Sual: Din nedir? Niçin insana lazımdır?
Cevap: İnsanları dünyâda rahat ve huzûra, âhirette ebedî saâdete götürmek için Allahü teâlâ tarafından peygamberleri vâsıtasıyla gösterilen yola din denir. Dînin sâhibi ve ortaya koyan Allahü teâlâdır. Bunun için din ismi altında insanların uydurduğu eğri yollara din denmez, dinsizlik denir.
Din insanlara çok lüzumlu bir nizam olup, dinsizlik ise düşünülebilecek en fenâ bir davranıştır. Din insanlara tıpkı yiyecek, içecek gibi lâzımdır. Çünkü, nasıl yiyecek ve içecek vücut için lâzımsa, rûhun gıdâsı olan din de rûha lâzımdır. Din ortadan kalkarsa, insanlar hissiz, idrâksiz ve düşüncesiz bir makina, bir otomat hâline gelirler. Din insanlara iyi ahlâk, sevişmek, kudret, cesâret, dayanma gücü, sabır, rahat ve huzur getirir. İnsanları ortak îmân, amel, anlayış ve fazîletlere erdirerek bölücülüğe, yıkıcılığa mâni olur. Hakîkî bir din, insanı Yaratanı ile muhâtap kılan ve O’na kavuşturandır.
Allahü teâlâ, ilk yaratılan insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselâmdan beri, her bin senede bir peygamber vâsıtasıyla insanlara bir din göndermiştir. Bu peygamberlere “resûl” denir. Her asırda, en temiz bir insanı peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmiştir. Resûllere tâbi olan bu peygamberlere “nebî” denir. Buna göre bâzı târih kitaplarında iddiâ edildiği gibi insanlığın başlangıcı bir ilkellik vahşet değil bir medeniyettir. ilk defâ Allahü teâlânın bildirdiği din ile doğru yolu bulan insanlar sonradan hırs ve bilgisizliğin tesiriyle bu yoldan ayrılarak vahşileşmişler, medeniyetten uzaklaşmışlardır.
Bütün peygamberler, hep aynı îmânı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere inanmalarını istemişlerdir. Fakat kalple, bedenle yapılması ve sakınılması lâzım olan şeyleri başka başka olduğundan, İslâmlıkları, Müslümanlıkları ayrıdır. Din, Allahü teâlâyı tanıtan yol olduğuna göre, dünyâda tek bir din olması gerekir. Hâlbuki dünyâ üzerinde birbirinden farklı dinler ve inanışlar vardır.
Bugün yeryüzündeki dinler ilâhî dinler ve bâtıl dinler olmak üzere ikiye ayrılır. Bâtıl dinler Zerdüştlük, Taoizm, Konfiçyüstlik, Monohoizm, Totemcilik gibi insanlar tarafından uydurulan ilkel kabîle dinleridir. Semâvî din de denilen ilâhî dinler, muharref yâni tahrif edilmiş, bozulmuş dinler ve hak din olmak üzere ikiye ayrılır. Muharref dinlerin asıllarını Allahü teâlâ peygamberleri vâsıtasıyla göndermiş, sonraları insanlar tarafından tahrif edilmiş, bozulmuştur. Hıristiyanlık ve Yahûdîlik böyledir. Hak din ise, Allahü teâlânın gönderdiği şekilde bozulmadan kalan dindir. Bugün yeryüzünde hak din olarak sâdece İslâm dîni vardır. Zîrâ, diğer semâvî dinlerin insanlar tarafından bozularak maksatlarından uzaklaştırıldığı, hattâ tam tersine insanı yaratanından ayırıp peygamberlerden kopararak, uydurma zümre ve müesseselere (Hıristiyanlığın kilise teşkilâtı ve ruhban sınıfı gibi) mânâsız bir esârete götürdüğü hatırlanırsa, İslâmiyetin insanla Allahü teâlâ arasında saf, olgun ve hakîkî bir bağ kuran yegâne “hak din” olduğu açıkca görülür. Bu bakımdan İslâmiyet Müslüman olanın dünyâ işlerini tanzim eder. Aynı zamanda güzel ahlâkı tamamlayan, insanı maddî ve mânevî huzûra, sonsuz saâdete erişmesi için sağlam temeller üzerine kurulmuş esasları getiren büyük bir ahlâk okuludur. İnsanları iyiliğe, dürüstlüğe, hoşgörü sâhibi olmaya, büyüklere saygı ve küçüklere karşı şefkat göstermeye, Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine uymaya ve ona teslim olmaya teşvik eder. Kısacası insana faydalı, onu doğru yola koymaya yarıyan en büyük âmildir (sebeptir).
İslâmiyet geldikten sonra, önceki dinlerin hükümleri yürürlükten kalkmıştır. Buna göre Yahûdîler ve Hıristiyanlar da dâhil bütün insanların İslâmiyeti din olarak seçmeleri gerekmektedir. Nitekim Allahü teâlâ İslâmiyetten başkasını din olarak kabul etmeyeceğini bildirmekte, Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Muhammed’in (aleyhisselâm) getirdiği İslâm dîninden başka din isteyenlerin dinlerini Allahü teâlâ sevmez, kabul etmez. İslâm dînine arka çeviren, âhirette ziyan edecek, Cehennem’e gidecektir.” buyrulmaktadır. (Âl-i İmrân sûresi: 85)
Din hiçbir zaman kötü niyetler, özel çıkarlar, siyâsî entrikalar, gizli işler, mânâsız olaylar için kullanılamaz. Bu husus dinlerin sonuncusu ve en mükemmeli olan İslâmiyetin yüce kitabı Kur’ân-ı kerîmde açıkça anlatılmaktadır. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmin Hadîd sûresi 9,10. âyetlerinde meâlen; “Gizli toplantılarda günah işlemeyi, düşmanlık etmeyi ve peygambere karşı gelmeyi fısıldaşmayın! Allah’a karşı gelmekten sakınmayı konuşun! Gizli toplantılar insanları üzmek (ve kirletmek) için şeytanın istediği (ve yaptırdığı) şeydir.” buyurmaktadır.
Hâdiselere ve etrâfa ibretle bakan bir insan dîne hemen inanır. Dünyâdaki nizâmın, âhengin inceliklerini, varlığın sırrını bilen bir insan bütün kalbiyle Allah’a inanır. Bir yaprağın faaliyetlerini bilen bir insan hayrete düşer. Meselâ bir yaprak, bir insan gibi nefes alır. Gündüzleri oksijen, geceleri karbondioksit verir. Su buharı çıkarır. Su buharı ile karbonik asidi, güneş ışığındaki enerji yardımıyle birleştirerek ondan un, nişasta, yağ, şeker yapar. Âdetâ bir fabrikadır. Bunları anlayabilen bir insan bütün bunları hayranlıkla görür ve bu hârikayı yaratan büyük kudrete, bir olan Allah’a ve O’nun gönderdiği dîne candan inanır.
Din bizi, zararlı ve fenâ iş yapmaktan koruyan, ihtiraslarımızı frenleyen, rûhumuzu besleyen ve temizleyen iyi huyları meydana çıkararak insanları hayırlı, yardımcı, büyüklerini dinler bir hâle getiren ilâhî bir yoldur. Din, işlerde başarı için ümid ve cesâret veren, başarısızlıklarda tesellî eden, ızdırapları unutturan, insanlara yaşama gücü veren, onu yetiştiren ve olgunlaştıran, Allah yolunu açan ve toplumları dünyâda huzûra, âhirette ise ebedî saâdete kavuşturan bir kudret hazînesidir.
Tavsiye Yazı –> Bir Üniversiteliye Cevap