İmâm-ı Muhammed Mâ’sûm “rahime-hullahü teâlâ” 2. cildin, 106. mektubunda buyuruyor ki:
(Lâ ilâhe illallah) güzel sözünü çok söyleyiniz! Bu zikri, kalp ile birlikte yapınız. Bu mübarek söz, kalbin temizlenmesinde pek faydalıdır. Bu güzel sözün yarısı söylenince, Allahtan başka her şey yok edilmiş olur. Geri kalan yarısı söylenince de, hak olan mâbudun varlığı bildirilmiş olur. Tasavvuf yolunda ilerlemek de, bu ikisine kavuşmak içindir. Hadis-i şerifte, “Sözlerin en kıymetlisi, Lâ ilâhe illallah demektir” buyuruldu. Çok kimse ile görüşmeyiniz. Çok ibâdet yapınız. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” sünnetlerine sıkı sarılınız! Bidatlerden ve bidat sahiplerinden ve günah işlemekten çok sakınınız! İyi işleri, iyiler de, kötüler de yapabilir. Fakat kötülüklerden yalnız Sıddîklar sakınır.
Helaldan olan çok kıymetli elbiseler giymek, tasavvuf yolcularına zarar verir mi diyorsunuz. Fenâ derecesine kavuşup, kalbinin, Allahtan başka, hiçbir şeye bağlılığı kalmayan kimsenin elinde, üstünde olan şeyler, onun kalbinin, zikretmesine mâni olmaz. Onun kalbinin, dış organları ile ilgisi kalmamıştır. Uyku bile kalbinin zikretmesine mâni değildir. Fenâ makâmına varamamış olan böyle değildir. Bunun zâhir organları, kalbi ile ilgilidir. Fakat bunun da yeni, kıymetli elbisesi, kalbinin çalışmasına mâni olur denilemez. Din büyükleri, Ehl-i beyt imamları, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ve Abdülkâdir-i Geylânî “rahime-hümullahü teâlâ”, çok kıymetli elbise giymişlerdir. (Hazane-türrivaye) ve (Metalib-ül-müminin) ve (Zâhire) kitapları, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” bin dirhem gümüş kıymetinde cübbe giydiğini bildiriyorlar. 4.000 dirhem gümüş değerinde cübbe ile namaz kıldığı görülmüştür. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe “rahime-hullahü teâlâ” talebesine yeni ve kıymetli elbise giymelerini söylerdi. Ebû Saîd-i Hudri’ye “radıyallahü teâlâ anh” soruldu ki yemekte, içmekte ve giyenmekte olan bu değişikliklere ve yeniliklere ne dersiniz? Helal para ile olur ve gösteriş ve riya için olmazsa, hepsi Allahü teâlânın ihsan ettiği nimetleri göstermektir, buyurdu.
Allahtan başka bir şeyi sevmek iki türlü olur: Birincisi, bir mahluku kalp ile ve beden ile birlikte sevmek, ona kavuşmak istemektir. Câhillerin sevmeleri böyledir. Tasavvuf yolunda çalışmak, kalbi bu sevmekten kurtarmak içindir. Böylece, kalpte yalnız Allah sevgisi kalır. İnsan, şirk-i hafîden kurtulur. Görülüyor ki tasavvuf, insanı şirk-i hafîden kurtarmak içindir. “Ey îman sahipleri! İman ediniz!” mealindeki âyet-i kerimede emrolunan imana kavuşmak içindir. Enam sûresinin 120. âyet-i kerimesindeki “Organlarla açıkça işlenen ve kalp ile yapılan günahları terkedin!” mealindeki emir, kalbi Allahü teâlâdan başka şeylere bağlılıklardan kurtarmak lazım olduğunu göstermektedir. Allahtan başkasına tutulmuş olan bir gönülden ne iyilik gelir? Allahü teâlâdan başkasını özleyen bir ruhun Allah yanında hiç kıymeti ve ehemmiyeti yoktur.
Sevginin ikincisi, yalnız organların sevmesi, istemesidir. Kalp ve ruh, Allahü teâlâya bağlanmıştır. Ondan başka hiçbir şey bilmezler. Böyle olan sevgiye (Meyl-i tabiî), iç güdü denir. Bu sevgi, yalnız bedenin sevmesidir. Kalbe, ruha bulaşmamıştır. Bu sevgi, bedendeki maddelerin ve enerjinin özelliklerinden, ihtiyaçlarından ileri gelmektedir. Fenâya ve bekâya kavuşanlarda ve yüksek derecelerdeki Evliyâda “rahime-hümullahü teâlâ” mahluklara karşı bu sevgi bulunabilir. Hatta hepsinde vardır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” serin ve tatlı içmeyi severdi. “Dünyanızdan 3 şey bana sevdirildi” hadis-i şerifini herkes işitmiştir. (Şemail) kitapları diyor ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” (Bürd-i yemani) denilen pamuk ve ketenden yapılmış elbiseyi severdi.
Nefs, fenâ ile şereflenince ve itminana kavuşunca, kalp, ruh, sır ve hafi ve Ahfâ denilen 5 latîfe gibi olur. Nefs böyle olunca, yalnız bedendeki maddelerin ve ısı ve hareket enerjisinin kötü isteklerine karşı cihat edilir. “His organları ile duyulan duygular, temiz kalplere ve temizlenmiş nefslere de tesir eder” buyuruldu. Başkalarına tesirini, bu hadis-i şeriften anlamalı.
Bidat sâhibi olanın ve rüşvet yiyenin ve başkasının hakkını alanın ve günah işliyenin evine gitmek, onun verdiğini yemek câiz olur mu diyorsunuz? Gitmemek ve yememek iyi olur. Hatta, tasavvuf yolunda olanlar için, bundan sakınmak lâzımdır. Zaruret olunca, câiz olur. Haram olduğu bilinen şeyi yemek haramdır. Helal olduğu bilineni yemek helaldir. Bilinmiyorsa, şüpheli ise, yememek iyi olur.
Sual: Tasavvuf bidat mıdır? Yahudilerin uydurması mıdır?
Cevap: Allahü teâlâyı tanımaya çalışmak, bunun için, tasavvuf yolunu bilen ve gösteren bir Rehber aramak ve ona uymak, İslamiyetin emirlerindendir. Allahü teâlâ, “Ona kavuşmak için vesile arayınız!” buyurdu. Talebenin Mürşitten feyiz ve mârifet alması, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” zamanından bu zamana kadar yapılagelen ve her müslümanın bildiği bir şeydir. Tasavvuf büyüklerinin sonradan ortaya çıkardığı bir şey değildir. Her mürşid kendisini yetiştiren kamile bağlanmıştır. Bu bağlanışları, Resûlullaha “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” kadar uzanmaktadır. Ahrârîye büyüklerinin bağlantı dizisi, Resûlullaha, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” ile ulaşmaktadır. Başka yolların dizisi ise, hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” ile ulaşmaktadır. Buna bidat denilebilir mi? Evet, mürşid, mürid gibi isimler, sonradan çıktı. Fakat kelimelerin, isimlerin değeri yoktur. Bu isimler olmasa da, mânâları ve kalplerin bağlılığı yine vardır. [Vehhâbîlerin fethü’l-mecid isimli kitabı da, “kelimelere bakılmaz. Manalara bakılır” demektedir]. Tasavvuf yollarının ortak olan temel işi, zikir yapmasını öğretmektir. Bu ise, dinimizin emrettiği bir şeydir. Sessiz zikretmek, sesle yapmaktan daha kıymetlidir. Hadis-i şerifte, “Hafaza meleklerinin işitmediği zikir, hafazanın işittiği zikirden 70 kat daha kıymetlidir” buyuruldu. Hadis-i şerifte övülen zikir, kalp ile ve öteki latîfelerle yapılan zikirdir. Resûlullahın, Peygamber olduğu kendisine bildirilmeden önce, kalp ile zikir yaptığı, kıymetli kitaplarda yazılıdır. Tasavvuf bilgilerine bidat demek ve yahudi uydurması demek, (Buhârî) hadis kitabını ve (Hidaye) fıkıh kitabını okumak bidattır demeye benzer. 106. mektuptan tercüme burada tamam oldu.
KAYNAK: Kıyâmet ve Âhıret