Aşağıdaki yazı, Rıyadu’n-nasıhin kitabından tercüme edildi:
Kesb, helal mal kazanmak demektir. Bütün ibâdetlerin kabul olması, helal lokmaya bağlıdır. Hadis alimi Ahmed bin Abdullah İsfehani, Hilyetü’l-evliyâ kitabında diyor ki “Büyüklerden çoğu buyurdu ki ibâdetler 10 kısımdır: 9 kısmı helal kazanmaktır. 1 kısmı da bildiğimiz bütün ibâdetlerdir”. O hâlde, müminler helal kazanmaya çalışmalıdır. Haramdan ve şüphelilerden kaçınmalıdır. Ebû Hüreyre “radıyallâhu anh” buyuruyor ki Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” işittim. Buyurdu ki “Allahu teâlâ güzeldir. Yalnız güzel yapılan ibâdetleri kabul eder. Allahu teâlâ, Peygamberlerine emrettiğini, müminlere de emretti ve buyurdu ki ey Peygamberlerim! Helal yiyiniz ve sâlih, iyi işler yapınız! Müminlere de emretti ki ey îman edenler! Sizlere verdiğim rızıklardan helal olanları yiyiniz!”. Resûl “aleyhisselâm” sözüne devam ederek buyurdu ki “Uzak yoldan gelmiş, saçı sakalı dağılmış, yüzü gözü toz içinde bir kimse, ellerini göğe doğru uzatıp duâ ediyor. ‘Ya Rabbi!’ diye yalvarıyor. Halbuki yediği haram, içtiği haram, gıdası hep haram. Bunun duâsı nasıl kabul olur?”. Yani haram yiyenin duâsı kabul olmaz buyurdu. İşte haramı, helali, şüphelileri ve faizi bilmeyen, bunları birbirinden ayıramayan, haramdan kurtulamayıp, ibâdetleri boşuna gider.
[En üstün kesb yolu, silahla ve kalemle cihattır. 2. derecede ticaret, 3.sü ziraat, 4.sü sanattır. Demek ki kıymetli kazanç yolu, bu 4’üdür.
Kesbin 5. yolu, hizmettir. Yusuf “aleyhisselâm”, Enbiyâ-i ülil-emr-i vel-ebsardan olduğu hâlde, kulların sıkıntıda olduğunu görüp, hükümet reisi kâfir olduğu hâlde, ona giderek vazife istedi. Böylece, insanlara hizmet etti. O hâlde, kullara hizmet edeceğini bilen ve bunu kendinden başka yapacak kimsenin bulunmadığını gören, bu vazifeye bir zalimin geçmesini önlemek ve müslümanlara hizmet etmek için, kâfir olan amirden bile vazife istemelidir. Münhal imamlığı, müftülüğü, vaizliği, öğretmenliği, polisliği istida, yani talep etmelidir. Bir iyilik yapamasa da, hiç olmazsa, müslümanların zararına çalışmayı önlemek de ibâdet olur. Vazifeden istifa etmek de, bunun için, câiz değildir.
Kesb, malı arttırır. Fakat, rızkı arttırmaz. Rızk, mukadderdir. İnsanlar “Müşevveşü’z-zihin” (zihinleri karışık) yaratıldığı için, kesb etmek emrolundu. Rızk, maaşa, mala, çalışmaya bağlı değildir. Böyle olmakla beraber, çalışmak lâzımdır. Çünkü, ef’âl-i ilâhiyye, sebepler altında tecellî eder. Âdet-i ilâhiyye böyledir. Fakat, bâzen, denenilen sebep elde edilir de, fiil hâsıl olmayabilir. Yahut, sebepsiz de, hâsıl olabilir].
Abdullah bin Mesûd “radıyallâhu anh” buyuruyor ki alış veriş, yani ticaret ilmini bilmeyen fâiz yer. İmâm-ı Begavi, Mesabih kitabında bildiriyor ki gaslü’l-melâike adı ile şereflenmiş olan Hanzala’nın oğlu Abdullah “radıyallâhu anhüma” dedi ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Bile bile bir dirhem gümüş değerinde fâiz yemek, 30 zinadan daha çok günahtır”.
Mal müminin yardımcısıdır. Çalışınız, helal kazanınız! Öyle bir zamanda bulunuyorsunuz ki muhtaç olursanız, dininizi verip alırsınız. Dini verip de yememek için, alın teri ile yemelidir. Hadis-i şerifte, “Elinin emeği, alnının teri ile ye, dinini satıp yeme!” buyuruldu. Bir hadis-i şerifte, “Helale, harama dikkat ederek çalışıp kazanan kimseyi, Allahu teâlâ çok sever”. Bir hadis-i şerifte, “Bir dirhem gümüş kıymetinde haram alan kimseyi, 25.000 sene Cehennemde bırakacaklardır” buyuruldu. Muhit kitabında diyor ki “Açlıktan ölmek üzere olan kimse, ölmüş köpek ile başkasına ait koyun eti bulsa, ikisi de haram ise de, başkasının malını yemeyip, köpeği yemesi lâzımdır. Köpek yok ise, başkasının malını, ölmeyecek kadar yiyebilir”. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki “Bir zaman gelecek ki insanlar, yalnız malın, paranın gelmesini düşünüp, helalini, harâmını düşünmeyecekler”. O hâlde, bir müslüman, her aldığını, helal mi, haram mı düşünmeli, haram ise almamalıdır. Aldığı şeyde hakkı olanlara vermeyi, fakirlere, gariblere yardım etmeyi düşünmelidir. Çünkü, insanların iyisi, insanlara iyilik edendir. İnsanların kötüsü, insanlara kötülük edendir. İnsan, kazandığına kanaat etmeli, Allahü teâlânın taksimine râzı olmalıdır. “Kanaat eden doyar” buyuruldu. Allahü teâlâ, 5 şeyi, 5 şey içine koymuştur. Bu 5 şeyi alan, içindekine kavuşur: İzzeti, şerefi, ibâdete; zilleti, sefaleti, günaha; ilmi, hikmeti, çok yememeye; heybeti, itibarı, gece namaz kılmaya; zenginliği, kimseye muhtaç olmamayı da, kanaate tabi kılmıştır.
Buhârî’deki bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki “İnsanın yediklerinin en hayırlısı, iyisi, bileği ile kazanıp yediğidir. Allahü teâlânın Peygamberi Davud “aleyhisselâm” elinin emeği ile kazanıp yerdi”.
Fârisî Tezkiretü’l-Evliyâ kitabında diyor ki İbrahim Ethem “kuddise sirruh” hazretlerine, falanca yerde bir genç var. Gece gündüz ibâdet ediyor. Vecde gelip kendinden geçiyor, dediler. Gencin yanına gidip, üç gün misafir kaldı. Dikkat etti, söylediklerinden daha çok şeyler gördü. Kendinin soğuk, halsiz, habersiz, gencin ise, böyle uykusuz ve gayretli haline şaşıp kaldı. Genci, şeytan aldatmış mıdır, yoksa halis ve doğru mudur anlamak istiyordu. Yediğine dikkat etti. Lokması helalden değildi. “Allahu ekber, bu halleri hep şeytandandır” deyip, genci evine davet etti. Kendi lokmalarından bir tane yedirince, gencin hâli değişip, o aşkı o arzusu, o gayreti kalmadı. Genç, İbrahim’e sorup, “Bana ne yaptın?” deyince, “Lokmaların helalden değildi. Yemek yerken, şeytan da midene giriyordu. O haller, şeytandan oluyordu. Helal yiyince şeytan giremedi. Asıl, doğru halin meydana çıktı” dedi. Haram yemek, kalbi karartır, hasta eder. Aynı kitapta Zünnun-i Mısrî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyuruyor ki:
Kalbin kararmasının 4 alâmeti vardır:
1- İbadetin tadını duymaz.
2- Allah korkusu, hatırına gelmez.
3- Gördüklerinden ibret almaz.
4- Okuduklarını, öğrendiklerini anlamaz, kavrayamaz.
Ebû Süleyman-ı Darani “kuddise sirruh” buyurdu ki: Helalden bir lokma az yemeği, akşamdan sabaha kadar namaz kılmaktan daha çok severim. Çünkü, mide dolu olunca, kalbe gaflet basar. İnsan Rabbini unutur. Helalin fazlası böyle yaparsa, mideyi haram ile dolduranların hâli acaba nasıl olur? Sehl bin Abdullah-i Tüsteri “kuddise sirruh” buyuruyor ki yolumuzun esâsı üç şeydir: Helal yemek, ahlak ve amelde Resûl aleyhisselâma tâbi olmak ve ihlas yani her işi, yalnız Allah rızası için yapmaktır. Risale-i Kuşeyriye’de buyuruyor ki İbrahim Ethem “kuddise sirruhüma” buyurdu ki: Temiz ve helal ye de, ister sabaha kadar ibâdet et, ister uyu ve ister, her gün oruç tut, ister tutma!
Kimyâ-i Saadet kitabı, 3. aslında buyuruyor ki: Bu dünya, ahiret yolcularının bir konak yeridir. İnsana burada yiyecek ve giyecek lâzımdır. Bunlar ise çalışmadan ele geçmez. Her ân mal kazanmak için uğraşan aldanmıştır. Hem ahiret için hazırlanmalı, hem de dünya ihtiyaçlarını kazanmalıdır. Fakat, bunları da, ahiret yolculuğunda lazım olduğunu düşünerek kazanmalıdır.
Kendinin ve çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını helalden kazanmak, kimseye muhtaç kalmamak, cihat etmektir. Birçok ibâdetlerden daha sevaptır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bir sabah, ashâbı ile konuşurken, kuvvetli bir genç, erkenden dükkanına doğru geçti. Bâzıları, erkenden dünyalık kazanmaya gideceğine, buraya gelip birkaç şey öğrenseydi iyi olurdu, deyince, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, “Öyle söylemeyiniz! Eğer kimseye muhtaç olmamak ve ana, baba, çoluk çocuğunu da muhtaç etmemek için gidiyorsa, her adımı ibâdettir. Eğer, herkese övünmek, keyif sürmek niyetinde ise, şeytanla beraberdir” buyurdu. Bir hadis-i şerifte, “Bir müslüman, helal kazanıp, kimseye muhtaç olmaz ve komşularına, akrabasına yardım ederse, kıyamet günü, ayın 14’ü gibi parlak, nurlu olacaktır”. Bir hadis-i şerifte, “Doğru olan tüccar, kıyamette sıddîklarla ve şehitlerle beraber olacaktır”. Bir hadis-i şerifte, “Allahü teâlâ, sanat sâhibi mümini sever”. Bir hadis-i şerifte, “En helal şey, sanat sâhibinin kazandığıdır”. Bir hadis-i şerifte, “Ticaret yapınız! Rızkın 10’da 9’u ticarettedir”. Bir hadis-i şerifte, “Kendini başkasından sadaka isteyecek hâle düşüreni, Allahü teâlâ 70 şeye muhtaç eder” buyurdu.
[Bu hadis-i şerifler karşısında, din düşmanları utansın! İslamiyet ticarete, sanata, ferdin istihsal kapasitesinin genişlemesine, ekonomik sahada ilerlememize mâni olmuş diye gençleri aldatmaktan vazgeçsinler!]
Îsâ aleyhisselâm birine, “Ne iş yapıyorsun?” dedi. İbadetle vakit geçiriyorum deyince, “Nerden yiyip geçiniyorsun?” buyurdu. Her şeyimi kardeşim veriyor, deyince, “O hâlde, kardeşin senden daha kıymetli ibâdet yapmaktadır” buyurdu.
Ömer “radıyallâhu anh” buyuruyor ki “Çalışınız, kazanınız, Allahü teâlâ rızkımı çalışmadan gönderir, demeyiniz! Allahü teâlâ, gökten para yağdırmaz”. Lokman hakim, oğluna nasihat verirken, “Çalış, kazan! Çalışmayıp, herkese muhtaç kalanların dini ve aklı noksan olur ve iyilik etmekten mahrum kalır ve herkesten hakaret görür” buyurdu. Büyüklerden birine sordular ki özü sözü doğru olan tüccar mı, yoksa geceleri namaz kılan, gündüzleri oruç tutan âbid mi yüksektir? “Emin olan tüccar daha kıymetlidir. Çünkü, şeytanla her saat cihat etmektedir. Şeytan, alışta, verişte, tartmada onu aldatmaya uğraşmakta, o ise Allahü teâlânın emrini, rızasını gözetmektedir” dedi. Ömer “radıyallâhu anh” buyuruyor ki “Alış veriş ederken, helal kazanırken can vermeyi, başka şekilde ölmekten daha çok severim”. İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel’den “rahmetullâhi aleyh” sordular ki her gün sabahtan akşama kadar camide ibâdet edip Allahü teâlâ, benim rızkımı nerden olsa gönderir diyen bir kimse nasıl bir adamdır? Cevabında buyurdu ki “Bu kimse cahildir. İslamiyetten haberi yoktur. Çünkü, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki (Allahü teâlâ benim rızkımı, süngümün ucuna koymuştur). Yani rızkım, İslam dinine ve müslümanlara saldıran kâfirlerle harp etmekle gelmektedir”. Görülüyor ki harpte düşmandan alınan ganimet ve sulhte, harbe hazırlananların aldıkları ücret helal rızktır. İmâm-ı Evzai, İbrahim Ethem’i “rahmetullâhi aleyhima” gördü ki sırtında bir yığın odun götürüyor. Niçin bu kadar sıkıntı çekiyorsun? Kardeşlerin, seni hiçbir şeye muhtaç bırakmıyor dedi. İbrahim Ethem “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyurdu ki öyle söyleme, hadis-i şerifte buyuruldu ki “Helal kazanmak için sıkıntı çekenlere Cennet vâcib olur”.
Sual: Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Bana, tüccar ol, mal topla diye emrolunmadı. Fakat, Rabbini tesbîh et ve ona secde et. Rabbine ölünceye kadar ibâdet et! diye emrolundu”. Bu hadis-i şerif, ibâdetin, mal kazanmaktan daha iyi olduğunu göstermiyor mu?
Cevap: Kendinin ve çoluk çocuğunun ihtiyaçlarına mâlik olan zengin bir kimsenin, vakitlerini ibâdetle geçirmesi, para kazanmaktan daha sevaptır. İhtiyacı olmayanların mal kazanmak için uğraşması sevap değildir. Hatta kalbini dünyaya bağlamak olur. Dünyaya bağlamak ise, bütün günahların başıdır. Malı olmayan, fakat, vazife görüp maaş alanların da, mal kazanmak için ayrıca uğraşmaması daha iyidir. Mesela ilim adamlarının, millete ilim öğretmesi, yani din âlimlerinin, tabiplik, hakimlik, subaylık ve her türlü faydalı ilimleri bilenlerin ve tasavvuf büyüklerinin, yani kalp gözü açılmış olanların ihtiyaçları, hükümetçe veya hayır müesseseleri ve hayır sahipleri tarafından istenmeden veriliyorsa, bunların halkı irşad etmeleri, onlara yardım etmeleri, mal kazanmaktan daha sevaptır. Fakat, zaman değişir, bunlara, istemeden, boyun bükmeden bir şey verilmez olursa, bunların da çalışarak kazanması daha iyi olur. Çünkü, istemek haramdır. Ancak zaruret halinde mubah olabilir. Mal kazanırken helale, harama dikkat edenin, yani Allahü teâlâyı unutmayanın, kesb etmesi daha iyidir. Çünkü bütün ibâdetlerin ruhu, özü, Allahü teâlâyı hatırlamaktır. Kimyâ-i Saadet kitabından tercüme burada tamam oldu.
Hadika’da, amelde iktisad faslında diyor ki: Kesb, yaşamak için lazım olan malları helalden kazanmaya çalışmak demektir. Kendine, evladına ve ıyaline ve borclarını ödemeye lazım olanları kesb etmek farzdır. Bunun için çalışan sevap kazanır. Özürsüz terkedene azap yapılacaktır. Kendilerine nafaka verilmesi vâcib olanlara “Iyal” denir. Borc ödemek farzdır. Ödeyemeden vefât edenin, ödemek niyeti varsa, günahlı olmaz. Hadis-i şerifte, “5 vakit namazı kıldıktan sonra, çalışıp helal kazanmak, her müslümana farzdır” buyuruldu. Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” hepsi, çalışıp kazanmışlardır. Çalışmayıp, camide oturarak, Allaha tevekkül ediyorum diyene inanmamalıdır. Bu, çalışmayı terkettiği için, günah işlemektedir. Sâlih değil, fasıktır. Bunun kalbi, Allahü teâlâya değil, kulların mallarına bağlıdır. Önce sebebe yapışmak, sonra bu sebebin tesirini Allahü teâlâdan beklemek emrolundu. Muhtaç olduğu malı kazandıktan sonra, fazla çalışmayıp, ibâdet etmek câizdir. Bunun için, çalışmayıp ibâdet edene suizan ve tecessüs etmemelidir. İkisi de haramdır. İhtiyaçtan fazla çalışıp, kazandıklarını, senelerce saklamak mubahtır. Saklamayıp hayra, hasenâta sarf etmek müstehaptır. Nâfile ibâdetlerden daha sevaptır. Hadis-i şerifte, “İnsanların iyisi, insanlara faydası olanlardır” buyuruldu. Övünmek için, kibirlenmek için, ihtiyaçtan fazla kazanmak haramdır.
Görülüyor ki ehlinin ve ıyalinin nafakalarını ve borçlarını ödemek için çalışıp, helal kazanmak, nâfile ibâdetleri yapmaktan katkat daha sevaptır. Ramuzü’l-ehadis s. 105’deki hadis-i şerifte, “Ashâbım için fakirlik saadettir. Ahir zamandaki ümmetim için, zenginlik saadettir” buyuruldu.
Hakiki İslam alimi, büyük Velî Abdullah Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh” 88. mektubunda buyuruyor ki: Çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını temin için ve fukaraya yardım ve İslamiyete hizmet için, çalışıp helal mal kazanmak, çok iyidir. Süleyman aleyhisselâm ve emirülmüminin Osman ve Abdurrahmân bin Avf ve ashâb-ı kirâmdan bâzıları çok zengin idiler. Bu zenginlikleri, Allahü teâlâ indindeki derecelerinin azalmasına sebep olmadı. Fukara-yı sabirin ve agniya-yı şakirinden hangisinin efdal olduğu ihtilaflıdır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” fakirliği ihtiyar etmişti. “Rabbim, beni doyuruyor, içiriyor” buyururdu. Fakirlik, ibâdete ve hizmete mâni olursa, tâat yapmaya kuvvet hâsıl etmek için, zengin olmak efdaldir. Böyle zenginlik büyük nimettir. Allahü teâlâ, bu nimeti dilediğine ihsan eder.
[Müslüman, dünyayı sevdiği, dünyaya düşkün olduğu için değil, Allahü teâlâ, çalışmayı emrettiği için çalışıp kazanır. Nefsinin kötü arzularına, zevklerine kavuşmak için çalışıp para kazanmak ve çalışırken helali haramdan ayırmamak, başkalarının haklarına saldırmak, onlara olan borçlarını ödememek, kanunlara karşı gelmek, vergilerini vermemek, dünyaya düşkün olmayı gösterir. Dünyaya düşkün olmak, büyük günahtır. Allahü teâlâ emrettiği için çok çalışıp, çok kazanmak ve Onun emrettiği gibi çalışıp, kazandığını, Onun emrettiği yerlere sarf etmek, ibâdet yapmak olur. Çok sevap olur.]
Hadika, 2. cilt, 267. sayfada diyor ki: Zaruret olmadan bir şey istemek haram olduğu gibi, ücretsiz olarak başkasına iş gördürmek de haramdır. Başkasının çocuğuna, kölesine iş gördürmek ise, daha büyük günahtır. Müslim’de Abdullah ibni Abbas “radıyallahü teâlâ anhüma” diyor ki çocuklarla oynuyordum. Ansızın Resûlullah geldi. Kapı arkasına saklandım. Yanıma gelip, avucu ile sırtımı okşadı. “Git bana Muaviye’yi çağır” buyurdu. Bu hadis-i şerife göre, çocukların, haram olmayan oyunları oynaması ve çocuğa birisini çağırmak için güvenilmesi ve ufak işlerin yaptırılması câizdir. Kendi küçük oğlunu ve kızını ve torunlarını bir işte kullanmak, fakir olana veya çocuğu yetiştirmek için olursa câizdir. Çocuğun, babasına hizmet etmesi vâcibdir.
Başkasından sadaka istemesi haram olan kimsenin, zekat istemesi de haram olur. Başkasında olan alacağını istemek, söz birliği ile câizdir. Zenginin fakirdeki alacağını istemesi de böyledir. Fakat fakirin, ödeyebilecek güce gelmesini beklemesi vâcibdir. Affetmesi daha sevaptır. Din adamlarının, hafızların ve din düşmanları ile beden, söz ve kalemle cihat edenlerin, müslümanların mallarını, canlarını ve haklarını koruyan devlet adamlarının ve hakimlerin, Beytülmaldan, geçinecek kadar para veya mal almak hakları vardır. Bu haklarını istemeleri câizdir.
Kadının ev işlerini yapması, zevcine teberru ve ihsandır. Çok sevaptır. Yapmazsa, günaha girmez. Zevc, bunları zevcesine zorla yaptıramaz. Kadın tutup yaptırması lâzımdır. Kadın, zevcine karşı bu ihsanını esirgememeli, erkek de, zevcesine nafakadan fazla ihsanlarda bulunmalıdır. Allahü teâlâ ihsan edenleri çok sever. Resûlullah efendimizin zamanından bugüne kadar, müslüman kadınları zevclerine bu ihsanı yapmışlardır. Kadının vazifesi 2’dir: Kendini zevcine teslim etmesi ve evden izinsiz ve örtüsüz sokağa çıkmamasıdır. Görülüyor ki İslamiyette kadın, ev içinde de, evin dışında da çalışmaya, para kazanmaya mecbur değildir. Evli ise kocası, evli değil ise babası, babası yoksa veya fakir ise, zengin olan yakîn akrabası çalışıp, kadına lazım olan her şeyi getirmeye mecburdur. Kimsesi olmayan kadına, Beytülmal denilen, devletin yardım sandığı bakar. İslamiyette, karı koca arasında, hayat mücadelesi, yani para kazanmak, müşterek değildir. Erkek kadını tarlada, fabrikada, vel-hâsıl hiçbir yerde çalışmaya zorlayamaz. Kadın isterse ve erkeği izin verirse, yabancı erkekler arasına karışmadan, kadın işi olan yerlerde çalışabilir. Fakat, kazandığı kadının olur. Erkek, ondan zorla bir şey alamaz. Kadının kendi ihtiyaçlarını kendisinin alması için de, onu zorlayamaz. İslamiyetin kadına böyle hak tanıması ve onu erkeklerin elinde esir, oyuncak olmaktan koruması, Allahü teâlânın kadına çok kıymet verdiğini göstermektedir.
Kadın da, erkek de, para kazanmak için haram işlememelidir ve hiçbir namazı kaçırmamalıdır. Ezelde ayrılmış olan rızık değişmez. Aynı rızık, helalden isteyene helal yoldan gelir. Haram işliyerek isteyene de, haram yoldan gelir. Câhillerin, “Bu zamanda kızım okumazsa aç kalır. Oğlum fâiz almazsa, işi bozulur” demeleri doğru değildir. Haram işleyerek kazanmamalı demek, boş oturmalı, çalışmamalı demek değildir. Helal yoldan çalışıp kazanmalı demektir. Haram yoldan kazanan, hem büyük günahları işlemiş olur, hem de kazandıklarının hayrını görmez. Kazandıkları, hekime, hakime ve düşmanlarına gider ve günah işlemekte kullanılır, insanı felakete sürükler. Kazançları şüpheli olan, hediyeleşmeli ve ödünç almalı, aldıklarını kullanmalıdır. Hediye ve ödünç gelen şeyler helaldir.
Bey’ ve Şirâ Risalesi sonunda diyor ki “Yetim oğlana ücretsiz olarak, yalnız annesi iş yaptırabilir. Velisi, akıllı çocuğu, hocaya veya ustaya verip, buna öğret! Bu da sana hizmet etsin derse, bunlar çocuğa hafif iş yaptırabilir. [İlim ve edep öğreten velisi de, hocası gibidir.] Fakat, yaptıracakları işin ve sokaktaki çeşmeden getireceği suyun, piyasaya göre ücretinin, öğretmek ücretinden fazla olmaması ve hizmet etmeyi, velînin söylemiş olması lâzımdır. Akıl, baliğ kimsenin kendisi gelip, bana öğret, ben de sana hizmet edeyim demesi de böyledir. Çocuğun kendisi ve malı için velisi, yani babası, baba yoksa babanın vasisi, vasi yoksa dedesi, dedesi de yoksa, bunun vasisi, bu da yoksa hakim, ücret ile hafif işlerde çalıştırabilir. Ücret, yalnız çocuk için sarf edilir”. Kadın, velî olamaz.
Tavsiye Yazı –> Müslümanlar Niçin Geri Kaldı?