Sual: Teslis inancı ilk defa hristiyanlarda mı görülmüştür yoksa bunun bir öncesi var mıdır?

Cevap: Tarihçilerin malumu olduğu gibi, 3 uknum, yani teslis, yeni bir şey olmayıp, müteaddid ilahlara tapınan kavimlerin inançlarından alınmış bir fikirdir. İlahların çokluğu, câhil halkın nazar ve dikkatlerini çekecek bir şekilde çoğalınca, müşriklerin ileri gelenleri, onları aralarında makâmlarına göre bir tertibe koyup, içlerinden bazılarını asıl, diğer küçüklerini de fer’ [tabi] kısımlarına ayırttılar. Bu taksimin tahkikini aralarında gizli bir sır olarak kabul ettiler. [Eski İran’ın en büyük dini olan, ateşe tapınmayı kuran] Zerdüşt, putların arasından (Yezdan) ve (Ehremen) isminde 2 uknum tayin etti. Yezdan iyilik tanrısı, Ehremen ise, kötülük tanrısı veya Yezdan’ın nur, aydınlık, Ehreme’nin de zulmet, karanlık olması gibi, misli görülmemiş batıl bir îtikat [inanç] ortaya koydu.

Hindistan’daki İslam âlimlerinin büyüklerinden Mazhar Can-ı Canan, 14. mektubunda buyuruyor ki (Brahma dini, semavi bir din idi. Sonradan bozuldu). 3 uknum tabiri ilk defa bunlardan işitildi.

[Buna din yerine, felsefe, fikir demek daha doğrudur. Îsâ aleyhisselâmın miladından 700 sene evvel semavi bir dinin değiştirilmesi ile kurulduğu anlaşılmaktadır. Bu tahrifi yapan Brahmadır. Brahma mukaddes kelam demektir. Hristiyanlıkta da, Îsâ aleyhisselâm için bu tabir kullanılmıştır. Hristiyan papazlarına, Îsâ aleyhisselâmın ülûhiyeti sorulunca, bunu ispat için ilk delilleri, Yuhanna İncilinin 1. babındaki bazı ayetlerdir ki (kelam başlangıçta var idi ve kelam Allah nezdinde idi ve kelam Allah idi.) [Âyet 1] ve (Ve kelam beden olup inayet ve hakikat ile dolu olarak aramızda sakin oldu. Biz de onun izzetini, Babanın biricik oğlunun izzeti olarak gördük) [Âyet 14], şeklindedir. Tıpkı Brahmanizmdeki gibi.] Brahmanizm fikrine tâbi olanlar, (Brahma) isminde asıl olan bir ilaha inanırlar. Îtikadlarına göre, bu, en kâmil ve daim-üs-sükut bir ilah olup her şeyin aslıdır. Fakat bu ilah, diğer 2 ilah vasıtası ile işlerini yapar. Bunlardan birisi (Vişnu), diğeri de (Siva)dır. Bunlar, 3 nev’ zuhûrdan ibaret olarak, bir ilahtır derler.

Brahmanlara göre, (Brahma), bütün her şeyi ve dünyayı yaratandır. Bütün yaratma işlerini o yapar, alâmeti güneştir. Vişnu akıldır. Her şeyi koruyan, yani koruyucu bir ilahtır. İçinde bulunan zamana hüküm eder. Alâmeti sudur. Siva ise, hayat ve ölüm tanrısıdır. İçinde bulunulan zamana ve istikbâle hüküm eder. Adalet ve intikam bunun işidir. Alâmeti ise, ateştir. [Brahmanlar, tanrıları Vişnunun semada yaşadığına inanırlar. Diğer tanrılar, Vişnu’ya yeryüzünde bir takım şeytanların türediğini, yeryüzünün asayiş ve intizâminı bozduklarını ve bunların cezalandırılması için, yeryüzünde, insan şeklinde doğması lazım olduğunu söylerler. Vişnu, bu teklifi kabul eder ve yeryüzünü kötülüklerden ve şeytanlardan temizlemek için muharibler sınıfından, bakire bir kızdan bir (krishna) yani muharib olarak doğar. Kız, bunu önceden rüyasında görür. Krishna 64 günde, bütün ilimleri öğrenir. Çobanlık yapar. Pekçok yerler dolaşır. Dolaştığı yerlerde, harikulade şeyler yapar ve onu gören brahmalar tarafından ilahlığı kabul edilir. İnsan şeklinde yeryüzüne inmiş bir ilahtır. Brahmanizme inananlar tarafından, Krishna ile ilgili daha pekçok efsaneler anlatılır.

Budistler de, Buda’yı ilah olarak kabul ediyorlar. Budistlere göre, Buda insan olarak doğmadan önce, semada yaşıyordu. Yeryüzünde inecek bir yer aradı ve nihâyet Suthodana ailesinin bir ferdi olarak doğmaya karar verdi. Annesi oruçlu olarak sarayın damında uyurken, rüyasında, etrafına nurlar saçarak gökten bir beyaz filin yere indiğini ve sağ böğründen karnına girdiğini hayret ile görür. Budanın doğmasına yakın birçok alâmetler de görünür. Annesi bulunduğu şehri terk eder ve bir ağacın altında, ilah olan oğlu yeryüzüne gelir. Budistlerin inancı, akıl ve mantığın asla kabul edemeyeceği şeylerle doludur. Brahmanların ve Budistlerin inançları ile hristiyanların teslis inancı isim farkları hâriç, birbirine benzer. İlahların yeryüzünde bakire bir kıza nüfuz etmeleri ve doğmaları ve insanların onları ilah olarak kabul etmeleri arasında, insanı hayrette bırakan bir benzerlik vardır. Bunlardan birkaçını zikredelim:

1) Hristiyanlara göre, Îsâ aleyhisselâm ölmüş ve öldükten 3 gün sonra dirilmiştir. Krishna da öldükten sonra dirilerek göğe yükselmiştir.

2) Îsâ aleyhisselâm mezarından, Buda ise tabutundan kalkmıştır.

3) Îsâ aleyhisselâm öldürüleceğini önceden söylemiş, zindanlardaki yani Cehennemlerdeki ruhları kurtarmış ve mezardan kalkınca, Allah’ın sağına oturmuştur. Buda da, dünyadan çekileceğini ve Nirvanaya gideceğini haber vermiştir.

4) Îsâ aleyhisselâm göğe çıkınca, bütün âlemin işlerini eline alarak hüküm etmeye başlamıştır. Buda da, göklerin sultanlığını kurmuş ve âleme hüküm etmeye başlamıştır.

5) İncillerde, Îsâ aleyhisselâmın babalarını ilk melik dedikleri Davud aleyhisselâma kadar, ittifakla zikir ederler. Buda’nın da neslinin ilk melik olan Makavamat’a dayandığı zikir olunur.

Teslis ve tenasüh, yani ölen bir kimsenin ruhunun başka bir kimseye geçeceği îtikadı [inancı] hind dinlerinde olduğu gibi, eski Mısır dinlerinde de vardır. Mısırlıların inandıkları tanrılardan en büyüğü, (Amonra) dır. Alâmeti güneştir. Bu âlemi irâdesi ve kelamı ile yaratmıştır. Amonra’nın yardımcısı olan ikinci tanrıları (Oziris) dir. Oziris, yeryüzüne inmiş, çeşitli acılar çekmiş ve öldürülmüştür. 3. tanrıları olan (İzisi) sayesinde tekrar dirilmiş ve göğe yükselmiştir. Böylece Oziris, ölüler ilahı olmuştur. Ayrıca, eski Mısırda melikler, yani (Firavun)lar, Amonra’nın (güneşin) oğlu olarak kabul edilmişlerdir.

Eski Mısırlılar ölen bir kimsenin Oziris tarafından hesaba çekileceğine de inanırlardı.]

Batıda 3 uknum fikrini ilk defa ortaya atan filozof Time (Timeios)dir. Milattan 500 sene kadar evvel, Lokres şehrinde yaşıyan Time, Pisagor’un talebelerindendir. Bu 3 uknum [asıl, esas] fikrini hocasından öğrenmiştir. [Pisagor (Fisagor veya Pythagoras) milattan önce 580 senesinde Sisam adasında doğdu. 500 senesinde Metapontedâ öldüğü rivayet edilmektedir. Doğum ve ölüm tarihlerinde çeşitli ihtilaflar vardır. Genç yaşında İtalya’nın Kroton şehrine gelmiştir. Buradan çeşitli seyahatler yapmış, Mısır ve Ortadoğu’da, uzun zaman kalmıştır. Mısırda kaldığı zaman içerisinde, eski Mısır dini ve inançları hakkında geniş malumat sâhibi olmuştur. Üçlü tanrı inancı ve tenasüh fikrini Mısırlılardan öğrenmiş ve bunları kabul etmiştir. Mısırda öğrendiği şeylerden birisi de, Hendese [geometri] idi. Bugün, pisagor nazariyesi [teorisi] diye bilinen geometri faraziyesi de, tecribi olarak, o zaman Mısırda bilinmekte idi. Mısra Babil’den gelmişlerdi. O zaman Babilde İlm-i nücum [astronomi], matematik ve müneccimlik sanatı çok ileri idi. Bunları, büyük Peygamber olan İdris aleyhisselâmdan öğrenmişlerdi. Pisagor, Babile de giderek, bunları iyice öğrendi. Tekrar Kroton şehrine döndü ve bir mektep açtı. Kendi ismi ile anılan yeni bir yol, hatta yeni bir fırka kurdu. Kendisine inananlar tarafından çok efsaneler uydurulmuş; peygamber, hatta ilah olduğu iddia edilmiştir.

Pisagor, varlığın aslının (arche) yani sayı olduğunu söyledi. Ona kadar olan sayıları, mukaddes [kutsal] kabul etti. Bilhassa 1, 2 ve 3 sayılarını; 3 asıl kabul etti. Pisagorcular, 1 sayısının âlemin değişmez ve ebedî kaynağı ve ilk uknum, yani en büyük tanrı olduğunu, 2 sayısının dişiliği ve dünyanın bundan meydana geldiğini ve 2. uknum olduğunu, 3 sayısının ise, âlemdeki ebedî üçlüğü gösterdiğini ve 3. uknum olduğunu iddia ederler. Dünyanın ve âlemin aslının, bu 3 uknum olduğunu söylerler. Mesela, âlemin esâsı (beden, can ve ruhtur) derler. Bunun gibi (tabiî, beşeri ve tanrı âlemi) olarak, 3 âlemden meydana geldiğini söylerler. Pisagorculara göre, her şey 3’ten mürekkeb olduğu gibi, yaratma da, bu üçlükten ortaya çıkar. Bunlar yaratıcı irâde, yıldız akımı ve her ân biraz daha kemâle eren âlem imiş. Pisagor’un sayıları hususunda ve diğer felsefi görüşleri hakkında Gomperz’in (Lâ Pensée Grecque) kitabında geniş bilgi vardır. Pisagor’a göre, ilk uknum, yani her dilediğini yapabilecek olan tanrı, akıl ile anlaşılamaz. Ruhu ebedî [ölümsüz] kabul eden ve ölen bir kimsenin ruhunun bir hayvana geçebileceğine inanan Pisagorcular, hayvan eti yemezler. Pisagor’un ileri gelen talebesi olan Time de, hocasının yolunu takip etmiştir.]

Time, (Ruh-ül-âlem) kitabında, (Her şeyden önce, mahlukatın bir (fikir-i misâl-i daimisi) vardır ki ilk kelime ve ilk uknum odur. Kendisi madde değildir, ruhanidir ve akıl ile anlaşılamaz. 2. mertebe, madde-i gayri muntazımedir. Telaffuz olunan 2. kelime ve 2. uknumdur. Bundan sonra gelen 3. mertebe, ibn [oğul] yani mânâ âlemidir ki 3. uknumdur. Bütün kainat bu 3 sınıftan ibarettir. İbn, yani oğul pek güzel bir tanrı yapmak istedi ve mahluk olan bir tanrı yaptı) demektedir. Bu söz karışık ve anlaşılamaz bir hâlde Eflatun’a geldi.

[Time’nin, Eflatunun hocalarından biri olduğu da bildirilmektedir. Çünkü, Eflatun, büyük üstadı Sokrat ile Time’nin bir mecliste bulunduğunu bildirmektedir. Time’nin, (Matematik), (Pisagor’un Hayatı) ve (Alemin Ruhu (Ruh-ül-âlem)) isminde 3 eseri olup bunlardan ikisi kaybolmuştur. Kaybolmayan (âlemin ruhu) kitabı ise, kendisinden sonra gelen filozofları çok meşgul etmiştir. Çünkü, bu kitabın ilk 6 kısmından çıkarılan fikir ile Eflatunun, Time (Timeios) konuşmasında anlattığı fikir arasında pek bir fark yoktur.]

Eflatun, Time’den gelen bu fikri başka bir şekle soktu. Eflatun 3 esas ilah olduğunu iddia etti.

Birincisi, Babadır. En yüce ve yaratıcı ve diğer 2 ilahın babasıdır. 1. uknumdur.

İkincisi, asıl, görünür olan tanrıdır ki görünmez olan Babanın veziridir. Kelime, (Logos) ve idrâk demektir.

Üçüncüsü de, Kainat âlemidir, dedi.

Eflatuna göre, eşyanın, varlıkların hakikati, mânâlar [idealar]dır. [Eflatunun, idea diye bahs ettiği şey, mahiyet, fikir, ayan-ı sabite demektir. Eflatunda idea, eşyanın ve varlıkların değişmeyen, sâbit ve ebedî olan hakikatidır. Eflatun, âlemi 2’ye ayırır: Birisi, görünen hisler âlemi. Diğeri ise, hakiki âlem, yani idealar âlemidir. Hakiki yani idealar âlemi, ebedî olduğu hâlde, hisler âlemi durmadan değişir.] İdealar, sadece aklımızda, hayalimizle kâim olmayıp, cisimsiz olarak kendilerine mahsus bir kıyam ve hayatları vardır. Eflatun her hakikati, yani ideayı daha yüksek hakikatlere irca eder, bağlar. Böylece bütün hakikatler, idealar, mutlak (BİR)e irca olunur. Bu yüce idealardan meydana gelen BİR (hayır)dır ki tanrının kendisidir. Diğer yüce idealar, hakikatler ona tâbidir. Aşağı olan idealar (şer)dir ki şeytanın kendisidir. Diğer aşağı, kötü idealar ona tâbidir.

[Eflatun, ideaların kendisinde birleştiği (BİR) kabul ettiği ve hayır, iyilik diyerek aynen tanrı kabul ettiği şeyin, hareket ve hayat sâhibi ve âlemin babası (Baba tanrı) olduğunu söylemiştir. Bu 1. uknumdur. Baba tanrı, yani yüce idealar birliği, maddeye nizam veren, fakat maddeden tamamen farklı bir ruh yaratmıştır ki bu Babanın oğludur. Bu ruh, yaratanla yaratılan arasında aracı olan bir varlıktır. 2. uknumdur.

Eflatun, 2. uknum kabul ettiği ruh hakkındaki görüşlerini ve Pisagor, Time ve diğer bütün eski yunan filozofları da, ortaya attıkları fikirleri, hep Adem ve Şit (Şis) aleyhimesselâmin kitaplarından ve bu kitapları bilen din âlimlerinden öğrenmiş, bunları, kendi noksan bilgileri ve kısa akılları ile izah etmişler, değiştirmişlerdir. Eflatun, Menon konuşmasında, ruhun ölümsüz olduğunu ve birçok defalar yeryüzüne geldiğini ve görünen (dünya) ve görünmeyen (ahiret) alemindeki her şeyi görmüş olduğunu söylemektedir. Phaidros konuşmasında ruhu da 3 kısma ayırır: 1.’si; idealara yönelmiş olan akıldır. 2. ve 3.’sü ise; istek, his kısmıdır. Bunlardan biri akla uyarak hayra, iyiliğe yani tanrıya, diğeri ise kötü, maddi isteklere götürür.] Ceset yani beden bir zindan olup ruh önceden mücerred idealar alemine konulduktan sonra, bu zindana atılmıştır. [Böylece ruh ve bedenden mürekkeb insan meydana gelmiştir.] Hikmetin vazifesi yani ahlaktan maksat, tanrı ile münasebette bulunabilmek için, ruhu beden zindanına bağlayan zincirlerden kurtarmaktır. Seframk, saadet yolunun yalnız fazilet ve kemâlât kazanmak olduğunu söylemiştir. Eflatun ise, (Saadetin kemâli aynen fazilette vardır. Fazilet ve kemâl, ruhun sıhhati, kurtuluşu ve ahengidir. Saadete kavuşmak için, menfaat düşüncesi ve ahirette mükafatlara kavuşmak arzusu olmaksızın, sadece fazilet kazanmak için çalışmak yetişir) demektedir.

Revakıyyun felsefesine tâbi olanlara göre, (Yalnız iyilik, fazilet ve yalnız kötülük fısktır, günahtır. Sıhhat, hastalık, zenginlik ve fakirlik, hatta hayat ve ölüm ne iyidir; ne de kötüdürler. Onları iyi etmek insanın kendi elindedir. İnsanın, Allahü teâlânın takdirine yani kadere inanarak kendi irâdesini Allahü teâlânın irâdesine tabi eylemesi lâzımdır. İnsanlık bir sürüye benzer. Onun çobanı, akıl-ı umumî yani (Logos)dur ki yaratıcı tabiat kuvvetidir. Bütün insanlar kardeştirler. Onların müşterek babaları (Zoz), yani (Tanrı)dır. Zoz, kainatın yani bütün âlemin ruhudur. Kadîmdir, birdir. Diğer ilahlar onun cüzleri, yani parçalarıdır.) [Eski yunan felsefecilerinden Zenon’un fikirlerine tâbi olanların yoluna (Revakıyun) denir. Bu felsefeye (stoicisme) denir.]

İşrakıyyun felsefesine tâbi olanlar, sulh ve merhameti çok tavsiye ederler. Hatta, bir kimse, bir başkasına ihsanda bulunurken duyduğu lezzet, başkasının kendisine ihsanda bulunurken duyduğu lezzetten, tattan çoktur, derler. [Bu felsefeye (Illuminisme) denir ki Pisagor ve yeni Eflatuncuların yoludur. Yeni Eflatunculuğu kuran Plotindir ki hareket noktası Eflatunun idealar nazariyesidir.] Mevcûd İncillerde Îsâ aleyhisselâma nisbet edilen (Vermekte olan lezzet, almaktaki lezzetten çoktur) sözü, İşrakıyun felsefesinin esas prensibinin aynıdır. [Revakıyun ve İşrakıyun felsefecilerinin, din kitaplarından ve din âlimlerinden öğrendikleri şeyleri, kendi fikirleri ve buluşları gibi bildirdikleri, buradan da anlaşılmaktadır. Büyük İslam alimi İmâm-ı Muhammed Gazâlî “rahmetullâhi aleyh”, böyle olduğunu (El-münkızü mineddalal) ve (Tehafütü’l-felasife) kitaplarında uzun bildirmektedir.

Eflatun’un kurmuş olduğu felsefe mektebi, fikirleriyle beraber 7, 8 asır yaşadı. Bu felsefe mektebinin görüşleri İtalya’nın dışına çıkmış, bilhassa miladın 3. asrında İskenderiye mektebinde en büyük tesirini yapmıştı.] Eflatun’un diğer felsefi görüşleri ile beraber, 3 uknum fikri de, İskenderiye mekteplerine geçmiş ve Îsâ aleyhisselâmın zuhûru sırasında bu mekteplerde okutulmakta idi. Hatta, o zamanlarda yahudi âlimlerinden olup İskenderiye’de meşhur olan Philo dahi, bu teslis, 3 uknum fikrini, Mûsâ aleyhisselâmın dininin inanç esasları içinde bulmak istemiştir. Bu istekle, (Tevratta bildirilen dünyanın 6 günde yaratılmış olduğu doğrudur. Çünkü, 3 sayısı 6’nın yarısıdır. 2 sayısı da,6’nın 3’te 1’idir. Bu adet hem erkek, hem dişidir. Tanrı, akıl ile izdivac edip, akıldan sevdiği oğlunu meydana getirmiştir ki bu dünyadır) demiştir. Philo meleklere, kelime-i ilâhiyye dediği gibi, dünyaya da kelime-i ilâhiyye demiştir. Bu da, Eflatunun felsefesindendir.

[Daha sonra yeni Eflatunculuk adını alarak devam eden Eflatun felsefesi, en büyük darbeyi Nasraniliğe, İseviliğe vurdu. Yeni Eflatunculuğun en kuvvetli olduğu zaman, miladın 3. asrıdır ki hristiyanlığın Roma devletinin dini olduğu zamandır. Bu felsefeye inananlar, Allahü teâlânın varlığına, birliğine ve Îsâ aleyhisselâmın peygamberliğine inanmak olan tevhid dinini, tahrif ettiler. Daha sonra, bu dine putperestlik de sokuldu. Miladın dördüncü asrında yaşayan Saint Augustin (354-430), Eflatunu hristiyanlaştırmaya çalışır. Augustin’in, teslisi ispat için yazdığı (de Trinite) kitabında ve diğer kitaplarındaki Tanrı, ruh ve kainat hakkındaki düşünceleri, Eflatun felsefesinin aynıdır. Eflatunun (akıl, irâde ve his, bir insan meydana getirir) sözünü, teslisi ispat için delil getirir ve (teslisteki üçlük birbirinden ayrı olmakla beraber, bir Tanrı meydana getirir) der. Eflatun ve talebelerinin gerçek Tanrıyı idrâk ettiklerini söyler. Eflatunun idealar felsefesinden hareket ederek, kelâmin yaratıcı olduğunu ve kelamın Îsâ aleyhisselâm olduğunu savunur. Hristiyanlar arasında kendisine kıymet verilen ve hristiyan azizlerinden kabul edilen Augustin, hristiyanlıktaki teslis, hayır ve şer inançlarının aynen Eflatunun felsefesinde bulunduğunu, itiraf etmektedir. Hatta teslisi ispat için Eflatun’un görüşlerini delil olarak zikretmektedir. Milattan 350 sene önce ölen bir kimsenin fikirlerinin, hristiyanlık inançları ile aynı olmasına hristiyanlar acaba nasıl cevap verirler. Bu hâl, Eflatun’un, Îsâ aleyhisselâm zamanında yaşadığını göstermektedir ki doğrusu da budur. Büyük İslam alimi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî’nin “rahmetullâhi aleyh” Mektûbât kitabının 266. mektubunda da böyle olduğu bildirilmektedir.

Miladın 8. asrında kilise azizlerinden Saint Thomas da, Eflatun’un talebesi Aristo’nun felsefesini esas alarak, hristiyanlık inançlarını, bilhassa teslisi ispata çalışır. Bu kitabımızda, Eflatun ve Aristo felsefesinin gerçek müdafii olan, kilise azizlerinin tamâmını zikretmemiz mümkün değildir. Ancak okuyanlara gerçek bir fikir vermesi bakımından bir hususu zikretmek faydalı olacaktır: Bütün Ortaçağ boyunca ve Avrupa’da rönesansın gerçekleşmesinden sonra dahi, Eflatun ve Aristo’nun felsefesine karşı çıkmanın, kabul etmemenin, hatta küçük bir itirazın cezası, kilisenin engizisyon mahkemeleri kararı ile ölümdü. Bugün, teslise inanan hristiyanlar, acaba bunu nasıl izah ederler? Eflatun felsefesi (Platonism), Revakıyun felsefesi (Stoicisim), İşrakıyun felsefesi (Gnosticisim) ve diğer yunan felsefe mekteplerinin hristiyanlık inançlarının tesis ve teşekkülünde büyük etkisi olduğu muhakkaktır. Bu husus, Dr. Edwin Hatch’in (The Influence of Greek Ideas on Christianity= Yunan felsefesinin Hristiyanlık üzerinde tesiri) isimli kitabında delilleri ile uzun anlatılmakta ve ispat edilmektedir.]

Yukarıda zikredilen ifadelerden anlaşılıyor ki kalbin kötü huylardan temizlenmesi, güzel ahlak sâhibi olarak saadete kavuşmak, kadere râzı olmak, tevekkül üzere bulunmak, insanları Allah’ın oğulları, çocukları kabul edip, Allahü teâlâyı hepsinin müşterek babası kabul etmek, yalnız İncillerin haber verdiği şeyler değildir. İncillerden yüzlerce sene önce, Yunan filozofları arasında mevzu olup konuşulan [ve çeşitli filozofların değişik şekillerde anlatmaya çalıştıkları] şeylerdir. [Çünkü bunlar, ilâhî dinlerde, Peygamberler tarafından bildirilmiştir.] Teslise ait sözlerin, eski ilâhî dinlerde ve hakiki İncillerde bulunmayıp, eski Yunan filozofları tarafından uydurulmuş olduğu ve hristiyanlığın Yunanistan’a ve İskenderiye’ye yayılmasından sonra yazılan bütün İncillere, sonradan ilave edildiği muhakkaktır.

Devamı –> Teslis inancı Hristiyanlığa nasıl girdi?

 

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler