Şimdi, o avret ki lohusa veya hamile veya taun yahut iç ağrısından veya bunlardan hiç birisi olmasa, ancak yabancı erkeklere açık saçık görünmese ve kendisinden zevci hoşnud olsa, o hatuna, ölürken Cennet melekleri gelip, karşısında, saf saf dururlar ve ona izzet ve ikram ile selam verirler ve (Allahü teâlânın sevgili, şehit cariyesi gel çık, ne eylersin dünya sarayında? Senden Allahü teâlâ razı oldu ve senin bu hastalığını bahane edip, günahını bağışladı, sana Cennet ihsan etti, gel emanetini teslim et!) derler. O hatun, bu mertebeyi görüp, ruhunu vermek istedikte, etrafına bakıp (Benim ile dostluk edenleri, yargılayıp rahmet etsin, sonra teslim edeyim) dedikte, melekler dahi, ricasını Cenab-ı Hakka arz edeler. Bunun üzerine, hitab-ı izzet gelip, (İzzetim hakkı için, kulumun cümle duâsını müstecab kıldım) buyurulur. Melekler dahi, muştuluk eyleyeler. Sonra, melek-ül-mevt, 120 rahmet melekleriyle geleler. Yüzlerinin nuru Arşa çıkmış, başları taclı ve arkalarında, nurdan hulleler ve ayaklarında altın nalınlar ve yeşil kanadları bulunur. Ellerinde, Cennet yemişleri, kokuları misk gibi gelip, izzet ve ikram ile selam verirler ve (Hallak-ı âlem, sana selam eyler ve Cennet verip, Habîbi Muhammed “aleyhisselâm”a komşu eyler ve hazret-i Aişe’ye müsahip eyler) derler.
Bu imanlı kadın, bu kelamları işitip ve gözünün perdesi açılıp, ehl-i iman hatunlarını göre ve günahkar olup azap olunanları göre ve (Onların günahlarını bağışla Rabbim!) diye, niyazda buluna. Cenab-ı izzetten, bir hitab gele ki (Ya cariyem! Cümle muradını hâsıl ettim, ver emanetini, Habîbimin hatunu ve kızı sana muntazırdırlar.) Hemen bu hitabı işitince, canı titreye ve ayakları atıla ve terler döke ve can vermek üzere iken, iki melek gele. Ellerinde ateşten bir çomak, sağ yanında biri, sol yanında biri dura ve şeytan aleyhil-lane koşup gele ve gerçi bundan bize fayda yok ama, hele bir göreyim deyip eline bir cevahir çanak içinde buzlu su, bu suretle gelip, suyu göstere. O melekler, o habisi görünce, ellerindeki çomaklarla vurarak, elindeki çanağı kırıp, kendisini kovalar. O müslüman hatun bunu görüp güle. Sonra, o huri kızları, ona cevahir kase ile kevser şarabı vereler, içe. Cennet şarabının lezzetinden canı sıçrayıp kadehe yapışa ve melek-ül-mevt canını o kadehten alâ. Melekler, çağırışıp, (İnna lillahi ve inna ileyhi raciun) diyeler. Ve canı alıp gökleri seyrettirip, Cennete götüreler ve oradaki makamını gösterip, derhal yine, meyyitin başı ucuna getireler.
Ne zaman ki esvabını çıkaralar ve saçını çözeler, ruhu hemen cesedinin başı ucuna gelip, der ki: (Ey yıkayıcı ! Aheste aheste tut! Zira, Azrâil pençesinden can yarası yemiştir. Ve tenim gayet zahmet çekmiştir ve sarsılmıştır.) Teneşire geldikte, yine gelip diye ki: (Suyu çok sıcak etme! Tenim pek zayıftır. Tez beni elinizden halas eyleyin ki rahat olayım.) Yıkayıp kefene sarılınca, bir miktar dura, yine çağıra ve diye ki: (Bu cihanı son görüşümdür. Hısm ve akrabalarımı göreyim ve onlar da beni görsünler ve ibret alsınlar. Onlar da yakında benim gibi öleceklerinden, ardımdan feryat etmesinler. Beni unutmayıp, Kur’ân-ı Kerîm okuyarak, daima ansınlar. Benim mirasım için, aralarında çekişmesinler. Ta ki kabirde azap görmeyeyim. Cumalarda ve bayramlarda da beni hatırlasınlar.)
Sonra, musalla üzerine konuldukta, can yine çağırarak, (Rahat kalın, ey benim oğlum ve kızım, anam ve babam! Bunun gibi firak günü yoktur. Hasıretlik, görüşmemiz kıyamete kaldı. Elveda olsun sizlere, ey ardımca göz yaşı dökenler!) der.
Namazı kılınıp, omuza alındıkta, yine çağıra ve diye ki (Beni yavaş yavaş götürün! Eğer kastınız sevap ise, bana zahmet vermeyin! Sizden Allahü teâlâya hoşnudluk götüreyim!)
Kabir kenarına konuldukta, yine çağırır ve der ki: (Görün benim halimi de, ibret alın! Şimdi beni, karanlık yere koyup gidersiniz. Ben amelimle kalırım. Bu demleri görüp, vefasız, yalancı dünyanın mekrine aldanmayınız!)
Kabrine koydukları zaman, can, başının ucuna gelir. Zinhar, bir meyiti, telkinsiz bırakmayalar. [Defnden sonra salih bir kimsenin (Telkin) vermesi sünnettir. Vehhâbîler, telkin vermenin sünnet olduğuna inanmıyorlar. Bidattır diyorlar. Ölü işitmez, duyamaz, diyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” çeşitli kitaplar yazarak telkin vermenin sünnet olduğunu ispat ettiler. Bu kıymetli kitaplardan biri Mustafa bin İbrahim Siyami “rahime-hullahü teâlâ” hazretlerinin (Nur-ul-yakin fi-mebhas-it-telkin) kitabıdır. Burada, Taberaninin ve ibni Mendenin haber verdikleri hadis-i şerif yazılıdır. Bu hadis-i şerifte telkin verilmesi emrolunmaktadır. (Nur-ul-yakin) kitabı, (1345) senesinde Siyamda, Bankong şehrinde yazılmış, 1396 [m. 1976] senesinde, İstanbul’da, 2. baskısı yapılmıştır.] Allahü teâlânın emriyle, meyyit, kabirde uykudan uyanır gibi, uyana ve göre ki bir karanlık yerdedir. Hizmetçisine ve cariyesine veya kendisine daima yardımda bulunan kimseye seslenip, (Bana mum getirin!) der. Asla ses ve sada gelmez. Kabir yarılıp, iki sual meleği [Münker ve Nekir] zuhur eder. Bunların ağızlarından yalın ateşler ve burunlarından, siyah dumanlar çıkmakta ola. Bu hâlde, ona yakın gelip diyeler: (Men rabbüke ve ma dinüke, ve men nebiyyüke), yani Rabbin kimdir ve dinin hangi dindir ve Peygamberin kimdir? Bunlara doğru cevap verirse, o melekler, onu Hak teâlânın, ona rahmetiyle tebşir edip giderler. Hemen o anda kabrin sağ tarafından bir pencere açılır ve bir ay yüzlü kişi çıkıp, yanına gelir. Bu imanlı hatun ona bakıp şad olur. (Sen kimsin?) diye sual eder. (Ben senin, dünyada, sabrından ve şükründen yaratıldım. Kıyamete değin, sana yoldaş olurum) diye cevap verir.
Haramları istemekten kesilmedikçe nefs,
Kalp, ilâhî nurlara ayna olamaz hiç!