Sual: İslamiyette ırkçılık var mıdır?
Cevap: Kur’ân-ı kerîmde, bütün insanlar ve bunların mensup olduğu ırkların bir tek anne ve babadan (hazret-i Âdem ile Havvâ’dan) meydana geldiği bildirilmektedir. Bunların çocukları, torunları, torunlarının çocukları ve torunları şeklinde çoğalarak, zamanla ırkların teşekkül ettiği, tefsir kitaplarında yazılıdır. Daha sonradan kendilerine gönderilen peygamberlere ve dinlere inanmayan, azgınlaşan insanlara Allahü teâlânın azap olarak gönderdiği Nûh tufanından sonra insanlar, Nûh aleyhisselâmın oğullarından ve gemiye binerek kurtulan çok az sayıdaki inananlardan çoğalarak yeryüzüne yayıldı. Nûh aleyhisselâm insanlığın ikinci babası sayılmaktadır. Hazret-i Nûh’un kendisine îmân etmiş olan 3 oğlundan Sam’dan Arap, Fars ve Rum; Ham’dan Hindistan, Habeş ve Afrika halkı; Yafes’ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Bunlardan bâzıları Bering Boğazından geçerek Amerika’ya yerleştiler. Biyolojik yapıları birbirlerine benzeyen insanlarda ırk sınıflaması, sonradan ortaya çıkmıştır. İslâmiyette insanların ırklar ve bunlar içinde kavimler (milletler) hâlinde bulunduğu red edilmemektedir. Kur’ân-ı kerîmde; bunun böyle olmasının insanların nizam ve intizam içinde rahat yaşamaları için faydalı olduğu bildirilmiştir. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerimde meâlen; “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile dişiden yarattık (Yâni hazret-i Âdem ile Havvâ’nın çocukları ve torunları olmak üzere vücuda getirdik). Ve sizleri milletlere ve kabîlelere ayırdık (yâni, bir ana ve babaya mensup olan büyük tabakalara ve onun içinde çeşitli tâifelere ayrılmış bir halde teşkilâta kavuşturduk) ki, birbirinizi tanıyasınız, aranızdaki yakınlığı anlamış olasınız! (Birbirinize düşmanlık yapmak ve kendi topluluğunuz ile öğünmek için yaratmadık.) Şüphe yok ki, sizin Allah katında en kıymetli, en üstün olanınız, takvâsı en çok olanınızdır.” (Hucurat sûresi: 13) buyurmaktadır.
Dikkat edilirse, bu âyet-i kerîmede belli bir millete veya belli bir dînin inananlarına hitap edilmeyip, genelde bütün insanlar muhâtap alınmakta; insanların birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamaları ve böylece tanışmaları için milletlere, kabîlelere taksim olunduğu açıklanmaktadır. Yoksa bu tanışma; üstünlük ve bir diğerini tahkir ve zulüm için değildir. Çünkü insanlar; aynı kökten, hazret-i Âdem ve Havvâ’dan oldukları cihetle yaradılışta eşittir, yâni birdirler. Yine Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyurulmaktadır:
“İnsanlar bir tek ümmetti. (Kimi îmân etmek, kimi küfre sapmak sûretiyle ihtilafa düşünce) Allahü teâlâ, müjde verici ve azab ile korkutucu peygamberleri gönderdi…” (Bakara sûresi: 213). İslâmiyet eşitlikten bahsederken yaradılıştaki eşitliği kasdeder. Yâni insanlar, insan olmak bakımından, siyah veya beyaz, zengin veya fakir, efendi veya köle hep eşittir. Lâkin ahlâk açısından, cömertlik, cimrilik, nâmuskârlık, dürüstlük, hilebazlık gibi kavramlar açısından insanları eşit tutmak, hepsini aynı kefeye koymak mümkün değildir. Eğer bu yapılırsa iyilere zulüm olur. Diğer dinlerde içtimâî sınıflaşmanın derecelerine göre peşin hükümler de farklılıklar gösterir. Hindu kast sistemindeki alt kast ve üst kast arası münâsebetler veya ABD ve bâzı ülkelerde beyazların içtimâî ilişkilerde zencileri fert olarak kabûl etmemeleri; siyahların beyazların bindiği otobüse binip binemeyeceği, aynı hastahânede kalıp kalamayacağı, beyazların gittiği lokantalara, kiliselere, berberlere gidip gidemeyeceği şeklinde yapılan tartışmaların hepsi, ırkçı peşin hükmün farklı tezâhürleridir. İslâmiyette ise peşin hüküm kesinlikle yoktur. İslâmiyette insanlar belli bir sınıf veya gruba mensup olmaları bakımından ele alınmayıp, tek tek değerlendirilir. Yâni İslâm, kişinin hürriyetini tanır. Bu, İslâmiyetin içtimâî sınıflaşmayı reddettiği mânâsına gelmez. Zîrâ bu çeşit sınıflaşma zarûrî ve faydalıdır. İnsanların ahlâk, bilgi ve kâbiliyetleri farklı olduğu müddetçe sınıfsız bir cemiyet düşünmek mümkün değildir.
İslâmiyette mühim olan, insanların böyle sınıflaşmalarda hâiz oldukları kudret ve imtiyazı diğerlerinin üzerinde nasıl kullanacağıdır. Nitekim İslâmiyetin reddettiği sınıflaşma da, insan akıl ve mantığına sığmayan ırkçı, marksçı, aristokratik vs… sistemlerin sınıf anlayışlarıdır. İslâmiyet herşeye lâyık olduğu değeri verir. Bu hususta Kur’ân-ı kerîmden 2 âyet meâli şöyledir:
Biz ateşe atılmaya, ateşte yakılmaya en fazla lâyık olanı en iyi biliriz. (Meryem sûresi: 70)
Bu dünyâ hayâtında maîşetleri dağıtan, birini diğerine iş gördürmek için, birinin derecesini ötekinden üstün kılan biziz. (Zuhruf sûresi: 32)
Âlemlerin efendisi Peygamber efendimiz, hayatları boyunca insanlara, rengine veya mevkisine göre farklı muâmele yapmamıştır. O, insanları hâiz oldukları ahlâk nisbetince değerlendirmiştir. Kendisine bir Sahâbe-i kirâm; “İnsanların en hayırlısı kimdir?” diye sorunca; “Ahlâkı en güzel olan.” buyurmuşlardır.
Peygamber efendimiz, bütün Müslümanları kardeş îlân etmiş ve bu kardeşliği kan (soy) kardeşliğinden üstün tutmuştur.
Bu anlayışı, İslâmın beş şartından biri olan Hâc farizasında cemâatle kılınan namazlarda müşahhas olarak görmek mümkündür. Her yıl muayyen bir vakitte yüzbinlerce müslüman Mekke-i mükerremeye akmakta, hac vazîfelerini îfâ etmektedirler.
Dünyânın 4 bir ucundan gelen Çinli, Afrikalı, Amerikalı, Asyalı, Avrupalı, Arap, Acem; siyah, beyaz, sarı; yüzbinlerce Müslüman orada huşû içinde yanyana, omuz omuza ibâdet etmektedir. Orada gözün gördüğü her insan, hep tek tip elbise, yâni ihram giyinmiştir.
Dünyâda bir başka örneği görülmeyen ve büyük ibretlerle dolu bu manzara, kardeşliğin en güzel ifâdesi, insan birliğinin belki de en yüksek sembolüdür.
Ayrı ırkta, ayrı renkte, ayrı dilleri konuşan, fakat aynı îmânı paylaşan bu insanları biraraya getiren ve kardeşliği hiçbir fark gözetmeksizin ümmet anlayışı içinde kalblere nakşeden din, İslâmiyet olmuştur.
İsevîlik, Mûsevîlik, diğer inanç ve ideolojilerin hepsi ırkçılığa ve benzeri marazi cereyanlara âlet edildiği halde, 1400 yıl önce gelen İslâmiyet, ırkçılığa âlet olmadığı gibi, böyle bozuk ve sapık ideolojilere de en büyük savaşı açmıştır.
Bugün insanlar arasındaki dil, fizikî yapı ve renk farklarında, henüz fen bilginlerinin bulamadığı, tesbit edemediği bâzı incelikler vardır. Zamanla meydana çıkacak olan bu bilgiler hakkında, Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Gökleri ve yerleri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin ayrı olması, onun varlığının delillerinden, belgelerindendir. Doğrusu, burada bilenler (yâni ilim adamları) için dersler vardır.” (Rum sûresi: 22) buyurmaktadır. Bu sözler, bugün genetik ile uğraşan ilim adamlarına İslâmiyetin yol gösterici bir işâretidir.
Netîce olarak, İslâmiyette insanların ve milletlerin birbirlerine üstünlüğü, biyolojik yapılarına göre değil; İslâmiyete inanmaları ve dînin emirlerine daha çok sarılmalarına göredir. Irkçılığa dayanan üstünlük iddiası yasaklanmıştır. Bununla berâber milletlerin, târih boyunca uğrunda fedâkarlık yaptığı ve insanlığa öğretmeğe çalıştığı faydalı şeylerle iftihar etmesinin, öğünmesinin bir zararı yoktur.