ruhani ve kulluğa uygun olduğu belli olur.

Şimdi, namazın rükünlerinin ne olduğunu beyan edelim:

1) İftitah tekbîri: Bir müslüman namaz kılmaya başlarken, önce, ellerini kaldırıp, Allahü teâlâdan gayrı her şeyi kalbinden çıkararak, kalp huzuru ile Allahü teâlânın huzuruna çıktığını hatırlayarak (Allahü ekber) der. Bunun mânâsı, (Allahü teâlâ, zihne gelen her şekilden ve hayallerden ve mahluklara benzemekten uzak ve kamillikle vasf olunan her şeyden, daha büyüktür) demektir.

2) Kıyam: Tam bir huşû ve edep ile Allahü teâlânın huzurunda ellerini bağlayıp, ayakta durmaktır.

3) Kıraat: Allahü teâlânın ismi şerifi ile Fâtiha-i şerifi okumaktır ki daha önce meâl-i şerifini bildirdiğimiz gibi, Allahü teâlâya hamd-ü sena ve tazim ile hidayet ve selamet için duadır. [Kıyamda, Fâtiha-i şerife ile birlikte, bir sûre veya âyetler okunur.]

4) Rükû: Bir kere, eğilerek, ellerini diz kapaklarına bağlayarak, sırtını ve başını düz tutmaktır. Rükûda, (Sübhâne Rabbiyel azim) denir ki mânâsı, (Her şeyden büyük olan Rabbimi her türlü ayıp ve noksan sıfatlardan münezzeh ve mukaddes bilirim) demektir. [Bu 3, 5, 7, 9 veya 11 defa, söylenilebilir.]

5) Secde: Kendini âciz bilerek, tazarru ve niyaz ile 2 kere yere yüzünü koyarak (Sübhâne Rabbiyel alâ) denir. Mânâsı, (Her şeyden yüksek, ali olan Rabbimi bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve mukaddes bilirim) demektir.

İslam dininde rükû ve secde, ancak varlığı mutlak lazım olan, Allahü teâlâya yapılır. Müslüman, namazda Kâbe-i muazzamaya dönerek, Allahü teâlâya secde etmektedir. Kâbeye karşı secde edilir. Kâbe için secde edilmez. Kâbe için secde eden kâfir olur. Hiç bir insana ve hiç bir mahluka karşı secde etmek câiz değildir. Çünkü insan, Allahü teâlânın yarattığı mahlukların en şereflisi olup yaratılışta, yani insanlıkta, hiç birisinin diğerinden farkı yoktur. Maddi makâm ve rütbeler ise, insanın mahiyetini değiştiremez. [Kendilerinin ilah olduklarını iddia eden, Firavunlar ve Nemrudlar dahi, diğer insanlar gibi yemekten, içmekten ve diğer beşeri ihtiyaçlardan ve ölümden kurtulmuş değillerdir. Allahü teâlânın, insanlar içerisinden seçmiş olduğu kulları olan Peygamberler “aleyhimüsselâm” de, sıfat-ı beşeriyede diğer insanlarla aynıdır. Yani, onlar da yerler, içerler, soğukta üşürler. Ancak, Allahü teâlâ, onlara hususi nimetler ve çeşitli mucizeler ihsan etmiştir. Hiç bir sâlih kul, Peygamber derecesine kavuşamaz. Peygamberler masumdurlar. Asla günah işlemezler. Bazı Peygamberlerden zelle sadır olmuştur. Zelle, günah demek değildir. Bir işi, en güzel şekilde yapmamak demektir. Güzeldir, fakat en güzel değildir.]

Yüzünü yere koymak, yani secde ederek tazim etmek, kişinin kendi zilletini, aşağılığını ve tazim ettiği zâtın şanının büyüklüğünü ve yüceliğini itiraf etmektir. Böyle bir tazim ise, hakiki nimet verici ve kainatın yaratıcısı olan, Allahü teâlâdan başkasına lâyık değildir. Hatta, böyle tazimler şöyle dursun, Peygamber efendimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ashâb-ı kirâmı “aleyhimürrıdvân” kendisi gelince ayağa kalkmaktan nehy buyurmuştu. Onun Ashâbı arasında, kendisine tahsis edilmiş her hangi bir oturma yeri, taht, sedr gibi bir şeyi de yoktu. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ashâb-ı kirâmın yanına geldiği zaman, boş olan münasib bir yere otururdu. Kendisini tanımayanlardan o meclise gelenler, kendisini bilemez (Resûlullah kimdir?) diye sorarlardı. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, böyle hareket edince, diğer âciz insanların ne yapması lazım olduğu düşünülmelidir.

6) Kadede teşehhüd miktarı oturmak: Başını 2. secdeden kaldırınca, 2 diz üzerine oturup, tehiyyat okumaktır. Tehiyyatın mânâsı: (Yapılan bütün tazimler, hürmetler ve ibâdetler Allahü teâlâya mahsustur ve ey Nebiy-i zişan, selamet ve Allah’ın rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Selamet bizim üzerimize ve bütün sâlih kulların üzerine olsun. Ben şahadet ederim ki Allahü teâlâdan başka, kendisine ibâdet edilip, tapınılacak ilah yoktur ve Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın kulu ve resûlüdür.) İşte, müslümanların günde 5 defa edâ etmekle mükellef oldukları, farz namazların, altı rüknü, temel direği bunlardır. Âdem aleyhisselâmdan beri, her Peygamberin ümmetine günde bir vakit namaz kılmak emrolunmuş idi. Namazın en kâmil şekli, ancak ahir zaman Peygamberine emir ve ihsan buyurulmuştur.

Namazın rüknleri olan bu amellerde, Allahü teâlânın ülûhiyetine ve tazime noksanlık olacak bir şey var mıdır? Ne garibdir ki İslamiyette, rüknleri ve şartları açıkça bildirilen ibâdetlerin, ruhani olmadığını iddia eden protestanların, vaftiz, kurban (işa-i Rabbânî) ve İncil kıraatinden başka ibâdetleri yoktur. Müslümanların namazı ruhani değilmiş de, hristiyanların bu ibâdetleri ruhani imiş (!).

(Menakıb-i çihar-i yar-ı güzin) de, Ali “radıyallahü teâlâ anh”ın 93. menkıbesinde diyor ki İmâm-ı Ali “radıyallâhu anh” namaza durunca, etrafında yapılanlardan hiç haberi olmazdı. Bir cengde, mübarek ayağına ok girdi. Kemiğe saplandı. Cerrah bunu çıkarırken ağrısına dayanamazsın. Önce, münevvim yani uyuşturucu ilaç verip uyutacağım dedi. İlaca lüzum yok. Namazımı kılarken çıkar buyurdu. Namazda iken mübarek ayağını yarıp, demiri kemikten çıkardı ve yarayı sardı. Namaz bitince, çıkardın mı dedi. Evet deyince, Allah hakkı için, hiç acı duymadım buyurdu. Sâlih müslümanların namazlarının böyle olduğunu bildiren çok hadis-i şerif vardır.

Hristiyanların ibâdetlerini de kısaca inceliyelim:

1) Vaftiz: [Hristiyan ibâdetlerinin yani Sakramentlerin 1.dir. Hristiyanlar, vaftizin Îsâ aleyhisselâm tarafından konulduğuna inanırlar.] Îsâ aleyhisselâm ömrü boyunca kimseyi vaftiz etmedi. Vaftiz yapınız diye bir emir de etmedi. [Hristiyan olmak için ve bir kiliseden diğerine geçmek için, vaftiz yapılmasının şart olduğuna inanan hristiyanlar, vaftizi, Baba, oğlu, ruhülkuds adına yaparlar. Hristiyanlara göre vaftiz, Îsâ aleyhisselâmın mânevî vücudu, yani ilahlığı ile maddi vücudunun birleşmesi ve ruhülkuds ile yeniden doğuştur. Asli günah dedikleri, ta Âdem aleyhisselâmdan geldiğine inandıkları suçun, vaftizle affedileceğine inanırlar. Vaftiz kilisede yapılır. Kiliseler arasında vaftizin yapılışı birbirinden farklıdır. Bâzıları kudsiyetine inanılan bir suya daldırarak, bâzıları su serperek, bâzıları da, başına su dökmek sûretiyle vaftiz yaparlar. Vaftiz yapılacak kimsenin yaşı da kiliseler arasında değişiktir. Hristiyanlar vaftiz yapılmadan ölenin günahkar olarak öldüğüne inanırlar.] Burada, rûhâniyete ait hiç bir şey yoktur.

2) Kurban: (İşa-i Rabbânî veya Evharistiya): Bunun tafsilatını yukarıda zikretmiştik. [İncile göre, Îsâ aleyhisselâm, Havarileri ile birlikte yediği son akşam yemeğinde ekmeyi parçalayıp, alın yiyin, bu benim etimdir diyerek, havarilere verdi. Bir kase içindeki şarabı uzatıp, alın içiniz, bu benim kanımdır diyerek onlara içirdi. Pavlos bunu te’vil etti. Kilise ise, onu ayin haline getirdi. Önce senede bir defa yapılırken, sonradan her hafta yapılmaya başlandı. Papazlara sorarız, şarap içmek, şaraplı ekmek yemek ibâdet olur mu? Böyle, ibâdet olarak yapılan bir işin rûhâniyet neresindedir?]

3) İncil Okumak: Papaz İncilden bir parça okumakta, hazır olanlar da, bunu anlamadan dinlemektedirler. Bu da ruhani olamaz. Çünkü bugünkü İnciller, Îsâ aleyhisselâma semadan gönderilen mukaddes kitap olmayıp, insan sözleridir.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler