İNCİL DENİLEN 4 KİTAP HAKKINDA İNCELEMELER
Protestan papaz, neşrettiği bir risalede şöyle demektedir: (İncillerin tarihinden habersiz olan müslümanlar, hristiyanların ellerinde olan İncillerin aslının olmadığını, hristiyanların İncilde Muhammed aleyhisselâmın peygamberliği hakkında varid olan, bazı İncil ayetlerini gizlemek için, İncili tahrif ettiklerini, değiştirdiklerini iddia ederler. Buna şu cevap verilir: İmâm-ı Buhârî, Şâh Veliyullah-ı Dehlevî, Fahreddin-i Razi ve Hindistan âlimlerinden Seyyid Ahmed ve diğer âlimler, bugün kullanılan İncillerin hazret-i Muhammedin “sallallâhü aleyhi ve sellem” zamanından evvel kullanılan İncil nüshalarının aynı olup tahrif edilmemiş olduğunu beyan etmişlerdir. Bugün Avrupanın bazı meşhur kütüphanelerinde bulunan çok eski İncil nüshaları da, bu sözümüzü tasdik ederler. Bundan dolayı, eğer müslümanların ellerinde bulunan İncillerde ve o İncillerin asır-ı saadetten evvel muhtelif lisanlara yapılan tercümelerinde, İncilin tahrif iddialarını kuvvetlendirecek bir delil varsa, hepsini müslümanların ortaya koymalarını isteriz.)
Biz müslümanlar, onların bu davetlerini memnuniyet ile kabul edip, istedikleri delilleri birer birer ortaya koyacağız.
Bilindiği gibi, hristiyanlık akidesinin [inancının] esâsı olan (Kitâb-ı mukaddes), (Ahd-i Atik) ve (Ahd-i Cedid) ismiyle 2 kısma ayrılır: (Ahd-i Atik=Eski Ahd) ismindeki kısmı, Semavi kitap olan Tevrattan alındığı bildirilen parçalar ile bazı Beni İsrail Peygamberlerine isnad edilen hikayelerden meydana gelmiştir. (Ahd-i Cedid=Yeni Ahd) ise, İncil denilen 4 kitap ile bazı havarilerin ve Pavlos’un etraflarındaki yerlere gönderdikleri iddia edilen bazı mektuplardan, risalelerden ibarettir. Ahd-i Atik kitaplarının tahrif edildiği, hıristiyanlar tarafından da, tasdik edilmiştir. Bu hususta geniş malumat almak isteyenler, Rahmetullah Efendinin “rahmetullâhi aleyh” Arabî (İzharü’l-hak) kitabına ve bunun türkçe tercümesi olan (İbraz-ül-hak) kitabına müraceat edebilirler. Biz burada, Ahd-i Atik ile ilgili geniş malumat vermeyeceğiz. [Yahudiler, nasranilere eziyet ve işkenceyi arttırdılar. Bu zulümleri, cinayetleri yetişmiyormuş gibi, Îsâ aleyhisselâma ve annesi hazret-i Meryeme çok kötü iftirâlarda bulundular. Hatta, o yüce Peygambere veled-i zina, mübarek annesine fahişe kadın diyecek kadar işi azıttılar. İseviler, Allahü teâlânın gönderdiği Tevrat kitabında böyle çirkin, iğrenç iftirâların bulunmadığını ispat etmek için, Tevratı latinceye tercüme ettiler. Yahudi dininin iç yüzü ve yahudilerin, müslümanlara ve hristiyanlara karşı yaptıkları iftirâları ve düşmanlıkları, kitabımızın sonunda, (Yahudilik, Tevrat ve Talmud) başlığı altında uzun bildirilmiştir.]
Protestan tarihçilerinden Strauss [Strauss, (David Friedrich) Alman tarihçisidir. 1874’de öldü. (İsa’nın hayatı), (hristiyanlık talimi), (İsa’nın yeni hayatı) gibi, eserler neşretti.] şöyle demektedir: (Hristiyanlığın ilk yayıldığı zamanlarda, hristiyanlar, yahudiler tarafından çeşitli zamanlarda değiştirilmiş olan Ahd-i Atiki yunancaya tercüme ettiler. Bu tercüme o zaman, Beni İsrailin ellerindeki israiliyat kitaplarına uymuyor diye yahudiler, buna karşı çıktılar. Hıristiyanlar, yahudileri susturacak cevaplar bulmak için, Ahd-i Atikin bu yunanca tercümesine yeniden ilaveler yaptılar. Mesela, Îsâ aleyhisselâmın babaları diyerek, bazı isimler Zebur’a sokuldu. Îsâ aleyhisselâmın Cehennemlere girmesi kısmı Ermiya kitabına yerleştirildi. Yahudiler bu tahrifleri görüp, “bunlar bizim kitaplarımızda yoktur” diye feryat ettikçe, papazlar “Ey Allahtan korkmaz hilekarlar! Siz kütüb-i mukaddeseyi tahrif etmeye cesaret ediyorsunuz” diye yahudilere saldırdılar. Daha sonra, hristiyanlarla yahudiler arasındaki bu çekişme ilerledi. Hıristiyan papazlardan bir kısmı da şüphe ve tereddüte düştü. Böylece hristiyanlar pek çok fırkalara bölündüler. Bu ihtilaflar, aralarında büyük harblerin yapılmasına sebep oldu. Îsâ aleyhisselâmdan 325 sene sonra, Bizans imparatoru Büyük Konstantin’in emri ile 319 papaz, İznik’te bir mecliste toplandılar. Her birinde pek çok şüpheler ve zıtlıklar bulunan (Kitâb-ı mukaddes) nüshaları hakkında meşveret ve tahkik ile işe başladılar. Bu mecliste hazret-i İsanın ulûhiyyetine inananlar gâlip geldi. İsrailiyat kitaplarından tercüme ettikleri kısımları da karıştırarak (Kitâb-ı mukaddes) i yeni bir şekle soktular. Kabul ettikleri bu nüshanın dışındaki diğer nüshaların şüpheli olduklarına karar verdiler. Cirum’un, bu nüshaya yazdığı mukaddemede bu husus bildirilmektedir. [Cirum, Ing. Jerome Saint, Araplar buna Irunimus demektedirler. İstanbul’da 3 sene kaldı. 382’de Roma’ya gitti. Papanın sekreteri oldu. Kitâb-ı mukaddesi Latinceye tercüme etti. 30 Eylülde yortusu yapılır. Yaptığı tercüme kilisenin resmi metni olmuştur.] 364 senesinde Lodisiye isimli bir meclis daha toplandı. Bu meclis, Ahd-i Atik kitaplarını kabul ettikten sonra, İznik meclisinde reddedilen (Kitâb-ı Ester) ile Havarilere isnad edilen 6 risalenin sıhhat ve doğruluğunu kabul etti. Bunlar, (Risale-i Yakub), (Petrus’un 2. risalesi), (Yuhanna’nın 2 ve 3. risalesi), (Yehuda risalesi), (Pavlos’un ibranilere yazdığı risale)dir. Bu kitap ve risalelerin doğruluğunu her yere ilan ettiler. (Yuhanna’nın müşahedeler kitabı yani vahiy kitabı) 325 ve 364 senelerinde toplanan her 2 mecliste de kabul edilmeyip, şüpheli kaldı. Bundan sonra, 397 senesinde Kartaca’da 126 kişiden müteşekkil bir meclis daha toplandı. Bu meclis, daha önceki 2 meclisin şüpheli, uydurma gözü ile bakıp, reddettikleri kitaplardan, birkaç tanesinin daha doğruluğunu kabul etti. Bunlar, (Kitâb-ı Tubiya), (Kitâb-ı Baruh), (Kitâb-ı Kilisai), (Kitab-ül-Makkabiyin), (Kitâb-ı müşahedât-ı Yuhanna, yani Vahiy kitabı)dır. Kartaca meclisinde bu kitapların kabulünden sonra, şüpheli denilmiş olan kitaplar, bütün hıristiyanlarca makbul oldu. Bu hâl, 1200 sene kadar böylece kaldı. Protestanlığın ortaya çıkması ile (Kitâb-ı Tubiya), (Kitâb-ı Baruh), (Kitâb-ı Yehudiyet), (Kitâb-ı Kezdüm), (Kitâb-ı Kilİsai), (Kitab-ül-Makkabiyin-i evvel ve sani) hakkında büyük tereddütler meydana geldi. Protestanlar, daha önceki hristiyanların kabul ettikleri bu kitapların doğru olmadığını ve reddedilmelerinin vâcib olduğunu söylediler. (Kitâb-ı Ester)in de bazı bablarını reddettiler. Bazı bablarını kabul ettiler. Bu red ve inkarlarını çeşitli deliller ile ispat ettiler. Bunlardan birisi, bu kitapların aslının İbrani ve Kildani lisanları ile olduğu ve şimdi bu lisanlarda mevcûd böyle bir kitabın olmamasıdır. Tarihçi papaz olan Vivisbius, kitabının 4. cildinin 22. babında yukarıda zikrettiğimiz bu kitapların bilhassa (Kitab-ül-Makkabiyin-i sani)nin tahrif edilmiş olduğunu yazmıştır.)
Protestanlar, 1200 seneden beri, bütün hıristiyanların (Ruh-ül-kuds) kutsal ruh ile ilhâm olunmuş zannettiklerini ve verdikleri kararları, hıristiyanlığın esâsı kabul ettikleri (Konsil), yani eski ruhban meclislerinin yanlış ve batıl şeyler üzere icmâ ve ittifak etmiş olduklarını kabul ve itiraf ettiler. Böyle olmakla beraber, yine o meclislerin akıl ve kabulden çok uzak olan, bir çok kararlarını kendileri de kabul ettiler. Böylece, birbirine zıd esaslar üzerine kurulmuş, misli görülmemiş bir yola girdiler. Aslı, esâsı böyle şek ve şüphelerle örtülmüş olan bir din, nasıl olur da, akıl sâhibi milyonlarca hıristiyan tarafından, kalpleri kendisine bağlayan, kurtuluş ve saadet vesilesi olarak kabul edilebilir? Bu hâli görenler (Bu iş hayret edilecek şeydir) diyerek hayretten parmaklarını ısırırlar.
Hıristiyanlar, gerek (Ahd-i Atik), gerekse (Ahd-i Cedid) kitaplarından îman esaslarını tesbit etmektedirler. Bu kitaplar şüphe ve tereddütlerden uzak değildir. Hiç birisinin, aslı sahih bir senet ile zamanımıza kadar geldiği ispat edilmiş değildir. Yani Îsâ aleyhisselâmdan, âdil kimselerce zamanımıza kadar ulaştırılmış değildir. Bilindiği gibi, bir kitabın doğruluğunun ve semaviliğinin, yani Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş olmasının kabulü, (şu kitap falan Peygamber vasıtası ile yazılmış, değiştirilmekten ve bozulmaktan uzak, muttasılan sağlam senet ile âdil kimseler tarafından rivayet edilerek bize kadar ulaşmıştır) diye bildirilmesine bağlıdır. Akıl-ı selim sâhibi olanlara, sağlam delillerle bu husus ispat edilmedikçe, o kitap hakkında şüphe ve tereddütler yok olmaz. Çünkü, sadece kendisine ilhâm geldiği zannedilen şahıslara isnad edilen bir kitap, o şahsın bizzat kendisinin tasnif etmiş olduğunu ispata kâfi değildir. Ayrıca bir veya birkaç hıristiyan fırkasının taassup ve gayret ile mücerred olarak doğruluğunu iddiaları da, bu kitapların sıhhatini ispata kâfi değildir. Hıristiyan papazların (Kitâb-ı Mukaddes)lerinin sıhhatini, geçmiş Peygamberlerden veya Havarilerden birine isnattan başka ortaya koyacakları bir delilleri yoktur. Bu iddiaları, îtikat [îman] esaslarını beyan eden ve doğruluğunda kalplerden şüpheleri giderecek, ikna edici delillerden değildir. Hiç bir akıl sâhibi, kendisini dünyada rahata ve huzura, ahirette de, azaptan kurtaracak ve sonsuz saadete kavuşturacak dini, zayıf esaslar üzerine kurarak, emin ve rahat olamaz. Halbuki Ahd-i atikin içindeki kitapların bir çoğunu ve Ahd-i cedid kitaplarından, hazret-i Îsâ ve hazret-i Meryem’den ve o asırlardan bahseden yetmişi mütecaviz, hatta bâzıları bugün mevcûd olan kitapları hıristiyanlar inkâr edip, bunlar uydurulmuş yalanlardır, demektedirler. (İzhar-ül-hak) kitabında bu hususta geniş bilgi vardır.
Hıristiyan papazların eskileri ve sonra gelenleri ittifak ile bildiriyorlar ki Matta İncili ibranice idi. Hıristiyan fırkaları, birbirlerinden ayrılmaları sebebi ile sonradan bu asıl nüshayı kaybettiler. Bugün mevcûd olan Matta İncili, ibranice asıl nüshanın tercümesidir. Bu tercümeyi yapan kimsenin kim olduğu da belli değildir. Zamanımıza kadar müterciminin kim olduğunun bilinmediğini hristiyan papazların ileri gelenlerinden olan Cirum da itiraf etmektedir.
Katolik Thomas Ward, (Cirum yazdığı bir makalesinde, eski hristiyan âlimlerinden bâzıları Markos İncilinin son babının ve bâzıları Luka İncilinin 22. babının bazı ayetlerinde ve bâzıları yine Luka İncilinin ilk 2 babının doğruluğunda şüpheye düştüler. Hıristiyanların Marsiyon (Marcion) fırkasının ellerinde bulunan İncil nüshalarında bu 2 bab yoktur) demektedir. Nortin (Norton) 1253 [m. 1837] senesinde Boston’da basılan kitabının yetmişinci sayfasında, Markos İncili hakkında şöyle diyor: (Bu İncilde tahkike muhtaç ibareler vardır ki 16. babının 9. ayetinden sonuna kadar olan ayetlerdir.) Metinde bir şek ve şüphe alâmeti göstermeyip, şerhinde bu ayetlerin İncile sonradan sokulduğunu söyleyen ve bunun delillerini sıralayan Nortin, hayretini bildirerek, şöyle demektedir: (Kitapları istinsah eden katiblerin adetlerini incelediğimiz zaman, onların metinlerdeki ibareleri anlayıp yazmaktan ziyâde, metinlere kendi fikirlerini sokmaya çalıştıklarını görürüz. Bu husus bilinince, İncildeki ibarelerin niçin şüpheli olduğu anlaşılır.)
[NORTON ANDREWS: Amerikan İncil bilgini ve muallimidir. 1786’da doğdu. 18 Eylül 1853 de öldü. 1804 senesinde Harvard’dan mezun oldu. İlahiyat üzerinde çalıştıktan sonra, Bowdoin kolejinde, 1809 yılında ders verdi. 1818 yılında Harvard’a matematik muallimi olarak döndü. 1813 yılında üniversitenin İncil tefsircisi oldu. 1819 dan 1830 senesine kadar edebiyat profesörünün yardımcılığını yaptı. Teslisi reddeden ve Tevhid akidesini [inancını] savunan (unitarianism) mezhebinin kuvvetli müdafilerindendir. Calvenizmi ve Tehodere Parker tarafından temsil edilen naturalist [tabiîyeci] teolojiyi şiddet ile reddetti. 1833 yılında (A Statement of Reasons for not believing the Doctrines of Trinitarians: Teslis fikrine inanmamak için makul bir beyan) kitabını yazarak neşretti. (Encyclopedia Americana cilt-20, sh. 464)].
Yuhannaya nisbet edilen İncilde de sağlam bir rivayet senedi yoktur. Markos İncili gibi, tahkike muhtaç, mübhem, hatta birbirine zıd ibareleri vardır. Mesela:
Birincisi: Bu İncilde, Yuhannanın gördüğü şeyleri yazmış olduğuna dair açık bir delil yoktur. Bir şeyin aksi ispat edilmedikçe, eski halinin doğruluğuna hüküm edilir.
İkincisi: Yuhannanın 21. babın 24. âyetinde (İşte bu cümleleri [yani Yuhanna İncilini] yazan ve doğruluğuna şahadet eden şakird budur, [yani Yuhannadır.]. Biz onun şahadetinin doğru olduğunu biliriz) denilmektedir. Görülüyor ki bu sözü Yuhanna hakkında, Yuhanna İncilini yazan katib söylemiştir. Bu ayette Yuhanna’ya gaib zamiri olan (O) ile işaret edilmiş, asıl kitabı yazan (uyduran) katib kendisini mütekellim, (yazan kimsenin kendisi) sıgası ile (Biz) diye yazmıştır. Bundan anlaşıldığı gibi, Yuhanna İncilini yazan Yuhannanın kendisi olmayıp, bir başkasıdır. Kendisi, Yuhannanın şahadetinin doğru olduğunda malumatı olduğunu iddia etmiştir. Bunlardan anlaşılan; bu İncili yazan adam Yuhannanın bazı mektuplarını ele geçirip, bazı ibareleri çıkarmış, bazı şeyler de ilave ederek, bu kitabı yazmıştır.
Üçüncüsü: Miladi II. asırda, Yuhanna İncili üzerine ihtilafların ve inkarların meydana çıktığı zaman, Yuhanna’nın talebelerinden Polycarpenin (Poltarp) talebesi İriyüs [Arb. İyryanus], hayatta idi. Niçin inkarcılara cevap verip naklettiği, rivayet ettiği, İncili tashih edip, sahihliğinin delillerini ortaya koymamıştır. Eğer rivayet ettiği doğru olsaydı feryat eder, (benim rivayetim doğrudur) derdi. Eğer bu hususun doğruluğu Polycarpe ile talebesi İriyüs arasında geçmemiştir denilirse, bu söz hakikatten çok uzaktır. İriyüs pek çok lüzumsuz meseleleri durmadan, üstadından sorarak öğrenirken, (Bu İncil, Yuhanna’nın mıdır?) sualini sormaması ve bunu öğrenmemesi mümkün midir? Eğer unuttu denilirse, bu daha uzak bir ihtimaldir. Zira İriyüs, üstadının yolunu, adetlerini çok iyi bilmesi ve duyduğu şeyleri layıkıyle hıfz etmesi ile bilinmektedir. Yosibis (Eusebe) 1263 [m. 1847] senesinde neşredilen tarihinde, 5. cilt, 20. babı, 219. sayfasında İriyüs’ün, Yuhanna İncilinin rivayet edildiği lisanlar hakkında olan sözünü, şöyle nakletmiştir: (Ben Allahü teâlânın fadlı ile şu sözleri işittim ve bunları ezberledim. Her hangi bir şey üzerine yazmadım. Eskiden beri adetim budur. Böylece ezberlediğim şeyleri dâima tilâvet eder, okurum.) Buradan anlaşılıyor ki 2. asırda dahi, İncili inkâr edenler olmuş ve onlara karşı cevap verilerek, doğruluğu ispat edilememiştir. Hıristiyan âlimlerinden Selsus (Celsus), miladın 2. asrında (Hıristiyanlar, İncillerini 3-4 defa, belki daha fazla, mânâsını değiştirecek şekilde, tebdil ve tahrif ettiler) diye feryat etmiştir. (Mâni Kiz) fırkasının ileri gelen âlimlerinden Fastus da miladi 4. asırda: (İnciller üzerinde tahrif yapılmıştır. Bu doğrudur. Ahd-i Cedidi ne Îsâ aleyhisselâm, ne de Havarileri telif etmemiştir. Bilakis hâli meçhul kimseler telif etmiştir. İnsanların itibarını kazanmak için de, Havarilere ve onların arkadaşlarına nisbet etmişlerdir. Birçok yanlışlıklar ve tenakuzlar bulunan kitaplar telif ederek hristiyanları incitmişlerdir) demektedir.
Dördüncüsü: Katolik Herald, 1844 senesinde neşredilen kitabının 7. cilt, 250. sayfasında, Estadlen ismli müelliften rivayet ile bu Yuhanna İncilini İskenderiye mektebi talebelerinden birisinin yazmış olduğundan, hiç şüphesi olmadığını bildirmiştir.
Beşincisi: Bretşnayder, Yuhanna İncilinin tamamı ve Yuhannanın mektuplarının hepsinin Yuhannaya ait olmayıp, 2. asırda meçhul bir şahıs tarafından yazılmış olabileceğini bildirmiştir. [Al: Bretschneider 1776-1848 Alman Protestan teologu [ilâhîyatcısı]dır. İncili tenkid eden kitap yazmıştır.]
Altıncısı: Kirdinius, (Yuhanna İncili 20 bab idi. Sonradan Efsus [Efes] kilisesi 21. babı ilave etmiştir) demiştir.
Yedincisi: Bu Yuhanna İncilini ve Yuhanna’nın bütün yazdıklarını miladın 2. asrında Vecin (Alogiens) fırkasında olanlar inkâr ettiler.
Sekizincisi: Yuhanna İncilinin, 8. babının başında olan on bir ayetini bütün hristiyan ilim adamları reddetmiştir. Japonca tercümesinde de yoktur.
Dokuzuncusu: 4 İncil, telif edilirken, senetsiz pek çok batıl rivayetler içerisine karıştırılmıştır. Bu rivayetlerle dahi, eldeki 4 İncilin sıhhatine, doğruluğuna dair getirebilecekleri bir senetleri yoktur. 1237 [m. 1822] senesinde, Thomas Hartwell, neşrettiği tefsirinin 4. cilt, 2. babında şöyle diyor: (İncillerin telif zamanları hakkında bizlere ulaşan nakil ve haberler tamamen noksan ve neticesizdir. İncillerin sıhhati hususunda bizlere hiç bir yardımları yoktur. Hıristiyanların ilk din adamlarının ileri gelenleri, batıl rivayetleri tasdik ve kabul ederek, durmadan yazdılar. Daha sonra gelenler de, onlara hürmeten, yazdıklarını nasıl olursa olsun, hiç düşünmeden ittifak ile kabul ettiler. İşte bu yalan yanlış rivayetlere, bir katibden diğer katibe, bir nüshadan diğer bir nüshaya nakledilerek zamanımıza kadar geldi. Üzerinden asırlar [yüz yıllar] geçtikten sonra, İncilleri batıl rivayetlerden temizlemek çok zor olmuştur.) Yine aynı ciltte diyor ki (İncil-i evvel, yani Matta İncili miladın 37, 38, 41, 47, 61, 62, 63, 64 veya 65 senelerinde, İncil-i sani, yani Markos İncili miladın 56. senesinde veya daha sonra 65. senesine kadar herhangi bir senede telif olunmuştur. Gâlip olan rivayete [görüşe] göre, 60 veya 63’de telif olunmuştur. İncil-i salis, yani Luka İncili miladın 53, 63 veya 64 senesinde, Yuhanna İncili ise, 68, 69, 70 veya 98 senesinde yazılmıştır.) İbranilere mektup ve Petrus’un 2. risalesinin ve Yuhanna’nın 2. ve 3. risalelerinin, risale-i Yakub’un ve risale-i Yehuda’nın ve müşahedât-ı Yuhanna’nın (Yuhanna’nın vahyinin) bazı kısımlarının, Havarilerden rivayet edildiği hususunda hiçbir senet ve vesika yoktur. Bunların, 365 senesine kadar sıhhatları şüpheli idi. Bazı kısımları ise, bu ana kadar, hıristiyan din âlimlerine göre yanlış ve reddedilmiş idi. Hatta süryani lisanına yapılan tercümelerinde bu kısımlar yoktur. Arap kiliselerinin hepsi, Petrus’un 2. risalesini, Yuhanna’nın 2. ve 3. risalelerini, risale-i Yehuda ve müşahedât-ı Yuhanna’nın sıhhatını [doğruluğunu] kabul etmediler. Süryani kiliseleri de, aynı şekilde, başlangıcından bugüne kadar, bunları inkâr etmişlerdir. İncil araştırmacısı Horn, tefsirinde, 2. cilt, 206 ve 207. sayfalarında diyor ki: (Petrus’un risalesi, risale-i yehuda, Yuhannanın 2. ve 3. risaleleri ve müşahedâtı, yani vahyi ve Yuhanna İncilinin 8. babının 2. ayetinden 11. ayetine kadar 9 âyet, Yuhanna’nın 1. risalesinin 5. babının 7. ayeti, İncilin Süryanice tercümesinde asla mevcûd değildirler.) Demek ki Süryani tercümeyi yapan mütercim, bu zikir ettiğimiz kısımların doğru ve şeri bir hüküm için senet olamayacağını anlamış ve tercüme ederken farkına varabildiği bu yerleri tercüme etmemiştir. Katolik Ward, 1841 senesinde neşrettiği kitabının 37. sayfasında, protestanların ileri gelenlerinden Rogersin, (Risale-i ibraniye, risale-i Yakupu ve Yuhannanın 2 ve 3. risaleleri ile müşahedâtını, îtikaten tekzib ettiğinden, papazların ileri gelenleri, bu risaleleri (Kitâb-ı mukaddes) den çıkarmışlardır) dediğini bildirmektedir. Protestan papazlarından Daktris de, Yosniysin zamanına kadar, her kitabın doğruluğunun kabul edilemediğini bildirerek, risale-i Yakup, risale-i Yehuda, Petrusun risale-i saniyesi ve Yuhannanın risale-i saniye ve salisesi, Havarilerin toplayıp yazdıkları şeyler olmadığında ısrar etmiştir. Ayrıca, (Risale-i ibraniye, bir zamana kadar red olunduğu gibi, Petrusun risale-i saniye ve salisesi ile müşahedât-i Yuhanna ve Yehuda risalesi, Süryani ve Arap kiliselerince doğruluğu kabul edilmemiş iseler de, bizlere göre doğruluğu teslim edilir, yani doğru kabul ederiz) demiştir.
Hıristiyan İncil tefsircilerinden Dr. Nathaniel Lardner, tefsirinin 4. cilt, 175. sayfasında (Serl ve onun asrında olan Orşilim, yani Kudüs kilisesi, Müşahedât-i Yuhanna kitabının doğruluğunu kabul etmemiştir) dediğini bildirdikten sonra, (Serlin, yazdığı Kanun fihristinde bu kitabın ismi dahi yoktur) demiştir. 323. sayfasında de: (Müşahedât-i Yuhanna, eski İncillerin Süryaniceye yapılan tercümelerinde yoktur. Ne Webar Hiberios, ne de Yakup ismli müellifler tarafından bunun üzerine şerh yazılmamıştır. Waybidicsu da, Petrus’un 2. risalesini, Yuhannanın 2 ve 3. risalelerini ve Müşahedât-i Yuhanna’yı ve Yehuda risalesini, kendi kitap fihristine almamıştır. Bu hususta Süryanilerin görüşleri de budur) diyerek, etraflı malumat vermiştir.
Katolik Herald de, kitabının 7. cilt 206. sayfasında diyor ki: (Raus kitabının 160. sayfasında, protestan papazlarının ileri gelenlerinin ekserisi Yuhannanın Müşahedât (Vahiy) kitabının doğruluğunu kabul etmezler). Prof. Rabwald de, kuvvetli deliller ile ispat ederek diyor ki (Yuhanna İncili, Yuhannanın risaleleri ve Müşahedâtı yalnız bir kişinin yazdığı şeyler olamaz). Vivisbius, tarihinin 7. cilt, 25. babında Webvnisichinden naklederek, eski papazlar, Yuhannanın Müşahedâtını Kitâb-ı mukaddesten çıkarıp reddetmeye çalıştıklarını anlatırken diyor ki: (Bu Kitâb-ı Müşahedât, baştan sona kadar mânâsızdır. Onu, Havarilerden olan Yuhannaya nisbet etmek de çok yanlıştır. Cahillik ve hakikati görmemektir. Onu yazan kimse, ne havari, ne mesihi ve ne de sâlih bir kimse değildir. Belki bu Müşahedâtı Sern Tehsin (Cerinhac) isminde bir Romalı yazdı. Yuhannaya nisbet edilerek Yuhanna yazdı denildi.) diye yazmaktadır. Daha sonra, kendisi şöyle demektedir: (Fakat, bu kitabı, yani Yuhannanın Müşahedâtını, Kitâb-ı Mukaddesten çıkarmaya gücüm yetmez. Zira binlerce hıristiyan kardeşimiz bu Yuhannaya tazim ederler. Ben, bu kitabı yazan kimsenin, kendisine ilhâm geldiğini tasdik ederim. Fakat, Havarilerden Yakupun kardeşi ve Zeydinin oğlu olan ve Yuhanna İncilini yazan Havari Yuhanna olduğunu pek kolay kabul edemem. Sözlerinden ve hallerinden anlaşılan Havari olmamasıdır. Kitâb-ı Müşahedâtı [Vahyi] yazan kimse, Kitâb-ı Amal yani Resûllerin işleri kitabında zikir edilen Yuhanna da değildir. Çünkü, İşaya memleketine gelmemiştir. Halbuki bu İncili yazan İşaya ahalisinden bir diğer Yuhannadır ki her ikisine de Yuhanna ismi verilmiştir. Yine Yuhanna İncili ve risaleler ile Müşahedâtın ibare ve mefhumlarından anlaşılıyor ki Yuhanna İncilinin ve risalelerin müellifi olan Yuhanna, Müşahedât kitabının musannifi değildir. Çünkü İncilin ve risalenin ibaresi, Yunancada güzel ve düzgün bir şekildedir. İçinde galat, yanlış lafzlar yoktur. Fakat, Müşahedât kitabının ibaresi böyle olmayıp, Yunan lehcesine muhalif, bilinmeyen, alışılmamış bir üslub üzerine yazılmıştır. Havari olan Yuhanna, İncilinde ve risalelerinde ismini açıkça söylemeyip, kendinden mütekellim (şahıs) veya gaib sigaları ile bahs eder. Kendini uzun uzun anlatmaksızın maksada başlar. Müşahedâtı yazan şahıs ise, böyle olmayıp, başka bir üslub takip etmektedir. Yine Yuhannanın Müşahedâtının yani Vahiy risalesinin, 1. babının 1. ayeti, (Îsâ Mesihin vahyedir; ilanıdır ki Allahü teâlâ, Onu Mesihe verdi. Yakında olması muhakkak olan şeyleri kullarına göstermesi için, vahyi kendisine verdi. Ve onu, kendi kulu Yuhanna vasıtası ile gönderdi.) ve 9. ayeti, (Ben, İsada olan sıkıntıya ve melekuta ve sabra sizinle beraber hissedâr olan kardeşiniz Yuhannayım.) ve yine 22. babın 8. ayeti, (Ben, bu hadiseleri görüp işiten Yuhanna’yım.) tarzında olup bu ayetlerde, Havarilerin takip ettikleri üsulün hilafına olarak, ismini açıkça söylemiştir. Eğer eski adetlerinin tersine, kavmine kendini bildirmek için, burada ismini açıkça söyledi denilirse, ona şöylece cevap verilir: Maksadı sadece bu ise, kendisine mahsus olan lakabı ve sıfatı yazmalıydı. Mesela, (Ben Yakub’un kardeşi ve Zeydi oğlu Yuhanna’yım veya hazret-i Mesihin şakirdi ve onun sevdiği Yuhannayım) gibi tabirleri kullanmalıydı. Kendi şahsına mahsus vasfını söylemekten sakınıp, kendisini diğer insanlardan ayırmıyarak, kardeşiniz ve hadiseleri görüp işiten tabirlerini kullanmıştır. Burada maksadımız, akıl sahipleri ile alay etmek değildir. Belki 2 şahsın ifadeleri ve yazıları arasında bulunan açık farkı ortaya koymaktır.) demektedir. Vivisbius’un sözü burada tamam oldu.
Yine Yosibis (Eusébe) tarihinde, 3. cildin, 3. babında, (Petrus’un 1. risalesi doğrudur. Fakat 2. risalesi, Kitâb-ı mukaddesten olamaz. Ancak, Pavlos’un 14 risalesi, yani mektupları kıraat olunur, okunur. Fakat bâzıları İbranilere mektup kısmını, Kitâb-ı mukaddesten çıkardı.) demektedir. Yine Yosibis, aynı kitabının 25. babında, risale-i Yakup, risale-i Yehuda ve Petrus’un 2. risalesi ve Yuhannanın 2 ve 3. risalelerinde ihtilaf edilip, hakiki müelliflerinin meçhul olduğunu beyan etmektedir. Yosibis, yine aynı tarihinin 6. cilt, 25. babında: (Risale-i İbraniye hakkında Aircin şöyle demiştir: Hıristiyanların ellerinde dolaşan bu risaleyi, Şeb-i Rumda (Gülnaht) ismli bir kimse yazmıştır. Bâzıları, Luka’nın onu tercüme ettiğini söylemişlerdir) demektedir. İlk hristiyan teologlarından Arm, (Fr. İrene, ing. Irenaeus, 140-220) ve 220 senesi ricalinden Polinius ve 251 senesinde yaşıyan Pontius ismli müellifler, risale-i İbraniyeyi tamamen inkâr etmişlerdir. Miladi 200 tarihi ricalinden Kartacalı Tortilin Bersper diyor ki: (Risale-i İbraniye Berniyanın risalesidir.) 212 senesi ricalinden Kis Berstper rum da, (Pavlosun risalelerini 13 adet sayıp, 14. risale olan risale-i İbraniye onlardan değildir.) demiştir. 248 senesinde yaşayan Kartacalı Saiy Pern Başb de, bu risaleyi hiç zikretmemiştir. Süryani kilisesi de, bu ana kadar Petrusun Risale-i saniyesini yani 2. mektubunu, Yuhanna’nın Risale-i saniye ve salisesinin yani 2 ve 3. mektuplarının sıhhatini [doğruluğunu] kabul etmemişlerdir. Hıristiyanların ileri gelenlerinden Aiscalcen diyor ki: (Petrus’un Risale-i saniyesini yazan kimse, zamanını zayi etmiştir, boş yere harcamıştır.) 1266 [m. 1850] senesinde basılan Bible tarihinde diyor ki: (Kritius ismli müellif, risale-i Yehuda, Aydernik saltanatı zamanında Orşilim [Kudüs] üskuflarından 15. üskuf olan, Yehuda’nındır demiştir.) [Bible, İncil demektir. Üskuf: İncil okuyucularının üst derecesinde olan hıristiyan din adamlarına denir.] Yuhanna İncilini şerh eden eski müelliflerden Aircin, mezkur şerhinin 5. cildinde, (Pavlos’un her kiliseye risaleleri (mektupları) olmayıp, bazı kiliselere yazdığı risaleleri de, 3-4 satırdan ibarettir.) demiştir. Aircinin bu sözüne göre, Pavlosa ait olduğu söylenilen risalelerin hiçbirisi, onun telifi olmayıp, başkalarının telifi olduğu hâlde, ona nisbet edildiği anlaşılmaktadır. Pavlos’un, Galatyalılara yazdığı mektubun 2. babında, 11. ayetten itibaren 16’ya kadar şu cümleler yazılıdır: (Fakat Petrus Antakya’ya geldiği, azarlanmayı hak ettiği zaman, ben onunla yüzyüze geldim. Kabahatli idi. Çünkü Yakup tarafından bazı kimseler gelmeden evvel, bir takım insanlarla [Putperest milletlerle] beraber yemek yiyordu. Fakat onlar geldikleri zaman hitanlı (sünnetli) olanlardan [Yahudilerden] korkarak çekildi ve ayrıldı. Diğer yahudiler de, Petrus ile beraber geri çekildi, riya yaptılar. O derece ki Barnabas bile onların riyasına kapıldı. Fakat ben İncilin hakikatina göre doğru yürümediklerini görünce, hepsinin önünde Petrus’a dedim ki “sen yahudi iken, yahudi gibi değil, diğer milletler [putperestler] gibi yaşıyorsun! Niçin diğer milletleri yahudiler gibi yapmaya zorluyorsun? O milletlerden olan günahkarlar değil, zaten yahudi olan bizler, insanın şeriat amelleri vasıtası ile değil, ancak Îsâ Mesihe îman etmekle sâlih olacağını bildiğimizden, biz de Mesih İsaya îman ettik. Ancak şeriat işlerinden değil, Mesihe îman etmekle sâlih sayılalım. Çünkü hiçbir insan, şeriat amellerini yapmakla sâlih olamaz”.)
Bu cümlelerin baş tarafı son tarafının tamamen zıttı olduğundan, ikisinden birisinin (yani ya baş tarafı, veya son tarafının) sonradan ilave edildiği anlaşılmaktadır. Çünkü Pavlos mektubunun baş tarafında [11. âyet] Petrus’u Antakya’da nasıl azarladığını yazdığı hâlde, ona atf ettiği kabahat, putperest diğer milletler ile beraber yahudi adetlerinin hilafına yemek yemesi idi. [Eğer Petrus gibi bir Ruh-ül kudsten ilhâm almış ve Mesihin hizmetçisi olan bir zata yukarda zikir ettiğimiz hakaretleri yapması edebsizlik değil ise.] Hatta onu azarladığında, sen yahudi olduğun hâlde, putperestler gibi dininin emirlerine ehemmiyet vermezsen, onları hangi yüzle, hangi salahiyet ile yahudi şeriatine davet ediyorsun, demişti. Fakat ondan sonra, Pavlos hemen mevzu değiştirip, şeriatin emirlerinin lüzumsuzluğundan bahsetmeye başlar. 3. babında amelin, ibâdetin lüzumsuzluğu hususunda pek çok söz söyledikten sonra, kendisi Mûsâ aleyhisselâmın şeriatine tamamen uyduğunu ifade eder. Nitekim, Resûllerin Amali kitabının 21. babında,17. ayetten itibaren şöyle yazılıdır: (Pavlos Yeruşalim’e gelip, şakirdanı ile Yakub’un yanına girince, bütün ihtiyarlar hazır idiler. Ve Pavlos’a hitaben, kardeş îman etmiş yahudilerden kaç bin kimse olduğunu görüyorsun. Bunların hepsi şeriatin yani Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinin gayretini çekerler. Senin hakkında da, tâifelerin (putperest milletlerin) arasında bulunan bütün yahudiler çocuklarını sünnet etmemelerini, adetlerine uymamalarını, hazret-i Musa’nın yolundan ayrılmalarını öğretiyorsun diye haber aldılar. Şimdi ne olacak? Zira senin geldiğini işitirler. Şimdi bu bizim sana söylediğimizi yap, bizde nezir edilmiş olan 4 kimse var, bunları alıp onlar ile beraber kendini temizleyip, başlarını tıraş etsinler diye onlar için masraf et, senin hakkında işittikleri şeylerin aslı olmadığını sen kendin de şeriate uyarak, senin şeriatin emrettiği gibi hareket ettiğini hepsi anlasınlar. İman etmiş milletlere ise, putlara kurban olunandan ve kandan ve boğazı sıkılarak boğulmuştan ve zinadan kendilerini korumalarına karar vererek yazdık, dediler. O zaman Pavlos, bu adamları alıp, ertesi gün onlarla beraber kendisini tathir etti ve onlardan her biri için kurban takdim olununcaya kadar, taharet günlerinin bittiğini ilan ederek mabede girdi.)
İşte görülüyor ki Pavlos, şeriat ile beden temiz olmaz. Mesih bizim için mel’un olmakla beraber, bizi şeriatin emirlerinden kurtardı, deyip dururken, kendisi Yakupun ve ihtiyarların nasihatı ile amel ederek, şeriate uymak sûretiyle temizlenir ve mabede girer.
Pavlosun bu risalesindeki âyetler bize hıristiyanlığın esrarından bir kaç ince meseleyi anlatıyor:
Birincisi: Pavlosun (sünnete ihtiyaç yoktur) dediği, Mesihe îman eden yahudiler arasında yayıldı. Bu yahudilerin, Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinden ayrılmamak üzere, Îsâ aleyhisselâma îman ettiklerinden, Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinin değiştirilmesine râzı olmadıklarıdır.
İkincisi: O sırada şeriatin devam edip etmemesi, pek lüzumlu görülmemiştir. Îsâ aleyhisselâmın havarisinden olan Zât, (Her ne şekilde olursa olsun, halkın toplanması icap eder) diyerek asıl maksadının, her türlü yollara başvurarak, halkı kendi dinlerinde toplamak olduğu anlaşılıyor. Sadece halkı toplamak için, Îsâ aleyhisselâmın havarisinden olan bir Zâtın Pavlosa böyle bir teklifte bulunmak cesaretini göstermesi, hıristiyanlığın nasıl temeller üzerine kurulmuş olduğunu göstermektedir.
Üçüncüsü: Miladın 2. asrı ortalarında Hirapulius piskoposu olan meşhur Paypas, kitabında hazret-i İsanın sözleri ve fillerine dair yalnız 2 kısa mecmuanın mevcûd olduğunu zikir etmiştir. Bunlardan birisi, havarilerden Petrusun tercümanı olan Markosa ait bir mecmua, diğeri de, İbranice bazı emirleri ve ahkamı toplıyan Mattanın mecmuasıdır. Paypas, Markosa ait olan mecmuanın, gâyet kısa, noksan ve zaman sıralamasına göre yazılmamış olup bazı hikaye ve nakllerden ibaret olduğunu beyan etmiştir. Bundan anlaşılan şudur: 2. asır ortasında Matta ile Markosun birer kısa mecmuaları mevcûd olup Paypas onları görmüş, vasfları ile beraber yazmış ve birbirinden farklarını da beyan etmiştir.
Bugün ellerde mevcûd olan Matta ve Markos İncilleri ise, sanki birbirinden istinsah edilmiş, yazılmış gibi, birisi diğerine benzer ve tafsilatlıdır. Paypasın gördüğü nüshaların bunlar olmadığı veya sonradan bu nüshalara ilaveler yapılarak, genişletilmiş oldukları açıktır.
Luka ve Yuhanna İncillerine gelince; Paypas bunlardan hiç bahs etmemiştir. Haliyle Paypas, Hirapulius’ta olduğu veya Yuhanna’nın talebeleri ile karşılaşıp, onlardan malumat aldığı hâlde, Yuhanna İnciline dair tek bir harf dahi söylememiştir. Bu hâl ise, Yuhanna İncilinin o tarihten sonra yazılmış olduğunu ispat eder.
MATTA İNCİLİ
Matta İncilinin 9. babının, 9. âyetinde şöyle yazılıdır: (Ve Îsâ oradan geçerken gümrük yerinde oturan ve Matta denilen bir adam görüp, ona, bana tâbi ol, ardımca gel deyince, o da kalkıp ona tâbi oldu, ardınca gitti.) Şimdi, iyice dikkat ediniz, bu cümleleri yazan Mattanın kendisi ise, niçin kendisi olduğunu söylemeyip, bir başka Matta gibi söylemiştir. [Eğer, bu İncili yazan Mattanın kendisi olsa idi hadiseyi (Ben gümrük yerinde oturur iken, Îsâ “aleyhisselâm” oradan geçiyordu. Beni gördü ve bana tâbi ol, ardımca gel dedi. Ben de, kalkıp ona tâbi oldum, ardınca gittim) şeklinde zikretmesi icap ederdi.]
Matta İncilinde, Îsâ aleyhisselâmın ağzından söylenilen her makale, o kadar uzundur ki bunların her birini, bir mecliste ve bir defada söylemek mümkün değildir. Yine bu hususta 10. babındaki Havarilere verdiği nasihatler ve talimat, 5., 6. ve 7. bablarında devamlı söylediği sözler ve 23. babında Ferisilere hitaben yaptığı azarlamalar ve 8. babında devamlı getirdiği misaller, şüphesiz birer mecliste vaki olan şeyler değildir. Bunun delili de bu sözler ve getirdiği misallerin, diğer İncillerde değişik pek çok meclise taksim edilmesidir. Buradan anlaşılıyor ki bu İncilin müellifi Îsâ aleyhisselâmın devamlı arkadaşı olan gümrükçü Matta değildir.
Matta İncilinde zikir edilen, Îsâ aleyhisselâmın; körleri, baras ve cin çarpmış fakirleri iyi etmesi ve mucize olarak pek çok fakirlere yemek yedirmesi hep ikişer mahalde beyan edilmiştir. Halbuki Markos ve Luka İncillerinde bu vakalar yalnız birer mahalde zikir edilmişlerdir. Bundan anlaşılıyor ki Matta’ya nisbet edilen İncilin müellifi, bu kitabı yazarken, 2 mehaza müracaat edip, bir vakayı ikisinde de, görmüştür. Ancak, yanlış anlama sebebi ile birbirinden farklı zannederek kitabına yazmıştır.
Matta İncilinin 10. babının 5. âyetinde, hazret-i İsanın, resûllere yani Havarilere, putperest milletleri [dine davet için] gitmemelerini ve Samiriyelilerin şehirlerine girmemelerini tenbih ettiği yazılıdır. Daha sonra ise, kendisi putperest yüzbaşının hizmetçisine ve Ken’anlı bir kadının kızına şifa verdiği bildirilmektedir.
7. babın 6. âyetinde, (Mukaddes şeyleri köpeklere [putperestlere] vermeyin ve incilerinizi domuzların önüne atmayın) dediği hâlde, 28. babının 19. âyetinde ise, (Siz gidip bütün milletleri şakird edinin. Onları Baba, Oğul ve Ruh-ül-kuds adına vaftiz edin [Yani dininizi onlara öğretin]) demektedir.
10. babının 5. âyetinde, (Milletler yoluna gitmeyin ve Samiriyelilerin şehirlerinden hiç birine girmeyin) diye emredildiği hâlde, 24. babın 14. âyetinde ise, (İncil, bütün milletlere vaaz edilecektir ve sonu kurtuluş olacaktır) demektedir. [Bu ve yukardaki âyetler, birbirine tamamen zıttır.]
Bunlar ve bunlar gibi sayısız ihtilaf ve tenakuzlar bu İncilde tekrarlanmıştır. Bu ilaveler, Matta İncilinde tahrif yapıldığını hiç şüphe bırakmayacak şekilde ispat etmektedir. Bazı mühim hadiseler, diğer İncillerde mevcûd olduğu hâlde, Matta İncilinde yoktur. Mesela, Îsâ aleyhisselâm tarafından yetmiş şakirdin seçilmesi, Mele-i havariyunda urucu, Bayram yapmak için 2 kere Yeruşalim’e gelmesi ve Luazerin mezardan kalkması fıkraları bu İncilde yoktur. Bunun için Matta İncilinin havarilerden Mattaya isnadı yani Mattadan rivayet edildiği şüphelidir.
MARKOS İNCİLİ
Markosun havarilerden olmadığında, bütün tarihçiler ittifak halindedir. Belki havarilerden Petrusun tercümanıdır.
Paypas diyor ki: (Markos, Petrusun tercümanı idi. Markos, Îsâ aleyhisselâmın sözlerini ve fillerini mümkün mertebe, doğrudur diyerek ezberden yazdı. Fakat, Îsâ aleyhisselâmın sözlerini ve fillerini intizamlı, düzgün bir şekilde yazmadı. Çünkü kendisi ne hazret-i İsadan işitti, ne de Onun yanında bulundu. Dediğim gibi, Markos yalnız Petrusun arkadaşlarından idi. Petrus ile konuştuğu şeyleri ve Îsâ aleyhisselâmın sözlerini içerisine alan bir kitap olsun diye tertibli ve düzgün söylemeyip, icap ettiği vakit ve meclise göre söyledi. Bunun için, eğer Markos kitabında bazı hususları üstadı Petrustan öğrenmiş gibi yazarsa onu ayıplamamalıdır. Çünkü Markos işittiği şeyleri unutmayarak, değiştirmeyerek yazmaya lüzum görmemişti.)
Markos İnciline eski hristiyan âlimler, her gün şerhler yazdılar. Bunlardan İren diyor ki: (Markos ezberlediği şeyleri Petrus ve Pavlos’un vefâtlarından sonra yazdı). İskenderiyeli Kalman diyor ki: (Petrus daha Romada vaaz verirken, Petrusun talebeleri, Markos’a rica ettiler. O da, İncilini yazdı. Petrus, kitabın yazıldığını işitti. Fakat yazıp-yazmaması için bir şey demedi.) Tarihçi Ousb diyor ki: (Petrus bu hâli işitince, talebelerinin bu gayretine memnun oldu. Kiliselerde onun okunmasını tenbih etti.) Halbuki Markos’un İncili, Petrus’un risalelerinden (mektuplarından) ziyâde, Matta İncilinin taklitidir, yani ona benzetılmıştır. Buna göre, Paypas’ın Markos yazdı dediği kitap elde bulunan 2. İncilden başkadır. Markos İncilinin 6. babının 17. âyetinde, (Fakat, Hirodes kardeşi Filupus’un zevcesi Hirodia ile evlenmişti. Bunun için Yahyayı tutturup, zindana hapsetti. Çünkü Yahya Hirodes’e, kardeş hanımı ile evlenmek câiz değildir, derdi) demektedir. Bu tamamen yanlıştır. Çünkü Yosibis tarihinde, 18. kitabın 5. babında, Hirodia’nın zevcinin ismi Filupus olmayıp, Hirius olduğu açıkça bildirilmektedir. Bu hata, Matta İncilinde de vardır. Hatta (1237 [m. 1821]-1844) senelerinde basılan Arapça tercümenin mütercimleri bu ayeti tahrif ederek, Matta ve Lukanın ibarelerinde olan Filupus kelimesini düşürmüşler ise de, diğer senelerdeki tercüme nüshalarında mevcuttur.
Yine Markos İncilinin 2. babında, (Hazret-i Îsâ onlara [şakirdlerine] dedi ki Davudun kendisi ve yanında olanlar aç ve muhtaç olduğu zaman, baş kahin Abiatarın günlerinde Allah’ın evine nasıl girdiğini ve kahinlerden başkasının yemesi câiz olmayan huzur ekmeğini yediğini ve kendisi ile beraber olanlara da verdiğini (hiç) okumadınız mı?) mânâlarında olan 25. ve 26. ayetlerindeki 2 cümle yanlıştır, hatalıdır. Çünkü:
Birincisi, o zaman hazret-i Davud yalnız idi. Yanında kimse yoktu. İkincisi ise, o günlerde baş kahinlerin reisi Abiatar olmayıp, belki onun babası Ahimlik idi. [Yahudileri idare eden (Yetmişler meclisi) azalarına kahin denir. Vaizlerine yazıcı derler.]
LUKA İNCİLİ
Lukanın, havarilerden olmadığı muhakkaktır. Luka İncilinin başında diyor ki: (Ey faziletli Teofilos, kelâmin vekilleri, hizmetçileri olup gözleri ile görmüş olanların bize naklettiklerine göre, aramızda vaki olan şeylerin hikayesini tertip ve tahrir etmeye bir çok kimseler giriştiğinde, ben de ta başından beri [olanların] hepsini dikkat ile araştırıp, tahkik ederek, olduğu gibi, sırası ile sana yazmayı uygun gördüm.) [Luka, bab bir, âyet 1-4.]
Bu ibareden birkaç mânâ anlaşılıyor:
Birincisi: Müellifin kendi zamanında daha bir çok kimseler İncil yazdıkları sırada, Luka da bu İncili yazmıştır.
İkincisi: Havarilerin kendi elleri ile yazdıkları hiçbir İncil bulunmadığını, Luka işaret etmektedir. Zira (kelâmin vekilleri ve gözleri ile görmüş olanların bize naklettiklerine göre) cümlesi ile İncil yazanları, gözleri ile görenlerden tefrik etmiş, ayırmıştır.
Üçüncüsü: Kendisi için Havarilerden birinin şakirdi, talebesiyim demez. Çünkü o asırda Havarilerden birine isnad edilen pek çok telifler, yazılar, risaleler bulunduğundan öyle bir senedin, yani havarilerden birinin talebesi olduğunu bildirmesinin, kendi kitabı için, başkalarının itimatına sebep teşkil edeceğini ümit etmemiştir. Belki her hususu kendisi tahkik ederek, esasından öğrendiğini, daha kuvvetli bir delil olarak göstermiştir. Dikkat edilecek bir husus şudur: Bugün ellerde mevcûd olan İncillerin her yeni baskısında, itiraz edilen ibareleri, münasib bir kelime ile değiştirerek tahrif etmek, protestan papazların adetleri olduğu gibi, Meârif nezaretinin 1301 tarihli ve 572 numaralı ruhsatı ile İngiliz ve Amerikan Bible şirketlerinin, 1303 [m. 1886] senesinde İstanbul’da bastırdıkları türkçe İncil nüshasında dahi bu ibareyi başka şekle sokmuşlardır. (Bütün hususlar en ince noktalarına kadar bildiğim üzere) ibaresi yerine, (Benim de başından beri bütün hususlara dair tam bir vukufum, bilgim bulunduğundan) ibaresi konularak, manayı maksatlarına göre değiştirmişlerdir. Fakat, fransızca nüshalarda ve Almanyada basılan almanca nüshalarda bu ibare, bizim yukarıda tercüme ettiğimiz gibidir.
Luka İncilinin 3. babının 27. âyetinde, Îsâ aleyhisselâma nisbet edilen neseb bildirilirken, (Niri oğlu Şelteil oğlu Zerubabel oğlu Risa oğlu Yuhanna) demektedir. Burada 3 hata vardır:
Birincisi: Ahd-i Atikin, 1. tarihler kısmının 3. babının 19. âyetinde, Zerubabelin çocukları açıkça bildirilmiştir. Orada Risa ismi ile bir kimse yoktur. Bu şekildeki yazısı Mattanın yazdığı şeklin de tersidir.
İkincisi: Zerubabel, Fedâyanın oğludur. Şelteil oğlu değildir. Şelteilin kardeşinin oğludur.
Üçüncüsü: Şelteil Yuhannanın oğludur. Yoksa Niri oğlu değildir. Matta da böyle yazmıştır.
Yine Luka İncilinin 3. babının 36. âyetinde, (Sâlih bin Ken’ân bin Arfahşad) diye yazılıdır ki bu da yanlıştır. Zira Sâlih, Arfahşadın torunu değil, oğludur. Böyle olduğu 1. tarihlerin 1. babında ve Tekvînin 11. babında [10, 11 ve 12. âyetleri] bildirilmiştir.
Lukanın 2. babının başında, (O günlerde bütün dünyanın tahrir-i nüfusu yapılsın diye Kayser Augustus tarafından ferman çıktı. Kirinius Suriye valisi iken, yapılan ilk tahrir bu idi.) diye bildirilen 1. ve 2. âyetleri de yanlıştır. Zira Romalılar, bütün dünyaya hiç bir zaman hâkim olamamışlardır ki bütün dünyanın tahrir-i nüfusuna ferman çıksın. Hatta protestan papazları adetleri üzere bu soruyu geçiştirmek için, 1886 senesinde İstanbul’da bastırdıkları Ahd-i Cedid nüshasında bu ibareyi tahrif edip, (O günlerde Kayser olan Augustus tarafından bütün dünyanın deftere kaydedilmesi babında ferman çıktı) şeklinde yazdılar. Fakat, 1243 [m. 1827] senesinde İngiltere cemiyetinin Pariste bastırdığı türkçe nüshada bu ibare (ve o günlerde vaki oldu ki Kayser Augustus tarafından bütün dünyayı tahrir etmeye ferman çıktı. Yusuf dahi tahrir olunmak için hamile olan nişanlısı Meryem ile Beyt-i lahm denilen Davudun şehrine çıktı.) sûretinde yazılıdır. Bundan sonra yazılan tahrir maddesi incelenmeye başlayınca; ne Lukaya muasır olan eski Yunan tarihçilerinden bir kimse, ne de Lukadan biraz önce geçen tarihçiler bu tahrir-i nüfusa dair bir söz söylememişlerdir. Kirinius ise, Îsâ aleyhisselâmın doğumundan 15 sene sonra, Suriye’ye Vâli olduğundan, tahrir-i nüfus işi şüpheli, vuku bulmuş ise de, Kirinius zamanında olamayacağı açıkça ortadadır.
YUHANNA İNCİLİ
Yuhanna İnciline gelince; bilindiği gibi, Yuhannaya nisbet edilen 4. İncilin ortaya çıkmasına kadar; Îsâ aleyhisselâmın dini esasen Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinden ayrılmayıp, tevhid esasına dayanıyordu. Çünkü, 3 uknum yani teslisten ilk defa bahs eden, Îsâ aleyhisselâma inananlar arasına teslis (3 ilaha inanmak) akidesini [inancını] sokup, onları İsanın “aleyhisselâm” dininden ayıran Yuhanna İncilidir. Bu sebep ile Yuhanna İncilinin aslının doğruluğu üzerinde araştırma, inceleme yapmak gâyet mühimdir. Yuhanna İncili hakkında, eski hıristiyan din adamlarının eserlerinde bulunan çeşitli sözler, yukarıda bildirilmişti.
Bu kitap, havarilerden Zeydi oğlu Yuhannaya ait değildir. 2. asırdan sonra, aslı meçhul bir şahıs tarafından kaleme alınmıştır. Bu hususu, asrımız tarihçilerinden Avrupalı müsteşrikler çeşitli delillerle ispat etmişlerdir.
1. delil: Yuhanna İncilinin başında, (Kelam başlangıçta var idi ve kelam Allahü teâlânın nezdinde, indinde idi ve kelam Allah idi) sözleri yazılıdır. Bu sözler İlm-i kelamın ince meselelerinden olup diğer İncillerin hiç birinde yoktur. Eğer bu sözler Îsâ aleyhisselâmdan işitilmiş olsaydı, diğer İncillerde de bulunurdu. Bundan anlaşılıyor ki bunu yazan, Havarilerden Yuhanna olmayıp, Roma ve İskenderiye mekteplerinde Eflatunun 3 uknum felsefesini okumuş bir kimsedir. Nitekim şimdi beyan olunacaktır.
2. delil: Yuhanna İncilinin 8. babında, 1. ayetten 11. âyete kadar olan, zina eden kadın hakkındaki yazılarını bütün hıristiyan kiliseleri kabul etmeyip, reddederler ve bu yazılar İncilden değildir demektedirler. Bundan anlaşılıyor ki bunu yazan, eline geçirdiği bir çok İncillerden toplayıp, gözüne ilişen birçok şeyleri de ayrıca kitabına koymuş veya kendinden sonra bir başkası bu âyetleri ilave etmiştir. 1. hâle göre, müellif, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırmıyarak bir mecmua yazmıştır. Yazdığı bu mecmua da kabule şayan olmayan şeylerdir. 2. hâle göre, bu İncilin tahrif edilmiş olduğunu itiraf etmek lazım gelir. 2 hâle göre de, aslı şüpheli ve inanılmaya lâyık değildir.
3. delil: Diğer İncillerde getirilen bazı misallerin ve ahvalin ve mucizelerin, bu İncilde bulunmayıp, diğerlerinde bulunmayan bir çok şeylerin de, bu İncilde bulunmasıdır. Îsâ aleyhisselâmın Luazeri diriltmesi, suları şaraba çevirmesi ve çarmıhta iken sevdiği şakirdi ile annesini birbirlerine emânet etmesi gibi şeyler, sadece Yuhanna İncilinde bulunup, diğer İncillerde yoktur. Nitekim bu hususta ileride geniş bilgi vereceğiz.
4. delil: Eski hıristiyanlardan ne Paypas, ne de Justen bu İncili gördüklerine dair herhangi bir şey bahs etmemişlerdir. Hususen Justen de, Yuhanna İncilini yazanın Yuhanna olmadığını tasdik ettiği hâlde, bu İncil hakkında bir şey söylemez.
5. delil: Diğer 3 İncilde toplanan ve anlatılan haberlerin anlatılış tarzı ile Yuhanna İncilinin anlatış tarzı, tamamen birbirlerine zıttır. Mesela, diğer 3 İncilde Îsâ “aleyhisselâm” halkın terbiyesini isteyen bir muallim gibi, Ferisilerin riyakar hallerine itiraz eder. Kalbin tasfiyesini yani temizlenmesini, Allahü teâlâya yaklaşmayı, insanları sevmeyi, güzel ahlakı emreder ve Mûsâ aleyhisselâmın şeriatine zıd olan temayüllerden nehy eder. Halka öğrettiği şeyler ve nasihatleri gâyet açık ve tabiî ve herkesin anlayabileceği şekildedir. Bu 3 İncil, her ne kadar bazı haberlerde birbirine zıd ve muhalif iseler de, müttefik oldukları hususlarda, hepsinin bir kaynaktan çıktığı anlaşılmaktadır. Fakat, Yuhanna İncili böyle olmayıp, gerek ifade şekli, gerekse, Îsâ aleyhisselâmın ahlak ve davranışları hususunda, bambaşka bir yol takip eder. Bu İncilde hazret-i Îsâ; Yunan felsefesini bilen, gâyet ince, güzel konuşan bir kimse olarak gösterildiği hâlde, Onun sözleri Allah korkusu ve güzel ahlaklı olmak gibi hususlarda olmayıp, kendi şahsının yüksekliğinden bahs etmektedir. Bunu da, insanlar arasında bilinen şekli, yani Mesihin konuşma tarzı olan kelime ve tabirlerle söylemez. İskenderiye mekteplerinde kullanılan kelime ve cümlelerle anlatır. Bu sözleri, diğer 3 İncilde gâyet açık ve sade olduğu hâlde, bu İncilde kapalıdır. Mühim ve çok defa 2 manaya gelen ve hususi bir şekilde düzülmüş, muntazam tekrarlar ile doludur. Yuhannada kullanılan üslup, kalpleri kendisine çekecek yerde, red ve nefret uyandırır. Eğer bu İncil, şimdiye kadar bir yerde gizlenmiş ve bugün ansızın ortaya çıkmış olsa idi, bunun Havarilerden birinin telifi olduğuna kimse inanmazdı. Fakat, asırlardan beri işitilmiş olduğundan, bu gariblikleri hıristiyanlar göremezler.
6. delil: Bu İncilde görülen hatalar daha çoktur. Mesela, Yuhanna İncilinin 1. bab, 51. ayeti, (Doğrusu size söylerim ki şimdiden sonra semanın, göğün açıldığını ve insanoğlunun üzerine Allah’ın meleklerinin inip çıktığını göreceksiniz) şeklindedir. Halbuki Îsâ aleyhisselâmın bu sözü, Erden suyundan vaftiz olunduktan ve Ruh-ul-kudsün inmesinden sonra vaki olup ondan sonra semanın açıldığını ve meleklerin Îsâ aleyhisselâm üzerine indiğini ve çıktığını hiçbir kimse görmemiştir.
Bu İncilin 3. babının 13. âyetinde ise, (Hiç kimse, semaya, göğe çıkmamıştır. Ancak, semadan inen yani semada olan, insanoğlu çıkmıştır) demektedir. Bu âyet; birkaç cihetten yanlıştır:
Birincisi: Yani kelimesi ile tefsir edilen kısım, sonradan ilave edilmiştir. Böylece âyet tahrif olunmuştur. Çünkü ayetin baş tarafının mânâsı, (Semadan inenden başka bir kimse, Semaya çıkmamıştır) demek iken, İncilin müellifi veya istinsah edenlerden biri, bundan maksadın insanoğlu yani Îsâ aleyhisselâm olduğunu açıklamak için, açıklayıcı bir ibare koymuştur. Bu ibareye dikkatlice bakılınca, ilave olduğu hemen görülmektedir. Zira ayetin baş tarafını, açıklayıcı bu ibareden ayırttığımız zaman, (Semadan nazil olan [inen] meleklerden başka, insanlardan kimse semaya yükselmemiştir) doğru mânâsı anlaşılır. Fakat, açıklayıcı ibareye göre, (Semadan inen insanoğludur) denilirse, hazret-i Îsâ, semadan inmeyip, hazret-i Meryem’e Ruh-ül-kuds [Cebrâil aleyhisselâm] vasıtası ile ilka edildiği inkâr edilmiş olur. Bundan başka, Îsâ aleyhisselâm (semadan olan) sözünü söylerken yeryüzünde olup semada bulunmadığını inkâr etmek gerekir. Ayrıca, (Semadan inen) sözü ile (Semada olan) sözünü, bir ânda Îsâ aleyhisselâmın söylemesi mümkün değildir.
İkincisi: Ayetin 1. kısmı da yanlıştır. Çünkü tekvînin 5. babının 24. âyetinde ve II. Meliklerin 2. babının 12. âyetinde Ahnuh ve İlya “aleyhimesselam” da semaya yükselmişlerdir, denilmektedir. Bu ayetin tahrif edilmiş olduğunda, hiç şüphe edilemez.
Birdir Allah
Yeri gökü yaratan, ağaçları donatan,
Çiçekleri açtıran, bir Allahtır, bir Allah!
Allah her yerde hazır, ne yaparsan o görür.
Ne söylersen işitir. Vardır, birdir, büyüktür.
Biz Allah’ı severiz. Her emrini dinleriz.
Beş vakit namaz kılar, Ona isyan etmeyiz.
Bizlere akıl verdi. Doğru yolu gösterdi.
Din-i İslama uymayan, ateşte yanar dedi.
Kurana îman eden, Peygamberi izleyen,
Dünyada mesut olur, Cehennemden kurtulur.
Mümin iyi huyludur. Herkes ondan memnundur.
Kimseye zulüm eylemez. Kendi de huzurludur.
Ya Rab! Affeyle beni. Ve anamı babamı.
Kâfirlerin şerrinden koru müslümanları!
RİSALELER HAKKINDA BİR İNCELEME
Hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmı [haşa] tanrı kabul ettikleri gibi, havarileri ve Pavlosu da, resûl, Peygamber kabul etmektedirler. Onların yazdıkları risaleleri, mektupları da, vahiy ile bildirilmiş ilâhî kitaplar, risaleler kabul etmektedirler. Bunun için bu risaleler (Kitâb-ı mukaddes) in Ahd-i cedid kısmında 4 İncilden hemen sonra yer alır.
4 İncilin tamamlayıcısı olan ve 4 İncilin ekleri denilen bu risalelere nazar edilirse, gerek birbirleri ile gerekse İnciller ile pek çok tenakuz ve ihtilafları vardır. Bunlar, tek tek anlatılacak olsa, Kitâb-ı mukaddesin tamâmından daha büyük ciltler yazılması icap ederdi.
Bunlara bazı misaller verelim:
Pavlos’un îman ediş şeklindeki ihtilaflar için Rahmetullah efendi (İzharü’l-hak) kitabında buyuruyor ki:
Pavlos’un nasıl îman ettiği hakkında Resûllerin işlerinin 9, 22 ve 23. bablarında pekçok ihtilaflar vardır. Ben bunları (İzaletü’ş-şukuk) ismli kitabımda 10 vech üzere beyan ettim. Fakat, bu kitabımda, bunlardan üçünü zikretmekle iktifa edeceğim:
1 — Resûllerin işlerinin 9. babının 7. âyetinde: (Onunla beraber yolculuk eden adamların nutku tutulup durdular. Sesi işitiyorlar. Fakat kimseyi görmüyorlardı) demektedirler.
22. babının 9. âyetinde ise: (Benimle beraber olanlar gerçi nuru gördüler. Fakat bana söz söyleyenin sesini işitmediler) demektedir.
26. babda ise sesin işitilip işitilmediği hususu hiç bir şey söylenmeyerek kapalı geçilmiştir. Bu 3 ifade arasındaki tenakuz meydandadır.
2 — Aynı kitabın 9. babının 6. âyetinde, (Rab ona dedi ki: Kalk şehre gir, ne yapman icap ediyorsa sana söylenecek) demektedir.
22. babın 10. âyetinde, (Rab bana: Kalk Şama git, orada ne yapılması lazım geleceği sana söylenir) demektedir.
26. babının 16, 17 ve 18. ayetlerinde ise: (Kalk ve ayakta dur. Çünkü hem gördüğün şeylerde, hem sana göstereceğim şeylerde, seni hizmetçi ve şahit tayin etmek için sana göründüm. Seni, kendilerine göndereceğim kavmden ve milletlerden kurtaracağım. Ta ki onların gözlerini açıp kendilerini karanlıktan nura ve şeytanın tasallutundan [sataşmasından] Allaha döndüresin ve bana îman etmeye ve günahların bağışlanmasına ve mukaddesler arasında nasibe nail olsunlar) diye yazılıdır. Bunlardan şu neticeye varılır: 9 ve 22. babındaki ayetlerden, onun yapacakları, şehre vardıktan sonra, kendisine beyan edileceği söylenmiş iken, 26. babdaki âyetlere göre, sesi işittiği yerde ne yapacağı kendisine söylenmiştir.
3 — 26. babın 14. âyetinde: (Nurun görünmesinde biz hepimiz yere düştük) demektedir. Halbuki 9. babın 7. ayetine göre, onunla beraber bulunanların nutku tutulur, ses çıkaramaz olurlar. 22. babında ise, susmak, nutku tutulmak diye bir şeyden bahs edilmemiştir.
Yine (İzhar-ül-hak) da buyuruluyor ki: Resûllerin amali risalesinin diğer bablarında olan ihtilaflar bunlardan daha fenâdır.
Pavlosun, Korintoslulara yazdığı 1. mektubun 10. babının 1. ve sonraki ayetlerinde, (Ecdadımız bulutun altında idiler. Denizden geçtiler. Bulutta ve denizde Mûsâ tarafından vaftiz oldular. Siz onların bâzıları gibi putperest olmayasınız ve zina etmeyiniz. Nitekim onlardan bâzıları zina edip bir günde 23 bini birden öldü) demektedir. Ahd-i Atikte adetler (sayılar) kitabının 25. babının 1. ve sonraki ayetlerinde (İsrail oğulları zina etmeye başladı. Cenâb-ı Hak taun hastalığını musallat etti. Taundan ölen 24 bin kişi idi) denilmektedir. Ölenlerin miktarı arasında 1000 kadar bir fark göründüğünden, ikisinden birisi elbette yanlıştır.
Yine Resûllerin işlerinin 7. babının 14. âyetinde: (Yusuf, adam gönderip babası Yakup ile bütün akrabası, 75 kişiyi [Mısra] davet etti, çağırdı) demektedir. Bu ibarede Yusuf aleyhisselâmın Mısırda olan 2 oğlu ile kendisi, bu 75 kişiye dâhil değildir. Zikir edilen aded, sadece Yakup aleyhisselâmın aşıretinin sayısını bildirmektedir.
Halbuki Tekvînin 46. babının 27. âyetinde ise, (Yakup oğullarından olup Mısra gelenlerin adedi yetmiş kişi idi) demektedir. Resûllerin amali kitabının ibaresinin yanlış olduğu meydandadır.
İşte hıristiyanlık akidesinin [inancının] temel kitâbı olan 4 İncilin ve risalelerin hâli budur. Yukarıda zikir ettiğimiz gibi, gerek bu İncillerde, gerekse (Ahd-i atik)de ve (Ahd-i cedid)de bulunan ihtilaflar yalnız bunlardan ibaret değildir. Bunlardaki ihtilafların her biri anlatılsa, ciltler tutacağından ve bunların bir kısmı, (İzhar-ül-hak) ve (Şems-ül-hakika) kitaplarında bildirilmiş olduğundan, burada daha fazla bilgi vermedik. Bu hususta daha fazla bilgi almak isteyenlere, protestan ilim adamlarından Cizlerin 1233 [m. 1818] senesinde tab edilen (Tahrirat-i enacil) isimli kitabına ve Selirmacirin 1817 senesinde tab edilen (Mukaddime-i Kitâb-ı Ahd-i cedid) adlı eserine, Sifırin 1832 senesinde tab edilen (1. İncilin aslı) ismindeki kitabına ve muasırlarından Yor adlı müsteşrikin (İnciller üzerine müahezat) ismindeki kitabına ve Şuazer adlı müsteşrikin 1841 senesinde neşredilen (Yuhanna İncili üzerine inceleme) adlı eserine ve muasırlarından Gustav İchtelin Îsâ aleyhisselâmın hallerine dair yazdığı kitaba ve Stauruz ve diğer [bir çok tarihçilerin] yazdığı eserlere müraceat etmelerini tavsiye ederiz.
Müslümanların kendisine sarıldıkları, [kendisine uymaları sebebi ile dünya ve ahiret saadetine kavuştukları] Kurân-ı Kerîm ise, Allahü teâlânın, (Kurân-ı Kerîmi biz indirdik ve yine onu biz hıfz edeceğiz) mealindeki Hicr sûresi 9. âyetinin mânâ-i şerifi mucibince, hicret-i nebeviyeden zamanımıza kadar, yani 1293 senedir [Bugün için, 1423 senedir] çeşitli milletlere mensub müslümanların ellerinde bulunduğu hâlde, bir noktası dahi fazla veya eksik olmayarak, Allahü teâlânın ilâhî hıfzı ile mahfuz olduğu, herkes tarafından tasdik edilmiştir. Hâl böyle iken, 5-10 altın ücret [maaş] ile vazifeli olarak, İslam memleketlerine gelip, [İç yüzünü yukarda izah ettiğimiz hıristiyanlık ile], sağlam temeller üzerine oturtularak, zamanımıza kadar aynı doğruluk ve sağlamlığı ile bizlere ulaşan İslamiyeti mukayese ederek, doğruluktan, hak din olmaktan nasip almak hülyasına düşmüş olan bir kaç papazın iddialarına, hayret etmekten başka ne denilebilir. Bunların teşebbüsleri, dedikleri gibi, hakkı, doğruyu ortaya koymak olsa idi, İslam kitaplarını layıkı ile mütalea etmediklerinden, bir noktaya kadar mazur görülebilirlerdi. Fakat, işin aslı böyle olmayıp, çeşitli safsatalar ve hileler ile cahilleri aldatmak ve İslamiyetten ayırmaktır. İslam âlimlerinin yazdıkları kitaplara ve kendilerine sordukları suallere cevap veremeyip, sanki o kitapları görmemiş gibi, evvelki cehalet [ve inatları] ile münasebetsiz bir şekilde İslamiyete saldırmaktadırlar. Yalan ve iftirâlarla dolu gizli gizli risaleler, kitaplar telif etmekte ve el altından neşretmektedirler.
Tavsiye Yazı –> Papazların cevap veremediği sorular