Protestanlar, İncillerin emir ve tebliğlerinin, Mûsâ aleyhisselâmın dininin emir ve tebliğlerinden daha üstün olduğunu, kendi görüşlerine göre ispat etmeye çalışıyorlar. Daha sonra, Kurân-ı Kerîmin emirlerinin de, İncillerin emir ve tebliğlerinden daha üstün olup olmadığını incelemeye başlayarak diyorlar ki: (Her davanın kıymet ve ehemmiyeti, [o davayı ispat için] ortaya konulan delillerin sağlamlık ve kuvveti nisbetindedir. Bütün akıl sahipleri günlük işlerini, bu kaidelere uydurarak düzeltmişlerdir. Mesela, bir üstad eskilerine nazaran, daha kuvvetli ve mermiyi daha uzağa ulaştıran yeni bir tüfek keşfettiğini iddia etse, harp silahlarını tamamlaması icap eden bir devlet, onu tecrübe etmeksizin kabul etmez. İslamiyetin, hristiyanlıktan daha üstün ve faziletli olduğu iddiası da, aynen buna benzemektedir. Bu konuda İslamiyet bir imtihana tabi tutulmadan, bir terazide tartılmadan, İslamiyetin körü körüne kabulünde acele etmek, akıl karı bir iş ve hikmetin icap ettirdiği bir şey değildir. Bunun için, Kurân-ı Kerîmin emirlerinin İncilin bildirdiklerinden efdal ve üstün olup olmadığını inceden inceye araştırmak ve doğru bir şekilde tecrübe etmek icap eder. Eğer hakikatte Kurân-ı Kerîmin, zannedildiği gibi, büyüklüğü ortaya çıkarsa; hiç düşünmeden İncili terketmek ve Kurân-ı Kerîme yapışmak lazım olur.)

CEVAP: Bu sözleri yazan kimsenin, bunları, bağlı bulunduğu protestan misyoner teşkilatı tarafından vazifeli olarak, kaleme almayıp da, sadece doğruyu ortaya koymak maksadı ile yazdığını bilsek, bu yazısının sonundaki insaflı sözlerinden dolayı kendisine teşekkür ederdik. Fakat herkesin malumu olduğu ve kendisinin de itiraf ettiği gibi protestan misyoner cemiyetinden, maişetini temin etmek maksadı ile yaptığı bir işe riya karıştırmamasını hatırlatırız. Bununla beraber, ortaya koyduğu ölçü, doğru bir söz olduğundan, biz de memnuniyet ile kabul ederiz. Ancak karşılaştırılması aşağıda anlatılacak olan delillere işaret etmek üzere, Kurân-ı Kerîmde ve İncilde bulunan bazı ayetlerin birbiriyle karşılaştırılması ve mukayesesi icap eder.

4 İncilin içerisindeki kıssaları ve sözleri bir tarafa bırakırsak, hakiki İncilde güzel ahlak, dünya işleri [muamelat], kalp ve ahiret bilgilerine ait bildirilenler, şunlardan ibarettir:

(Dünyadan tamamen yüz çevirip, fakirliğe ve yoksulluğa râzı olmak ve kanaat etmek. Allahü teâlâyı bütün kalbi ile canından ve arzularından daha çok sevmek. Komşuyu kendisi gibi sevmek ve onun üzüntülerini teselli etmek. Mazlumlara merhamet etmek. Çocukları sevmek. Kalpten kötü düşünceleri çıkarmak. Birbirine dargın iki müminin arasını düzeltmek. Din yolunda eziyet çekmeye sabır etmek. Adam öldürmemek. Hırsızlık yapmamak. Kızmamak. Kötü söz söylememek. Sövmemek. Kendinin küçük kusurlarını da görüp, başkalarının büyük kusurlarını görmemek, onları ayıplamamak. Nasihat ettikçe, insanlar tarafından taşlanmaya katlanmak. Allahü teâlânın emirlerini bozmamak, değiştirmemek, din kardeşini incitmemek, yani kalbini kırmamak, zina etmemek, şehvet ile [yabancı] kadınlara bakmamak, sebepsiz kadın boşamamak, yemin etmemek, kötülüğe karşı durmak, bir yanağa vurulunca diğerini de çevirmek, kaftanını isteyene kaputunu da vermek, beddua edene hayır duâ etmek, hasılı her kötülük edene iyilik etmek, sadaka, oruç ve duada riyadan sakınmak ve duâ ettiği vakit çok uzatmamak, para toplayıp kalbini ona bağlamamak, rızık ve elbise için üzülmemek. Hak teâlâdan sıdk ile ne istenirse verir. Allahü teâlânın emrine itaat eden Cennete gider.)

İncillerde şu nasihatlara da rastlanır: (İnsanlara dinin emirlerini tebliğ ederken para almayın. Bir eve girdiğiniz zaman selam verin. Bir yerde sizleri kabul etmezlerse orada durmayın. Bir emri söylerken, söyleyen siz değil, Allahü teâlâdır. Ahkamı tebliğ ederken kimseden korkmayın, kimseyi muhakeme etmeyin ve ceza tayin etmeyin. Her suçu affederek alçak gönüllü olun. Ben insanların arasını sulh etmeye geldim, nifak ve kılıç getirmedim, ayrılık ve harp çıkarmaya gelmedim. Anasını ve babasını benden çok seven benden değildir. İyi amellere ahirette iyilik verilir, kötü amellere ceza, azap olunur. Allahü teâlâya itaat eden benim kardeşimdir. İşittiği doğru sözü kabul edene, ahirette mükafat ve kabul etmeyene azap olunur. Anaya ve babaya ikram edin. Ağızdan söylediği söz ile insan necis, pis olmaz. Fakat ağzından çıkan kötü sözleri yapan, mesela katl, zina, yalan yere şahitlik gibi şeyleri yapan insan pis olur. Sizden vergi istenildiği zaman verin, muhalefette bulunmayın. Tevazu eden, Allahü teâlâ indinde büyük olur. Kibirlenen küçülür. Malınızdan sadaka verin, Allahü teâlâ indinde bulursunuz, malını biriktiren, saklıyan zenginlerin Cennete girmesi zordur. Biz hizmet olunmak için gelmedik, hizmet etmek için geldik).

İncillerde, emirler, nehiyler, güzel ahlak ve kötü ahlaka ait ahkâmın tamamı bu yazılan meselelerden ibarettir.

Kurân-ı Kerîm, Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş semavi kitapların en efdali ve en üstünü olup hakiki İncilde bulunan bütün ahkamı da en mükemmel şekilde içerisine almıştır. Eğer İncilde mevcûd emir, nehiy, muamelat ve ahlak ile ilgili hükümlerin tamâmını Kurân-ı Kerîmle karşılaştırmak istersek, Kurân-ı Kerîmdeki ahkamdan az miktarını zikretmek ve tefsir etmek lazım gelir. Biz burada misal olmak üzere bir miktarını zikredeceğiz:

1) Matta İncilinde: (Ne mutlu ruhta fakir olanlara! Zira, göklerin melekutü onlarındır) demektedir. [Matta, bab 5, âyet 3. Burada, dünyaya kıymet vermeyenlere müjde verilmekte ve dünyanın kıymetsizliği bildirilmektedir.]

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” sanatı, ticareti emir ve teşvik etmiş, nice âyet-i kerime ve hadis-i şerifler ticarette haram ve helal olan şeyleri ve her birinin sebeplerini, bütün tafsilatı ile beyan buyurmuştur.

Tafsilat için tavsiye yazı: İslamiyetin Dünya Malına Bakışı Nasıldır?

İncilde ise, ticaret yapmaya, dünya için çalışmaya asla izin verilmeyip, bilakis her neye sâhip iseniz, neyiniz varsa satarak sadaka veriniz diye emredilmiştir.

2) Matta İncilinde, (Ne mutlu mahzun, üzüntülü olanlara! Zira onlar teselli olunacaktır) demektedir. [Matta bab 5, âyet 4.]

Kurân-ı Kerîmde ise, bir bela isabet eden, mahzun olan ve sabredenler için verilecek sevapları bildiren birçok âyet-i kerimeler nazil olmuştur. Mesela:

Bakara sûresi 155, 156 ve 157. âyet-i kerimelerinde meâlen: (Ey müminler, sizi [gazada düşmandan biraz] korku ile [Oruç veya kıtlıkta] açlık ile ve [afetlerden veya malınıza zarar gelmesinden] mal noksanlığı ile ve [hastalık ve zayıflıktan] can noksanlığı ile ve [afat-ı semaviye ve arziyeden meyvelerinizin veya meyve gibi olan evlatlarınızın] mahsullerinizin noksanlığı ile imtihan ederim. Ey Habîbim, sabredenlere [lütuf ve ihsanlarımı] müjdele. Onlar o kimselerdir ki kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman, kalpten teslimiyet ve rıza göstererek: Biz Allahü teâlânın kulu ve mahlukuyuz ve [öldükten sonra] Ona döneceğiz, derler. O teslimiyet gösterip Rablerine sığınanlar üzerine, Rablerinden mağfiret, rahmet [ve Cennet] vardır ve işte onlar hidayete ermiş olanlardır) buyurulmuştur.

3) Yine Mattanın İncilinde: (Ne mutlu halim [yumuşak] olanlara. Zira onlar ebedî mirasa kavuşacaklardır) denilmiştir. [Matta bab 5, âyet 5.]

Kurân-ı Kerîmde, Âl-i İmrân sûresi 134. âyetinde meâlen: “Öfkelerini yenenler, insanların kusurlarını affederler. Allahü teâlâ ihsan edenleri sever” buyurulmuştur.

[Şura sûresi 40. âyetinde meâlen: “Kim zulmedeni affeder ve onunla arasını düzeltirse, onun mükafatı Allahü teâlânın indindedir” ve 43. âyetinde meâlen, “Kim sabredip de, kendine zulüm edeni affederse, Allahü teâlâ, ona büyük mükafat verir” buyurulmuştur.]

Âli-i İmrân sûresi 159. âyetinde meâlen: “Yanında bulunanlara yumuşaklık ve tatlılıkla muamele etmen, Allahü teâlânın sana bir kerem ve rahmetidir. Eğer kötü ahlaklı olup sert davransaydın etrafındakiler dağılırlardı” buyurulmuştur.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimiz dualarında, “Ya Rabbi! Beni ilim ile zengin kıl, hilm [yumuşaklık] ile süsle, takvâ ile ikram eyle ve âfiyet ile güzelleştir” buyururlardı. [Yumuşaklık hakkında bazı hadis-i şerifleri aşağıda bildireceğiz.]

4) Yine Matta İncilinde, (Ne mutlu merhametlilere, zira onlara merhamet olunur) denilmiştir. [Matta bab 5, âyet 7.]

Kurân-ı Kerîmde, [Merhamet, şefkat ve yumuşaklık hakkında pek çok âyet-i kerimeler varid olmuştur.] Tevbe sûresi 128. âyetinde meâlen: “Ey insanlar! Size içinizden bir Peygamber geldi ki sizin günah işlemenizden ve çirkin hareketlerinizden O incinir. Size çok düşkündür. Müminlere çok merhametlidir, onlara hayır diler” buyurulmuştur.

[Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki “Allahü teâlâ refiktir. Yumuşaklığı sever. Sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiçbir kimseye vermediğini yumuşak davranan mümine ihsan eder.”

Hadis-i şeriflerde: “Yumuşak davranmayan, hayır yapmamış olur”, “Kendine yumuşaklık verilen mümin kimseye, dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir” ve “Cehenneme girmesi haram olan ve Cehennemin de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. Dikkat ediniz! Bu kimse, insanlara kolaylık, yumuşaklık gösteren mümin kimsedir” buyurulmuştur.

Diğer bir hadis-i şerifte: “Kızdığı zaman istediğini yapabilecek bir mümin kimse, kızmazsa, Allahü teâlâ kıyamet günü, onu herkesin arasında çağırır. Cennette istediğin hurinin yanına git der” ve diğer bir hadis-i şerifte: “Sarı sabır maddesi balı bozduğu gibi, kızgınlık da imanı bozar” buyurulmuştur.

Bir kimse, Resûlullahtan “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” nasihat isteyince: “Kızma” [sinirlenme!] buyurdu. Birkaç kere aynı şekilde sorunca, hepsine de “Gazap etme!” [sinirlenme!] buyurdu.]

Ashâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” birbirlerini çok sevdiklerini, lütuf ve merhametlerini, Kurân-ı Kerîm beyan buyurmuştur. Feth sûresi son âyetinde meâlen: “Muhammed “sallallâhü aleyhi ve sellem” Allahü teâlânın Resûlüdür. Onunla beraber bulunanlar [Ashâb-ı kirâm] kâfirlere karşı çok şiddetli, birbirlerine ise çok merhametli [çok şefkatli]dirler” buyurulmuştur.

Bir hadis-i şerifte, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, “Yaşlılarımıza hürmet ve küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir” buyurmuştur.

5) Matta İncilinde, (Ne mutlu temiz kalplilere. Onlar Allahü teâlâyı göreceklerdir) denilmiştir. [Matta bab 5, âyet 8.]

[Kurân-ı Kerîmde birçok âyet-i kerimeler ve Peygamberimizin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” pek çok hadis-i şerifleri güzel ahlakı ve temiz kalpli olmayı emretmektedir. İslamiyette kalp temizliğine büyük ehemmiyet verilmiştir.]

Kurân-ı Kerîmde, Şuara sûresi 88. ve 90. ayetlerinde meâlen: (Kıyamet günü, ne mal, ne de evlat, hiç kimseye fayda vermez. Ancak Allahü teâlâya temiz ve selim bir kalp ile gelenler müstesna. [Onlar nimetlere nail olurlar]) buyurulmuştur.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Dikkat ediniz. Haber veriyorum! İnsanın bedeninde bir et parçası vardır. Bu iyi olursa, bütün uzuvlar iyi olur. Bu kötü olursa, bütün organlar bozuk olur. Bu et parçası kalptir) buyurdu. [Bu et parçası, kalp denilen, görülemeyen ve his organları ile anlaşılamayan, gönül denilen bir cevherin yuvasıdır. Bu et parçasının temiz olması demek, gönlün temiz olması demektir. Bu et parçasına da, mecazen kalp denilmiştir.]

6) Matta İncilinde, (Ne mutlu sulh yapan, insanların arasını düzeltenlere. Onlar Allah’ın sevgili kulları diye çağırılacaktır) denilmektedir. [Matta bab 5, âyet 9.]

Kurân-ı Kerîmde, Hucurat sûresi 10. âyetinde meâlen: (Bütün müminler ancak kardeştirler. Aralarında ihtilaf olduğu zaman, kardeşlerinizin arasını düzeltiniz ve Allahü teâlâdan korkunuz ki merhamet olunasınız) buyurulmuştur.

Nisa sûresi 114. âyetinde meâlen: (Onların gizli işlerinde hayır yoktur. Ancak; sadaka vermeyi veya bir iyilik yapmayı veya insanlar arasında olan adaveti ıslah etmeyi [düzeltmeyi] emreden mümin kimse müstesnadır. Her kim bu işleri Allahü teâlânın rızasını arayarak yaparsa, biz ahirette ona büyük mükafat vereceğiz) buyurulmuştur.

Şura sûresi 40. âyetinde meâlen: (Kötülüğün cezası misli kadar azaptır, kötülüktür. Kim kötülüğü affeder ve [kendisine düşman olanla arasını] düzeltirse, onun mükafatı Allahü teâlâya aittir) buyurulmuştur.

7) Matta İncilinde, (Ne mutlu salah için cefa olunanlara, Melekut onlarındır. Benim için size düşmanlık ve cefa edip, yalan söyleyerek size karşı fenâ, kötü sözler söyledikleri zaman ne mutlu sizlere. Sevinin ve mesrûr olun. Zira semavatta ecriniz, mükafatınız çoktur. Her şeyden evvel müşrikler, Peygamberlere “aleyhimüsselâm” böyle eza ve cefa ettiler) denilmektedir. [Matta bab 5, âyet 10, 11 ve 12.]

Sabrın çeşitleri ve her birinin mükafatı hususunda Kurân-ı Kerîmde nazil olmuş birçok âyet-i kerimeler vardır. Bakara sûresi 177. âyetinde meâlen: (Yüzünüzü doğu ve batı taraflarına çevirmeniz hayır ve tâat değildir. Hayır ve tâat, Allahü teâlâya ve ahirete ve meleklere ve Allahü teâlânın indirdiği kitaplara ve Peygamberlere îman etmektir. Ve Allahü teâlânın [rızası için] muhabbet ile malını; fakir akrabasına, fakir yetimlere ve muhtaçlara, yolda kalmışlara, [garib yolculara, misafirlere], isteyen fakirlere ve mükateb kölelere [yani sâhibi ile anlaşıp belli bir ücret ödeyince hür olacak kölelere] ve esirlere [azad etmek için] vermektir. Ve [farz] namazları dostoğru kılmak ve zekatını vermek, sözleşmelerinde ahtine vefa etmek [sözünü yerine getirmek], fakirlikte, ihtiyaç ve sıkıntı hallerinde, cihatda sabır etmektir. Ve bu vasıfları taşıyanlara uymakta sâdık olmaktır. İşte onlar, takvâ sâhibi olan müslümanlardır) buyurulmuştur.

Âli-i İmrân sûresi 200. âyetinde ise meâlen: (Ey îman edenler! [Din düşmanlarının eziyetlerine] sabrediniz. Düşmanlarınızla olan cihatda üstün gelmek için, sabır yarışı yapın. Sınır boylarında kâfirlere karşı cihat için nöbet bekleyin ve Allahü teâlâdan korkun ki felaha [kurtuluşa] eresiniz) buyurulmuştur.

Nahl sûresi 96. âyetinde meâlen: (Sabredenlerin ecrlerini [karşılıklarını] Allahü teâlâ, yaptıkları amelin karşılığı olan sevaptan daha fazla ve daha güzel olarak elbette verir) buyurulmuştur.

Zümer sûresi 10. âyetinde meâlen: (Sabreden müminler [kıyamet gününde] hesapsız mükafatlara kavuşurlar) buyurulmuştur.

Bakara sûresi 153. âyetinde meâlen: (Ey îman edenler! Sabır ve salât [namaz] ile Allahü teâlâdan yardım isteyiniz. Muhakkak Allahü teâlâ [nın yardımı] sabreden müminlerle beraberdir) buyurulmuştur.

Rad sûresi 22. âyetinde meâlen: (Onlar, şu kimselerdir ki Rablerinin rızasını kazanmak için sabrederler. Namazlarını dostoğru kılarlar. Kendilerine verdiğimiz rızktan gizli ve aşikar infak eder, verirler. Kendilerine kötülük yapanlara, iyilik ederler. O müminler için [amellerine karşılık] ahiret saadeti ve rahat vardır) buyurulmuştur.

Allahü teâlâ hadis-i kudside: (Ey Adem oğulları! Bir kimse benim kazama râzı olmaz ve benim tarafımdan gelen belalara sabır etmez, verdiğim nimetlerime şükretmez, ihsan ettiğim dünya nimetlerine kanaat etmezse, başka bir Rab arasın. Ey Adem oğlu! Bir kimse benim belama sabrederse, benden râzı olmuş olur, yani rububiyetimi tasdik etmiş olur) buyurdu.

8) Matta İncilinde adalet hususunda, (Ben size derim ki eğer adaletiniz yazıcıların ve ferisilerin adaletinden ziyâde olmazsa, göklerin melekutuna hiç giremezsiniz) denilmektedir. [Matta bab 5, âyet 20.]

Adalet hususunda da, Kurân-ı Kerîmde pek çok âyet-i kerime vardır.

[Adalet, lugatta, bir şeyi yerli yerine koymak demektir. Adaletin iki tarifi vardır: Birincisi, (Adalet, bir Âmirin, bir hakimin memleketi idare için koyduğu kanun, kaide, çizdiği hudud içinde hareket etmektir. Zulüm ise, bu kanunun, bu hududun, bu dairenin dışına çıkmaktır) Adaletin asıl tarifi: (Kendi mülkünde olanı kullanmak) demektir. Zulüm de, başkasının malına, mülküne tecavüzdür. Alemleri yaratan Allahü teâlâ, hakimler hakimi, her şeyin asıl sâhibi ve tek halıkı [yaratıcısı]dır. Allahü teâlâ mutlak adalet sâhibidir. Çünkü, her işi kendi mülkünde yapmaktadır. Onun için, insanlara gönderdiği en son ve en kâmil dininde tam bir adalet vardır. Bu adaletin dışında ise zulüm vardır.

Kurân-ı Kerîm sadece adaleti emretmekle kalmamış, adaletin zıttı olan zulmü haram kılmıştır. Bu hususta bir çok âyet-i kerimeler vardır. Hatta, kişinin kendi nefsine zulmetmesi dahi haram kılınmıştır.]

Nisa sûresi 58. âyetinde meâlen: (İnsanlar arasında hüküm ettiğiniz zaman, adalet ile hüküm etmenizi Allahü teâlâ emreder) buyurulmuştur.

Nahl sûresi 90. âyetinde meâlen: (Allahü teâlâ size, adalet yapmanızı, ihsan etmenizi ve [muhtaç olan] akrabaya vermenizi emrediyor. Fuhuştan [zinadan], münkerden [fenâlıklardan] ve zulüm yapmaktan da nehy ediyor) buyurulmuştur.

[İhsan etmek demek, Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” tarifi ile (Allahü teâlâya Onu görüyormuş gibi ibâdet etmektir. Sen Onu görmüyor isen de, O seni görüyor) demektir. İhsan, önce haramlardan sakınmak, sonra farzları yapmakla olur.]

Mâide sûresi 8. âyetinde meâlen: (Ey müminler! Allah için amellerinizde ve sözlerinizde hakkı ayakta tutan hakimler olun ve adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Düşmanlarınıza olan buğzunuz, kininiz, sizi adaletsizliğe götürmesin [size vebal yüklemesin. Yani düşmanlarınıza bile adalet ile davranınız. Dost ve düşmanınıza] adalet yapınız ki bu takvâya çok yakındır. Allahü teâlâdan korkun. Çünkü Allahü teâlâ, sizin amellerinizden [yaptıklarınızdan] haberdardır) buyurulmuştur.

Âdil olmayıp, zulüm edenler hakkında, İnsan sûresi 31. âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ zâlimlere elem verici, acıklı bir azap hazırladı) buyuruldu. Bu adalet ve zulüm bahsi, Kurân-ı Kerîmde, İncildeki gibi kısa değildir. Kurân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde geniş şekilde izah buyurulduğundan, tamamı anlatılacak olsa, büyük bir kitap olur.

9) Matta İncilinin 5. babının 21. ayetinden 27. ayetine kadar olan kısmında anlatılanlar: (Din kardeşini incitmemek, ihtiyacı olduğu zaman kendi işini bırakıp, ona yardım etmek, düşmanın bile olsa, ona dostluk göstermek, hasılı dâima güzel ahlak sâhibi olmak, yumuşaklık ile muamele ve iyilik etmek)den ibarettir.

Bunların hepsini, fazlası ile Nisa sûresi 36. âyet-i kerimesi içerisine almaktadır. Bu âyet-i kerimede meâlen: (Allahü teâlâya ibâdet ediniz. Ona hiçbir şeyi şerik [ortak] koşmayınız. Annenize ve babanıza [söz ve fiil ile], akrabaya [sıla-i rahm, onları ziyaret ile], yetimlere [gönüllerini almak ile], fakirlere [sadaka ile], akrabanız olan komşularınıza [şefkat ve merhamet ile], komşularınıza [iyilik ve onlara gelen zararlara mâni olmak ile], dost ve arkadaşlarınıza [haklarına riâyet ve sevgi ile], yolcu ve misafirlerinize [yemek ve içecek vermek ve abdest ve namazlarına kolaylık göstermek ile], köle ve cariyelerinize [elbiseler giydirmek ve yumuşak davranmak ile] iyilik ediniz. Muhakkak Allahü teâlâ, [mahluklara] ihsanda bulunmayıp da, kibrlenen ve öğünenleri sevmez) buyurulmuştur.

Fussilet sûresi 34. âyetinde meâlen: (İyilik ile kötülük [mükafat ve mücazat] müsavi değildir. Sen kötülüğü, en güzel şekilde def’ et. [Yani gazabını sabır ile kötülüğü afv ile def’ et. Eğer sen bunu yaparsan] o zaman bakarsın ki düşmanın yakın dost gibi olur) buyurulmuştur.

Mümtehine sûresi 8. âyetinde meâlen: (Allahü teâlâ, din hususunda sizinle dövüşmeyen ve sizi bulunduğunuz yerlerden çıkarmayan kimselere iyilik ve ihsan etmenizden, onlara adalet yapmanızdan sizi nehy etmez. Muhakkak ki Allahü teâlâ adalet ve ihsan eden müminleri sever) buyurulmuştur.

Ubade bin Samit “radıyallâhu anh” buyurdu: Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ashâb-ı kirâma “aleyhimürRıdvân”, (Ben size Allahü teâlânın indinde şerefli olacağınız şeylerden haber vereyim mi?) buyurdu. Ashâb-ı kirâm “aleyhimürRıdvân” (Evet ya Resûlallah) dediklerinde: (Allahü teâlânın indinde şerefli olup yüksek derecelere kavuşmak istersen; sana kızana sen hilm ile [yumuşaklık ile] muamele et. Sana zulüm edeni, affet. Seni ziyaret etmeyeni de ziyaret et) buyurdu.

Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” rivayetinde buyuruyor ki: Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ashâb-ı kirâma “aleyhimürrıdvân”: (Sizlere bir kaç kelime [nasihat] öğreteyim mi? İçinizden onunla amel edecek ve öğrenecek kimdir?) diye sordu. Ebû Hüreyre “radıyallâhu anh”, (Benim Ya Resûlallah) deyince, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, onun elinden tutarak: (Allahü teâlânın haram kıldığı [yasak ettiği] şeylerden sakın, insanların en âbidi, en çok ibâdet edeni olursun. Allahü teâlânın sana verdiği şeye [her ne kadar az olsa da] râzı ol, [Allahü teâlânın, kalp zenginliği verdiği] insanların en zengini olursun. Komşuna [kalben ve filen] ihsan ve yardımda bulun, kâmil bir mümin olursun. Kendi nefsin için neyi seversen, herkes için de onu sev, [kâmil bir] müslüman olursun) buyurdu.

10) Matta İncilinde, (Zina nehy olunduğu [yasak olduğu] gibi, şehvet ile (yabancı) kadına bakmanın da zina olduğu) bildirilmiştir. [Matta bab 5, âyet 27, 28.]

Tavsiye yazı: İslamiyette zina etmek haram mı?

11) İncilde, (Kim kadınını boşarsa, ona boş kağıtını versin denilmiştir. Fakat ben size derim ki her kim zinadan başka bir sebeple boşarsa, onu zaniye eder. Ve her kim boşanmış kadınla evlenirse, zina eder) denilmektedir. [Matta bab 5, âyet 31 ve 32.]

Hristiyanların İslamiyetteki talak, yani kadın boşamaya yaptıkları itirazları ve bunların cevaplarını (TALAK) bahsinde mufassal olarak anlatacağız. Fakat, bütün hristiyanlara burada birkaç, sual tevcih edeceğiz:

a) Madem ki daha önce zikrettiğimiz Matta İncilinin 5. babının 28. ayetine göre, şehvet nazarı ile bakmak aynen zina etmek olduğu, Îsâ aleyhisselâm tarafından bildirilmiştir. Zina sebebi olunca kadını boşamak ise, yine Matta’nın 5. babının 32. ayetine göre lazım olmaktadır. Şimdi hristiyanlar arasında yabancı kadın ve erkeğin birbiri ile görüşmemesi gibi bir şey olmadığından, her hristiyan kadının, istediği genç erkekle ve her hristiyan erkeğin de, istediği kadınla açıkça veya gizlice görüşmesi adet olduğu hâlde, hristiyanlar zina günahından acaba nasıl kurtulabilmektedirler?

b) Avrupa tarihlerinde yazıldığına göre, Avrupa’da birçok hükümdarın hanımlarında zina fili bulunmadığı hâlde, hükümdarlar hanımlarını boşamışlar [ve pek çok kadın ile evlenmişlerdir.]. Papalık makâmının hududsuz yetkilerine sâhip bulunan papazlar, hükümdarların o kadınları boşamasına nasıl müsaade etmişlerdir?

c) Bugün Avrupa kanunlarında talak [boşanma] bahsi yazılı ve mer’iyette olup zinadan başka, aşırı, şiddetli geçimsizlik ve gazap, hatta kadın ve erkeğin rızaları ile boşanmayı icap ettiren sebepler olduğu hâlde, birbirlerinden boşanamamaktadırlar. Eğer zevc, yeni sevdiği kadını evinde bulundursa, zevcin zevcesini boşayabilme salahiyeti ve zevc ve zevcenin rızaları ile olan ayrılıkta dahi, zevc ve zevce 3. sene geçtikten sonra, bir başka kimse ile evlenebilirler. Zina töhmeti ile olan ayrılıkta ise, en az 10 ay geçtikten sonra bir başkası ile evlenebilmesi mümkündür. Bunlar Avrupa kanunlarının bazı hükümleridir. Öyle ise, burada (İncilin zina edeni hemen at, ayrıl) sözü nerede kalmıştır?

12) İncilde, (Sizden öncekilere, yalan yere yemin etmeyin ve andlarınızı [yeminlerinizi] Rabbe ödeyeceksiniz denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim ki hiç yemin etmeyiniz. Ne gök üzerine, çünkü o, Allah’ın tahtıdır. Ne yer üzerine, çünkü o, Allah’ın ayaklarının basamağıdır. Ne Kudüs üzerine, çünkü o, büyük meleğin şehridir. Ve (başın üzerine) diyerek yemin etmeyeceksin. Çünkü sen, saçın bir kılını ak veya kara yapmaya kadir değilsin. Ancak sözünüz evet evet, hayır hayır olsun. Zira bunlardan çok olan şerdendir) denilmektedir. [Matta bab 5, âyet 33 ve devamı.]

Matta İncilinin bu ayetlerinden anlaşılan, asla yemin etmemek, katî bir emirdir. Halbuki cemiyet içinde muamelat sebeplerinin en büyüklerinden olan böyle bir emniyet vesilesinin, büsbütün yok edilmesi akla ve hikmete uygun bir şey olamayacağından, bunun da, İncilde yapılan tahriflerden biri olduğu zan olunur. Mûsâ aleyhisselâmın dininde olduğu gibi, İslamiyette de, yemin vardır. İslamiyette yemin 3 türlüdür:

a) Yemin-i Gamus: Geçmişteki bir şey için, bilerek yalan yere yemin etmektir. Büyük günahlardandır. Böyle yeminlere kefaret lazım olmaz. [Hemen pişman olup tövbe ve istiğfar etmelidir.]

b) Yemin-i Lağv: Boş yere bir işi yaptığı zannı ile yanlış yemin etmektir. Daha sonra yapmadığı ortaya çıkınca, hiç hükmüne girer. [Yani günah da olmaz, kefaret de icap etmez.]

c) Yemin-i Mün’akıde: İlerde yapacağım veya yapmıyacağım diye yemin etmektir. Bir kimse yarın şu işi yapacağım diye vaatte bulunup (VALLAHİ) diyerek yemin etse, daha sonra sebat etmeyip, o işi yapmasa (Hanis) yani yalancı olup kefaret vermesi lazım olur. Bu kısım yemine kefaret verilmesi hususunda Kurân-ı Kerîmde açık beyanlar vardır. Mâide sûresi 89. âyetinde meâlen: “Allahü teâlâ sizi yemin-i lağv ile muaheze etmez [cezalandırmaz]. Fakat akd ettiğiniz [mün’akid] yeminlerde muaheze eder. Onun kefareti, çoluk çocuğunuza yedirdiğinizin orta hâli ile 10 fakiri doyurmaktır veya çoluk çocuğunuza giydirdiğinizin orta haliyle birer elbiseyi, on fakire giydirmektir veya bir köle azad etmektir. Bu üçünden birini yapmaya gücü yetmeyenin, 3 gün müteakıben [peşpeşe] oruç tutmasıdır. İşte bunlar sizlerin yeminlerinize kefarettir. Lisanlarınızı [yalan yere yemin etmekten veya] yemininizi bozmaktan hıfz ediniz” buyurulmuştur. Allahü teâlânın isminden başka, yer, gök ve başın için ve evladın için diyerek, yemin etmek ise, çeşitli hadis-i şerifler ile men’ edildiğinden, şer’ân câiz değildir.

13) Matta İncilinde yazıldığına göre, Îsâ aleyhisselâm Tevratta olan kısas ayetini naklettikten sonra, 5. babının 39 ve devâmındaki ayetlerde, (Fakat ben size derim ki; kötülüğe karşı koymayın ve sağ yanağınıza kim vurursa, ona sol yanağınızı da çevirin. Eğer birisi gömleğini almak isterse, ona kaputunu, abanı da ver. Ve kim seni 1 mil gitmeye zorlarsa, onunla 2 mil git. Senden dileyene, isteyene ver. Düşmanlarınızı sevin ve size beddua edenlere hayır duâ edin. Herkese selam verin) denilmekte ve başkalarına kötülük yapan, zulmeden kimselerin affedilmesi bildirilmektedir. Kısas, yani suçluyu cezalandırmak tamamen inkâr olunmaktadır.

Kısas meselesi, ilâhî kitaplarda meşru olduğu gibi, Kurân-ı Kerîmde de, emredilmiştir. Mâide sûresi 45. âyetinde meâlen: (Can, can için, göz göz için, burun burun için, kulak kulak için, diş diş için ve yaralamak için kısas vardır) buyurulmuştur. Bakara sûresi 179. âyetinde meâlen: (Ey akıl sahipleri! Sizin için kısasta hayat [ve sıhhat] vardır) buyurulmuştur. Fakat öldürülen kimsenin varislerinin ve yaralanan veya bir azası kesilen kimsenin, kısas yapılmasını istemeyip, affetmelerinin efdal ve pek hayırlı olması hakkında âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler varid olmuştur. Ancak, İncilin kısası tamamen affetmesi, tahrif edildiğine, kuvvetli bir delildir. Çünkü, her dinde ve her kanunda kısas vardı. Hatta, hristiyan memleketlerinde dahi kısas yapıldı. Eğer hristiyanlar, bu İncilin sıhhatini, doğruluğunu kabul etmiş olsalardı, kısas yapmazlardı.

(Bir yanağına vurana diğer yanağını da çevir. Gömleğini isteyene kaputunu da ver. Her gidelim diyen ile beraber git) emirleri de aynen kısas meselesi gibi tahrifattan olmalıdırlar. Çünkü, böyle bir şeriat ile dünyada hiç bir kavim, hiç bir cemiyet hayatiyetini, varlığını devam ettiremez. Bunun en açık delili de, Avrupalıların, hristiyanlığın bu esaslarına hiç itibar etmemeleridir.

[Avrupa’da maddi refah, ilim ve teknik, hep hristiyanlığı terketmek sebebi ile zuhûr etmiştir. Bu terakkîlerin sebebi, Avrupa’daki reformlar olmuştur. Bu reformları yapanlar, Endülüs’te yani İspanyada İslam medreselerinde ilim tahsil eden Avrupalılardır. Bunlar her türlü terakkîye mâni olan hristiyanlığa karşı cebhe almışlar, hristiyanlığın terakkîye mâni olduğunu akıl ve ilim ile ispat etmişlerdir. hristiyanlığı reddeden, terakkîye mâni olduğunu ispat eden kitaplar yazmışlardır. İslamiyeti bilmeyen bazı câhiller, Avrupalıların yazdığı bu kitapları okuyup, İslamiyeti de böyle sanmışlar. Her türlü ilerlemeyi, terakkîyi, ilmi emreden İslamiyette de, reform yapmak fikrine kapılmışlardır. Kendileri İslamiyetin ışıklı yolundan sapmış, başkalarını da saptırmışlardır. Böylece, cahilliklerini ve ahmaklıklarını ortaya koymuşlardır. Daha önce bildirdiğimiz gibi, müslümanlar İslamiyete yapışıp, bağlandığı müddetce, hristiyanlar ise, hristiyanlığı terk edip, uzaklaştığı müddetce, terakkî etmişlerdir.]

14) Matta İncilinde, (Her neye sâhip isen satıp sadaka ver) diye emreder. [Matta bab 19, âyet 21.]

Kurân-ı Kerîm ise, sadaka ve ihsanda bulunmayı teşvik eder. [Bütün malını sadaka ver diye, emretmez. Bütün malını sadaka verip, başkalarına muhtaç ve zelil olmaktan men eder.] Nitekim, İsra sûresi 26. âyetinde meâlen: (Akrabaya hakkını ver [ki o hak, hallerine göre sıla-i rahm yapmak, muhtaç ve âciz olanlara nafaka vermek ve güzel geçinmektir]. Hallerine göre fakirlere ve yolculara [zekat ve taam] haklarını ver. İsraf edip, malını lüzumsuz yere dağıtma) ve 29. âyetinde meâlen: (Elini boynuna bağlama [yani cimrilik etme] ve elini tamamen açma [yani israf etme] ki kötülenirsin ve başkalarına muhtaç olursun) buyurulmuştur.

[Kurân-ı Kerîm, sadaka vermenin, birçok günaha kefaret olacağını, affedilmelerine sebep olacağını bildirmektedir.]

15) Matta İncilinin 6. babının 3. ve 4. ayetlerinde, (Fakat sadaka verdiğin zaman, sol elin, sağ elinin ne yaptığını bilmesin! Gizli şeyleri gören Baban, sana ödeyecektir) demektedir.

Riyadan sakınmak için, sadakanın gizli verilmesi uygun ise de, başkalarını teşvik için, riya maksadı olmaksızın aşikare, açıkça vermekte de bir beis yoktur. Bundan dolayı Kurân-ı Kerîmde sadakanın aşikare, açıkça verilmesi de nehy olunmamıştır. Fakat, gizli vermenin daha efdal olduğu da âyet-i kerimede bildirilmektedir. Bakara sûresi 271. âyetinde meâlen: (Sadakaları aşikare verirseniz ne güzeldir. Eğer gizlerseniz ve onları [sadakaları] fakirlere verirseniz bu sizin hakkınızda daha hayırlıdır ve günahlarınıza kefarettir. Allahü teâlâ sizin yaptıklarınızdan haberdardır) buyurulmuştur. [Bu âyet-i kerimede açıkça verilmesi bildirilen sadaka, farz olan zekattır. Farz olan zekatı açıkça vermek riya olmaz, daha sevap olur. Tetavvu [nâfile] olan sadakayı ise gizlice vermek efdaldir. Gizli verilen nâfile sadakanın, açıktan verilen nâfile sadakadan yetmiş kat daha sevap olduğu hadis-i şerif ile bildirilmiştir.] Allahü teâlânın râzı olduğu yolda verilen maldan hâsıl olacak ecîr ve mükafat hakkında, Bakara sûresi 261. âyetinde meâlen: (Mallarını Allah yolunda infak edenlerin, harcıyanların hâli, bir tohum tanesine benzer ki ekildiğinde 7 başak bitirip, her bir başakta da 100 tane tohum bulunur) buyurulmuştur.

Sadakanın, kişinin en sevdiği maldan olması lâzımdır. Bu hususta, Âl-i İmrân sûresi 92. âyetinde meâlen, (Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe hayra, iyiliğe [Cennete] nail olamazsınız, kavuşamazsınız) buyurulmuştur.

Bakara sûresi 273 ve 274. ayetlerinde meâlen: (Sizin sadakalarınız, fi-sebilillah cihat eden, ilim tahsil eden ve ibâdet gibi hayırlı bir işle meşgul olan ve yeryüzünde ticaret ve sanat gibi bir işle meşgul olmaya müsait [elverişli] vakitleri olmayan fakirler içindir. Onlar, dilenmekten çekindikleri için, câhiller onları zengin zannederler. Ey Resûlüm, sen onları simalarından tanırsın. Onlar iffetlerinden dolayı insanları rahatsız edip sadaka istemezler. Malınızdan, bunlara infak ederseniz, muhakkak Allahü teâlâ verdiğinizi ve niçin verdiğinizi bilir. Şu kimseler ki gece ve gündüz gizli ve aşikar mallarını infak ederler. Onların ecirleri, Rablerinin indinde [Naim Cennetleri]dir. Onlara korku ve hüzün yoktur) buyurulmuştur. [Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallâhu anh” bin altın aşikare, bin altın gizli, bin altın gece, bin altın gündüz sadaka verdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu bildirilmiştir.]

Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki (7 kısım kimse vardır ki Allahü teâlânın ihsan ettiği gölgeden başka gölge bulunmadığı kıyamet gününde, Allahü teâlâ onları Arşın gölgesinde gölgelendirir. Onlardan birisi, sadaka verdiği zaman sağ elinin verdiğini, sol eli dahi bilmeyen kimsedir.) Bu hadis-i şeriften sadakayı aşikare, açıkça vermenin tamamen nehy edildiği anlaşılmamalıdır. Bazı yerler vardır ki halis niyet ile kendini riyadan koruyarak ve başkalarını teşvik için hayrın, iyilik ve sadakanın, aşikare olması daha efdaldir. Hadis-i şerifte, (Bir hayrın yapılmasına yol gösteren onu yapan gibidir) buyurulmuştur. Bu hadis-i şerife göre, sadakayı aşikare vermek, iyiliği açıkça yapmak 2 kat sevap olur. Birisi, vermiş olduğu sadaka sevâbı, ikincisi ise, başkalarını teşvik etmek sevâbıdır. Böyle, halis niyet ile iyilik ve sadakayı izhar, aklen ve şer’ân gizlemekten elbette daha güzeldir. Bugün mevcûd olan İncillerde, sadakayı gizli vermek açıkça emrediliyor ise de, hristiyanların çoğu, burada da, İncile uymamakta, sadakayı aşikare vermektedir. Hatta nefslerini kırmak için hayır sever bazı kimseler ve bazı süslenmiş madamların, sadaka toplamak için arabaları ile sokaklarda dolaşmaları, Avrupanın eski modalarındandır.

16) Matta İncilinin 6. babında duâ ederken riya yapmamak lazım olduğu yazılıdır. [Âyet 5 ve devamı.]

[Riya, bir şeyi olduğunun tersine göstermektir. Kısaca, gösteriş demektir. Kalp hastalıklarındandır. Kötü bir huydur. Ahiret amellerini yaparak, ahiret yolunda olduğunu göstererek, dünya arzularına kavuşmak demektir. Allahü teâlâ, Kurân-ı Kerîmde ve Resûlullah efendimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” hadis-i şeriflerinde, İslam âlimleri de kitaplarında, riyanın kötülüğünü bildirmişlerdir.]

Maun sûresi 4, 5 ve 6. ayetlerinde meâlen: (Gaflet ile ehemmiyet vermeden namaz kılan ve namazlarını halk yanında, nifak ve riya ile kılıp, tenhada terk edenler için şiddetli azap vardır) buyurulmuştur. Kehf sûresi 110. âyetinde meâlen: (Kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse, amel-i sâlih işlesin ve Rabbine yaptığı ibâdette, Ona hiç kimseyi ortak koşmasın) buyurulmuştur. Bu âyet-i kerimeye göre, riya ile yani gösteriş için ibâdet etmek, şirk hükmündedir. Çünkü, riya, gösteriş yapan, ibâdetinde, mâbuda bir başkasını ortak koşmaktadır. Bu manayı teyid ederek, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” Ashâb-ı kirâma, (Sizin için en çok korktuğum şey, şirk-i asgara [küçük şirke], yakalanmanızdır) buyurdu. Ashâb-ı kirâm: Ya Resûlallah! Küçük şirk nedir? diye sordular. (Riyadır) buyurdu.

[Diğer bir hadis-i şerifte, (Dünyada riya ile ibâdet edene, kıyamet günü, ey kötü insan! Bugün sana sevap yoktur. Dünyada kimler için ibâdet ettin ise, karşılıklarını onlardan iste, denir) buyurdu. Riyanın zıttı, ihlastır. İhlas, dünya faydalarıni düşünmeyip, ibâdetlerini yalnız Allah rızası için yapmaktır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki (Allahü teâlâ buyuruyor ki benim şerikim yoktur. Başkasını bana şerik eden, sevaplarını [vaat ettiğim karşılıklarını] ondan istesin. İbâdetlerinizi ihlas ile yapınız! Allahü teâlâ, ihlas ile yapılan amelleri [işleri] kabul eder.) Muaz bin Cebel’i “radıyallâhu anh” Yemen’e Vâli olarak gönderirken, (İbâdetlerini ihlas ile yap! İhlas ile yapılan az amel kıyamet günü sana yetişir) buyurdu. Başka bir hadis-i şerifte, (İbâdetlerini ihlas ile yapanlara müjdeler olsun. Bunlar hidayet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok ederler) buyurdu.]

17) Matta İncilinde, (Duâ ederken, putperestlerin yaptığı gibi, lüzumsuz yere tekrarlar yapmayın. Zira onlar, çok söyledikleri için, kabul edileceğini zannederler. Siz Ondan istemeden önce o, ihtiyaçlarınızı bilir. Siz şöyle duâ edin: Ey göklerde olan Babamız, ismin mukaddes olsun. Melekutün gelsin. Gökte olduğu gibi, yerde de senin irâden olsun. Her günkü ekmeyimizi bize bugün de ver ve biz suçlu olanları bağışladığımız gibi, bizim suçlarımızı (borçlarımızı) bağışla. Bizi iğvaya götürme. Bizi şerirden kurtar. Melekut ve kudret ve izzet, ebediyyen senindir. Âmin) denilmektedir. [Matta bab 6, âyet 7 ve devamı.]

[Burada, (gökte olduğu gibi yerde de senin irâden olsun) denilerek, Allahü teâlâya âcizlik isnad ediliyor. (Biz suçluları bağışladığımız gibi, bizim suçlarımızı da sen bağışla) denilerek, haşa Allahü teâlâ minnet altında bırakılmıştır. Biz yaptığımız gibi sen de yapmaya, haşa mecbursun denilmektedir. Yine burada sadece ekmek istenmektedir. Halbuki Allahü teâlâdan bütün nimetleri istenmeliydi.]

İncilde bundan başka bir duâ yoktur. Bunun için hristiyanlar, her gün bu duâyı okumakla memurdurlar. Müslümanların her günkü duâsı, Fâtiha-i şerifedir ki 5 vakit namazın, her rekatinde okunur. Böylece, her gün en az, 40 kere okunur. Fâtiha-i şerife sûresinin meâl-i şerifi şudur:

(Bismillahirrahmanirrahim: Rahmân ve rahim olan Allahü teâlânın isim-i şerifini okuyarak başlıyorum. Hamd ve senanın en üstünü, bütün alemleri yaratan, [bir nizam üzere birbirine bağlayan] Allahü teâlâya mahsustur. Allahü teâlâ, dünyada ve ahirette kullarına çok merhamet edicidir. Kıyamet gününün maliki [ve hakimi] yalnız Odur. Biz, ancak sana ibâdet ederiz [Senden başka ibâdete lâyık ve müstehak olan hiçbir şey yoktur.] Ve ancak senden yardım isteriz. Bizi [Îtikadîmızda, fillerimizde ve sözlerimizde ve ahlakımızda ifrat ve tefrit arasında orta yol olan] doğru yolda bulundur. [Din-i İslam ve sünnet-i enam “aleyhissalatü vesselâm” olan sırat-ı müstakimde bizi sâbit eyle.] Bizi kendilerine [fadl ve ihsanın ile] nimet verdiğin kimselerin [Peygamberlerin, Velilerin ve Sıddîklerin] yolunda bulundur. [Hakkı kabul etmeyip] senin gazapına uğrayanların ve sapıkların yolunda bulundurma! [Ya Rabbi. Âmin: Kabul buyur Allah’ım!]) Bundan başka, Kurân-ı Kerîmde yüzlerce duâ vardır ki her biri ve mânâları tefsir kitaplarında uzun yazılıdır.

18) Matta İncilinde, (Duâ ettiğin zaman, iç odana gir ve kapıyı kapayarak gizli olan Babana duâ et! Gizlide gören Baban, sana aşikare ödeyecektir. Semavatta olan Babanız, kendisinden isteyenlere, pek çok ihsanlar verecektir) denilmektedir. [6-6]

Kurân-ı Kerîmde [Allahü teâlâya duâ edenlere verilecek ecirleri [karşılıkları] ve duâ etmek lazım olduğunu ve yapılan duaların kabul edileceğini bildiren pek çok] âyet-i kerimeler vardır. Mümin sûresi 60. âyetinde meâlen: (Bana duâ ediniz, size icabet edeyim [kabul ederim]) buyurulmuştur. Bakara sûresi 186. âyetinde meâlen: ([Ey Resûlüm], Kullarım sana benden sorarlarsa, Ben [ilim ve icabetle] yakınım. Bana duâ ettikleri zaman dualarına icabet ederim [kabul ederim]. Benden icabet istesinler ve bana îman etsinler) buyurulmuştur.

19) Matta İncilinde, (Eğer siz insanların suçlarını bağışlar iseniz, gökte Babanız da sizi bağışlar. Fakat siz insanların suçlarını bağışlamazsanız, Babanız da, sizin suçlarınızı bağışlamaz) denilmektedir. [Matta bab 6, âyet 14-15.]

Kurân-ı Kerîmde, Nur sûresi 22. âyetinde meâlen: ([Kusurları] affetsinler, intikamdan vazgeçsinler. Dikkat ediniz! Allahü teâlânın sizi mağfiret etmesini sevmez misiniz? Allahü teâlâ mağfiret ve rahmet edicidir) buyurulmuştur. Âli-i İmrân sûresi 134. âyetinde meâlen: ([Takvâ sahipleri] o kimselerdir ki bollukta ve darlıkta, çoklukta ve azlıkta [sadaka verirler ve] infak ederler. Gazaplarını yok ederler, [yani dargınlık yapmaya kadir iken, sabır ve terk ederler ve insanlardan cezaya müstehak olanların] kusurlarını affederler, Allahü teâlâ ihsan edenleri sever) buyurulmuştur. [Müslümanlar hep bu âyet-i kerimeler ile amel etmişlerdir. Buna bir misal yazalım. Resûlullahın mübarek torunu Hüseyin bin Ali “radıyallâhu anh” misafirleri ile sofrada oturmuşlardı. Kölesi bir kab sıcak yemek ile gelirken ayağı yere takılıp, elindeki yemeği Hüseyin’in “radıyallâhu anh”, mübarek başına döktü. Kölesini terbiye için yüzüne sert bakınca, kölesi, bu âyet-i kerimenin (Gazap etmezler) kısmını okudu. İmâm-ı Hüseyin “radıyallâhu anh”, gazapımı terkettim, buyurdu. Bunun üzerine köle, (İnsanlardan kusurlu olanları affederler) kısmını okudu. İmâm-ı Hüseyin “radıyallâhu anh” affettim buyurdu. Bunun üzerine köle, (Allahü teâlâ ihsan edenleri sever) kısmını okudu. İmâm-ı Hüseyin “radıyallâhu anh”, seni kölelikten azad ettim, istediğin yere gidebilirsin, buyurdu.] Beled sûresi 17. ve 18. ayetlerinde meâlen: (Bundan sonra müminlerden olup birbirlerine sabır ve merhamet tavsiye ederler. İşte bunlar, Ashâb-ı yemindendirler, yani Cennet ehlindendirler) buyurulmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” (Başkalarına merhamet etmeyene, merhamet olunmaz) buyurmuştur.

20) Matta İncilinde, (Oruç tuttuğunuz zaman, ikiyüzlüler gibi surat asmayın. Zira onlar oruç tuttuklarını insanlar görsünler diye suratlarını asarlar. Doğrusu size derim ki onlar mükafatlarını almışlardır. Fakat sen oruç tuttuğun zaman başına yağ sürüp, yüzünü yıka. Ta ki insanlara değil, gizlide olan Babana oruç tuttuğunu gösteresin) denilmektedir. [Matta bab 6, âyet 16, 17 ve 18.]

Îsâ aleyhisselâm sadece Allah rızası için oruç tutulmasını emretmiş ve riyadan nehy buyurmuştur. İslamiyette riyanın kötülüğü ve riyadan sakındırmak için varid olan âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden bazılarını yukarıda bildirdiğimizden, burada tekrar etmemize lüzum yoktur. Dikkat edilecek husus şudur ki İncilin bu ayetlerinde, oruç tutmak, açıkça emredildiği hâlde, Îsâ aleyhisselâmdan çok sene sonra, onun yüzünü görmeyen ve onun Ashâbına nice ihanetler yaptığını hristiyanların dahi itiraf ettikleri Pavlos, sonradan İncildeki diğer ahkamı değiştirdiği gibi, bu orucu da değiştirmiştir.

21) Matta İncilinde, (Mal toplayıp, kalbinizi bağlamayın. Ne yiyeceğiz, ne giyeceğiz diye keder [kaygı] çekmeyin. Hakka tevekkül ve îtimat ediniz) denilmektedir. Ve kuşların yaşayışları ve kır zambaklarının tabiî kisveleri gibi bazı misaller verilmektedir. [Matta bab 6, âyet 25 ve devamı.]

Kurân-ı Kerîmde dünyaya rağbet etmemek hususunda varid olan, bazı âyet-i kerimeleri ve Peygamberimizin hadis-i şeriflerini yukarıda zikir etmiştik. Tevekkül ile ilgili âyet-i kerimeler de pek çoktur. Burada bir kaçını zikretmekle iktifa edelim.

Talak sûresi 2 ve 3. ayetlerinde meâlen: (Kim ki Allahü teâlâdan korkarsa, Allahü teâlâ ona [darlıktan genişliğe] bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı yerden rızk verir. Her kim, Allahü teâlâya tevekkül ederse, Allahü teâlâ ona kâfidir) buyurulmuştur.

[Tevekkül ile ilgili âyet-i kerimelerin tefsirlerinin tamamı bir araya getirilse, İncilin tamâmindan çok olur. Mâide sûresi 23. âyetinde meâlen: (Eğer imanınız varsa, Allahü teâlâya tevekkül ediniz) buyurulmuştur. Âli-i İmrân sûresi 159. âyetinde meâlen: (Allahü teâlâ, tevekkül edenleri sever) buyurulmuştur. İbrahim sûresi 11. âyetinde meâlen: (Tevekkül ediciler yalnız Allahü teâlâya tevekkül etmelidir) buyurulmuştur.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki (Ümmetimden bir kısmını, bana gösterdiler. Dağları, sahraları doldurmuşlardı. Böyle çok olduklarına şaştım ve sevindim. Sevindin mi dediler, evet dedim. Bunlardan ancak yetmiş bin adedi hesapsız Cennete girer dediler. Bunlar hangileridir diye sordum. İşlerine sihir, büyü, dağlamak ve fal karıştırmayanlar ve Allahü teâlâdan başkasına, tevekkül ve îtimat etmeyenlerdir buyuruldu.) Dinliyenler arasında Ukkâşe “radıyallâhu anh”, ayağa kalkıp, (Ya Resûlallah! Duâ buyur da, onlardan olayım) deyince, (Ya Rabbi! Bunu onlardan eyle!) buyurdu. Başka biri daha ayağa kalkıp, aynı duâyı isteyince, (Ukkâşe senden çabuk davrandı) buyurdu.

Bir hadis-i şerifte, (Allahü teâlâya tam tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi, size de gönderirdi. Kuşlar, sabah mideleri boş, aç gider. Akşam mideleri dolmuş, doymuş olarak döner) buyurdu. Bir hadis-i şerifte, (Bir kimse, Allahü teâlâya sığınırsa, Allahü teâlâ, onun her işine yetişir. Hiç ummadığı yerden, ona rızk verir. Her kim, dünyaya güvenirse, onu dünyada bırakır) buyurdu.

İslamiyette tevekkül, çalışmayıp her şeyi Allahü teâlâdan beklemek değildir. Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır. Sebepleri O yarattığı gibi, onların tesir ederek, işin meydana gelmesini de, O yaratmaktadır. İslamiyet, her şeyin sebebini araştırmamızı ve bu sebebe yapışmamızı emretmektedir. Her şeyin malum olan, meşhur olan, sebebine yapışmamız ve bu sebebin tesirini halk etmesi için, Allahü teâlâya duâ etmemiz, yalvarmamız lâzımdır. Sebebe yapışmadan işin yapılmasını Allahtan beklemek, Allahü teâlâya karşı gelmek, Onun adetini bozmaya kalkışmak olur. Tevekkülün mânâsı ve çeşitleri hakkında (Tam İlmihal SAADET-İ EBEDİYYE) kitabında geniş malumat vardır.]

22) Matta İncilinde, (Niçin kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de, kendi gözündeki merteği görmezsin) demektedir. [Matta bab 7, âyet 3.]

Kurân-ı Kerîmde Hucurat sûresi 12. âyetinde meâlen: (Ey îman edenler, zannın çoğundan sakınınız. Çünkü zannın bazısı günahtır. [Müslümanların ayıplarını] araştırmayınız ve birbirinizi gıybet etmeyiniz [yani, bir kimsenin arkasından, onu zem etmeyiniz]. Sizden biriniz ölü kardeşinizin etini yemeği sever mi? [Bu teklif olunsa] ikrah edersiniz [tiksinirsiniz]. Allahü teâlâdan korkunuz. Muhakkak ki Allahü teâlâ tövbe edenlerin, tövbesini kabul eder ve çok merhametlidir) buyurulmuştur. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” (Kim insanların ayıplarını, kusurlarını örterse, Allahü teâlâ da, onun ayıplarını, kusurlarını örter) buyurmuştur. Başka bir hadis-i şerifte, (Kendi nefslerinizin ayıplarını araştırınız, başkalarının ayıplarını araştırmayınız) buyurmuştur.

[Diğer bir hadis-i şerifte, (Gıybet zinadan daha büyük günahtır) buyurmuştur. İslamiyette gıybet şiddet ile yasak edilmiştir. Ateşin odunu yakıp yok ettiği gibi, gıybet de Hasenâtı [iyilikleri] yok eder. Hadis-i şerifte, (Kıyamet günü, bir kimsenin sevap defteri açılır. Ya Rabbi! Dünyada iken şu ibâdetleri yapmıştım. Sayfada bunlar yazılı değil, der. Onlar defterinden silindi, gıybet ettiklerinin defterlerine yazıldı denir) ve (Kıyamet günü bir kimsenin Hasenât defteri açılır. Yapmamış olduğu ibâdetleri orada görür. Bunlar, seni gıybet edenlerin sevaplarıdır, denir) buyuruldu. Gıybetten men’ eden ve gıybete mâni olmayı bildiren pek çok hadis-i şerifler vardır. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Din kardeşine, onun haberi olmadan yardım eden kimseye, Allahü teâlâ dünyada ve ahirette yardım eder) ve (Yanında, din kardeşi gıybet edilince, gücü yettiği hâlde, ona yardım etmeyen kimsenin günahı, dünyada ve ahirette kendisine yetişir) buyurdu.]

23) Matta İncilinde, (Dar kapıdan girin, zira helake götüren kapı geniş ve yol enlidir. Ve ondan girenler çoktur. Fakat hayata götüren kapı dar ve yol ensizdir. Onu bulanlar ise azdır) denilmektedir. [Matta bab 7, âyet 13 ve 14.]

Kurân-ı Kerîmde, Âli-i İmrân sûresi 14. âyetinde meâlen: (Nefsin arzularına muhabbet, insanlara güzel gösterildi) buyurulmuştur. Güzel olan şeye rağbet etmek tabiî olması hasebiyle bu geniş bir yoldur. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” (Cennet nefsin istemediği şeylerle, Cehennem ise, nefsin arzuları, şehvetleri ile ihâtâ olundu) buyurmuştur. Hasılı, Cennet yolu dar ve meşakkatli, Cehennem yolu, geniş ve ziynetlidir.

24) Matta İncilinde Îsâ aleyhisselâmın (Bana: Ya Rab, ya Rab diyen her adam göklerin melekutuna giremez. Ancak göklerde olan babamın muradını yapan girer. O gün çok kimseler bana: Ya Rab, ya Rab, biz senin ismin ile peygamberlik etmedik mi? Ve senin ismin ile cinleri çıkarmadık mı? Ve senin ismin ile çok mucizeler yapmadık mı? diyecekler. Ve o zaman ben onlara: Ben sizi hiç tanımadım, benim yanımdan gidin. Ey zulüm ediciler! diyeceğim) dediği yazılıdır. [Matta bab 7, âyet 21 ve devamı.]

Burada zikredilen melekut protestan papazların anladığı gibi, kilise idaresi olmayıp, bil’aks kıyamet günü görülecek (Mahkeme-i Kübrâ) ve o esnada zuhûr edecek olan, Allahü teâlânın adalet ve intikamıdır. İncilin bu âyetleri gibi Kurân-ı Kerîmde pek çok âyet-i kerimeler vardır. Bakara sûresi 255. âyetinde meâlen: (Göklerde ve yerde olanların hepsi, Allahü teâlânın mülküdür. Allahü teâlânın izini olmadıkça, mahşerde şefaat edip başkasını kim kurtarabilir?) buyurulmuştur. [Zümer sûresi 44. ayeti, (Onlara söyle ki Allahü teâlânın izini olmadan hiç kimse şefaat edemez) diye tefsir olunmuştur. Müttessir sûresi 48. âyet-i kerimesi, (Şefaat etmelerine izin verilenler kâfirlere şefaat ederlerse, şefaatleri onlara fayda vermez) demektir.] Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, mübarek kızı Seyyidet-ün-nisa Fâtımaya “radıyallâhu anha”, (Kıyamet günü, Allahü teâlânın izini olmadıkça benden dahi sana bir fayda olmaz) buyurdu. [Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” kıyamet günü şefaat-ı uzmanın sâhibidir. İnsanlar mahşer yerinde sıra ile Adem, Nuh, İbrahim, Mûsâ ve en son İsaya “aleyhimüsselâm” şefaat etmeleri için gelecekler. Îsâ aleyhisselâm da, hristiyanların kendisini Allahü teâlâya ortak koştuklarını, onun için Allahü teâlâdan utandığını bildirerek, hatem-ül-enbiyâ [Peygamberlerin sonuncusu] olan Muhammed aleyhisselâma gönderecek ve Resûlullah, alemlere rahmet olduğu için, bütün insanlara, mahşer azabının kaldırılması için şefaat edecek ve bu şefaati de kabul olunacak, mahşer azâbı hepsinden kaldırılacaktır.

Hadis-i şeriflerde: (Kıyamet günü, en önce ben şefaat edeceğim) ve (Kıyamet günü, mezardan önce çıkan ben olacağım ve en önce şefaat eden ben olacağım) ve (Ashâbıma dil uzatanlardan başka, her müslümana şefaat edebilirim) ve (Ümmetimden, günahları çok olanlara şefaat edeceğim) buyurdu.

Şefaat hususunda, müslümanların îtikadı budur. Fakat hristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmın göğe kaldırılmasından sonra, Babanın sağ tarafına oturtulup, bütün ilâhî kuvvetleri eline aldığı ve kıyamette hakim-i mutlakın hazret-i Îsâ olacağı inancındadırlar. [Matta bab 28, âyet 19. Markos bab 16, âyet 19 ve diğer İnciller.] Bu îtikadın [inancın] İncil ayetlerine açıkça mugayir olduğuna dikkat etmezler. Îsâ aleyhisselâm, İncilde havarilere hitaben (Allahü teâlânın emirlerine itaat etmeyenlere benden fayda olmaz. Bana yalvarıp çağıranlara ben imdad edemem) [Matta bab 7, âyet 21 ve devamı.] derken, hristiyanlar, (Hazret-i Îsâ kendini bizim için fedâ etti. Biz Cehennemden kurtulduk) şeklinde fâsid bir zanna sahiptirler.

25) Yine Îsâ aleyhisselâm, (Kimseden vaaza mukabil para almayınız) diye tenbih etmiş iken, protestan misyonerleri senelik binlerce lira ücret alarak hristiyanlığı yaymaya çalıştıkları ve diğer hristiyan fırkalarındaki papazların da belli bir tarife üzerinden, her günahı, belli bir ücret karşılığı afv hatta bazı hristiyanların kendi mülkü olan arazilerini, boş arsalarını, günahlarının affedilmesine karşılık parça parça papazlara vermeleri ve bu ticaret sebebi ile binlerce papazın, asırlardan beri refah ve zenginlik içinde yaşamaları, akllara hayret verecek hallerdendir. Burada şaşılacak husus şudur ki fen ve teknikte ve akıllılıkta dünya milletlerine üstünlük iddiasında bulunan Avrupalıların 3’te 1’i, hala bu fâsid inanca sahiptirler.

Kurân-ı Kerîmde, Araf sûresi 186. âyetinde meâlen: (Allahü teâlânın hakir edip, îman nasip etmediği kimseyi doğru yola hidayet edecek, kavuşturacak kimse yoktur) buyurulmuştur.

26) Matta İncilinde yazıldığına göre, Îsâ aleyhisselâm şakirdlerine yaptığı vasiyet sırasında, (Bir eve girdiğinizde selam verin. O kimse ona lâyık ise, selâmınız onun üzerine gelsin. Fakat ona lâyık değilse, selamınız size dönsün ve kim sizi kabul etmez ise ve sözlerinizi dinlemez ise, o evden veya o şehirden çıkıp, ayaklarınızın tozunu silkin) demektedir. [Matta bab 10, âyet 12, 13, 14.]

Kurân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde, selam vermek, kapı çalmak, bir eve girmek adabına ait pek çok hükümler vardır. Nur sûresi 27. ve 28. ayetlerinde meâlen: (Ey îman edenler. Kendi evinizden başka kimselerin evlerine, o evin sâhibinden izin almadan ve selam vermeden girmeyin. Bu [izin ve selam ile girmeniz] sizin için daha hayırlıdır [ki ev sâhibi uygun olmayan şeyleri terkeder]. Bunları düşünürseniz, hikmetini anlarsınız. Eğer evlerde bir kimse bulamazsanız veya size izin verilmezse içeri girmeyiniz. Eğer [sizi kabul etmeyip] geri dönün derlerse, geri dönünüz. Bu [edebinizi göstereceğinden] sizin için daha güzeldir. Allahü teâlâ yaptıklarınızın hepsini bilir) buyurulmuştur.

27) Matta İncilinin 10. babında, insanları İseviliğe davet için gönderilen şakirdlerin, dini tebliğ ederken [bildirirken] eza ve cefa görecekleri beyan edilmiş ve bir şehirde cefa görürlerse, bir başka şehre kaçmaları ve Allahü teâlâdan başka hiç kimseden korkmamaları tavsiye edilmiş ve söyleyenin onlar olmayıp, [haşa] Allahü teâlânın ruhu olduğu ve öldürülürlerse, öldürülecek olanın fânî ceset olup ruha taarruz edemeyecekleri de zikir edilmiştir.

 Ahzab sûresi 39. âyetinde meâlen: (O kimseler ki Allahü teâlânın risâletini [emirlerini ve yasaklarını] insanlara tebliğ ederler. Ancak Allahü teâlâdan korkarlar ve Allahü teâlâdan başka bir kimseden korkmazlar. Allahü teâlâ, bunların amellerinin hesabını görmeye kâfidir) buyurulmuştur. Enfal sûresi 17. âyetinde meâlen: (Ya Muhammed “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”! Bedr gazasında kâfirlerin gözüne bir avuç toprağı] Sen atmadın. Fakat hakikatte, Allahü teâlâ attı) buyurulmuştur. Meâl-i şerifi, (Siz Allah yolunda öldürülenlere, ölüler demeyiniz. Hakikatte onlar diridirler, fakat siz onları anlamazsınız [Akıl, onların hayatını anlamaktan acizdir]) olan, Bakara sûresi 154. âyet-i kerimesi, şehitlerin cesetlerinin ölüp, ruhlarının hayatta olduklarını bildirmektedir.

28) Matta İncilinin 10. babının 40. âyetinde Îsâ aleyhisselâm şakirdlerine: (Sizi kabul eden beni kabul eder ve beni kabul eden beni göndereni kabul eder) demektedir.

Bu ayette, Îsâ aleyhisselâm, kendisinin Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş olduğunu ve Ona itaat edenin Allahü teâlâya itaat ettiğini tasdik eder. Bu hususta Kurân-ı Kerîmde Resûlullaha “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” itaatın Allahü teâlâya itaat olduğu bildirilmektedir. Nisa sûresi 80. âyetinde meâlen: (Resûle itaat eden, Allahü teâlâya itaat etmiş olur) buyurulmuştur.

29) Matta İncilinin 12. babının 46. ayeti ve devâmında, (Îsâ halka henüz söylemekte iken, annesi ve kardeşleri onunla söyleşmek isteyerek dışarda durdular. Ve biri İsa’ya dedi ki işte, annen ve kardeşlerin seninle söyleşmek için dışarda duruyorlar. Îsâ cevap verip, kendisine söyleyene dedi ki benim anam kimdir? ve kardeşlerim kimlerdir? Ve elini şakirdlerine doğru uzatıp: İşte benim anam ve kardeşlerim. Çünkü, her kim semavatta olan pederimin irâdesine uygun iş yapar ise, birâderim ve kardeşim ve validem odur dedi) demektedir.

Halbuki Allahü teâlâ, Kurân-ı Kerîmde anneye ve babaya hürmeti emretmektedir. İsra sûresi 23 ve 24. ayetlerinde meâlen: (Annene ve babana ihsanda bulun. Onlara üf deme [ağır söz söyleme ve yüzlerine bağırma ve] onlara nazik, ince güzel söz söyle. Onlar için gâyet merhametli olarak tezellül ve tevazu kanadını indir. [Yani lütf ve yumuşaklık göster, kibirlenme] ve Ya Rab bunlar beni çocuk iken nasıl terbiye ettiler ise, sen de onlara rahmet eyle diye duâ et!) buyurulmuştur.

30) Yuhanna İncilinin 2. babının başında, Kana şehrindeki düğün ziyafetinde, Îsâ aleyhisselâmın annesi de beraber bulunur. Yemek esnasında, (Ve şarap eksilince, İsa’nın annesi Ona, şarapları yok dedi. Îsâ ona: Kadın seninle benim aramda ne alaka var) diye şiddetli [kızgın] bir şekilde cevap vermiştir. Bu kadın, o hazret-i Meryem’dir ki birkaç yüz sene sonra (Îsâ aleyhisselâmın mı? yoksa [haşa] Allah’ın mı? annesidir) diye, Konsül denilen ruhban cemiyetlerinde mevzu edilip, nihâyet Allah’ın annesi olmasına karar verilmiştir. Bugün, hala, katoliklerin akidelerinde [inancında] ulûhiyyet derecesinde olarak, hazret-i Meryeme de ibâdet olunur.

Papazların îtikatları, bu derece birbirine zıt esaslar üzerine kurulmuştur. Yukarıdaki yazıları görünce ve öğrenince, müslümanlar, Allahü teâlâya ne kadar şükretseler ve kendilerine verilen İslam nimetine ne kadar çok sevinseler, yine azdır.

31) Matta İncilinin 13. babının, 3. ayeti ve devâmında Îsâ aleyhisselâm, çeşitli misaller getirerek, Allahü teâlânın emirlerini işiten kimseleri 4 kısma ayırmış, her birini ekilen bir tohuma benzetmiştir. Bundan sonra diyor ki (İşte ekinci tohum ekmeye çıktı ve ekerken tohumların bâzıları yol kenarına düştü ve kuşlar gelip onları yediler ve bâzıları toprağı çok olmayan kayalıklar üzerine düştü ve hemen sürdü. Çünkü, toprağın derinliği yoktu. Güneş doğunca yandı ve kökü olmadığı için kurudu. Tohumların bir kısmı da, dikenler üzerine düştü, dikenler çıkıp, onları boğdular. Bâzıları da iyi toprak üzerine düştü. Bazısı yüz, bazısı 60, bazısı 30 kat semere verdiler. Kulakları olan işitsinler.) Burada birincisi, yani yol kenarına atılan tohumlar, kelam-i ilâhîyi işitip onu inkâr eden, ona inanmayan kimselere benzetilmiştir. İkincisi, yani taşlık yere ekilen ve kök salmayan tohumlar, kelam-ı ilâhîyi işitip, onu kabul eden ve bir müddet sonra inkâr eden mürtedlere benzetilmiştir. Üçüncüsü, yani dikenler arasına atılan tohumlar, kelam-ı ilâhîyi işiten, kabulünden sonra, dünyaya dalan ve mal kazanmak sevdasına düşerek, ibâdet etmeyenlerdir. Dördüncüsü, yani iyi toprağa ekilen ve katkat meyve veren tohumlar ise, kelam-ı ilâhîyi işiten, anlayan ve icâbı üzere hareket edenlerdir.

Din-i İslamda bu vasıf, bu sıfat sahiplerinin birincisine, kâfirler, ikincisine, mürtedler ve münâfıklar, üçüncüsüne fasıklar [günahkarlar], dördüncüsüne ise, mütteki ve sâlih müminler ismi verilmiş ve bu tabirler kullanılmıştır.

[Allahü teâlânın rızasını, sevgisini kazanmak için çalışanlara, (MÜTTEKİ ve SALİH) denir. Allahü teâlânın rızasını, sevgisini kazanmış olana (VELİ) denir. Allahü teâlânın rızasını kazanmış, başkalarını da Allahü teâlânın rızasına kavuşturmaya çalışana (MÜRŞİD) denir.]

Kurân-ı Kerîmde, bu 4 sınıf kimsenin her biri hakkında, vaat ve vaidi, yani mükafat ve ceza verileceğini bildiren pek çok âyet-i kerime vardır. Bunların toplanmasına ve zikir edilmesine bu kitabımızın hacmi müsait değildir. Ancak burada her biri ile ilgili bir âyet-i kerimenin mealini zikretmekle iktifa edeceğiz. Kâfirler hakkında Bakara sûresi 6. ve 7. ayetlerinde meâlen: (Ey Habîbim [Kalplerine îman nuru girmeyen, kalpleri küfür karanlığı ile kaplanmış olan] kâfirleri azap ile korkutman veya korkutmaman müsavidir. Onlar îman etmezler. Allahü teâlâ onların kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir, perde çekmiştir. Onlar için, büyük bir azap vardır) buyurulmuştur. Münâfıklar hakkında, Bakara sûresi 8. âyetinde meâlen: (İnsanlardan bâzıları, biz Allahü teâlâya ve kıyamet gününe inandık derler. Halbuki onlar, îman etmiş değillerdir) buyurulmuştur. [Kurân-ı Kerîmde münâfıklar hakkında, bizzat münâfıklardan bahseden 32 uzun âyet vardır. Ayrıca nifaktan, münâfıklıktan bahs eden âyetler de çoktur.] Günahkarlar hakkında Zümer sûresi 53. âyetinde meâlen: (Ey Resûlüm! [Benim tarafımdan müminlere] söyle: Ey benim günahta nefsleri üzerine israf eden [haddi aşan] kullarım. Allahü teâlânın rahmetinden ümit kesmeyin! Allahü teâlâ bütün günahları mağfiret eder. Muhakkak ki Allahü teâlâ Gafurdur, yani çok mağfiret edicidir. Rahimdir, yani çok merhametlidir) buyurulmuştur. [Bu âyet-i kerime, Mekkenin fethinden sonra nazil oldu. Müşriklerden pek çoğu korku içerisinde idiler. Kendilerine nasıl bir muamele yapılacağını bilmiyorlardı. Çünkü bunlar, pek çok mümine işkence etmişler, pek çok mümini de, şehit etmişlerdi. Bu müşrikler, îman ettikten sonra, kendilerine en küçük bir ceza dahi verilmemiştir. Ashâb-ı kirâmdan olma şerefine kavuşmuşlardır. Hatta, Resûlullahın en çok sevdiği amcası Hamzayı “radıyallâhu anh” şehit etmiş olan Vahşi “radıyallâhu anh” bile affedilmiş ve Ashâb-ı kirâmdan olmuştur “radıyallâhu anhüm ecma’în”.] Mütteki müminler hakkında, Bakara sûresi 4. âyetinde meâlen: (O kimseler ki sana gönderilen Kurân-ı Kerîme ve senden önceki Peygamberlere gönderilen kitaplara [yani Tevrat, Zebur ve İncilin değiştirilmemiş olanlarına ve diğer suhuflara] ve ahirete [kıyamet gününe] hiç şüphesiz inanırlar. Bu kimseler, Allahü teâlâdan olan hidayet ve doğru yol üzeredirler ve bunlar azaptan, ıkabdan felah buluculardır [kurtuluculardır]) buyurulmuştur.

32) Yine Matta İncilinin 13. babında, Îsâ aleyhisselâm, bazı misallerle şeytanın vesvesesi ve ektiği fesad tohumları sebebi ile fasıkların düştüğü halleri anlatır. Bunların, kıyamet günü kötü amelleri sebebi ile cezalandırılıp, Cehennemde yanacaklarını beyan eder.

Kurân-ı Kerîmde, şeytanın bu işleri ve insanları aldatmak için yaptıkları ve onun hilelerine aldanmamak lazım olduğunu bildiren pek çok âyet-i kerime vardır. Fatır sûresi 6. âyetinde meâlen: (Hakikaten şeytan size düşmandır. Siz de onu düşman edininiz. Çünkü o, kendine tâbi olanları, [nefslerine uymaya ve dünyaya meyl etmeye ve] Cehennem ehlinden olmaya çağırıyor) buyurulmuştur. Bakara sûresi 208. âyetinde meâlen: (Ey îman edenler, şeytanın yoluna [ve vesveselerine] tâbi olmayın) buyurulmuştur.

[Bakara sûresi 168. ve 369. ayetlerinde meâlen: (Şeytanın izine, yoluna tâbi olmayın. Muhakkak ki o size apaçık bir düşmandır. Şeytan size ancak fahşayı [kötülüğü, hayasızlığı, dünyaya düşkün olmayı, nefsin arzuları peşinde koşmayı] emreder) buyurulmuştur. Bakara sûresi 268. âyetinde meâlen: (Şeytan sizi [Allah yolunda infak ederken] fakir olursunuz diye korkutur ve sadaka vermemenizi emreder) buyurulmuştur. Nisa sûresi 60. âyetinde meâlen: (Şeytan onları [taşkınlığa meyl ettirip] hidayete uzak bir sapıklığa düşürmek ister) buyurulmuştur. Yasin sûresi 60. âyetinde meâlen: (Şeytana itaat etmeyin, o size açık bir düşmandır diye size nasihat vermedim mi? Ey Adem oğulları!..) buyurulmuştur. Mâide sûresi 91. âyetinde meâlen: (Şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin bırakmak ister. Sizi, Allahü teâlâyı zikretmekten ve namazdan alıkoymak ister. Siz bunlardan [ayıplarını bildikten sonra] hala sakınmaz mısınız?) buyurulmuştur. Zuhruf sûresi 36. âyetinde meâlen: (Nefsine uyarak, Allahü teâlânın dininden yüz çevirenlere, dünyada bir şeytan musallat ederiz) buyurulmuştur. Kurân-ı Kerîmde şeytandan bahs eden ve onun kötülüğünü anlatan 80’den ziyâde âyet-i kerime vardır.]

Burada şeytan ile ilgili, birkaç hadis-i şerifi de zikir edelim:

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Melekten gelen ilhâm, İslamiyete uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslamiyetten ayrılmaya sebep olur) ve (Şeytan kalbe vesvese verir. Allahü teâlânın ismi söylenince kaçar. Söylenmezse vesveselerine devam eder) ve (Allahü teâlânın rahmeti cemaat üzerinedir. Şeytan, müslümanların cemaatine katılmayıp muhalefet eden kimse ile beraberdir) ve (Sürüden uzak kalan koyunu kapan kurt gibi, şeytan da insanın kurdudur. Parça parça olmaktan sakınınız. Cemaat halinde birleşiniz. Mescidlere koşunuz) buyurdu.

Allahü teâlâ, iblise, Resûlullaha giderek, soracağı bütün suallere [sorulara] doğru cevap vermesini emretti. İblis yaşlı bir ihtiyar şeklinde, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” huzuruna geldi. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki (Sen kimsin?), (Ben iblisim) dedi. Resûlullah, (Niçin geldin) buyurdu. İblis, (Allahü teâlâ gönderdi ve soracaklarına doğru cevap vermemi emretti), dedi. Resûlullah, (O hâlde, sevmediğin ve düşman olduğun kimseleri söyle) buyurdu. İblis, (Dünyada en sevmediğim kimse sensin ve âdil sultanlar, tevazu sâhibi zenginler, doğru sözlü tüccarlar, ihlas sâhibi ve ilmi ile amel eden âlimler, din-i İslamı yaymaya çalışan mücahitler, insanlara karşı merhametli olanlar, tövbe-i nasuh ile tövbe edenler, haramdan kaçınanlar, dâima abdestli bulunanlar, dâima hayır ve Hasenâtta bulunan müslümanlar, güzel huylu olan ve insanlara faydalı olan müslümanlar, Kurân-ı Kerîmi tecvide uygun olarak okuyan hafızlar ve herkes uyurken namaz kılan kimselerdir) dedi. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Dünyada sevdiğin, dost olduğun kimseleri söyle) buyurdu. İblis, (Zalim sultanlar, kibrli zenginler, hâin tüccarlar, içki içenler, kötü yerlerde teganni eden, şarkı söyleyenler, fuhuş yapanlar, yetim malı yiyenler, namaza ehemmiyet vermeyen ve geç kılanlar, tul-u emel [uzun dünya arzularına sâhip olanlar], hemen gazaplanıp, gazabını yenemeyen kimseler benim dostum, sevdiğim kimselerdir) cevabını verdi.

[Şeytan ile alakalı [ilgili] çok hadis-i şerifler vardır. Arzu edenler, hadis-i şerif kitaplarına müraceat etsinler.]

33) Matta İncilinin 18. babında, Îsâ aleyhisselâm, şakirdlerini kibirlenmekten men’ eder ve tevazu sâhibi olmalarını emreder.

[Allahü teâlâ, Kurân-ı Kerîmde ve Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” hadis-i şeriflerinde kibirli olmanın zararlarını ve tevazuun kıymetini bildirmişlerdir.]

İsra sûresi 37. ve 38. ayetlerinde meâlen: (Yeryüzünde salınarak kibir ve azamet ile [kendini beğenerek] yürüme! Çünkü sen Arzı yaramazsın ve uzunluk gösterip dağlarla beraber olamazsın. Bunların hepsi Rabbin indinde mekruhtur, çirkindir) buyurulmuştur. [Nisa sûresi 172. âyetinde meâlen: (Kim Allahü teâlâya ibâdet etmekten çekinir ve kibrlenirse, Allahü teâlâ, onların hepsini [cezalandırmak için] kıyamette cem ve haşr eder) buyurulmuştur. Araf sûresi 48. âyetinde meâlen: (Araf ehli, kâfirlerin reislerini simalarından tanırlar ve [mallarınızın, yardımcılarınızın] çokluğu ve kibriniz sizi Allahü teâlânın azabından menetmedi derler) buyurulmuştur.]

Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimiz buyuruyor ki (Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennete girmez), (Allahü teâlâ buyuruyor ki Kibriya, üstünlük ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı Cehenneme atarım, hiç acımam) ve (Kıyamet günü, dünyadaki kibir sahipleri küçük karınca gibi zelil ve hakir olarak kabirden çıkarılacaktır. Karınca gibi, fakat insan şeklinde olacaklardır. Herkes bunları hakir göreceklerdir. Cehennemin en derin ve azâbı en şiddetli olan, Bolis çukuruna sokulacaktır.)

Diğer bir hadis-i şerifte, (Önceki ümmetlerde, kibir sâhibi birisi, eteklerini yerde sürüyerek yürürdü. Gayret-i ilâhiyyeye dokunarak, yer bunu yuttu) buyurulmuştur.

[Tevazu, kibrin aksidir. Tevazu kendini başkaları ile bir görmektir. Başkalarından daha üstün ve daha aşağı görmemektir. Tevazu insan için çok iyi bir huydur.] Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyuruyor ki (Allah için tevazu edeni, Allahü teâlâ yükseltir. Kim de kibirlenirse, Allahü teâlâ onu rezil eder.)

[Hadis-i şeriflerde, (Tevazu edene, müjdeler olsun) ve (Tevazu eden, helal kazanan, huyu güzel olan, herkese karşı yumuşak olan ve kimseye kötülük yapmayan, çok iyi bir insandır) buyuruldu.]

34) Matta İncilinin 19. babının 18 ve 19. ayetlerinde, (Yalan yere şahadet etmiyeceksin ve Babana-anana hürmet edeceksin ve komşunu kendin gibi seveceksin) denilmektedir.

Kurân-ı Kerîmde, Hac sûresi 30. âyetinde meâlen: (Pis olan putlardan, yalan şahitlikten ve yalan söylemekten sakınınız) buyurulmuştur. Furkan sûresi 72. âyetinde meâlen: (Onlar ki yalan şahitlik etmezler, [Kâfirlerin ve müşriklerin bayramlarında ve oyun yerlerinde bulunmazlar, onların] yalan ve batıl şeylerine uğrasalar, onlardan yüz çevirir ve pis işlerine bulaşmadan kerimane geçerler) buyurulmuştur. Allahü teâlâ böyle müminleri, sabrları sebebi ile Cennetin en yüksek derecelerine kavuşturacaktır. Anne ve baba haklarına ve komşu hakkına dair olan âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden bazılarını yukarıda zikir ettik.

35) Matta İncilinin 20. babının 26. âyetinde Îsâ aleyhisselâmın, (aranızda kim büyük olmak isterse, hizmetçiniz olsun) dediği bildirilmektedir.

Kurân-ı Kerîmde, Hucurat sûresi 13. âyetinde meâlen: (Allahü teâlânın indinde en üstününüz, en yükseğiniz, Allahü teâlâdan en çok korkanınızdır) buyurulmuştur.

Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir) buyurmuştur. [Başka bir hadis-i şerifte, (Din kardeşini sıkıntıdan kurtarana hac ve umre sevâbı verilir) buyuruldu. Diğer bir hadis-i şerifte, (Müslümanlara yardım etmeyen, onların iyilikleri ve rahatları için çalışmayan, onlardan değildir) buyurdu.]

36) Matta İncilinin 22. babının 21. âyetinde, Îsâ aleyhisselâmdan Kaysere vergi vermek hususu sorulduğu zaman, (Kaysere ait olanı Kaysere ve Allaha ait olanı Allaha veriniz) dediği yazılıdır.

Kurân-ı Kerîmde Nisa sûresi 59. âyetinde meâlen: (Allahü teâlâya ve Resûlüne ve sizden olan ülül-emre [yani sultanlara, amirlere, hakimlere, âlimlere, hak ve adalet üzerine olan emir sahiplerine] itaat ediniz) buyurulmuştur. Ancak, buradaki ülül-emre itaat, mutlak bir itaat olmayıp, (Allahü teâlâya isyan olan yerde, mahluka itaat yoktur) hadis-i şerifi ile kayıtlanmıştır. Mâide sûresi 105. âyetinde meâlen: (Ey îman edenler! Nefslerinizin muhafaza ve ıslahı [düzeltilmesi], sizin üzerinizedir. [Yani üzerinize bir borçtur. Siz gücünüz yettiği kadar iyiliği emir ve kötülükten men’ ile] doğru yolu gösterdikten sonra, yolunu şaşırmış kimsenin dalâleti [sapıtması], size zarar vermez) buyurulmuştur. Çünkü İslamiyette emr-i mâ’rûf yani iyiliği emir ve nehy-i münker yani kötülükten menetmek farzdır. Nitekim Âli-i İmrân sûresi 104. âyetinde meâlen: ([Ey müminler] sizin içinizden, insanları hayra, yani Kurân-ı Kerîme ve Resûlullahın sünnetine uymaya davet eden ve mâ’rûfu [iyiliği] emreden ve münkerden [kötülükten], yani Kurân-ı Kerîme ve Resûlullahın sünnetine muhalefetten nehy eden bir cemaat bulunsun. Onlar, felah buluculardır) buyurulmuştur.

[Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki (Birbirinize müslümanlığı öğretiniz. Emr-i mâ’rûfu bırakır iseniz [emr-i mâ’rûf yapan hiçbir kimse bulunmaz ise], Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.)

Yine buyurdu ki (Bütün ibâdetlere verilen sevap, Allah yolunda cihâtâ verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihatın sevâbı da, emr-i mâ’rûf ve nehy-i anilmünker sevâbı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.) ]

Numan bin Beşir’den rivayet edilen hadis-i şerifte, (Allahü teâlânın emirleri ile amel eden ve etmeyen ve Allahü teâlânın emirlerini yapmakta gevşek davrananların hâli, bir gemiye binmiş şu insanlara benzer ki onlar gemi üzerinde kur’a attılar. Bir kısmının kur’ası, geminin aşağı kısmına, ambar mahalline, bir kısmının da, güverte kısmına düştüler. Geminin alt kısmında bulunanlar [susayıp] sudan istifade etmek istedikleri zaman, yukarı [çıkıyorlar ve] buradakilerin üzerinden geçerek, eziyet veriyorlardı. Bunlar, biz kendimiz için ambarda bir delik açarak, oradan ihtiyacımız olan suyu alır, üzerimizde bulunanları rahatsız etmezdik dediler. [Bunlardan birisi bir balta alarak geminin ambarını delmeye başladı. Yukarıdakiler hemen koşup geldiler, sana ne oluyor dediler. O da, siz bizim yüzümüzden eziyet çekiyorsunuz. Bize de muhakkak su lâzımdır dedi.] Yukarıda bulunanlar, aşağıdakilere gemiyi delmeleri için müsaade ederlerse, hepsi helak olurlar. Eğer ellerini tutup gemiyi deldirmezlerse, hepsi necat bulur, kurtulurlar) buyurulmuştur. [Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki her sâlih müslümanın ve devletin; kötü, fenâ kimselerin kötülüklerine mâni olmaları lâzımdır. Mâni olmazlar ise, o kötülerle beraber, iyiler de helak olurlar. Bunun için, emr-i mâ’rûf ve nehy-i münker, ehl olan bütün müslümanların vazifesidir.]

Diğer bir hadis-i şerifte, (Ümmetim için zalime sen zalimsin demekten korkar olduğunu gördüğünüz zaman, onlardan hayır kalkmıştır) buyurulmuştur.

Diğer bir hadis-i şerifte, (İnsanlar bir kötülüğü görüp de, onu değiştirmezlerse [yani ona mâni olmazlar veya iyiliğe tebdil etmezlerse], Allahü teâlâ, azabını hepsine umumî kılar) buyurulmuştur. Diğer bir hadis-i şerifte, (Siz elbette iyiliği emir, kötülükten de nehy etmelisiniz. Emr-i mâ’rûf ve nehy-i münkeri terk ederseniz, Allahü teâlâ en kötülerinizi, hayırlılarınızın üzerine musallat eder. O zaman hayırlılarınız [kötülerin def’i için] duâ ederlerse, duâları kabul olunmaz) buyurulmuştur.

[Tahrim sûresi 6. âyetinde de meâlen: (Kendinizi ve evlerinizde olanları ateşten koruyunuz) buyurulmuştur. Âli-i İmrân sûresi 110. âyetinde meâlen: (Siz [müminler] insanlar içinden seçilmiş hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz ve kötülükten nehy edersiniz ve Allahü teâlânın birliğine îman edersiniz. Eğer ehl-i kitap [hristiyanlar ve yahudiler de] îman etselerdi, onlar için hayırlı olurdu.) Ve 114. âyetinde meâlen: (Onlar Allahü teâlânın birliğine ve ahiret gününe îman ederler, mâ’rûfla [yani Resûlullahın peygamberliğini tasdik etmelerini halka] emrederler ve münkerden [yani Resûlullahın peygamberliğini tekzibden] nehy ederler. Hayrat yapmakta yarışırlar. İşte onlar sâlihlerdendirler) buyurulmuştur. Emr-i mâ’rûf yapmamak büyük günahtır.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” (Günah işleyeni eliniz ile men ediniz. Buna kuvvetiniz yetmezse, söz ile mâni olunuz. Bunu da yapamaz iseniz kalbiniz ile beğenmeyiniz! Bu ise, imanın en aşağısıdır) buyurdu. Emr-i mâ’rûf ve nehy-i münker ile ilgili pek çok âyet-i kerime ve hadis-i şerifler vardır. Okuyup öğrenmek arzu edenler, tefsir ve hadis-i şerif kitaplarına ve İslam âlimlerinin eserlerine müracaat edebilirler.]

37) Matta İncilinin 22. babının 35, 36 ve 37. ayetlerinde, (Ey muallim, şeriatte en büyük emir hangisidir? diye İsa’ya sorulduğu zaman, Îsâ ona, Allah’ın olan Rabbini, bütün kalbinle, bütün canınla, bütün fikrinle seveceksin) denilmektedir.

Kurân-ı Kerîmde Mâide sûresi 54. âyetinde de meâlen: ([O müminler] Allahü teâlâyı sever. Allahü teâlâ da onları sever) buyurulmuştur. Bakara sûresi 165. âyetinde meâlen: (İman eden kimselerin Allahü teâlâya olan sevgileri, çok kuvvetli ve devamlıdır) buyurulmuştur.

Hadis-i kudside Allahü teâlâ, (Ey Adem oğlu! Beni sevmek istersen dünya sevgisini kalbinden çıkar. Çünkü benim muhabbetim ile dünya sevgisini bir kalpte ebediyyen cem etmem. Ey Adem oğlu! Benim sevgimle beraber dünya sevgisini nasıl istersin! Öyle ise, benim sevgimi ve rızamı, dünyayı [Allahü teâlânın men ettiği şeyleri] terk etmekte ara. Ey Adem oğlu! Her işini benim emirlerime uygun olarak yap, ben de, senin kalbine muhabbetimi doldururum) buyurmuştur.

38) Matta İncilinin 24. babında Îsâ aleyhisselâm, kıyamet ahvalini anlatırken, 29. âyet ve devâmında, (Güneş kararacak, ay ışığını vermeyecek, yıldızlar gökten düşecekler ve göklerin kuvvetleri sarsılacak. Ondan sonra insan oğlunun alâmeti gökte görünecek. O zaman yeryüzünün bütün kabileleri feryat-ü figana düşecekler. Göklerin bulutları üzerinde kudret ve büyük bir izzet ile insan oğlunun geldiğini göreceklerdir. O da surun büyük sesi ile meleklerini göndererek ve melekler göklerin bir ucundan öteki ucuna kadar, onun seçtiklerini 4 rüzgardan toplayacaklardır. Bunların hepsi vaki olmayınca, kıyamet kopmaz. Fakat, o gün ve saati Babadan başka kimse bilmez; göklerin melekleri bile bilmez) demektedir.

Kurân-ı Kerîmde kıyamet hallerine dair olan âyet-i kerimelerin tefsirleri toplanırsa; 4 İncilin tamâmından daha büyük bir kitap olur. Bunlara bir kaç misal yazalım:

Tekvir sûresi 1 ve 2. ayetlerinde meâlen: (Güneşin nuru gidip karardığı zaman ve yıldızların kararıp yağmur gibi yere döküldüğü zaman) buyurulmuştur.

İnşikak sûresi 1, 2, 3, 4 ve 5. ayetlerinde meâlen: (Gök, Allahü teâlânın emrini işitip, o emre boyun eğerek yarıldığı zaman ve Arz da Rabbi olan Allahü teâlânın emrini hak üzere işiterek, içindekileri [ölüleri ve hazineleri] atıp boşaldığı ve yeryüzü dümdüz olduğu zaman [insan sevap ve günahını görür]) buyurulmuştur.

Naziat sûresi 8 ve 9. ayetlerinde meâlen: (O günde, kalpler korkudan ızdırab içindedir. [Bu kalplerin sahiplerinin] gözleri korkudan zillet içindedir) buyurulmuştur.

Yasin sûresi 51. âyetinde meâlen: ([2. defa] Sura üfürülünce, insanlar kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru sürat ile giderler) buyurulmuştur.

Zilzal sûresi 6, 7 ve 8. ayetlerinde meâlen: (O gün, insanlar amellerinin karşılığını görmek için, fırka fırka hesap yerine giderler. Kim zerre miktarı kadar hayır işlemiş ise, onu [mükafatını] görür. Kim de zerre miktarı bir kötülük işlemiş ise, onun cezasını görecektir) buyurulmuştur. [Mümin ve kâfir herkes kıyamette, dünyada yapmış olduklarını görür. Ehl-i sünnet olan müminin, dünyada iken tövbe etmiş olduğu günahları, affolunup, hayırlarına, sevap verilir. Kâfirlerin ve bidat sâhibi olanların, yani îtikadı bozuk olan müminlerin hayırları red olunup, şerleri için de ceza görürler. En büyük ve ebedî cezaları, ıkabları, küfürden dolayı olur. Kâfirler Cehennemde ebediyyen kalacaklardır.]

Ahzab sûresi 63. âyetinde meâlen: (Ey Resûlüm! Kâfirler senden kıyametin ne zaman kopacağını sorarlar. Sen de ki onu ancak Allahü teâlâ bilir. [Onu hiç kimseye bildirmemiştir.] Umulur ki yakındır) buyurulmuştur.

Kurân-ı Kerîmde, güzel ahlak sâhibi olanlara, kalbi kötü huylardan temizleyenlere, amel-i sâlih işleyenlere verilecek mükafat ve günah işleyenlere verilecek cezalar, hukuk, muamelat, Cennetin ve Cehennemin vasfları, kıyamet halleri, Allahü teâlânın Zâtı, sıfatları ve isimleri hakkında pek çok âyet-i kerimeler vardır. Bunlar kısımlara ayrılıp, tefsir edilse, her biri mevcûd İncillerin bir kaç mislinden fazla birer kitap olur. Kurân-ı Kerîm ile bugünkü İncillerin karşılaştırılması, okyanus ile bir küçük havuzdaki tegayür etmiş suyun mukayesesi gibidir. Hakikatte bu karşılaştırma, küçük bahçesinde, 40, 50 tane, dalları kırık, yaprakları dökülmüş ağacı bulunan bir kimse ile bahçesinde bir kaç bin meyveli ağacı olan kimsenin haline benzer. Büyük bahçede, küçük bahçedeki 40, 50 ağaç, dalları sağlam ve meyveli olarak bulunduğu gibi, dalları kuvvetli ve yemyeşil binlerle ağaç da bulunur. Küçük bahçenin sâhibi, kendi bahçesinin bir kaç çeşit meyvesi ile gururlanıp, diğer büyük bahçeden haberi olmadığından veya onun bir mahallini görmüş ise de, hasedinden dolayı, elbette, (benim bahçemde olan güzel meyveler senin bahçende yoktur. Benim bahçem seninkinden daha mamur ve faydalıdır. Sen buna inanmalısın, herkes de buna inanmalı) diye iddia eder. Cahilce, ahmakça söylenen böyle bir iddiaya karşı ne yapılır? İnsanlık icâbı, o kimseye, o işin hakikatini, aslını bilmediği için acımalı ve onun bahçesinin ve diğerinin hâlini kendisine göstermelidir. Bunun üzerine yine inat edip, iddiasında ısrar ederse gülüp geçmelidir. [Hristiyanlar da böyledir. Bâzıları, papazlar tarafından aldatılmış olduğundan ve İslamiyet hakkında hiç malumatları [bilgileri] olmadığından İslamiyeti kabul etmiyorlar. İslamiyet hakkında, doğru malumat sâhibi olanlar, seve seve hemen müslüman oluyorlar. Bâzıları da, kuru inat ve taassuplarından İslamiyeti kabul etmiyor ve müslümanlık yayılırsa, hristiyanlık yıkılır, yok olur korkusu ile İslam düşmanlığı yapıyorlar. Bunlar, doğru yoldan ayrılmışlar, başkalarını da ayırmaktadırlar.]

 

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler