Sual: Müslümanların ilme hizmetleri nelerdir?
Cevap: İnsanlığın bugün sâhib olduğu ilim ve teknik seviyedeki en büyük pay, Müslüman âlimlerinindir. 21. yüzyılda, artık başdöndürücü bir sür’ate ulaşan fen bilgileri ve teknik harikaların temel bilgilerinin hemen hepsi Müslüman âlimlerin kitaplarına dayanmakta ve esaslar oradan alınmaktadır. Tıp, matematik, astronomi, fizik, kimyâ, biyoloji gibi pekçok ana ilim dalında İslâm dünyâsında yüzyıllar boyunca yazılmış ve hepsi çok kıymetli bilgilerle dolu kitaplar, dünyânın meşhur kütüphânelerinin en kıymetli eserleri olarak muhâfaza edilmektedir. İslâmiyetin doğuşundan îtibâren 18. yüzyıla gelinceye kadar çeşitli İslâm memleketlerinde yetişen âlimlerin bir ibâdet vecdi içinde geceli gündüzlü yaptıkları çalışmalar, dünyâyı her bakımdan aydınlatmış, yeni yeni ilmî keşifler ve teknik buluşlar insanlığa hediye edilmiştir.
İslâm dünyâsında 3 çeşit âlim yetişmiştir: Yalnız fen bilgilerinde mütehassıs olanlara “fen âlimi”; yalnız din bilgilerinde mütehassıs olanlara da “din âlimi” denilmiştir. Din bilgilerinde üstâd ve zamânındaki fen bilgilerinde mütehassıs olanlara ise “İslâm âlimi” denilmiştir.
Vaktiyle çok İslâm âlimi vardı. Bunlardan en meşhur olanlarından biri İmâm-ı Gazâlî’dir. İmâm-ı Gazâlî din bilgilerindeki derinliği, ictihâddaki derecesinin yüksekliğinin yanısıra zamânının bütün fen bilgilerinde de mütehassıs idi. Bağdat Üniversitesinin rektörü olup o zamânın 2. dili olan Rumcayı 2 senede öğrenmiş, eski Yunan ve Roma felsefesini, fennini incelemiş, yanlışlarını ve bozuk taraflarını kitaplarında bildiren İmâm-ı Gazâlî, eski Yunan filozofları ile felsefelerini tasnif ederek, herbirinin sözlerinin esâsını, birbirlerinden farklarını, ayrıldıkları ve birleştikleri yerleri sistemli olarak mükemmel bir tarzda sıralamıştır. Ayrıca kitaplarında dünyânın döndüğünü, maddenin yapısını, ay ve güneş tutulmasının hesâblarını ve daha birçok teknik ve sosyal bilgileri yazmıştır. Eserleri asırlar boyunca İslâm dünyâsında olduğu gibi Avrupa’da da kaynak eser olarak okutulmuştur. Bugün de Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinde bâzı eserleri ders kitabı olarak okutulmakta, Unesco tarafından neşredilerek bütün dünyâya dağıtılmaktadır.
İslâm âlimlerinin en büyüklerinden biri de İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî’dir. Bunun din bilgilerindeki derinliğini ve ictihâd derecesinin yüksekliğini; hele tasavvuftaki, vilâyetteki kemâlinin, aklın, idrâkin üstünde olduğunu, dinde söz sâhibi olanlar söylediği gibi, Amerika’da yeni çıkan kitaplar da bu ilim ve irfân güneşinin ışıklarıyla aydınlanmaya başlamıştır. İmâm-ı Rabbânî (1563-1624) zamânının fen bilgilerinde de mütehassıs idi. Elektronların aralarının boş olduğunu, hızla döndükleri için dolu göründüklerini ilk defâ o açıklamış, bu bilgi Avrupalılar tarafından ancak son yıllarda anlaşılmıştır. İmâm-ı Rabbânî’nin talebelerine okuttuğu Şerh-i Mevâkıf kitâbı Arapça büyük bir eser olup, içinde; o zamânın bütün fen bilgileri anlatılmakta, yer küresinin yuvarlak olduğu, batıdan doğuya doğru döndüğü isbat edilmekte, atom üzerinde, maddenin çeşitli hâlleri, kuvvetler ve psikolojik olaylar üzerinde kıymetli bilgiler verilmektedir. Kâdı Adûd’un 14. asırda yazdığı ve Seyyid Şerîf Cürcânî’nin şerhettiği bu kitapta ayrıca Yunan felsefecilerinin hatâları ve yanlışları ispat edilmiştir.
Bu kitapların yazıldığı devirdeAvrupalılar dünyâyı tepsi gibi düz, etrâfı duvarla çevrili zannediyorlardı. Bir meridyenin uzunluğunu da ilk defâ Musul ve Diyarbakır arasında, Sincâr Sahrasında Müslümanlar ölçtüler ve bugünkü gibi buldular.
Endülüs İslâm üniversitesinde astronomi profesörü olan Nûreddîn Batrûcî, El-Hayât adlı kitâbında bugünkü astronomiyi yazmaktadır.
Aynalarda ışıkların kırılması kânunlarını ilk defâ İbn-i Heysem bulmuştur. Avrupa’da Alhazem adıyla tanınan bu Müslüman âlim, 10. asırda yaşamış, matematik, fizik ve tıp ilimlerinde yüze yakın kitap yazmıştır.
Türkistanlı Ali bin Ebilhazm İbn-i Nefîs doktor olup, tıp ilmindeki buluşlarını bildiren kitapları, tıp ilminin kaynaklarından olmuştur. Akciğerlerdeki kan deverânının şemasını ilk olarak bu doktor çizmiş, böbrek ve mesâne taşlarının alâmetlerini ve nasıl tedâvi edileceğini anlatmıştır. İslâm cerrahlarından meşhur operatör Amr bin Abdürrahmân Kirmânî, Endülüs hastahânelerinde ameliyat yapmıştır.
Ebû Bekr Muhammed bin Zekeriyyâ Râzî büyük bir İslâm tabibiydi. Göz ameliyatlarını ilk defâ fennî usûllerle yaptı. Avrupa’da Râzes ismi ile meşhûrdur. İlâçlar ve kimyâ üzerine de kıymetli kitaplar yazmıştır.
Hastalıkların mikroplardan geldiğini ilk bulan, İslâm medeniyetinin yetiştirdiği İbn-i Sînâ’dır. İbn-i Sînâ, bundan 900 sene evvel; “Her hastalığı yapan bir kurttur. Yazık ki bunları görecek bir âletimiz yok.” demiştir. Ayrıca kanın insan vücûdunda faydalı besinleri taşıyan sıvı olduğunu; idrardaki şekerin varlığını, içme suyunu mikroplardan temizleme usûllerini, civa ile tedâvî edilme, ameliyatlarda ağrıları hafifletici uyuşturucu terkiplerini gene ilk defâ İbn-i Sinâ söylemiştir. Kânun adlı eseri asırlar boyunca Avrupa tıp fakültelerinde yegâne tıp kitabı hâline gelmiştir.
Osmanlı âlimlerinden Fâtih Sultan Mehmed Hanın hocası Akşemseddîn de, Maddet-ül-Hayât kitabında; “Hastalıklar insandan insana canlı varlıklar (mikroplar) vâsıtasıyla geçmektedir.” diye yazmıştır. Kızıl, kızamık ve çiçeğin ayrı ayrı hastalıklar olduğunu bulmuştur. Osmanlı Türkleri inekte çiçek aşısı üretmişlerdir.
Yıldızların hareketlerini inceleyen “zîc ilmi” de Müslümanlar tarafından bulunmuştur. İslâm âlimlerinin bulduğu zîcler yıllar boyunca astronomi ilmine rehber olmuş, batılı astronomlar önce bu zîcleri araştırmış, sonra çalışmalarına başlamışlardır. Meşhûr Müslüman âlim Câbir’in Endülüs’te (İspanya’da) Sevilla (İşbiliyye) şehrinde kurduğu rasathâneye, burayı işgâl ettikleri zaman rastlayan Hıristiyanlar, bu rasathânenin ne işe yaradığını anlayamayıp çan kulesi yapmışlardır.
Ayrıca Müslümanlar yıldızların kataloğunu yapıp birçoğunun adını vermişlerdir. Bugünkü semâ haritalarında yıldızların çoğunun isimleri Müslümanların verdiği gibidir. Bir güneş yılının müddetini tâyin, ışığın kırılmasının keşfi, rakkaslı saat da Müslümanların insanlığa hediyelerindendir.
Bîrûnî’nin çizdiği astronomi şemasının yanısıra astronomi ilminin en büyük üstadlarından Uluğ Beyin astronomik buluşları bu ilimde Müslümanların ulaştıkları mahâretin delillerindendir.
Osmanlı Türklerinden Kâdızâde-i Rûmî ise Uluğ Bey Zîci’nin büyük kısmını tamamlamış, matematik ve astronomi ilmine âit eserleriyle meşhur olmuştur.
Kâdızâde’nin talebelerinden olan ve hocasının vefâtından sonra Semerkant rasathânesinin başına geçen Ali Kuşçu da o devirlerin en büyük matematik ve astronomi âlimlerinden biri olarak ün salmıştır. Astronomi ilmine âit en büyük eseri Risâle fil-Hey’e’dir.
Coğrafya ilminde de Müslümanlar başı çekmişlerdir. Ünlü coğrafya âlimi İdrisî’nin Nüzhet-ül-Müştâk fî İbtirâk-il-Âfâk isimli meşhur eserinde 72 adet harita vardır. Evliyâ Çelebi, İbn-i Battûta ve Yâkub Hamevî’nin seyâhatleri ve eserleriyle coğrafya ilmine yaptıkları hizmetler, her türlü takdirin üstündedir.
Coğrafya ilmine adını büyük harflerle yazdıran Müslümanlardan biri de Pîrî Reis’tir. Bu meşhur Türk denizcisi yaptığı deniz seferleri sırasında edindiği bilgileri Kitâb-ı Bahriye adlı eserinde toplamış, birçok bölgenin ve denizaşırı yerlerin bugünkine çok yakın haritalarını çizmiştir.
Kâtip Çelebi ise coğrafya ilminde en büyük eser olarak Cihânnümâ’yı yazarak bu ilim dalında yeni bir devir açmıştır.
Bugün bütün dünyânın kullandığı rakamları, sıfır dâhil, Müslüman âlimler bulmuşlardır. “Sıfır”ı Muhammed bin Ahmed bulmuş, cebir ilmini Harezmî kurmuştur. Bu ilmin adı Harezmî’nin Hisâb-ül-Cebr vel-Mukâbele kitâbından gelmektedir. Ayrıca logaritma, onar onar sayıp yazmak, her dokuzdan sonra rakamın sağına sıfır koyarak diğer bir onlar hânesi vücûda getirmek yine Harezmî’nin buluşlarındandır. Harezmî’nin eserleri matematik sâhasında o kadar yayılmış ve kullanılmıştır ki, ismi bile çeşitli milletlerin dilinde “Alkhorismi, “Algorisme”, “Augrisme” şekillerinde yazılıp söylenmiştir.
Sosyoloji ilmini ilk kuran İbn-i Haldun’dur. Mukaddime isimli ansiklopedik eserinde ilimlerin her dalından bahseder ve yeni bir ilim olarak sosyoloji yâni İlm-i içtimâiyyâtı kurduğunu bu ilmin esaslarıyla berâber anlatır.
İlim ve teknik, insanların hizmetinde faydalı olduğu müddetçe değerlidir. İnsanlara faydası olmayan ilmin ve fennin hiçbir faydası yoktur. Bu yüzden İslâm âlimleri insanlara faydalı olabilmek için ellerinden geleni yapmışlar, bu hususta müslim, gayr-i müslim ayırımı yapmamışlardır. İslâm âlimlerinin, ilme ve insanlığa yaptıkları hizmetlerin hepsini saymak, ancak her ilme âit kitap külliyetleri vücuda getirmekle mümkündür.
Lokman Hakîm şöyle buyurmuştur:
“Yoksullar, ilim sâyesinde sultan sarayında (sofrasında) otururlar.”
Müslümanların ilme katkıları konusunda Avrupalı ilim adamlarının söyledikleri sözlerden bâzıları şöyledir:
Corci Zeydan: “Astronomi ilminde Avrupalılar değerli İslâm âlimlerine o kadar muhtaçtırlar ki, astronomi ilmi ile ilgili herhangi bir müşkil mesele ile karşılaştıkları zaman hemen Müslüman memleketlerine husûsî memurlar göndererek onlardan yardım isterlerdi.”
Drapper: “İslâm âlimleri yaptıkları hesapların çoğunda o kadar isâbet etmişlerdir ki, yeni matematikçilerin en mâhirleri bile onları bulmuş oldukları bu hesapları kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Will Durant: “Tıp sâhasında en büyük âlim İbn-i Sînâ, en büyük hekim Râzî, en büyük kimyâger de Câbir’dir.
George Sarton: “Bîrûnî, felsefe, matematik ve coğrafya ilimlerinde çok kıymetli olup, en büyük âlimlerden birisidir.”
Prof. E. F.Genrtier: “Hiçbir îtirâza imkân yoktur ki, bizim rönesansımızın matematik hocaları Yunanlılar değil, Müslümanlardır. Bizim bugün bildiğimiz hesap ilminin temel taşları İslâm rakamlarıdır. Matematik ilminin karanlık garp âlemine nasıl intikal ettiğini ve onların maddî medeniyetini nasıl ilerlettiğini bir tarafa bırakarak İslâm rakamlarını bugünün dünyâ kültüründen kaldıracak olursak acabâ şu büyük atom medeniyetinden geride ne kalır; düşünmek ve ona göre Müslümanların matematik ilmine yapmış oldukları hizmetleri takdir etmek lâzımdır.”
Pasteur: “Îmân hiçbir gelişmeyi engellemez. Bugün bildiklerimden daha çok ilmim olsaydı, Allah’a îmânım şimdikinden daha güçlü ve derin olurdu.”
Admon Harbert (Jeolog): “İlim hiçbir zaman küfre neden olmaz.”
Einstein: “Îmân, ilim araştırmalarının en güçlü ve en güzel savunucusudur. İlimsiz îmân topalın yürüyüşüne benzer. Îmânsız ilim de âmâ insanın bir şeyi duyuşuyla (el yordamıyla) anlamasına benzer.”
Charles Seignebos: “Müslümanlarla Haçlı seferleri yoluyla tanışan Avrupalılar medenîleştiler.”
Bodley: “Rönesansı İslâmiyete borçluyuz. Garplılar yel değirmenlerinin varlığını, kanallarla zirâat yapıldığını, oyuklu ok, trampet, top, barut, askerî alanda çok büyük öneme hâiz olan bu malzemeleri Haçlı seferleri sâyesinde öğrendiler. Otomatik saatten ipekli kumaşa kadar her şey Avrupalıların gözlerini kamaştırıyordu.”
Levi Provençal: “İspanya’da yetiştirilen çiçeklerin adları Arapçadan alındığı gibi kullanılıyor. Araplardan alınan bu isimler, Pirene Dağlarını aşmış, Fransız diline geçmiştir.
Roger Garaudy: “İslâmın büyük Peygamberi; “Yarın ölecekmiş gibi âhirete, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya çalışın.” derken, her şeyi anlatmıştır. İslâm hem maddeye, hem de mânâya hükmetmiştir. Öyle ise bunların ikisi birbirinden koparılamaz. Nasıl koparılabilir ki, İslâm; “İlim Çin’de de olsa alınız.”; “İlim ve fen, mü’minin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alsın.” diyor. İlmin ve çalışmanın burada sınırı yoktur. İslâm bu iki olaya sınır koymadığına göre, dünyâyı sarsmıştır.”
İslâmiyet ve Fen
İslâmiyet, fen ilimleriyle uğraşılmasını Müslümanlardan istemektedir. Fen; “mahlûkları, hâdiseleri görmek, inceleyip anlamak ve deneyip benzerini yapmak” demektir. Bunları Kur’ân-ı kerîm emretmektedir. Fen bilgilerini ve sanat öğrenmek, en modern harp silâhlarını yapmaya uğraşmak, devletin ve Müslümanların vazifesidir. Müslüman olmayanlardan daha çok çalışmamızı dînimiz emretmektedir. O hâlde İslâmiyet, fenni, tecrübeyi, müsbet çalışmayı emreden dinamik bir dindir.
İslâmiyetin hükümlerini iyice kavramış ve bugünkü medeniyetin temelini teşkil eden fen kollarının târihçesini incelemiş bir fen adamı, târih boyunca hiçbir zamanda, hiçbir teknik başarının, hiçbir fennî hakîkatin, İslâmiyete karşı durmadığını ve dâimâ ona uygun bulunduğunu pek açık olarak görür. Nasıl uygun olmasın! Zâten tabiatı incelemek ve madde ile kuvvet üzerinde çalışmak, İslâmiyetin emrettiği bir şeydir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm’in birçok yerinde meâlen; “Sizden evvel gelip geçenlerin hayatlarını, gittikleri yolları ve başlarına gelenleri, gözden geçirip, onlardan ders alınız. Yerleri, gökleri, canlıları, cansızları ve kendinizi inceleyiniz. Gördüklerinizin içini, özünü araştırınız. Bütün bunlarda yerleştirmiş olduğum kuvvetimi, kudretimi, büyüklüğümü ve hâkimiyetimi bulunuz, görünüz, anlayınız.” buyuruyor.
Allahü teâlâ, İslâmiyetin temeli olan îmânı, tecrübeye ve aklı kullanmağa bağlamıştır. Yâni Müslümanlık binâsı, bu 2 esas üzerine kurulmuştur. Diğer bütün ibâdetler, iyilikler, itâatler hep, bu îmân ağacının dalları, budaklarıdır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm’in birçok yerinde, kâfirleri, neden akıllarını kullanmadıkları için ve neden yerleri, gökleri ve kendilerini inceleyerek düşünmedikleri ve böylece îmâna kavuşamadıkları için, azarlamakta ve aşağılamaktadır. Büyük İslâm âlimi Seyyid Şerîf Cürcânî diyor ki: “Aklı olan, iyi düşünen bir kimse için, astronomi ilmi, Allahü teâlânın varlığını anlamaya çok yardım eder.” İmâm-ı Gazâlî’nin; “Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini anlayamaz” sözü meşhur olmuştur.
İlme Dâir
İlimsiz bir şey olmaz, ilim her şeye baştır,
Karanlık yollarda o, en aziz arkadaştır.
Ondan sâdık dost olmaz, ondan vefâlı yâr yok,
Her şeyde zarar olsa, onda aslâ zarar yok.
İlimde bir tat var ki, hiçbir şeyde bu tat yok.
Allah’ın huzûrunda, âlimden makbûl zât yok.
İlim, uçsuz, bucaksız, bir ummânı andırır,
İlimden başka herşey, insanı usandırır.
Nasıl kıymetli olmaz, Allah onu övüyor.
Bak! Nebî-yi muhterem, bir hadîste ne diyor:
Ara, her yerde ilmi, o yer ister Çin olsun!
İlim öğrenmek farzdır, her mümin için olsun.
Bak! Alîy-yül-Mürtezâ, ne diyor, dinlesene:
“Köle olurum bana, bir harfi öğretene.”
Âlimler, İslâmiyeti zevâlden kurtarır,
Âlimler yer yüzünde, zıll-i sıfâtullahtır.
Mürekkeb-i ulemâ, azizdir hattâ şundan:
Fî sebîlillah akan, şehîdlerin kanından.
Çünkü, cihâd-ı ekber, ancak ilimle olur,
Dâreynde, ilmi ile, âmil olan kurtulur.
Âlim, zâhidden üstün, zühd, ilmin altındadır,
Âlimler, âhirette nebîler yanındadır.
İlim âşıklar tâcı, ilim ruhlara gıdâ,
İlimdir, devâ olan, yükselen her feryâda.
İlim edinmenin ilk şartı, âlim bulmaktır,
Hiçbir şey düşünmeden, ona teslim olmaktır.
Âlimin bir nazarı, bulunmaz hazînedir,
Bir sohbeti, yıllarca bitmez kütübhânedir.
Dime! Cihânda âlim kalmadı, belki vardır.
Aç gözünü, kalbinden zulmet perdesin kaldır!
Bu dînin âlimleri, hadîsle övüldüler,
Benî İsrâil’deki nebîler gibidirler.
Âlimlerin bir sözü, yıllarca, bâkî kalır,
İnsanı en alçaktan, bâlâlara kaldırır.