Sual: Musa Carullah Bigiyef (Kaza ve kader bilgisi karşısında boynu bükük, elinde bir şey olmadığına inanan müslümanlar, asırlarca korku altında yaşayarak, orta çağlarda, Avrupada kırbaç altında titreyen esirler gibi, muti, zelil, yaltakçı ve yalancı oldular. Osmanlıları fenalığın bu derecelerine kadar sürükleyen sebep, dindeki kaza, kader, tevekkül, kanaat etmek ve müslüman olmak için, yalnız kalple inanıp bunu kısaca söyleyivermek hususları imiş. Kaza ve kader ile tevekkül, müslümanların azim ve irâdesini yok etmiş, çalışmalarına, varlıklarına güveni kaldırarak, işkencelere ve her türlü aşağılığa katlanmak derecelerine düşürmüş. Aza kanaat etmek, milleti tembel yapmış. İmanın bu kadar basit olması da, müslüman olmak için, medeni ve ahlaki meziyetlerden hiçbirinin lazım olmadığı ve her kötülükle imanın birleşebileceği fikrini doğurmuş, hem tembelliğe, hem de ahlaksızlığa yol açmıştır)
(Mümin; hayrın da, şerrin de, Cenab-ı Hak tarafından ezelde takdir edildiğine inanır. Biz kuluz. Kulun elinden bir şey gelmez. Her şeyi yapan Allahtır. Kul, kaderi değiştiremez. Mesela, rızk ezelde ayrılmıştır. Ne yapsak, bunu değiştiremeyiz. Ortada bir tehlike var. Allah isterse, bu tehlike bize dokunur, istemezse dokunmaz. Mümin için Allaha tevekkülden başka çare yoktur) diyor. Böylece İslamiyetin temel inançlarını sarsmak istiyor. Buna ne cevap vermek lazım?
Cevap: Müslümanların kaza ve kader inanışları doğrudur. Tevekkülü ve kaza ve kaderi yanlış anlayan cahiller gibi, reformcu da, bunları anlayamamış, daha doğrusu, kaza ve kader bilgisini bozmaya çalışmaktadır. Şu kadar var ki müslümanlar yanlış anlasa da, beğeniyorlar. Reformcu ise, beğenmemektedir. Müslümanlar, böyle inandığı için tembel oluyor denirse, ibadetlerinde de tembel olmaları lazım gelir. Çünkü, insanın elinden hiçbir şey gelmediğine inandığı için tembel olan kimse, dünya işinde tembel olduğu gibi, ahiret vazifelerinde de tembel olur. Müslümanlık insanın dünya işlerinde elini, kolunu, ihtiyarını ve irâdesini bağlı tutuyorsa, ahiret işlerinde de bağlı tutar. Böyle inanan kimselerin namazlarına, oruçlarına varıncaya kadar bütün ibadetlerinde tembellik ettiklerine de reformcular inanıyor mu? İnanıyorlarsa, niçin biraz da bu tembellikten şikayet etmiyorlar? Bu tembelliği ağızlarına, kalemlerine almamaları, müslümanların ahiret işlerinde, kaza ve kadere inanmadıkları için mi, yoksa reformcuların o tarafa ehemmiyet vermedikleri için midir?
Hepimiz biliyoruz ki şimdiki müslümanlar, dini vazifeleri yapmakta da, tembel olmuşlardır. Bu tembellikleri de, dini sevdikleri için olmaz ya! Müslümanlarda dine bağlılık kuvvetli olsa idi, dini vazifelerinde, ibadetlerinde gevşek davranmazlardı. Bu tembellik müslümanlara nereden gelmiş? İyi incelenirse, canımızın kıymetli ve istirahatın tatlı görünmesinden, yani nefse uymaktan ileri geldiği anlaşılır. Cahillik de, buna eklenmiş. Cennetteki kıymetli hayatlara ve devamlı istirahatlara kavuşmak için, çalışmak ve fedakarlık lazım olduğunu anlamaya da cehaletimiz mâni olmuş. O hâlde, din-i İslamın yüksek ve kıymetli hakikatlerini, bu tembelliğe sebep göstermek, çok haksız ve yersiz bir iftira olur. Hele tabasbus, riyakarlık, yaltakçılık ve yalancılık gibi kötülükleri kaza ve kadere yükletmek, çok çirkin bir iftiradır. Bu kötülükler, menfaatten, yani dini bırakıp, dünyaya sarılmaktan, dinin ahlak kaidelerinden sıyrılmaktan ileri gelmektedir. Kısaca, ahlaksızlıkların başı, dinsizlik ve cahilliktir. Allaha tevekkül eden ve kadere inanan kimse, yaltakçılığa ve yalancılığa tenezzül etmiyeceği gibi, kaderde olmayan menfaatlerin bu yollardan elde edilemeyeceğine de, inanır. Faydanın ve zararın Allahtan geleceğine inanan kimse, kullara boyun eğer mi? Kimseye yaltakçılık yapar mı? Halbuki kaza ve kadere inanmayıp, yalnız sebeplere yapışanlar ve bunların gayri meşru ve kötü olanlarına da sarılanlar, o derekelere inerler. (Müslümanları ahlaksızlaştıran şey, tevekkül ve kadere iman değilse de, bunları yanlış anlamak değil midir?) suali de yersizdir. Fenalıklar, ahlaksızlıklar, tevekküle ve kadere imanın herhangibir şekilde anlaşılmasından hâsıl olamaz. Çünkü, kaza ve kadere iman ve bu kötülükler birbirinin zıttıdır. Aralarında hiçbir bağlılık yoktur. Tevekkül ve kader bilgilerinin yanlış anlaşılması bile bu kötülüklere sebep olmaz. Bu fenalıkları, ahlaksızlıkları, tevekkülün ve kadere imanın yokluğunda aramak lazım iken, bunlar arasında herhangi bir yoldan bağlılık arayan ağızlara ve kalemlere yazıklar olsun! Müslümanların hastalıklarını böyle tersine mi teşhis ediyorlar? Kötü isteklere kavuşmak isteyen yaltakçıların, yalancıların tevekkülünden, kadere imanından şikayet etmemeli, onlara tevekkül ve kadere iman tavsiye etmelidir. Bakınız Fahr-i âlem efendimiz hadis-i şerifte ne buyuruyor:
“Allahtan korkun da, istediğiniz şeylere kavuşmak için, iyi sebeplere yapışın. Kötü sebeplere yanaşmayın! Kudretinde ve irâdesinde bulunduğum Allahü teâlâya yemin ederim ki hiçbir kimse, ezelde ayrılmış olan rızkını tamam almadıkça, dünyadan ahirete gitmez.”
İslam düşmanlarının ağızlarında sakız gibi çiğnedikleri sözlerden biri de: (Âlimler, milleti para kazanmaya teşvik etmiyorlar. Dünyanın faniliğini söyleyerek, müslümanları yaşamaktan soğutuyorlar) demeleridir. Halbuki din âlimlerinin vazifesi, müslümanlara, anadan doğar doğmaz meme aradıkları gibi, sevk-i tabii, içgüdüleri ile bilecekleri, anlayacakları ihtiyaçlarını, menfaatlerini, kısacası tabii vazifelerini öğretmek değildir. Para kazan, aç kalma, karnını doyur, lokmayı ağzına koy, yorulunca dinlen… gibi nasihatları insanlara değil, hayvanlara bile bildirmeye lüzum yoktur. Din âlimlerinin vazifesi dünya menfaatlerini elde ederken, ahireti unutmamak, hak ve adaleti gözetmek, nefse uymamak ve çalışırken, Allaha güvenmek, gevşeklik yapmamak, böylece kendi kuvvetine manevi bir kuvvet de eklemek gibi faydalı ve ışıklı yolları insanlara göstermektir.
Sual: Müslümanlar kaza ve kaderi ve tevekkülü yanlış anlayarak tembel olmuşlar, sonra ahlakları da bozulmuş. Böylece fenalıklara sürüklenmişler değil mi?
Cevap: Bu söz doğru olabilir. Müslümanlarda yaltakçılık ve yalancılık gibi hallerin hâsıl olması, kaza ve kaderi ve tevekkülü büsbütün unutmalarına sebep olur. Artık bunların yanlış anlayışlarını düzeltmek değil de, bunlara yeniden inandırmak lazım olur. Böyle yapmayıp da, kader ve tevekkül kötülenirse, bunlardan büsbütün soğutulmuş olurlar. Kaza ve kaderi ve tevekkülü kötülememeli, tembellerin fenâ hareketlerini kötülemelidir.
Tevekkül, müslümanlarda bir zaf değil, bir kuvvettir. Müslümanlar, dinimiz emrettiği için tevekkül ediyor. Tevekkülü emreden İslamiyet, tembelliği men’ etmektedir. “Allah yolunda, yani doğru yolda mücahede ediniz!” ve “Yükü en büyük olan insan, mümindir ki hem dünyasını, hem de ahiretini düşünmekte ve ikisi için de çalışmaktadır.” mealindeki âyet-i kerimeler ve “Allahü teâlâ aczi, gevşekliği mazur görmez. Aklını ve zekanı kullanmalısın! İşin ehemmiyeti seni mağlub edecek gibi olsa bile Allahın yardımı bana yeter diyerek çalışmaya devam etmelisin!” hadis-i şerifi buna şahittir. “Deveni bağla ve Cenab-ı Hakka tevekkül et!” hadis-i şerifi, hem tevekkül etmek, hem de çalışmak lazım olduğunu açıkça bildiriyor. Yani, tevekkül, Allahtan yardım bekleyerek, güçlükleri yenmek demektir. Yoksa masonların dediği gibi, güçlükleri terketmek değildir. İslam âlimleri İslamiyetin bu emirlerini, her asırda, her memlekette söylemişler ve kitaplarında yazmışlardır.
Tevekkül, iş yapmayıp tembel olmak için değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül olunur. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için tevekkül olunur. “Bir işe başladığın zaman, Allahü teâlâya tevekkül et, Ona güven!” mealindeki âyet-i kerime, bu sözümüzü ispat etmektedir. Bu âyet-i kerime, tevekkül ile beraber, yalnız çalışmak değil, çalışmanın üstünde olan azim de lazım olduğunu gösteriyor. Demek ki her müslüman çalışacak, azmedecek, sonra da Allahü teâlâya güvenecektir.
Dinde reformcular, insan nefsine güvenmelidir, diyor. Müslümanlar ise, insan yalnız Allaha güvenmelidir diyor. İslam düşmanları, tevekküle inanmadıklarından, tevekkülden alınan kuvvet ve cesaretin yerini boş bırakmamak için, nefse güvenmek kelimesi ile bu ihtiyacı karşılamak zorunda kalıyorlar. Görülüyor ki tevekkül, müslümanlar için lüzumsuz bir şey değildir. Tevekkül edilecek, güvenilecek bir şey lazımdır.
Tavsiye Yazı –> Türbe Yapmak Caiz Midir?