Müteşâbihât hakkında suâl sormakdan sükût etmek, ya’nî suâl sormamakdır. Bu vazîfe bütün avâm üzerine vâcibdir. Çünki suâl etmekle, gücünün yetmediği, aklının ermediği işe atılmış ve ehli olmadığı bir mevzu’a dalmış olur. Eğer avâm süâlini bir câhile sorarsa, onun vereceği cevâb, avâmın cehlini artdırır. Belki de onu, farkına varmadan küfre götürür. Eğer avâm süâlini ârif bir kimseye sorarsa, ârif ona anlatmaktan âciz kalır. Nitekim bir baba, mektebe yeni başlayan çocuğuna, mektebe gitmenin fâidelerini anlatmakdan âciz kalır. Kuyumcu da san’atının inceliklerini mesleğinde mâhir olan bir marangoza anlatmakdan âcizdir. Marangoz, kuyumculuğun inceliklerini anlamakdan âcizdir. Çünki o, ömrünü marangozluğu öğrenmekle ve yapmakla geçirdiği için, marangozluğun inceliklerini bilir. Bunun gibi kuyumcu da ömrünü, kuyumculuğu öğrenmekle ve yapmakla geçirmişdir. Önceleri o mesleği bilmiyordu. Dünyâ işleri ve ma’rifetullah kabîlinden olmayan şeylerle meşgûl olanlar umûr-u ilâhiyye ma’rifetlerinden âcizdirler. San’atdan yüz çevirenler de hiç bir san’atı yapamazlar. Süt çocuğunun et ve ekmek ile beslenmesinden âciz olması, fıtratındaki kusûrdandır. Ekmek ve etin olmamasından ve gıdâ olmakdan eksik oldukları için de değildir. fakat [süt çocuğu gibi] bünyesi za’îf olanların tabî’ati et ve ekmek ile, kuvvetli gıdâlar ile beslenmeğe müsâid değildir. Onun için bir kimse, za’îf olan çocuğa et ve ekmek yidirirse veyâ yimesine imkân sağlarsa, o çocuğu helâk etmiş olur. Bunun gibi, avâmdan olan bir kimse, bu müteşâbihât ma’nâlarını sorarsa, onu zecr etmek, mâni’ olmak ve halîfe Ömerin “radıyallahü anh” müteşâbih âyetlerden soranlara yapdığı gibi, kamçı ile döğmek lâzımdır. Nitekim Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir kaç kişinin kader mes’elesine dalıp, tartışdıklarını gördü. Bu konuda kendisine bir suâl sorduklarında, (Siz bununla mı emr edildiniz. Sizden öncekiler çok suâl sormakla helâk oldular) buyurdular.
Bunun için derim ki: Vâ’ızların kürsîler üzerinde halkın müteşâbihâtdan olan süâllerine, te’vîle dalarak, açıklayarak cevâb vermeleri harâmdır. Onlara vâcib olan, selef-i sâlihînin zikr etdiği ve bizim bildirdiğimizin dışına çıkmamakdır. Bu da, tenzîhde mübâlağa etmek, teşbîhi nefy etmek, Allahü teâlânın cisimden ve cisimin sıfatlarından münezzeh olduğunu söylemekdir. Bu mevzû’da dilediği kadar mübâlağa edebilir. Hattâ “kalbinize gelen her şeyi, içinize gelen her düşünceyi, hâtırınıza gelen her tasavvuru Allahü teâlâ yaratmışdır. Bunların hepsinden ve benzerlerinden münezzehdir” demelidir. Haberlerde cisme ve cismin sıfatlarına âid hiçbir ma’nâ kasd edilmediğini, murâd olunan şeyin hakîkatini kavramak ehliyyetine sâhib olmadıklarını, bunlardan suâl etmeğe, irdeleme yapmağa yetkili olmadıklarını beyân etmesi, bu gibi fâidesiz şeylerle değil, takvâ ile meşgûl olmalarını tavsiye etmesi lâzımdır. Allahü teâlânın kendilerine bunu [müteşâbihâtı bilmeği] emr etmediğini, Onun emr etdiklerini yapıp, men’ etdiklerinden kaçınmaları îcâb etdiğini söylemelidir. İşte siz, bunlardan men’ edildiniz. Bunlardan birşey suâl etmeyiniz. Bu konuda her ne zamân bir şey işitirseniz sükût ediniz, mutlaka, bize ilimden az verildi. Müteşâbihât, bize verilen az ilim ile çözülecek mes’elelerden değildir demeleri gerekdiğini söylemesi lâzımdır.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız