Sual: Hristiyanların Gada-ül-mülahazat isimli kitabının 2. babının 4. faslında, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” mucize sâhibi olup olmaması bahsinde diyor ki: (Îsâ ve Mûsâ aleyhimesselam kendilerinin Allah tarafından gönderilmiş Resûllerden olduklarını halka ispat etmek için çeşitli mucizeler göstermişlerdir. Çünkü, böyle yalancı ile doğruyu birbirinden ayıran bir imtihan mihengi olmasaydı; pek çok riyakar ve insafsız yalancı, Peygamberlik iddiasında bulunmaya cesaret ederdi. Allahü teâlânın, kime kelâmını verip vermediğini, kimi Peygamber olarak seçip seçmediğini, birbirinden ayırmaya bir vasıta da bulunamazdı. Binaenaleyh, eğer Muhammed aleyhisselâmın Peygamberlik iddiasını bu miyara, bu mihenge sürterek muayene edersen; Mûsâ ve Îsâ aleyhimesselâmin iddiaları gibi sâbit ve ispat edilmiş olamayacağı ortaya çıkar!

Tarihçiler ve siyer âlimlerinin şahadetlerine güvenerek, Muhammed aleyhisselâmın, risâletini ispat için bir çok mucizeler göstermiş olduğunu, farz etsek bile ikna olmayız. Zira onların kendi Peygamberlerine isnad ettikleri, hayret edilecek şeyler ve garib hadiseleri Îsâ Mesihin ve diğer Peygamberlerin mucizeleri ile mukayese ettiğimizde, ortaya çıkan ihtilaf ve birbirlerine benzemeleri yönünden, mezkur garib hadiselerin Allah tarafından olduklarına inanmak ve kabul etmek pek zordur. Mesela, Muhammed aleyhisselâmın emri ile bir ağacın yerinden hareket ederek Onun tarafına doğru yürümesi ve ortasından bir ses çıkarak: (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü) diye Peygamberliğine şahâdet etmesini ve hayvanların ve dağların, taşların ve bir hurma salkımının bile yukarda zikir ettiğimiz gibi şahâdet etmelerini ve her giydiği elbise ister uzun, ister kısa olsun boyuna uygun olmasını işittiğimizde şüphe etmememiz mümkün midir? Çünkü bu gibi şeyler, hayal olan şeylere benzemektedir. Bütün geçmiş Peygamberlerin ortaya koydukları delil ve alâmetlere tamamen zıd ve onlardan uzak olduğu açıktır.) Sözün kısası, bu papaz uzun yazısının sonunda, diğer Peygamberlerin mucizeleri olduğu hâlde, Peygamber efendimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” mucizesi yoktur demek istemektedir. Buna ne cevap verilir?

Cevap: Bilinmelidir ki papazların şimdiye kadar, bütün hıristiyanları İslamiyetin aleyhinde iğfal edip aldattıkları sebeplerden, yaptıkları iftirâlardan birisi de, (haşa) Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” mucizeler izhar etmemiş, göstermemiş olmasıdır. Bu yalanlarına ikna edici cevaplar İzharü’l-hak ve Şemsü’l-hakika kitaplarında katî deliller ile beyan edilmiştir. Her bir suallerine çeşitli cevaplar verilmiştir. Bu papazlar, bu kitapları hiç görmemiş ve kendilerine verilen cevapları hiç işitmemiş gibi görünüyorlar. Daha doğrusu, kendilerine verilen cevapları ve getirilen delilleri çürütecek sağlam bir vesikaları olmadığından, haberdar değilmiş ve bilmiyormuş gibi görünerek, Mîzanü’l-hak, Miftahü’l-esrar, Gadaü’l-mülahazat kitaplarında ve müslümanlara karşı neşrettikleri yalan ve iftirâlarla dolu diğer kitaplarda, önceki itirazlarını ve yalanlarını aynen tekrar etmektedirler. Bu kitaplarda, evvelce yazmış olduklarının, isimlerini değiştirerek, cahilleri aldatmak, îtikatlarını bozmak gibi kötü bir niyete sahiptirler. Ancak biz yukarıda zikir ettiğimiz İzharü’l-hak ve Şemsü’l-hakika kitaplarında, misyonerlere verilen cevaplardan bir kısmını, kısaca buraya yazmayı muvafık [uygun] gördük:

Bütün Peygamberler “aleyhimüsselâm” memur oldukları nübüvvetlerinin [peygamberliklerinin] doğruluğuna şahit olmak üzere; gönderildikleri kavmlerin kıymet verdikleri ve kabul ettikleri işlerden, insan kudretinin üstünde, adet dışı olan bazı harikulade işler, yani insanların bir mislini yapmaktan âciz oldukları işleri mucize olarak ortaya koymuşlardır. Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” zuhûr eden mucizelerin, 3.000’den çok olduğu siyer kitaplarında yazılıdır. Kurân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde beyan edilmiş olan ve gören ve işitenlerin rivayet ederek, nesilden nesile ulaşan ve bize kadar gelen, pek çok mucizelerin mevcudiyeti her türlü şüpheden uzaktır. Bu mucizelerden bazılarını 2 nev’ üzerine beyan edelim:

BİRİNCİ NEV’: Bu kısım, Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” geçmiş ve gelecek ahvale dair sadır olan mucizeler hakkındadır:

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” geçmiş Peygamberlerin kıssalarını anlattı. Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedid kitaplarını bir kimseden okumadan ve öğrenmeden, binlerce sene önce yok olmuş, eserleri bile kalmamış geçmiş ümmetlerin hallerinden haber verdi. Nitekim İzharü’l-hak kitabının 5. babı, 1. faslı, 4. kısmında diyor ki: (Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Nuh aleyhisselâmın kıssasını anlattı. Bu mucizeye Kurân-ı Kerîm işaret etmektedir. Hud sûresinin 49. âyetinde meâlen, “Bu Nuh aleyhisselâmın kıssası gayb haberlerindendir ki [Cebrâil vasıtası ile] biz onu sana vahyederiz. Bundan önce, Onu ne sen, ne de kavmin bilmezdiniz” buyurulmuştur. Fakat, Kurân-ı Kerîm ile geçmiş kitaplar (kütüb-ü salife) arasında görülen bazı ayrılıklar İzharü’l-hak kitabının 5. babının 2. faslında anlatılmıştır. Kurân-ı Kerîmde, geçmiş kavmlerin bilinmeyen haberleri çoktur.) Aynı kitabın, 5. babının, 1. faslının, 3. kısmında, Kurân-ı Kerîmde bildirilen haberlerden 22 adedi beyan edilmiştir. Bunlardan bâzıları:

1) Bakara sûresi 214. âyetinde meâlen, “Müminler! Siz hemen Cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Sizden önce geçen, Allah dostlarına gelen çaresizlik gibi bir şey size gelmedi. Onlara şiddetli fakirlik, hastalık, açlık ve bela göndermiştim. Kendilerine gelen belalardan o kadar muzdarib oldular ki Peygamber ve ona îman edenler, Allahü teâlânın yardımı ne zaman olacak derlerdi. Dikkat ediniz, uyanık olunuz ki Allahü teâlânın yardımı yakındır” buyurulmuştur. Bu âyet-i kerimedeki nusrat, yardım vaadi umumî olup müslümanlara vaat edilmektedir. Bu vaat hemen zuhûr etti. İslamiyet evvela Arabistana, sonra bütün dünyaya yayıldı.

2) Bedr gazasından önce, Allahü teâlâ, Ashâb-ı kirâma zaferi müjdeledi ve Kamer sûresinin 45. âyetinde meâlen, “Yakında onlar hezimete uğrayıp, harbden kaçarak arka verirler” buyurdu. Aynen buyurulduğu gibi, Bedr gazasında Kureyş kavmi hezimete uğrayıp helak oldu.

3) Tavsiye yazı: Rum suresi mucizesi

Hadis-i şerifler ile bildirilen, gaybe ait haberler ve mucizât-i nebeviye de, sayılamayacak kadar çoktur. Bunlara bir kaç misal verelim:

İslama davetin başlangıcında, müşriklerin eziyetlerinden [sıkıntılarından] dolayı, Ashâb-ı kirâmın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” Mekke-i mükerremede kalan Ashâb-ı kirâmla beraber, 3 sene her türlü görüşme, alış-veriş yapma, müslümanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi, bütün ictimai muamelelerden men’ olundular. Kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahidname yazarak, Kâbe-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ (arza) denilen bir çeşit kurdu [ağaç kurdu] o vesikaya musallat etti. Yazılı bulunan (Bismikallahümme= Allahü teâlânın ismi ile) ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yedi bitirdi. Allahü teâlâ bu hâli Cibril-i emin vasıtası ile Peygamberimize “sallallâhü aleyhi ve sellem” bildirdi. Peygamberimiz de “sallallâhü aleyhi ve sellem” bu hâli, amcası Ebû Talib’e anlattı. Ertesi gün, Ebû Talib, müşriklerin ileri gelenlerine giderek; (Muhammedin Rabbi ona şöyle haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp, eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine mâni olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de Onu artık himaye etmiyeceğim) dedi. Kureyşin ileri gelenleri, bu teklifi kabul ettiler. Herkes toplanarak Kâbe’ye geldiler. Ahidnameyi Kabe’den indirerek açtılar ve Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurduğu gibi (Bismikallahümme) ibaresinden başka, bütün yazıların yenilmiş olduğunu gördüler.

[Hindistan’daki büyük İslam alimi Dost Muhammed Kandihari “rahmetullâhi aleyh” 29. mektubunda buyuruyor ki: (Kureyş kâfirleri mektuplarının başına (Bismikallahümme) yazarlardı. Peygamber efendimiz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” de İslamiyetin ilk senelerinde mektuplarının başında, Kureyşin adetine uyarak (Bismikallahümme) yazdırırdı. (Bismillah) ayeti nazil olunca, mektuplarının başına (Bismillah) yazdırdı. Daha sonra, Rahmân kelimesi bulunan âyet-i kerime nazil olunca, (Bismillahirrahman) yazdırdı. Daha sonra, Neml sûresinde (Bismillahirrahmanirrahim) nazil olunca da, bunu yazdırmaya başladı. Nitekim Dıhye-i Kelebi “radıyallâhu anh” ile rum kayseri Herakliyusa gönderdiği mektuba (Bismillahirrahmanirrahim) ile başladı. Kâfire dahi yazılan mektuba besmele ile başlamak sünnettir. Hudeybiye sulhunda Hazret-i Ali’ye (Bismillahirrahmanirrahim) yazmasını emretti. Kureyşin vekili olan Süheyl: (Biz Rahmanirrahim diye bir şey bilmiyoruz. Bismikallahümme yaz) dedi.) Görülüyor ki Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmdan beri bütün Peygamberlere kendi ismini (ALLAH) olarak bildirmiş, bu ismi kâfir olanlar dahi kullanmıştır.]

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Hayber kalesi, Ali bin Ebû Talib ile feth olunur) buyurdu ve buyurduğu gibi vaki oldu. (Müslümanlar Acem (İran) ve Rum (Bizans) hazinelerini paylaşırlar ve Acem kızları onlara hizmet eder) buyurarak, İran’ın ve Bizans’ın fetholunacağını da haber verdi.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır. Hepsi Cehenneme gidecek. Ancak bir tanesi kurtulacaktır) ve (Acemler müslümanları bir veya iki defa yener, sonra ebediyyen İran devleti [Sasaniler] yok edilir) ve (Rumlardan nice nesller hüküm sürerler. Her birisi helak oldukça, sonraki asırdakiler, yani bir diğer nesl onun yerine geçer) buyurdu. Bütün bunların hepsi Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” haber verdiği gibi meydana geldi.

Şark ve garb dürülerek, kendisine gösterildi. Müşahede ettiği yerlere kadar, ümmetinin mâlik olacağını ve dininin yayılacağını haber verdi. Aynen haber verdiği gibi İslamiyet şarka ve garba yayıldı. [Nitekim şimdi İslam dinini işitmemiş hür dünyada hiç bir yer yoktur.]

(Ömer “radıyallâhu anh” hayatta olduğu müddetce, müslümanlar arasında fitne zuhûr etmez) buyurdu. Buyurduğu gibi Ömer’in “radıyallâhu anh” hilafeti son buluncaya kadar ümmet-i Muhammed emniyet üzere yaşadı. Daha sonra fitneler zuhûr etmeye başladı.

Yine Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Îsâ aleyhisselâmın gökten ineceğini, Mehdinin “aleyhirrahme” zuhûr edeceğini, Deccalın ortaya çıkacağını haber verdi.

Osman-ı Zinnureynin “radıyallâhu anh” Kurân-ı Kerîm okurken şehit edileceğini, Alinin “radıyallâhu anh” mübarek başından, İbni Mülcem’in kılıcı ile yaralanarak şehit olacağını haber verdi. Hatta, Ali “radıyallâhu anh” İbni Mülcem’i gördükçe; mübarek başını gösterir. (Bunu ne zaman kana bulayacaksın) buyururdu. İbni Mülcem bundan Allahü teâlâya sığınır, (Madem ki böyle alçak, kötü bir işin zuhûru Peygamberimiz tarafından haber verilmiştir. Ey Ali, sen beni öldür. Bu kötü işe alet olup da, kıyamete kadar lanete düçar olmayayım) diye rica ederdi. Ali “radıyallâhu anh” (Katlden önce ceza olamaz. Vuku bulduktan sonra, kısas olursun) cevabını verirdi. Bunlar da tamamı ile vaki oldu.

Hendek gazasında Ammâr bin Yasir’e “radıyallâhu anh” (Sen bagiler tarafından öldürüleceksin) buyurmuşlardı. Daha sonra, Muaviye “radıyallâhu anh” safında bulunan kimseler tarafından Sıffin’de şehit edildi.

Bera bin Mâlik “radıyallâhu anh” için, (Saçları dağınık ve kapılardan kovulan öyle kimseler vardır ki bir şey için yemin etseler, Allahü teâlâ onları doğrulamak için, o şeyi yaratır. Bunlardan birisi Bera bin Mâliktir) buyurmuştur. Ahvaz muharebesinde İslam askeri, Tüster kalesını 6 ay muhasara edip, 80 gün kale kapısında harp ettiler. İki taraftan da çok kimse öldü. Ashâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” arasında Resûlullahın bu sözü bilindiğinden, Bera bin Malik’in “radıyallâhu anh” huzuruna toplandılar. Kalenin fethi için yemin etmesini rica ettiler. Bunun üzerine Bera bin Mâlik “radıyallâhu anh” hem kalenın fethi, hem de kendisinin şehitlik mertebesine ulaşması için yemin etti. O gün kendisi şehitlik mertebesine kavuştu. O gece de, kalenın fethi ile ehl-i İslam, Allahü teâlânın nusratına [yardımına] ve zafere ulaştı.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” bir gün Ümm-i Hirâmin “radıyallâhu anha” evinde uyumuştu. Gülerek uyandı. (Ya Resûlallah, niçin güldünüz?) diye sordu. Resûlullah, (Ümmetimden bir kısmını gemilere binip, kâfirlerle gazaya giderler gördüm) buyurdu. Ümm-i Hiram, (Ya Resûlallah! Duâ et, ben de onlardan olayım!) dedi. Resûlullah, (Ya Rabbi! Bunu da onlardan eyle!) buyurdu. Bu da Resûlullahın buyurduğu gibi vaki oldu. Hazret-i Muaviye zamanında, Ümm-i Hiram zevci ile gemilere binip, Kıbrıs’a cihat etmeye gitti. Orada attan düşüp şehit oldu “radıyallâhu anhüma”.

Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” mübarek kızı Fâtıma “radıyallâhu anha için: (Ehl-i beytimden bana ilk kavuşacak olan sensin) buyurdu. Kendisinin ahirete teşrifinden altı ay sonra Fâtıma validemiz de “radıyallâhu anha” ahirete teşrif etti.

Ebû Zer-i Gıfârî’ye “radıyallâhu anh” yalnız ve tenha bir yerde vefât edeceğini haber verdi. Aynen öyle oldu. [Rebze denilen yerde yalnız başına vefât buyurdu. Yanında sadece kızı ve hanımı vardı. Vefâtından biraz sonra, Abdullah ibni Mesud ve diğer bazı zatlar geldiler. Cenazesinin gasl, techiz ve tekfin işlerini yaptılar “radıyallâhu anhüm ecma’în”.]

Ashâb-ı kirâmdan Süraka bin Malike “radıyallâhu anh” (Kisra’nın bileziklerini giydiğin zaman nasıl olursun?) buyurmuştur. Yıllar sonra, Ömer “radıyallâhu anh”ın hilafeti zamanında fethedilen İranın ganimetleri, Medine-i münevvereye geldi. Ganimetlerin içerisinde Kisra’nın kürkü ve bilezikleri vardı. Ganimetlerin taksiminde, Ömer “radıyallâhu anh”, Kisra’nın bileziklerini Süraka’ya “radıyallâhu anh” verdi. Süraka bilezikleri koluna taktı. Geniş olduğu için ta dirseğine çıktı. Seneler önce Resûlullahın buyurduğunu hatırladı ve ağladı.

İKİNCİ NEV’: Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem”, fiiilen meydana gelen mucizeler çoktur. Bu mucizeleri burada saymaya kitabın hacmi kâfi olmadığından bazılarını zikir edelim:

1) (Miraç) mucizesidir ki mübarek cesedi ile beraber, yani ruh ve bedeni ile birlikte ve uyanık iken olmuştur. Bu mucizeye Kureyş kâfirleri inanmadılar. Bazı imanı zayıf müslümanlar da, akılları ermediğinden, şüphe fitnesine düşüp, Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem” çeşitli sualler sorup, cevaplarını aldıktan sonra tasdik ettiler. Kâfirlerin suallerini [sorularını] ve bunların cevaplarını öğrenmek isteyenler (İzhar-ül-hak) kitabına müraceat edebilirler. Miraç sadece ruh ile olsa, onu inkâr edecek bir sebep olmazdı. Çünkü, ruh uykuda bir ânda şarka ve garba gider. Bir kimsenin rüyada gördüğü şeylerin aynısı vaki olsa, evet olabilir denilir ve inkâr edilemez.

Miraç hem ruh, hem de beden ile olmuştur. Allahü teâlâ dilediğini çok süratli hareket ettirmeye kâdirdir. Bunun için miraca inanan akıllı kimselere ve nakledenlere herhangi bir şey söylenemez. Evet miraç, adet olan işlerin hilafınadır. Fakat mucizelerin hepsi de adetin hilafıdır. Bu adet dışı mucizenin imkanını ve vukuunu, felsefecilerin ileri gelenlerinden İbni Sînâ akli deliller ile (Şifa) kitabında ispat etmiştir. Şüphe eden oraya müraceat edebilir. [İman edilecek şeyleri, felsefe kitaplarından değil, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmelidir.]

Bir diğer husus ise, bedenin göğe çıkması, ehl-i kitap olanlar arasında da imkansız, yani olamayacak bir iş değildir. Çünkü, Ehnuh, İlya ile Elyesa aleyhimüsselâmın bedenen göğe çıktıkları, hıristiyanların ellerinde mevcûd (Kitâb-ı Mukaddes)deki Tekvînin 5. babının 24. âyetinde ve II. Meliklerin, 2. babının 1. âyetinde yazılıdır. Markos İncilinin 16. babının 19.  âyetinde ise: (Rab Îsâ, onlara söyledikten sonra, göğe alındı ve Allah’ın sağına oturdu) demektedir. Pavlos’un, Korintoslulara yazdığı 2. mektubun 12.  babının 2. âyetinde: (Mesih denilen adam, bedende mi veya bedenden haricde mi, bilmem, onu Allah bilir. Üçüncü göğe çıkarılan bir adam olarak biliyorum) demektedir. Îsâ aleyhisselâmın da miraca çıkarıldığı görülüyor.

2) Kurân-ı Kerîmde bildirilmiş olan (Şakk-ı kamer), ayın yarılması mucizesidir. Bu hususta, inkâr edenlerin, yani hıristiyan papazların itirazları ve müslümanların onlara vermiş oldukları cevaplar, (İzhar-ül-hak) ve (Esile-i hikemiye) kitaplarında uzun yazılıdır.

3) (Ramy-ı turab) mucizesidir. Bedr gazasında, Ashâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” müşriklerin 4’te 1’i kadardı. Harp şiddetlenip, müşrikler hücumlarını arttırdıkları zaman, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” çardak altında mübarek başını secdeye koyup: (Ey yüce Rabbim! Eğer bu bir avuç müslümanı zafere ulaştırmazsan, yeryüzünde seni tevhid edecek [birleyecek] bir kimse kalmaz) diye zafer ve nusrat için duâ etti. Daha sonra, bir müddet sükut buyurdu. Hemen mübarek gözlerinde sevinç alâmetleri belirip, yanında bulunan, mağara arkadaşı Ebû Bekr-i Sıddîk’a “radıyallâhu anh” zafer ve Allahü teâlânın yardımı ile müjdelendiğini haber verdi. Çardaktan çıkarak harp meydanına teşrif ettiklerinde, yerden bir avuç kum alıp, müşrik askerlerinin üzerine doğru attı. Kum tanelerinin her biri, düşman askerlerinin gözüne bir bela ve hezimet şimşeği gibi gelerek, zâhiri bir sebep olmaksızın derhal perişan oldular. Enfal sûresi 17. âyet-i kerimesi bu mucize hakkında nazil oldu. Bu âyet-i kerimede meâlen: (Kâfirlere attığını sen atmadın, onları Allahü teâlâ attı) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, tanıyan tanımayan, yerli yabancı bütün dillerde tilâvet edildi, okundu. Müşriklerden, (Bizim gözlerimize öyle bir toprak isabet etmedi) diye bir şey söylemek teşebbüsünde bulunan bir kimse olmadığı gibi, haşa belki de sihir olduğunu zannetmişlerdir.

4) Çeşitli yerlerde Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” (mübarek parmaklarından su fışkırma) mucizesidir. O mübarek sudan içerek, bir kaç yüz sahabi susuzluklarını giderdiler. Hudeybiye günü ise, hazır bulunup da, bu mübarek sudan içen Ashâb-ı kirâm, bin kişiden ziyâde idi. Ayrıca mataralarını da doldurmuş idiler. Bu mucize, Medine çarşısında, Buvat gazasında, Tebük gazasında ve daha pek çok yerlerde görülmüştür. Hatta, Hudeybiyede su, mübarek parmaklarından musluklardan akar gibi aktı. Susuz olanlar içtikten sonra, hayvanlara dahi yetişmiştir. Bunlar, çok sağlam rivayetlerle, mutemed [çok güvenilir] siyer âlimleri tarafından ittifak [söz birliği] ile bildirilmiştir.

5) (Berekât-i taam) mucizesidir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” bir hanım ile zevcine bir ölçek arpa verdi. Misafirleri ve çocukları ile uzun zaman ondan yediler, tükenmedi.

Bir defa da, bir parça arpa ekmeyi ve oğlaktan 1.000 kişiye yemek yedirdi ve yemek hiç eksilmedi.

Bir defasında da, bir parça ekmekten 180 kişi yedi, ekmek yine de arttı.

Bir defa da, bir parça ekmek ve pişmiş 1 kuzu ile 130 kişiyi doyurdu. Kalanını da deveye yükleyerek götürdüler.

Bir kaç hurma ile bir habeşiyi doyurdu. Bu mucize, defalarca vaki oldu.

Bir kab yemek ile yanında bulunanları, ev halkını ve bütün akrabalarını doyurdu.

6) (Teksir-i derahim) , paraları çoğaltma mucizesidir. Selman-ı Fârisî “radıyallâhu anh” bir yahudinin kölesi idi. İslamiyet ile şereflenince, sâhibi olan yahudi ile kölelikten kurtulması için, 300 hurma fidanı dikmesi, onların meyve vermesi ve 1600 dirhem altın vermek üzere anlaştılar.

Takdir edilen 300 hurma [fidanın çukurlarını açmakta Ashâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân”, Selmana “radıyallâhu anh” yardım ettiler. Çukurlar açılınca, Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” teşrif etti ve] fidanları mübarek elleri ile dikti. Bunların hepsi bir sene zarfında kemâle gelip, o sene meyve verdiler. [Bir tane hurmayı Ömer-ül-Fâruk “radıyallâhu anh” dikmiş idi. O fidan meyve vermedi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, mübarek elleri ile onu tekrar dikti, hemen o da meyve verdi.]

Bir gazada ganimet alınan yumurta kadar altını Selmana “radıyallâhu anh” verdi. Selman-ı Fârisî “radıyallâhu anh”, Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem”: (Bu gâyet azdır, 1600 dirhem çekmez) buyurdu. O altını mübarek ellerine alıp, tekrar geri verdi ve: (Bunu sâhibine götür) buyurdu. Sâhibi tarttı, tam geldi ve Selman-ı Fârisî de “radıyallâhu anh” hür müslümanlar arasına girdi.

7) (Teksir-i berekât) mucizesidir. Ebû Hüreyre “radıyallâhu anh” buyuruyor ki: (Bir gazada aç kalmıştık. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”: (Bir şeyler var mı?) buyurdu. (Evet ya Resûlallah! Torbamda bir miktar hurma var), dedim. (Onu bana getir) buyurdu. Getirdim. Mübarek elini torbama soktu ve bir avuç hurma alarak, yere serdiği mendil üzerine koydu ve bereket için duâ buyurdu. Orada bulunan Ashâb-ı kirâm “aleyhimürRıdvân” gelip, ondan yediler ve doydular. Sonunda bana: (Ya Eba Hüreyre! Sen de bu mendildeki hurmadan bir avuç al ve azık torbasına koy!) buyurdu. Bir avuç aldım ve torbama koydum. Torbamda bu hurmalar hiç bitmedi. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” hayatında ve daha sonra, Ebû Bekr, Ömer ve Osman “radıyallâhu anhüm” hilafetleri zamanlarında hem yedim, hem de ikram ettim. Yine bitmedi. Ne zaman ki Osman-ı Zinnureyn “radıyallâhu anh” halife iken, şehit edildi, azık torbam çalındı.)

Peygamberimizden “sallallâhü aleyhi ve sellem” bunun gibi pek çok mucizeler zuhûr etmiştir. Diğer Peygamberler için de, buna benzer mucizeler kitaplarda zikir edilmiştir. Bu mucizelerden bâzıları, Elyesa aleyhisselâmdan da zuhûr ettiği (Ahd-i atik)in 2. melikler kısmının 4. babında [ve 1. meliklerin 17. babının 10. ayetinden itibaren] yazılıdır. Böyle bir mucize, Îsâ aleyhisselâm için de vaki olup bir kaç parça ekmek ve balık ile 4.000-5.000 kişiye yemek yedirdiği bütün İncillerde yazılıdır. [Matta bab 14, âyet 15 ve devamı. Markos bab 6, âyet 35 ve devamı.]

8) (Selam ve şahadet-i eşcar) mucizesidir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” kendisinden mucize isteyen bir arabîye cevap olarak, yolun kenarında bulunan bir ağacı çağırdı. Ağaç köklerini toplayıp, sürüyerek Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” huzuruna geldi ve peygamberliğine şahadet ettikten sonra, yerine geri gitti.

Bir defa da, bir hurma ağacı Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” peygamberliğini tasdik etmiş, sonra tekrar eski yerine dönmüş idi.

[Medine-i münevverede, mescid-i nebevi içinde dikili bir hurma kütüğü vardı. Bu kütüğe Hannane denirdi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, hutbeleri ona dayanarak okurdu. Minber yapılınca Hannane’nin yanına gitmedi.] Bu hurma kütüğü Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” ayrılığından inlemeye başladı. Yani kütükten ağlama sesi geliyordu. Bütün cemaat işitti. Peygamber efendimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, yeni minberden inip Hannane’ye sarıldı, sesi kesildi. (Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyamete kadar ağlayacaktı) buyurdu.

9) Kâbe-i muazzama içindeki putlar mübarek parmağının işareti ile yüzüstü düşmüşlerdi. Kabenin içine dikilmiş 360 put [heykel] vardı. Mekke-i mükerreme feth edilip, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Harem-i şerife girince, mübarek elinde olan hurma dalı ile her birine işaret buyurup, İsra sûresinde (Hak geldi, batıl zail oldu, gitti) mealindeki 88. âyet-i kerimesini okuduğunda, putlar yüz üstü düştüler. [Halbuki o putların çoğu, kurşun ve kalayla taşlarda açılan deliklere sıkı sıkıya raptedilmişti.]

10) (İhya-i Mevta, Redd-i ayn ve keşif-i basar) mucizeleridir. Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem” bir gün bir Arabî geldi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, onu İslama davet etti. Arabî, bir müslüman komşusunun çok sevdiği bir kızının vefât etmiş olduğunu, eğer onu diriltirse îman edeceğini bildirdi. [Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”. (Bana o kızın kabrini göster) buyurdu. Kabre kadar beraberce gittiler.] Kabre varınca, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” kızı ismi ile çağırdı. Kabirden (Emir buyurun efendim!) sesi işitilerek, kız kabirden çıktı. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, ona: (Tekrar dünyaya geri dönmek ister misin?) diye sordu. Kız cevabında, (Hayır, ya Resûlallah “sallallâhü aleyhi ve sellem”! Allaha yemin ederim ki ben burada, annemin ve babâmin evindekinden daha rahatım ve müslümanın ahireti, dünyasından daha hayırlıdır, geri dönmem) dedi ve kabre girerek eski haline döndü.

Cabir bin Abdullah “radıyallahü teâlâ anh” bir koyun pişirdi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Ashâb-ı kirâm “aleyhimürRıdvân” ile beraber yediler. (Kemiklerini kırmayınız) buyurdu. Kemikleri toplayıp, mübarek ellerini üstüne koyup duâ etti. Allahü teâlâ koyunu diriltti. Koyun kuyruğunu sallıyarak gitti. [Peygamberimizin bu çeşit mucizeleri ve diğer mucizeleri İmâm-ı Kastalani’nin Mevahib-i ledünniye, Kadı İyad’ın Şifa-i şerif, İmâm-ı Süyuti’nin Hasaisü’n-Nebî ve Mevlânâ Abdurrahmân Cami’in Şevahidü’n-Nübüvve kitaplarında geniş anlatılmıştır “rahmetullâhi aleyhim ecma’în”.]

Uhud gazasında Ebû Katadenin “radıyallâhu anh” bir gözü çıkıp yanağı üzerine düştü. Resûlullaha “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” getirdiler. Mübarek eli ile gözünü yerine koyup, (Ya Rabbi! Gözünü güzel eyle!) dedi. Bu gözü, diğerinden güzel oldu. Ondan daha kuvvetli görürdü. [Ebû Katade’nin torunlarından biri halife Ömer bin Abdülaziz’in yanına gelmişti. Sen kimsin dedi. Bir beyt okuyarak, Resûlullahın mübarek eli ile gözünü yerine koymuş olduğu zâtın torunu olduğunu bildirdi. Halife bu beytleri işitince, kendisine ziyâde ikramda ve ihsanda bulundu.]

Bir gün iki gözü ama bir kimse gelip: (Ya Resûlallah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, duâ et, gözlerim açılsın) dedi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” ona: (Kusursuz bir abdest al! Sonra ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselâmı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselâm! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatcı eyle! Onun hürmetine duamı kabul et) duâsını okumasını söyledi. O Zât abdest alıp gözlerinin açılması için böyle duâ etti. Hemen gözleri açıldı. [Bu duâyı müslümanlar her zaman okumuşlar ve dileklerine kavuşmuşlardır.]

11) (Çeşitli yaralılara ve hastalara şifa vermesi) mucizesidir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” bir avuç toprağa üfleyip, onu bir yaraya sürdükleri zaman yara iyileşir veya verdiği bir şeyi içen veya yiyen hasta, şifa bulurdu. Bunun misalleri pek çoktur.

Gözleri iyice görmez olmuş ve beyazlaşmış bir ihtiyarın gözlerine, mübarek nefesleri ile üfleyince, derhal şifa bulup, o ihtiyar kendi elbisesini diker oldu.

İyas bin Seleme diyor ki Hayber gazasında, Resûlullah beni gönderip, Ali’yi “radıyallâhu anh” istedi. Ali’nin “radıyallâhu anh” gözleri ağrıyordu. Elinden tutup, güçlükle getirdim. Mübarek tükrüğünü, parmakları ile Alinin “radıyallâhu anh” gözlerine sürdü. Sancağı eline verip, Hayber kapısında dövüşmeye gönderdi. Çok zamandır açılamayan kapıyı hazret-i Ali, yerinden sökerek, Ashâb-ı kirâm kaleye girdiler. Ali “radıyallâhu anh”, ömrü boyunca, bir daha göz ağrısı çekmedi.

Kendisine, dilsiz ve mecnun olan bir çocuk getirdiler. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” abdest aldıktan sonra, geride bıraktığı sudan içirdiler. Derhal şifa bulup, konuşmaya başladı ve akıllı oldu.

Muhammed bin Hatib diyor ki küçük idim. Üstüme kaynar su döküldü. Vücudum yandı. Babam Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem” götürdü. Mübarek elleri ile tükrüğünü yanan yerlere sürdü ve duâ buyurdu. Hemen yanıklar iyi oldu.

Şurahbil-il-Cufinin “radıyallâhu anh” avucunun içinde bir şişlik vardı. Bu hâl, onun kılıç ve hayvanların yularını tutmasına mâni oluyordu. Bu hâlini Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem” arz etti. Resûlullah mübarek eli ile avucunu ovuşturdu. Elini kaldırdığı zaman, o şişlikten hiçbir eser kalmamıştı.

Enes bin Malikten “radıyallâhu anh” rivayet edildi. Buyurdu ki: Annem Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem”: (Ya Resûlallah! Enes senin hizmetçindir. Ona duâ buyur), dedi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”: (Ya Rabbi! Bunun malını ve çocuklarını çok eyle. Ömrünü uzun eyle. Günahlarını affeyle!) diye duâ buyurdu. Zaman geçtikçe, malları, mülkleri çoğaldı. Ağaçları, bağları her sene meyve verdi. Yüzden ziyâde çocuğu oldu. 110 sene yaşadı. [Ömrünün sonunda, Ya Rabbi! Habîbinin benim için yaptığı dualardan üçünü kabul ettin, ihsan ettin! Dördüncüsü olan günahlarımın affedilmesi acaba nasıl olacak deyince, (Dördüncüsünü de kabul ettim. Hatırını hoş tut!) sesini işitti.]

Acem Padişahı Hüsrev Perviz’e, îman etmesi için mektup gönderdi. Alçak Hüsrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehit etti. Resûl aleyhisselâm bunu işitince, çok üzüldü ve “Ya Rabbi! Benim mektubumu parçaladığı gibi, onun mülkünü parçala!” buyurdu. Resûlullah hayatta iken, Hüsrevi oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” halife iken, acem memleketinin hepsini müslümanlar feth edip, Hüsrevin nesli de mülkü de, kalmadı.

[Esma binti Ebû Bekr “radıyallâhu anha”, (Biz Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” giydiği mübarek cübbesini ne zaman yıkasak, suyunu hastalara verirdik, şifa bulurlardı) buyurmuştur.]

Eğer (Gada-ül-mülahazat) kitabını yazan papaz, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” daha çocuk iken, kendisinde görülen ve sahih nakillerle bildirilmemiş olan, bazı fevkalade haller için böyle söylüyorsa, belki sükut olunabilir. [Çünkü mucizenin şartlarından biri de, bir Peygamber, Peygamber olduğunu söyledikten sonra hâsıl olmasıdır. Îsâ aleyhisselâmın beşikte konuşması, kuru ağaçtan taze hurma isteyince, eline hurma gelmesi, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” çocuk iken, göğsünün yarılıp, kalbinin yıkanıp temizlenmesi, mübarek başının üstünde bulut bulunması, ağaçların, taşların kendisine selam vermeleri gibi, Peygamber olduğu bildirilmeden önce hâsıl olan harikalar, mucize değildi. Kerâmet idiler. Bunlara (İrhas) yani başlangıçlar denir. Peygamberliği kuvvetlendirmek içindirler. Bu kerâmetlerin Evliyâda da hâsıl olmaları câizdir. Peygamberler, peygamberlikleri kendilerine bildirilmeden önce de, Evliyâ derecesinden aşağıda değildirler. Kerâmetleri görülür. Mucize, Peygamber olduğunu bildirdikten az zaman sonra hâsıl olur. Mesela, bir ay sonra şöyle olur deyince, hâsıl olduğu zaman mucize olur. Fakat, hâsıl olmadan önce, onun Peygamber olduğuna inanmak lazım olmaz. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” insanlara ve cinlere Peygamber olarak gönderildiği bildirildikten sonra, binlerce mucize göstermiştir.]

Bu çeşit mucizelerden olan, mübarek parmaklarından suların akması, mescitteki hurma kütüğünün inlemesi, işareti ile putların yere düşmesi, körleri iyi etmesi, pek çok hastalıkları iyi etmesi gibi mucizeler bir kaç bin sahabinin huzurunda vuku bulmuş, tevatür ile yani nesilden nesile rivayet edilerek, her yere yayılmış, her yerde duyulmuş, doğruluğu mutlak olarak kabul edilmiştir. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” bu mucizeleri, tevatürün en yüksek derecesine ulaşmıştır. [Tevatür; yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan, her asrın mutemed [güvenilen] insanlarının hepsinin aynı şekilde söyledikleri ve katî ilim hâsıl eden haberlere denir.] Mesela, Ali bin Ebû Talib’in “radıyallâhu anh” şecaatı, kahramanlığı ve Hatem-i Tai’nin cömertliği tevatür ile şuyu ve şöhret bulduğundan, bunları inkara kimsenin gücü yetmez. Fakat hıristiyanlık, Matta, Markos, Luka ve Yuhannanın tek başlarına naklettikleri haber-i ehad [bir kişinin yapmış olduğu rivayet, vermiş olduğu haber] üzerine bina kılınmıştır. Kendileri ve yaşadıkları zamanları hakkındaki verdikleri bilgiler, zanlarla ve şüphelerle dolu olup birbirlerini nakz eden yerleri çoktur. Eğer İslamiyetteki 8 ana ilimden biri olan hadis ilminde mütehassıs olan muhaddislerin, yani hadis âlimlerinin, hadis-i şerif rivayetinde, hadisin kabul edilmesi için, (usûl-i hadis) ilminde ortaya koydukları ve her bir hadiste aradıkları şartlarla, 4 İncil bir gözden geçirilse, bunlardan hiç biri, ilmi bir vesika olmak derecesine ulaşamaz. [Müslümanların, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” hadislerini rivayet ederlerken aradıkları şartlar çok incedir. Mevcûd İncillerde rivayet sağlamlığı diye bir şey olmadığından, hadis-i şeriflerdeki rivayet sağlamlığı ile mukayese edilemez. Hıristiyan papazlar da, bu hakikati aynen kabul edip, bâzen ilaveler yapmak, bâzen çıkarmak veya yanlış yazmak şekillerinde İncilin değiştirildiğini ispat eden pek çok kitaplar neşretmişlerdir.] İşin aslı incelenirse, Îsâ aleyhisselâmdan zuhûr eden, anadan doğma körlerin gözlerini açması, baras denilen cilt hastalıklarını iyi etmesi ve ölüleri diriltmesi gibi mucizeler, Kurân-ı Kerîm ile tasdik edilmiş olmasa, bunların vukuunun ispatına, hiçbir hıristiyan kendinde güç bulamazdı.

Papazlar, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” mucizelerini inkâr ederken:

Meâl-i şerifi, ([Kurân-ı Kerîmin belâgat ve Âzameti karşısında ve açıkça gördükleri mucizelerden sonra, âciz kalan müşrikler, düşmanlıklarından dolayı] şu yerden [Mekke’den] bize bir pınar akıtmadıkça, biz sana îman etmeyiz. Yahut senin hurma ve üzüm bahçen olup ortasından nehirler akıtasın dediler) olan, İsra sûresinin 90 ve 91. ayetlerini delil olarak getirirler. Papazların getirdikleri bu delil, kendi maksatlarını çürüttüğü hâlde, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem”, mucize göstermediğini ispat ediyoruz diyorlar. Bu ise asla, insafa ve adalete yakışan bir şey değildir. [Halbuki delil getirdikleri, zikrettiğimiz âyet-i kerimelerde müşrikler, çeşitli mucizeler, bilhassa Kurân-ı Kerîm karşısında âciz ve çaresiz kaldıklarından, ne yapacaklarını şaşırıp, daha çeşitli mucizeler istediklerini göstermektedir. Bu ise, papazların sözünü kuvvetlendirmekten ziyâde, yalancılıklarını ortaya koymaktadır.] Ne garibdir ki 4 İncilin sonundaki mektupları yazan müellifleri, ne de yazılış tarihleri sağlam ve doğru bir şekilde bilinmediği hâlde ve hıristiyanların ellerindeki İncillerde yazılı olan rivayetlerin gariblikleri ve birbirine zıdlıkları apaçık meydanda iken, bunların her bir ayetini îman ve îtikat esâsı kabul ederler. Fakat, Kurân-ı Kerîmin [1400] senedir tek bir harfine dahi tahrif lekesi bulaşmamış iken ve hadis-i şeriflerin sahih olanları ve mevdu, zayıf ve uydurma olanları hususi kaideler ile sağlam senetler ile birbirinden ayrılarak beyan edilmiş iken ve İslam dinindeki rivayetlerin her biri, nice sağlam deliller ile ispat edilmiş olduğu hâlde, bunlara îman edenlere itiraz etmektedirler.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler