54- Ruhla İlgili Bâzı Meseleler Hakkında Bir Hatime
Bu meselelerin çoğunu İbn Kayim’in er-Ruh kitabından özetledim. (1) ,
Birinci Mesele:
Buhari ve Müslim, İbn Mes’ud (radıyallahü anh) ‘dan rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir:
Peygamber (Sallailâhû aleyhi ve sellem) ile beraber Medine harabelerinde idik. O, bir hurma dalına dayanıyordu. Bir yahudi cemâatinin yanından geçti. Birbirlerine dediler ki:
Ondan ruhu sorun. Bir kısmı da sormayın dediler. Evvelkiler dediler ki:
(Yâ Muhammed ruh nedir?)
Peygamber (Sallailâhû aleyhi ve sellem) asasına dayanıp Öyle bir durdu ki ona vahy geliyor sandım. Sonra buyurdu:
(Senden ruhu sorarlar sen de ki: Ruh Rabbimin emrin d endir, size (ruh hakkında) ancak az bir ilim verilmiş.) (2)
Bundan dolayı insanlar ruh hakkında iki fırkaya ayrıldılar.
Birinci fırka ruh hakkında hiç söz etmez. Çünkü o Allah’ın sır-larıiidan bir sırdır. Onu bilmeyi hiç kimseye nasip etmemiştir. Bu konuda iyi olan yol da budur.
Cüneyd dedi ki: (Ruh öyle bir şey ki Allah onu bilmeyi kendine mahsus kılmıştır. Yaratıklarından hiç kimseye onu bilmeyi nasip etmemiştir. Bunun için ruhun varlığım kabul etmekten başka onu araştırmak caiz değildir.)
İbn Abbâs ve Selefin çoğu bu görüştedirler. Rivayet ile sabittir ki İbn Abbâs Ruh’u tefsir etmiyormuş.
İbn Ebû Hatem, İkrime’den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
İbn Abbâs’dan ruh soruldu. Dedi ki:
Ruh, Rabbimin ermindendir. Siz bu meseleye kavuşamazsınız. Onun için âyet-i kerimenin üzerine bir şey ilâve etmeyiniz. Ancak Allah’ın dediği, peygamberin bildirdiği gibi deyin: (Size ancak az bilgi verilmiştir.)
İbn Cerir, Mürsel bir sened ile rivayet ettiğine göre;
Yukardaki âyet indiği zaman yahudiler dediler ki:
Biz de kendi kitaplarımızda bu meseleye böyle rastlıyoru:
Ben diyorum ki: Allah’ın Kur’an’da ve Tevrat’da kapalı bir; tığı ve yaratıklarından gizlediği bir meseleyi araştırıcılar nasıl o hakikatini öğrenebilirler?
Ebu’l-Kasım el-Kuşeyri es-Sa’di, (el-izah) kitabında naklettiğine göre:
Feylesofların meşhurları da bu konuda söz etmekten geri durmuşlar ve Ruh duyulmayan, dolayısıyle aklın idrâk edemediği bir meseledir, demişler.
Ebu’l-Kasım demiş ki: Bilgimizin, ruhun hakikatini idrak etmekten aciz kalması kadar sırrında aciz kalması gibidir.
İbn Battal, demiş ki:
Bu gizlilikteki hikmet: Allah yaratıklarına, bazı şeylerin yetini bilmediklerini bildirip onları, (Yalnız Allah bilir) sözü dirtmeye zorluyor.
Kurtubi de demiş ki bu îbham’ın hikmeti, Allah’ın insan acizliğini izhar etmesidir. Çünkü insan kendi nefsinin varlığını kabul ettiği halde mahiyetini bilmediğine göre, Hak Sübhanehû ve Teâla’nın hakikatini hiç idrak edemez. Buna misâl olarak yakın bir şey de, gözün kendisini görememesidir.
İkinci Fırka
Ruh hakkında söz söylemiş ve onun hakikatini araştırmıştır. İmam Nevevi demiş ki:
Bu konuda denilen en sahih görüş İmam-el-Haremeyn’in sözüdür. O demiş ki: (Ruh latif bir cisimdir, su yaş odunun içine yerleştiği gibi o da kesif cisimlerin içine yerleşir. (3)
İkinci Mesele
Birinci görüşü savunan fırka, peygamber efendimizin de ruhu bilip bilmediği konusunda ihtilafa düşmüşler.
İbn Ebû Hatim, Tefsir’inde senediyle Abdullah b. Büreyde-den naklettiğine göre şöyle demiştir:
Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ruhu öğrenmeden vefat etti.
Bunlardan bir taife de demiş ki:
Hayır Rasûlüllah ruhu biliyordu. Allah ona göstermişti. Fakat ümmetine bildirmeyi ona emretmemişti. Bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘in Kıyametin vaktini bilip bilmediği meselesine benzer. (4) . . .
Üçüncü Mesele
Müslümanların çoğu, ruhun bir cisim olduğu görüşündedirler. Kitab, Sünnet ve sahabelerin icma’ı bunu gösterir. Çünkü Kur’an ve hadislerde ruh; tutmak, göndermek, çıkartmak, nimet ve azap vermek, dönmek, girmek, razı olmak, berzah aleminde dolaşmak yemek içmek, tanımak, bilmek ve benzeri vasıflarla vasıflanmıştır.
Bu sıfatlar ise cisimlerin sıfatlarıdır. Arez (5) ise bu sıfatları kaldıramaz.
Hiç şüphesiz Ruh kendini ve Halikını bilir. Mâkulatı anlar. Bunlar ise bilgidir. Bilgi de bir arezdir. Eğer ruh bir arez ise ki ilim onunla ayakta duruyor. O zaman arez’in arez ile ayakta durması gerekir. Bu ise fasittir.
Üstad Ebu’l-Kasım el-Kuşeyri dedi ki: Ruhun şeklen latif ci-simlerden olması, latif melek ve şeytanlar gibidir. (6) ..
Dördüncü Mesele
Sahih görüş odur ki, Ruh ve nefis tek bir şeydir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: (Ey nefs-i mutmainne Rabbine dön.) (7) (Nefsinij maktan alıkoyan…) (8)
Ayrıca denilir ki: (Nefsi çıktı) yani öldü.
Bir kısım ehl-i Sünnet demişler ki: Kabzedilen ruh ka bir şeydir. İbn Ebû Hatem’in İbn Abbas’dan;
(Allah, ölüm anında nefisleri alır. Rüyada ölmeyeni de alır. Ölümle hükmettiğini tutar, diğerini belli bir zamana kadar bırakır.) (9) mealindeki ayet-i kerime hakkında rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
İnsanın içinde nefis ve ruh vardır. Aralarında güneş şuaı gibi bir şey vardır. Allah, uykuda nefsi alır, ruhu içerde bırakır. O da yaşar ve hayatını sürdürür. Allah kişinin ölümünü istediği zaman, ruhunu alır. O da ölür. Eğer onun yaşamını dilediyse nefsi vücuttaki yerine gönderir.
Mukatil. de demiş ki: İnsanın hayatı, nefsi ve ruhu vardır. Uyuduğu zaman eşyayı taakkul eden nefsi çıkar gider. Fakat vücuttan ayrılmaz. Şualı bir ip gibi ondan uzanır,, kişi o nefisle rüya görür. Hayat ve ruh Cesedde kalır. Onunla hayatını devam ettirir. Depren-diği zaman göz kırpması gibi bir zamanda o nefis vücuda döner. Allah onun ölümünü istediği zaman dışarı çıkan o nefsi yanında tutar.
Yine Mukatü demiş ki: Nefis, kişi uyuduğu zaman, yükselir. Rüya gördüğünde, dönüp ruha haber verir. Ruh da kalbe haber verir. O da görünen rüyayı olduğu gibi öğrenir.
Ebu Şeyh, el-Azamet kitabında ve İbn Abdulberr Temhid de, Vehb b. Münebbih’ten rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
İnsan nefsi, iştiha sahibi olan diğer hayvanların nefisleri gibidir. O da kötülük ister. Onun yeri karindir. însanm üstünlüğü ruh iledir. Ruhun da meskeni dimağdır. Onunla insan yaşar. Ruh hayra çağırır. Onu emreder.
Sonra Vehb eline üfürdü. Ve dedi ki: Bunu görüyorsunuz, bu soğuktur ve ruhtandır. Sonra bir müddet nefesini tutup bıraktı. Dedi ki: Bu sıcaktır ve nefistendir. Ruh ve nefsin misali koca ile kan misali gibidir. Ruh nefsin yanma gidip birleştiklerinde insan uyur. Uyandığı zaman ruh yerine döner.
Çünkü insan uyandığında sanki, bir şey başına yükseldiğini hissediyor.
Kalb de vücutta bir melik gibidir. Diğer organlar onun yardımcılarıdır. Nefis kötülüğü emrettiği zaman iştahlanır, organlar harekete geçer. Ruh onların önüne geçer, onları hayra çağır. Eğer kalb mümin ise ruha itaat eder. Eğer kâfir ise, nefse itaat eder. Ruha karşı gelir. Organları kendi emrinde çalıştırır.
İbn Sa’d (Tabakat) ında Vehb b. Münebbih’den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir.
Allah insan oğlunu toprak ve sudan yarattı. Sonra içine nefsi yerleştirdi. Onunla insan ayakta durur, oturur, görür, işitir, anlar, korunur.
Ve içine ruhu yerleştirdi. Onunla insan hak ve bâtılı adalet ve zulmü anlar. Onunla sakınır, örtünür, öğrenir, işleri idare eder.
İbn Abdulberr, (Temhid) de yazdığına göre; Ebû îshak, Mu-hammed b. Kasım b. Şaban şöyle anlatmıştır.
Malik’in arkadaşı Abdurrahman b. Kasım b. Halid;
(Nefis, insan şekli gibi, şekillenmiş bir ceseddir. Ruh akan bit fâu gibidir) demiş ve (Allah nefisleri ölümleri anında alır) meâlinfleki âyeti delil göstermiştir ve demiş ki
Görmüyormusunuz Allah uyuyanın nefsini alır. Ruhu yükselip iner. Çünkü ruhun da nefsi vardır ve yerinde durur. Nefis her tarafta dolaşır. İnsanın rüyada gördüğü şeyleri görür. Allah ona cesedine dönme izni verince döner, onun dönüşüyle bütün organlar uyanır.
Demek nefis, ruhtan başka bir şeydir. Ruh bahçede akan su gibidir. Allah o bahçenin bozulmasını İrade ettiği zaman onda akan suyu keser. Yeşillikleri de Ölür. Aynen öyle insan da bir bahçedir…
İbn İshak naklettiğine göre Abdullah b. Ebû Cafer şöyle demiştir:
Ölü gasilhaneye konduğu zaman ruhu cesediyle yürüyen bir meleğin elinde olur. Namazı kılınması için yere bıraktığında melek durur. Kabrine götürünce melek de onunla beraber yürür. Kabre konulup toprakla örtününce melek ruhunu ona iade eder ki, diğer melekler onu sorguya çeksinler. Melekler sorguyu bitirince o diğer melek, bir daha ruhu alır. Emredildiği yere onu götürür. Bu melek ölüm meleğinin yardımcılarındandır. (İbn Abdülberr’in sözü bitti.)
Şeyh İzzeddin b. Abdüsselâm, şöyle dedi:
Her insanda iki ruh var: Biri uyanıklık ruhu ki,allah onunla insanı uyanık tutar. O cesedden çıkınca insan uyur, rüyaları gören o ruhtur…
İkinci ruh; Hayat ruhudur ki Allah onunla insanı canlı tutar. O ruh insandan ayrılınca insan ölür. Ona dönünce yine dirilir.
Bu iki ruh insanın içindedir, yerlerini ancak Allah’ın bildirdiği kimseler bilir. Bunlar, bir kadının karnında olan cenin gibidirler.
Bir kısım mütekellimler de demişler: Zahir olan görüş odur ki, ruh kalbin yakınındadır.
İbn Abdülberre de şöyle demiştir: Ruhun kalb içinde olması bana göre akıldan uzak bir mesele değildir. Mümkündür ki, bütün ruhlar mırani, latif ve şeffaf olsun. Veya bu nuraniyet ve şeffafiyet müminlerin ruhlarma mahsus olsun. Kafir ve şeytanların ruhları da siyah olsun.
Canlılık ruhuna delâlet eden şu ayettir:
(Söyle, size müekkel kılınan melek ruhunuzu alır.) (10)
Uyanıklık ve canlılık ruhlarına delâlet eden de şu ayettir.
(Allah ölümleri anında nefisleri alır. Rüyada olup ölmeyeni de alır. Ölümle hükmettiğini tutar. Diğerini belli bir zamana kadar salıverir.) (11)
Mânâsı: Allah, cesedleri ölmeyen nefisleri rüyada alır. Ölümle hükmettiğini yanında tutar. Onu cesedine göndermez. Diğer uyanıklık ruhlarını belli bir zamana kadar yani ölüme kadar cesedlerine gönderir.
Ölüm anında canlılık ruhları ve uyanıklık ruhları birden alınır. Fakat canlılık ruhları ölmez. Canlı olarak göğe çıkartılır. Kâfirlerin ruhları kovulur ve o gök kapıları onlara açılmaz. Müminlere ise açılır. Ta Rabbülaleminin huzuruna arz edilir. Ne kıymetli arzedi-liş! Ve ne şerefli götürülüş! (Şeyh îzzeddinin sözü bitti.)
Ben diyorum ki: Onun (Ruh kalb’tedir) görüşünü Gazali de el-înhisar kitabında kesin olarak söylemiştir. Ben de bu konuda bir hadis buldum.
İbn Asakir, (Tarihlinde Zühri’den rivayet ettiğine göre; Hü-zeyme b. Hakim es-Süllemi en-Nümeyri, Mekke fethi günü Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ’m yanma geldi.
— Yâ Resûlallah! Bana gece karanlığı, gündüz aydınlığı suyun kışın sıcaklığı, yazın soğukluğu, bulutların Çıktığı yeri, erkek ve kadın sularının karar kıldığı yeri ve ceseddeki nefsin yerini bildir, dedi…
Ravi hadisi zikretti, ta şu cümleye geldi..- (‘…Amma nefsin yeri ise o kalbtedir. Kalb de kalın bir damara bağlıdır. O damar da diğer damarları sular. Kalb ölünce o damar kopar…) Hadisin sonuna kadar. ..
Bu hadis mürseldir. Taberani’nin (Mucamül-Evsat) ında ve İbn Merdüveyh’in (Tefsir) inde Ebû Musa el-Medini ve İbn Şahinin (Ki-tabü’s-Sahabe) leri’nde çeşitli kanallarla rivayet etUlmiştir.
Hafız İbn Hacer (el-isâbe) de demiş ki:,
Bu hadiste çok garip lafızlar vardır. Senedi de cidden zayıftıi(12)
Beşinci Mesele
Ehl-i Sünnet lcma’ etmişler ki, Ruh hadistir, sonradan yarara! mış: Zındıklardan başka kimse buna muhalefet etmemiş.
Ruhun sonradan yaratıldığına dair icma vardır diyenler arî smda Muhammed b. Nasr el-Mervizi ve İbn Kuteybe vardır.
Bu meselenin delilleri de (Ruhlar, düzenli askerlerdir) hadisdir. Çünkü, düzenlilik sonradan yaratılmışlığı gerektirir.
İkinci delil de şu gelen altıncı meseledir: (13)
Altıncı Mesele
İki meşhur görüş olarak ruhlar cesedlerden önce mi veya mı yaratılmışlar? diye ihtilaf edilmiştir.
İmam Muhammed b. Nasır ve ibn-i Hazm birinci görüşü savunmuşlar, bu konuda icma var demişler: İbn Menden’in Amr b. Anbese hadisinden merfuan rivayet ettiği şu hadisi delil getirmişlerdir.
(Allah, cesedlerden iki b. sene önce ruhları yaratmıştır. Anlaşanlar birleşir. Anlaşamayanlar ayrılır.)
Fakat bu hadisin senedi cidden zayıftır.
İkinci delilleri, Adem zürriyetinin sırtından çıkartılırnleridir. O hadislerden:
Allah, Adem’i yarattığı zaman sırtını sıvazladı, kıyamete kadar onun zürriyetinden yaratacağı her ruh, zerreler gibi onun sırtından düştü.
Hâkim, Ebû Hüreyre Hadisinde bunu tahric etmiştir:
Yine Hâkim, Ubeyy b. Ka’b’ten rivayet ettiğine göre; (Hani Rabbin Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini aldığında (Ben Rabbiniz değilmiyim? diyerek onları şahit tuttu. Onlar da evet Rab-bi m izsin dediler (14) mealindeki âyet hakkında demiş ki:
Allah, kıyamete kadar doğacakları ruh olarak topladı, sonra onları şekillendirdi, konuşturdu. Onlardan söz ve misakı aldı… Hadisin sonuna kadar..
Ruhların cesedden sonra yaratıldığına dâir olan deliller ise şunlardır:
1- (Muhakkak insanın anılan hiç bir şey olmadığı bir an başından geçti.) (15) mealindeki ayettir. Rivayet edilmiş ki: insana ruh üfürülmeden kırk sene beklemiştir:
2- İbn Mes’ud’un hadisidir. Şöyle ki:
Birinizin yaradılışı ana karnında kırk gün toplanır. Sonra kırk gün daha alaka olur. Sonra kırk gün daha mudğa olur. Sonra melek gelir, ona ruhu üfler.
Buna, (Ruhun yaradılışı ile üfrülmesi arasındaki fark vardır) diye cevap verilmiştir. Demek ruh uzun bir zamandan beri yaratılmıştır, vücut şekillendikten sonra melek ruhu ona yerleştirir. (16)
Yedinci Mesele
Müslüman ve başka milletler de ruhun vücutdan sonra baki kaldığı görüşündedirler. Feylesoflar ise buna muhaliftirler.
Bu konudaki delilimiz: (Her nefis ölümü tadacaktır) mealindeki âyettir. Tadan demek, tadılan şeyden sonra baki kalan demektir. İkinci delilimiz, bu kitapta geçen âyetler, hadisler ve vakıalardır.
Bundan başka Kıyamette (Yeryüzündeki her şey fena bulacaktı (17) mealindeki âyet gereğince ruhun zahiren yok olup sonra dirilecek veya (Allah’ın istedikleri müstesnadır) istisnası gereğince ruh hiç fena bulmayacak diye iki görüş vardır.
İmam Sübki, (ed-Dürr en-Nazîm) Tefsirinde bu iki görüşü anlatıp, birinci görüş daha yakındır demiş. Cennet hurileri bahsinde denildiği gibi ruhlar kıyametteki fenadan müstesnadırlar.
İbn Kayyim’in kitabında denilmiş ki:
Ruhun bedenle beraber ölüp ölmediği hakkında iki görüş olarak ihtilaf edilmiştir. Doğrusu odur ki; eğer ruhun ölümü tatmasından kasıt onun cesedinden çıkması ise; evet o bu manada ölümü tadıyor. Eğer onun ölümü tatmasından kasıt, onun i’dam edilmesi ise; hayır ruhun yaratıldıktan sonra baki kaldığı icma ile sabittir. O fena görmez. Ya azap görür veya nimet…
İbn Asakir Dimeşk Tarihlinde senediyle, Mâliki İmamlarından biri olan Muhammed b. Vazzah’tan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Şahmın b. Said’den hadis dinledim. Ruhların cesedlerle beraber öldüğünü söyleyen bir adamdan söz edildi. Sahnun dedi ki:
Maazallah! Bu sapıkların ve ehl-i bid’atın görüşüdür, (18)
Sekizinci Mesele
Peygamber Efendimizin (Ruhlar acemi ordular / askerlerdir, tanışanlar birleşir, tanışmayanlar ayrılırlar) hadis-i şerifin mânasında ihtilaf edilmiştir.
Denilmiş ki: Bu, ruhların hayırda şerde, salahda fesatda birbirine benzemesine, iyi insanın nefs-i emmaresinden şikâyet ettiğini, iyiliğe yöneldiğine kötü insanın da kötülüğe meylettiğine işarettir. Demek ruhların tanışması içinde yaratıldıkları tabiatlarına göredir. Yaradılışları birbirine uyanlar tanışırlar, yaradılışları uymayanlar tanışmazlar.
İkinci olarak denilmiş ki: Hadisten kasıt, ilk yaradılıştan haber vermektir ki şöyle rivayet edilmiştir. Ruhlar cesedlerden iki bin sene önce yaratıldılar. Görüşüp birbirini kokluyorlardı. Cesedlere girdiklerinde birbirini tanıdılar. Bu takdirde tanışmaları ve tanışmamaları evvelki bölümlerde geçtiği üzeredir.
Bâzıları demişler ki: Ruhlar, ruh olmada ittifak ederlerse de değişik şeylerle birbirinden ayrılırlar. Ruhlar o sıfatlarla çeşitlenirler. Şahıslar olarak şekillenirler. Her nevi kendi neviyle birleşir. Diğer nevilerden nefret eder.
İbn Asakir’in Tarihlinde senediyle, Herim b. Hayyan’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Üveys el-Karanî’ye gittim. Selâm verdim. Daha önce onu görmemiştim; o da beni görmemişti. Bana (Ve aleykes-selam Ya Herim b. Hayyan!) dedi.
Ben:
— Nerden benim ve babamın ismini bildin. Halbuki ne ben ne sen daha önce birbirimizi görmedik, dedim. O ise şöyle dedi!
— Ruhum, senin ruhunu tanıdı ki, nefsim senin nefsinle konuştu. Cesedlerin nefisleri olduğu gibi ruhların da nefisleri vardır. Müminler birbirini tanırlar ve Allah’ın verdiği rahat ve huzur içinde sevişirler… Her ne kadar birbirini görmemişlerse de…
Tusi (Uyun el-Ahbar) da Aişe radıyallahü anhâ’dan rivayet ettiğine göre;
Bir kadın Mekke’de Kureyş kadınlarının yanına girip onları güldürürdü. Medine’ye hicret ettiğinde yanıma geldi. Ben:
— Kime misafir oldun, dedim.
O.
— Medine’nin güldürücüsü falan kadının misafiri idim, dedi. O arada Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girdi.
— Falan güldürücü sizde mi? dedi. . Ben:
— Evet, dedim
O (sallallahü aleyhi ve sellem) : .
— Kimin misafiri idi, dedi.
— Medine güldürücüsünün misafiri olmuş, dedim.
Buyurdu ki:
— Hamd olsun Allah’a! Ruhlar, düzenli askerlerdir Tanışanlar birleşir, tanışmayanlar ayrılırlar. (19)
Dokuzuncu Mesele
İbn Kayyim, demiş ki: (Eğer denilse: Ruhlar cesedlerden ayrıldıktan sonra hangi vasif ile ayrılırlar ki birbirlerini .tanısınlar. Acaba ruhlar bir şekille şekilleniyorlar mı? )
El-cevap Ehl-i Sünnete göre (Allah sayılarım arttırsm) ruhun kendine has bir vücudu vardır, yükselir, iner, ayrılır, bitişir, gider, gelir, durur, hareket eder. Bunun, yüzden fazla mukarrer delilleri vardır. Bunlardan biri:
(Nefis ve nefsi düzeltene and olsun (20) mealindeki ayettir. Nasıl ki insana hitaben Allah buyuruyor:
(O Allah ki seni yarattı. Düzeltti ve dengeledi.) (21) Demek vücut ruh için bir kalıptır. Ve bedenin düzeltilmesi ruhun düzeltilmesine tabidir.
Demiş: Bundan anlaşılıyor ki, ruh bedenden bir şekil alır, o şekille diğer ruhlardan ayrılır. Çünkü beden ruhtan etkilendiği ve ayrıldığı gibi ruh ta ondan etkilenir ve ayrılır. Beden, hoş ve pis şekilleri ruhtan alır. Ki, ruh ta aynı şekilde vücudun durumlarından etkilenir.
Demiş ki: Üstelik, ruhların vücut ve bedenden ayrıldıktan sonra belirmeleri ve birbirine benzememeleri, bedenlerin birbirine benzememelerinden daha açıktır. Çürikü bedenler çok zaman birbirine benzerler. Ruhlar ise çok az birbirine benzer.
Bunu ispat eden bir delil şudur: Biz peygamberlerin ve İmamların bedenlerini görmedik. Fakat açık bir şekilde bilgimiz de belirleniyorlar. Ve bu belirlenme mücerret bedenlerinin evsafından değildir. O, belirme onlar hakkında bildiğimiz ruhani vasıflardır.
Sen görüyorsun: İki kardeş son derece birbirine benzedikleri halde ruhları arasında son derece ayrılık var.
Çirkin bir beden ve iğrenç bir şekil görüp de onda o şekle uygun bir ruh bulmamak çok ender oluyor. Yine vücudunda bir afet görüp de ruhunda ona uygun bir afet görmemek çok enderdir. Bunun için feraset sahipleri insan hallerini bedenlerinin şekillerinden öğrenirler.
Güzel bir şekil cemalli bir suret mütenâsip bir beden görüp te onda, ona uygun bir ruh bulamamak çok enderdir.
Melekler taşıdıkları bedenleri olmadığı halde birbirinden ayırt edilirler. Cinler de öyle… İnsan ruhlarının ayırt edilmesi tarik-i evlâ ile olur… İbn Kayyim’in sözü bitti…)
Dürr-el-Fahire adlı kitapta Gazali sözü arasında şu ibare vardır:
(Müminin ruhu arı sûretindedir. Kâfirin ruhu ise çekirge sûretindedir.)
Fakat bu söze hiç bir asıl bilinmemektedir. Yalnız Sur’a üfürülme hadisinde şöyle varit olmuştur. Denilmiş ki:
İsrafil ruhları çağırır. Bütün ruhlar ona gelir. Müslüman ruhları nur salar, diğerleri ise karanlıkhdır. İsrafil hepsini toplar, onları sur içine yerleştirir. Sonra ona üfürür. Allah (celle celâlühü) buyurur ki:
(izzetime yemin ederim! Her ruh cesedine dönecektir. Ruhlar Surdan arılar gibi çıkarlar. Yer ve gök arasını doldururlar. Her ruh cesedine döner. Zehir damarlara sirayet ettiği gibi onlar da bedenlere girerler.)
Fakat bu hadiste geçen (arılar gibi çıkarlar) sözü ruhların şekil ve hayatta arılar gibi olduğunu göstermez. Burdaki benzetme yö-. nü arıların kovanından çıktığı gibi ruhların da surdan çıkacaklarıdır.
Nitekim âyet-i kerime de:
(Kabirlerden çıkarlar… Sanki dağılan çekirgelerdir) (22) denilmiştir.
Cüveybirin Tefsirinde, bu hadis şu ilâve ile nakledilmiştir:
…Bunun üzerine müminlerin ruhları Cabiyeden gelir. Kâfirlerin ruhları ise Bürhüt vadisinden gelirler. Ruhlar, birinizin devesini bulduğundan daha kolay cesedini bulur. Ruhlar o gün siyah ve beyazdırlar. Müminlerin ruhları(23)
Onuncu Mesele
İbn Mende, İbn Abbâs (radıyallahü anhüma) ’dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
İnsanlar arasında davalar bitmez. Hattâ ruh ve cesed davalaşırlar. Ruh cesede der ki;
(Sen yaptın!) Cesed de ruha der ki:
(Hayır sen emrettin ve Sen plan kurdun.) Allah onların da hükmetmek üzere bir melek gönderir. Onlara der ki:
Sizin misâliniz şu iki adama benzer:
Biri kör, diğeri kötürüm iki adam vardı. Bir bahçeye girdiler. Kötürüm dedi ki, meyveler görüyorum, fakat elim ulaşmıyor. Kör dedi ki
Bana bin. Kötürüm ona bindi, meyveleri aldılar.
İşte ey ruh ve beden! Söyleyin? Bunların hangisi sorumludur? Ruh ve beden:
İkisi de sorumludur, derler. Melek:
— İşte aleyhinize hükmettiniz, der. Demek, vücut ruhun bineğidir.
Darekutni ….da Enes (radıyallahü anh) ‘nın hadisinden merfuan yukardaki hadisin bir benzerini nakletmiştir: Onun ibaresi şöyledir:
Kıyamet gününde ruh ve cesed birbirinden davacı olurlar. Cesed der ki:
Ben yere atılmış bir dal gibi idim; ruh olmasaydı ne elimi ne ayaklarımı hareket ettirmezdim… Ruh da der ki:
Ben yalnız latif bir şey idim. Cesed olmasaydı hiç bir şey yapamazdım. Sonra onlara kör ve kötürümün misali getirilir.
Selman (radıyallahü anh) ‘dan mevkûfen rivayet edilen şu rivayet buna delil olur. Abdullah b. İmam Ahmed Zevaidüzzühd) de onu rivayet etmiştir, ibaresi ise şöyledir
Kalb ve cesedin misali, kör ve kötürümün misâli gibidir. Kötü-rüm köre dedi ki:
Ben meyve görüyorum, fakat ulaşamıyorum. Beni yüklen o da yüklendi, aldı, yedi ve köre de yedirdi.
Bu rivayet gösteriyor ki, ruhun yeri kalbdir. Doğruyu ancak Allah bilir. Herşeyin mercii O’dur.
(2) lsra, 85
(7) Fecir, 27
(8) Naziat, 40
(9) Zümer, 42
(10) Secde, 11
(11) Zümer, 42
(14) Araf, 172
(15) Dehr, 1
(17) Rahman, 26.
(20) Şems, 7
(21) İnfitar, 7
(22) Kamer, 7.