Sual: Misyonerler, İslam dünyasını hristiyan yapmak için nasıl bir strateji takip etmektedirler?
Cevap: Protestan misyoner papazlarından Geo G. Harris ismindeki misyonerin hazırladığı (Müslümanlar Nasıl Hristiyan Yapılır?) isimli kitapta şunlar tavsiye ediliyor: (Müslümanları hristiyan yapmak çok müşkildir. Çünkü müslümanlar, ân’anelerine bağlıdır ve çok inatçıdırlar. Bunları hristiyan yapmak için aşağıdaki 3 vasıtaya müracaat lazım gelir.
1) Müslümanlara, bugünkü Kitâb-ı mukaddesin yani Tevrat ve İncilin hakiki Tevrat ve İncil olmadığı, hakiki İncilin tagyir edildiği, tahrif edildiği öğretilmektedir. Onlara hemen şunları sorunuz:
a) Elinizde, hakiki Tevrat ve İncilden bir nüsha var mıdır? Varsa bize gösterin!
b) Bugünkü Tevrat ve İncil ile hakiki olduğunu söylediğiniz İncil arasında, ne gibi farklar vardır? Bu farklar neresinde ve ne kadardır?
c) Bahsettiğiniz bu farklar, kasten mi yapılmıştır, yoksa ifade farkları mıdır?
d) Size, bir Kitâb-ı mukaddes gösteriyorum. Burada bana tagyir edilen mahalleri gösterin.
e) Size, şurada gösterdiğim yer, acaba eskiden nasıl okunurdu?
2) Kitâb-ı mukaddeste tahrif edildiğini söylediğiniz kısımlar, kimin tarafından ve ne vakit yapılmıştır?
3) Müslümanlar, elimizde bulunan Kitâb-ı mukaddesin, ya hakiki Tevrat ve İncillerin birer uydurma benzeri, yahut insanlar tarafından yazılan başka bir kitap olduğuna inanmaktadırlar. Müslümanlara göre, bugün elimizde bulunan Kitâb-ı mukaddesin Îsâ aleyhisselâmın getirdiği İncil ve de Tevrat ile hiçbir alakası yoktur. Fakat, kendilerine yukarıdaki sualler sorulunca, şaşırıp kalacaklardır. Zira, müslümanların çoğu cahildir. Kitâb-ı mukaddesin hakiki olmadığı hakkındaki fikirleri, yalnız kulak dolgunluğundan ibarettir. Onlar, (Ahd-i atik = Eski Ahd), yani, Tevrat ve (Ahd-i cedid = Yeni Ahd) yani, İnciller hakkında bilgi sâhibi olmak şöyle dursun, kendi dinlerini bile lüzumu kadar bilmezler. Kendilerine sorulacak birkaç ciddi sual karşısında şaşırıp kalacak, ne cevap vereceklerini bilemeyeceklerdir. O zaman onlara, (Size bu hususlarda bazı malumat verelim) diyerek, Kitâb-ı mukaddesten hemen anlayabilecekleri güzel parçalardan birkaçını yavaş sesle, güler yüzle, tatlı dille okuyunuz. Onlara, anlayabilecekleri açık bir ifade ile yazılmış ve hristiyanlığın faziletini bildiren risale ve kitaplardan birkaç tanesini veriniz. Onları hristiyan olmak için katiyen zorlamayınız. Dâima düşünmek ve ondan sonra karar vermek zamanı bırakınız. Emin olunuz ki eğer bu tarzda hareket ederseniz onları hristiyan yapmaya muvaffak olursunuz. Hiç olmazsa, kalplerine bir şüphe salarsınız).
Bir misyoner de şöyle demektedir:
(Müslümanları hristiyan yapmak, gerek katolikler, gerek protestanlar tarafından çok makbul sayılan bir iştir. Çünkü, müslümanları hristiyan yapmak, çok müşkildir. Zira müslümanlar, her şeyden evvel ânanelerine son derecede sâdıktır. Ancak aşağıda yazılı olan hususlar iyi netice vermektedir:
1) Müslümanlar umumîyet ile fakir kimselerdir. Fakir bir müslümana bol para, hediye ve eşya vererek veya ona bir hristiyan yanında iş imkanı sağlayarak, kendisini hristiyanlığa teşvik etmelidir.
2) Müslümanların çoğu, din ve fen bilgilerinde cahildir. Ne Kitâb-ı mukaddes, ne de Kurân-ı Kerîm hakkında malumatları yoktur. İbâdet etmek için kendilerine gösterilen bir tarzı, şartlarını anlamadan ve hakiki ibâdetin ne olduğunu bilmeden, gâfil olarak tatbik ederler. Çoğu Arabî bilmediği ve İslam ilimlerinden haberdar olmadığı için, Kurân-ı Kerîmin münderecatından ve İslam âlimlerinin kitaplarındaki ince bilgilerden tamamen habersizdir. Ezberledikleri bazı ayetlerin tefsirini bilmeden, okurlar. Hele Kitâb-ı mukaddesi hiç bilmezler. Onlara hocalık eden müslüman din adamlarının çoğu da, İslam alimi değildir. Müslümanlara, yalnız ibâdetin nasıl yapılacağını gösterirler. Onların ruhuna hitab edemezler. Böyle yetişen müslümanlar, din hakkında derin bilgi sâhibi olmadan, dinin esaslarını bilmeden, gösterilen tarzda ibâdet ederler. Müslümanlığa muhabbetleri, müslümanlığın esaslarını bildiklerinden değil, ana ve babalarından gördükleri ve hocalarından öğrendikleri şeylere olan kuvvetli imanlarından ileri gelir.
3) Müslümanların çoğu, kendi dillerinden başka lisan bilmezler. Hristiyanlığın lehinde veya aleyhinde yazılmış kitapları okumak şöyle dursun, dünyada böyle kitapların mevcûd olduğundan bile haberleri yoktur. Onlara kendi dillerinde yazılmış ve hristiyanlığı bol bol metheden kitaplar verin, okusunlar. Bu kitapları verirken, bunların içinde yazılı olan şeylerin onların anlayabilecekleri kadar basit ve açık ifadeli olmasına son derecede dikkat edin. İçinde ağır cümleler, büyük fikirler bulunan kitaplardan hiçbir fayda hâsıl olmaz. Bunları anlamazlar ve okurken sıkıldıkları için, bir tarafa atarlar. Sade söz, sade cümle, sıkmayacak ifade esastır. Karşınızdaki insanların çok câhil olduğunu ve kafalarının ancak basit ifadeleri anlayabileceklerini unutmayın.
4) Onlara dâima şunu anlatın:(Mademki hristiyanlar ve müslümanlar Allahü teâlâya îman ediyorlar, o hâlde rableri birdir. Fakat, Allahü teâlâ, hristiyanlığı hakiki din olarak kabul eder. Bunun ispatı meydandadır. Bakınız bir kere, görüyorsunuz ki dünyada en zengin, en medeni, en bahtiyar insanlar hristiyanlardır. Çünkü Allahü teâlâ, onları yanlış yolda olan müslümanlara tercih etmiştir. İslam memleketleri fakr ve zaruret içinde iken, hristiyan memleketlerinden yardım dilenirken, ilim ve fende çok geri kalmışken, hristiyan memleketleri medeniyetin en yüksek mertebesine vasıl olmuş, her gün daha da ilerlemektedirler. Birçok müslüman, hristiyan memleketlerinde iş bulmak için, oralara gitmektedir. Sanayide, ilimde, fende, ticarette, kısaca her şeyde hristiyanlar müslümanlardan üstündür. Bunu kendi gözlerinizle görüyorsunuz. Demek ki Allahü teâlâ, İslam dinini doğru bir din kabul etmiyor. Onun batıl bir din olduğunu size, bu hakikat ile göstermek istiyor. Allahü teâlâ, hakiki din olan hristiyanlıktan ayrılanları cezalandırmak için, onları dâima sefil, hakir, perişan bir hâlde bırakacak ve müslümanların hiçbir zaman 2 yakası bir araya gelmiyecektir.)
İşte misyonerler, bu yalan cümleler ile müslümanları aldatmaya, hristiyan yapmaya uğraşmaktadırlar. Ellerinde bol para olduğundan, bu paraları büyük miktarda, bu maksat için kullanmakta, müesseseler, hastahaneler, aşhaneler, mektepler, idman salonları, eğlence yerleri, kumarhaneler, fuhuş evleri kurarak müslümanları iğfal etmeye, ahlaklarını bozmaya çalışmaktadırlar.
Zamanımızda, (Yehova şahitleri) denilen hristiyan misyonerler, yukarıda yazılı tatlı, okşayıcı dillerle müslüman yavrularını aldatmaya, hristiyan yapmaya çalışıyorlar. Telefon rehberlerinden aldıkları adreslere, broşürler, kitap ve risaleler gönderiyorlar. Şık, süslü giyinmiş güzel kızlar, kapı kapı dolaşarak evlere bu kitap ve risalelerden bırakıyorlar. Halbuki 1879’da Beyrut’ta açılmış olan (Matbaat-ül-katolikıye) matbaası, çeşitli dillerde, İnciller bastırdığı gibi, 1908 de basmaya başladığı ve zamanla müteaddid baskılarını yaptığı (El-müncid) ismindeki Arabî lügat kitabında (Yehve [Yehova] şahitleri denilen bidat fırkasını, Ch. Taze Russell, 1872 senesinde Birleşik Amerika’da meydana çıkarmıştır. Mukaddes kitaptan kendine göre yanlış mânâlar çıkarmış, 1916’da ölmüştür. Yehve, Allah sübhânehü ve teâlâ için Tevratta yazılı olan bir isimdir) denilmektedir. Bunların da bozuk oldukları ve (Yehova) sözünün yanlış olduğu, bu hristiyan kitabından anlaşılmaktadır. Çok şükür ki müslümanlar, bu yaldızlı, hileli yalanlara aldanmıyor. Hristiyanlığa karşı olan nefretlerinin, itimatsızlıklarının artmasına sebep oluyor. Allahü teâlâya hamd-ü sena olsun ki müslümanlar onların zannettikleri gibi câhil insanlar değildir. Evet, bundan kırk-elli sene evvel bir Avrupa lisanı bilen, bir yüksek okulu bitirmiş olan müslümanların miktarı çok değildi. Fakat buna karşılık, her memlekette, her şehirde, hatta her köyde, sübyan mektepleri, medreseler vardı. Bu medreselerde din bilgileri ile beraber, zamanlarının fen, matematik ve astronomi bilgileri de okutulurdu. O zamanlardan kalma kitaplar ve medreselerin programları bu açıklamamızın vesikalarıdır. Camileri, mektepleri ve zekat, miras taksimi gibi ibâdetleri ve alışveriş, şirketlerin ve vakıfların hesaplarını yapabilmek için kuvvetli riyaziye [matematik] bilmek lâzımdır. Analar babalar çocuklarını daha küçük yaşlarda bu medreselere göndermek için, birbirleri ile müsabaka [yarış] ederlerdi. Çocuğunu medreseye verirken, tantanalı, şaşaalı merasimler yapılır, ziyafetler verilirdi. Çocuğun yaldızlı, sırmalı elbiselerinin ve süslü çantalarının ve bindirildiği arabaların ziynetleri ve yapılan mevlüt cemiyetlerinde ilme, bunları öğrenmeye verilen kıymetin ve ehemmiyetin hatıraları, çocuğa ömrü boyunca bir şeref ve iftihar vesilesi olurdu. Medreseleri iyi derece ile bitirenlerin askerlikten muaf tutulması ve yüksek vazifelere tayin edilmeleri, gençleri tahsile teşvik ediyordu. Köylerde yaşıyan çobanların bile din ve ahlak bilgileri şaşılacak kadar çoktu. Bu mesut hâl, mason olan ve İslamiyeti bozmak için ingilizlerle işbirliği yapan Reşid paşanın, hariciye nazırı iken, hazırladığı (Tanzimat) kanununun kabul edildiği 1839 senesine kadar devam etti. Bunların bir kısmını Avrupa lisanlarına tercüme ederek neşrettik. Bu kitapların gerek yurdumuzda ve gerek bütün dünyada yaptıkları tesiri görerek iftihar etmekteyiz. Dünyanın her tarafından aldığımız takdir ve teşekkür mektupları, bunları hazırlamak için çektiğimiz meşakkati bize unutturmaktadır. Aldığımız sayısız mektupların çoğunda bize (Hakiki müslümanlığı bu kitaplarınızdan öğrendim)denilmektedir ki biz bundan daha büyük bir mükafat düşünemiyoruz. Bu kitapları okuyan her müslüman, dinler hakkında kendisine bilgi soran herkese icap eden cevabı kolayca verebilir ve karşısındakini bu husustaki bilgisine hayran bırakır.
Hristiyanlığın refah, servet, bereket, saadet getirdiği hakkında söyledikleri sözler, hiçbir zaman doğru değildir. Hristiyanlığın bir memleketin gelişmesine, ilerlemesine, zengin olmasına hizmet ettiği şöyle dursun, tamamen aksine olarak, bütün bunlara mâni olduğu, hristiyanlığın Avrupa devletlerine hâkim olduğu Kurun-ı vüsta [Orta çağ]da görülmüştür. Müteassıb hristiyanlar, terakkîye mâni olmuşlar, ilim ve fennin bulduğu her şeyi günah saymışlar, insanların dünyaya ancak çile çekmek için geldiğini ileri sürerek, eski Yunan ve Roma fen adamlarının eserlerini ortadan kaldırmışlar, eski medeniyet eserlerini yakıp yıkmışlar, dünyayı karanlığa sokmuşlar, harabeye çevirmişlerdir. Ancak, İslamiyetin zuhûrundan ve dünyaya intişarından sonra, eski medeniyet eserleri tekrar meydana çıkarılmış, eski fen bilgileri, müslümanlar tarafından elde edilen yeni buluşlarla zenginleştirilerek, okutulmaya başlanmış, İslam üniversiteleri kurulmuş, sanayi, ticaret gelişmiş, insanlar sulh ve refaha kavuşmuştur. İlim, fen ve tıp yalnız müslümanlarda olduğundan, Papa II. Silvester, Endülüs İslam Üniversitesinde okumuş, İspanya krallarından Sancho, hastalığını tedâvi ettirmek için, İslam hekimlerine müracaat etmiştir. Avrupa’da yeni bir devir olan Rönesansın müessisleri, müslümanlardır. Bugün insaflı bütün Avrupalı ilim adamları, bunu kabul etmektedir.
Hristiyanlığın beşeriyete ne getirdiği hakkında en güzel ifadeyi meşhur Alman filozofu Nietsche söylemiştir:
(Hristiyanlığın, dünyayı çirkin ve fenâ görmek arzu ve hükmü, dünyayı hakikaten çirkin ve fenâ yapmıştır).
Misyonerlerin ileri sürdükleri 2. hususa, yani bugün hristiyanların refah içinde olmasına karşı, müslüman memleketlerinde bulunan halkın fakir ve perişan olmasına gelince, doğru olan bu keyfiyetin din ile hiçbir alakası yoktur. Aklı başında olan herkes, eğer bugün müslümanlar fakir ve zaruret içinde iseler, bunda kabahatin kendi büyük dinleri İslamiyette değil, bu dinin esaslarını bilmeyen veya bildiği hâlde tatbik etmeyen kimselerde olduğunu görür. Hristiyanların fen sahasında ilerlemesinde ise, nasıl bir kitap olduğunu yukarıda gördüğümüz Kitâb-ı mukaddesin, Tevrat ve İncilin değil, îman etmedikleri hâlde, Kurân-ı Kerîmin gösterdiği saadet yoluna sarıldıkları, böylece kendi çalışkanlıklarının, gayretlerinin, doğruluklarının ve sebatlarının sebep olduğunu derhal fark eder. Bizim dinimizde, çalışmak, dürüst ve sebat sâhibi olmak, her şeyi öğrenmek tekrar tekrar emrolunduğu hâlde, bunu yapmayanlar şüphesiz ki Allahü teâlânın gazabına uğrayacaklardır. Yoksa, müslümanların geri kalmalarının sebebi, hristiyan olmadıklarından değil, tam tersine, hakiki müslüman olmadıkları içindir.
Bakınız, Japonlar hristiyan olmadıkları hâlde, Kurân-ı Kerîmin emrettiği gayret, çalışma azmi ve dürüstlük neticesi olarak optikte Almanları, otomobil sanayiinde Amerikalıları geçtiler. 1985 senesinde, Japonya’da 5,5 milyon otomobil yapıldı ve bütün dünya buna hayret etti. Japon halkı, maddi refah içindedir. Elektronik sanayiinde de, dünyayı geçmiştir. Hepimizin evinde bir Japon hesap makinesi vardır. Yalancı misyonerler acaba buna ne buyururlar? Dünyayı kaplayan Japon bisikletlerinin, Japon mikroskoplarının, Japon daktilo makinelerinin ve bilgisayarlarının, Japon teleskoplarının, Japon fotoğraf makinelerinin hristiyanlıkla bir alakası var mı?
Tavsiye Yazı –> Papazların Cevap Veremediği Sorular Nelerdir?