Hadikatü’n-nediyye’nin 1. babının 3. faslında, Abdülgani Nablüsi buyuruyor ki âyet-i kerimede meâlen, “Allahü teâlâ kullarına kolaylık gösterilmesini istiyor. Güçlük çekmelerini istemiyor” buyuruldu. Hadis-i şerifte, “Allahü teâlâ azimetlerin yapılmasını sevdiği gibi, ruhsatların yapılmasını da sever” buyuruldu. Yani, izin verdiği kolaylıkları yapmayı da sever. Bunu yanlış anlamamalıdır. İmam-ı Münavi, el-Camius sagir şerhinde “Mezheplerin kolaylıklarını toplayıp, bir kolaylıklar mezhebi yapmak caiz değildir. Böyle yapmak, İslamiyetten ayrılmak olur” dedi. İbni Abdisselam “İslamiyetten ayrılmayacak şekilde toplamak caiz olur” dedi.
İmam-ı Sübki “İhtiyaç ve zaruret olduğu zaman, kolayına gelen mezhebe geçmek caizdir. Fakat, zaruret olmadan geçmek caiz olmaz. Çünkü, dinini kayırmak için değil, kendini kayırmak için olur. Sıksık mezhep değiştirmek de caiz değildir” dedi. Hülasatü’t-tahkik fi-beyan-i hükmi’t-taklid vet-telfik ismindeki kitapta, mezhep taklidi üzerinde geniş bilgi vardır. [Bu kitap, 1974 de İstanbul’da, Arabî olarak ofset yolu ile neşredilmiştir.]
Helali haram etmek ve haramı helal etmek için Hile-i şer’iyye yapmak, caiz değildir. Yani, Allahü teâlânın sevdiği ruhsatlardan değildir. Böyle yapılan hileye Hile-i batıla denir. İbnü’l-izz, başka mezhebi taklit etmeyi anlatırken, (Mezhep imamlarının sözlerini anlamayıp ve edille-i şeriyeyi bilmeyip, hile-i şeriyeleri kendi arzusuna vasıta kılmaktan sakınmalıdır!) buyurmaktadır. Mukallidlerin, edille-i şeriyeyi bilmedikleri meydandadır. Mezhep imamlarından işittikleri hile sözünü de, keyiflerine göre kullanmaktadırlar. İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe hile-i şer’iyye öğreten müftülerin cezalandırılmasını söylemiştir. [Hile-i şer’iyye’nin ne demek olduğu Fetavel-Hindiyye nin 6. cüzünde ve El-Besair limünkiri-t-tevessül-i bi-ehl-il-mekabir kitabında uzun yazılıdır.]
Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, kendi emirlerini yaparken zaruret haline düşenler için, bildirmiş olduğu kolaylıkları yapmaktır. Yoksa, emirleri yapmaktan kurtulmak ve aklına, görüşüne göre kolaylık aramak caiz değildir. Necmüddin-i Gazzi, Hüsnü’t-tenebbüh kitabında, “Şeytan insana, Allahü teâlânın bildirdiği kolaylıkları yaptırmaz. Mesela mest üzerine meshettirmez. Ayaklarını yıkattırır. Ruhsat ile amel etmeli. Fakat, hiçbir zaman mezheplerin kolaylıklarını aramamalıdır. Çünkü, mezheplerin kolaylıklarını toplamak haramdır. Şeytan yoludur” diyor.
Selef-i salihinden çoğu, sıkıntılar çekti. Ağır ibadetler yaptı. Sen onlar gibi yapma! Sen, Kur’ân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan kolaylık yolunu tut! O büyüklere de dil uzatma! Onlar senden daha çok bilgili ve anlayışlı idi. Sen, onların bildiklerini bilmiyorsun. Bilmediğin, anlamadığın şeylere karışma ve bunlara uyma! Kur’ân-ı Kerîmden ve hadis-i şeriflerden anladığına güvenip de, o büyüklere karşı gelmekten de kendini koru! Onlar, Kur’ân-ı Kerîmi ve hadis-i şerifleri senden daha iyi anlamışlardı. Resûlullahın zamanına, senden daha yakın oldukları için ve marifetullah ile akılları aydınlanmış olduğu için ve sünnete çok sarılmış oldukları için ve ihlasları, yakinleri, tevhidleri ve zühtleri çok olduğu için senden ve senin gibilerden daha iyi biliyorlardı. Ey zavallı din adamı! Gece gündüz, midenin ve nefsinin isteklerini düşünüyor, onların arkasında koşuyorsun. Bunlara kavuşabilmek için, biraz din bilgisi edinmişsin. Küçücük sermayen ile kendini din adamı sanıyorsun. Selef-i salihin ile boy ölçüşmeye kalkışıyorsun. Ömrlerini ilim öğrenmekle ve öğretmekle geçiren, salih amellerle kalplerini temizliyen, helal lokma yemek ve haramlardan kurtulmak için, şüphelilerden titizlikle sakınan, o din büyüklerine dil uzatma! Onlar senden çok yüksek idi. Senin bu halin, serçenin, yemekte, içmekte, doğan kuşu ile yarış etmesine benzemektedir. O büyüklerin riyazetleri, ibadetleri, bütün sözleri ve ictihadları, Kur’ân-ı Kerîme ve hadis-i şeriflere uygun idi. Selef-i salihin azimet ile amel ederler. Müslümanlara da, ruhsat ile hareket etmeleri için fetva verirlerdi.
Mukallidin imanı sahihtir. Fakat, istidlali terkettiği için, âsî, fasıktır. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu böyle söyledi. Yani, düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, öğrenerek iman eden kimse, mümindir ve müslümandır. Evliyanın kerameti haktır. Diri iken de, ölü iken de, kerametleri olabilir. Hazret-i Meryemin ve Ashâb-ı Kehfin ve Süleyman aleyhisselâmın veziri olan Asaf bin Berhiya’nın kerametleri Kur’ân-ı Kerîmde bildirilmiştir. Keramet, Ehl-i sünnet âlimlerinde hâsıl olan, aklın ve fennin yapamayacağı şeylerdir. Ehl-i sünnet olmayanlarda keramet hâsıl olmadığı için, 72 bidat fırkasının hiçbiri, keramete inanmadı.
Müctehid, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden birini delil olarak arayıp, seçerken yanılmaz. Bulduğu delilden hüküm çıkarırken yanılabilir. Bunun için, yanılmayan müctehide on sevap verilir. Yanılan müctehide bir sevap verilir. Resûlullah, Amr ibni As’a Nass bulamadığı işler için, (Kendin hüküm çıkar! Yanılmazsan 10 sevap, yanılırsan 1 sevap kazanırsın) buyurdu. Bir sevap, ictihad için uğraşmasına karşılık değil, delili bulmakta isabet ettiği içindir. Delili bulmakta da yanılırsa sevap verilmez. Bundan çıkardığı hükme uyanlara azap da yapılmaz. Allahü teâlâ katında hak birdir. Yani, çeşitli olan ictihadlardan yalnız biri doğrudur. Diğerleri yanlıştır. Mutezile fırkasındaki âlimlere göre müctehid hiç yanılmaz. Onlara göre, hak birden fazla olur. Mirkatü’l-vüsul şerhi olan Mir’atü’l-usul kitabında, ictihad hakkında geniş bilgi vardır. Bu kitabı ve şerhini de Molla Hüsrev yazmıştır.
Hadis-i şerifte, 3. asırdan sonra, yalan ve iftiranın çoğalacağı bildirildi. Bidatler, dalaletler artacaktır. İtikatta ve amelde, Selef-i salihinin yolundan ayrılanlar, sapanlar çoğalacaktır. Kitaba, Sünnete ve Selef-i salihinin icmaına sarılan fıkıh âlimleri ve tasavvuf yollarının salikleri kurtulacak, bunlardan ayrılanlar felakete sürükleneceklerdir. Fıkıh âlimleri ve tasavvuf yolunun mütehassısları kıyamete kadar bulunacak. Fakat kimler olduğu kesin olarak bilinmiyecektir. Ancak, müslümanların söz birliği ile şehadet ettikleri kimseler belli olacaktır.
Her müslümanın İlmihal öğrenmesi farz-ı ayndır. Allahü teâlâ, (Bilenlerden sorup öğreniniz!) buyurdu. Bilmeyenlerin, alimlerden ve bunların kitaplarından öğrenmeleri lazım oldu. Bunun için, hadis-i şerifte, (İlim öğrenmek, erkeklere de kadınlara da farzdır) buyuruldu. Bu emirler, beden ile ve kalp ile yapılması ve sakınılması lazım olan bilgileri, İlmihal kitaplarından öğrenmek lazım olduğunu ve cahil din adamlarının, mezhepsizlerin [ve hele dinde reformcuların] sözlerine, kitaplarına aldanmamayı göstermektedir.
Doğru yolun âlimleri söz birliği ile bildirdiler ki her müslümanın Ehl-i sünnet itikadını kısa olarak ve günlük işlerindeki ve ibadetlerdeki farzları ve haramları iyice öğrenmeleri farz-ı ayndır. Bunları ilmihal kitaplarından öğrenmezse, Bidat sahibi, yani mezhepsiz, sapık veya Mülhid, yani kâfir [Allahın düşmanı] olur. Bunların fazlasını ve Arabî lisanının 12 alet ilmini öğrenmek ve tefsir ve hadis-i şerif ve fen ve tıb bilgilerini, hesap, yani matematik öğrenmek, farz-ı kifâyedir. Bu farz-ı kifâyeyi, bir şehirde, bir kişi öğrenirse, bu şehirde bulunanların öğrenmeleri farz olmaz. Müstehab olur. Şehirde fıkıh kitaplarının bulunması da, İslam âlimlerinin bulunması gibidir. Böyle şehirde, fıkıh bilgilerinin fazlasını ve tefsir ve hadis öğrenmek hiç kimseye farz olmaz. Müstehab olur. Ahkamın delillerini bulup incelemek, hiçbir zaman, hiçbir kimseye farz değildir. Yalnız âlimlere her zaman, müstehaptır. Müstehab ilimleri öğrenmek, nâfile ibadet yapmaktan daha sevaptır. Hükümet bulunmadığı zamanlarda, bunun vazifesini âlimler yapar. İlmi ile amel eden âlimlerin emirlerine tabi olmak vâcip olur. Hadika’dan tercüme tamam oldu.
Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz!
Din düşmanlarının, müslümanları aldatarak, İslamiyeti içerden yıkmak için, din adamı şekline girmeleri, daha Ashâb-ı kirâm zamanında başladı. Din adamı kılığında çalışan bu İslam düşmanlarına Zındık veya Dinde reformcu ve Fen Yobazı denir. 72 bidat fırkasının hepsi Ehl-i sünnet değildir. Bunların en kötüsü, şiîler ile vehhâbîlerdir. Bunlar, her asırda cahilleri aldatıp dinden çıkardılar ise de, İslamiyete zarar yapamadılar. Çünkü, her asırda çok sayıda fıkıh âlimleri ve tasavvuf büyükleri vardı. Bu hakiki din adamları, sözleri ile ve yazıları ile müslümanları uyarıyor, aldanmalarını önlüyorlardı. Şimdi, din alimi azaldığı için, din düşmanları meydanı boş buldular. Din adamı olarak ortaya çıkıp İslamiyete saldırıyorlar. Müslümanların, bu sinsi düşmanları, tanıyabilmeleri için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını bulup okumaları, bilmeleri lazımdır. 4 mezhebin âlimleri, ehl-i sünnet alimidir. 4’ünün iman bilgileri aynıdır. İbadet bilgilerinde de farkları pek azdır. Bu farklar, Allahü teâlânın merhametinin neticesidir.
İslam âlimlerini tanıtmak için, Muhammed Masum-i Fârukî Serhendi’nin Mektubat’ından 2. cild 110. mektubunu okuyabilirsiniz.
(Mektubat-ı Masumiyye 2. cild 11. mektub