Ma’lûm olduğu üzere, ilmi yaymak, en fazîletli ve en üstün ibâdet. İlmi yayan zâtın müşfik [şefkatli], nasihât edici olması, talebeleri kötü ahlâktan koruması ve lâyık olduğundan dahâ fazla bir şerefe âit olmak şevk ve arzûsundan, gücünün üstünde bir çalışmaktan sakındırması, ilim öğrenmekle [hizmet etmek maksadı ile] başa geçmeyi ve övünmeyi düşünen talebeleri böyle düşüncelerden men etmeyip, riyâset ve iftihârın ancak ilim ve kemâl ile edileceğini bildirerek, talebeleri ilim ve kemâl elde etmeye teşvîk etmesi, ilmi yaymanın âdâbındandır. Allahü teâlâ riyâseti, başa geçmeyi, dînin ve ilmin muhâfazası için yaratmıştır. Bu sebeble, “riyâset olmasaydı, ilim metâı, i’tibâr ve terakki pazarında lâyık olduğu değeri bulamazdı” denilmiştir. Talebenin sakındırılması lâzım gelen şeylerden men edilmesi istenince, açıktan men edilmeyip, dolaylı olarak men edilmesi de, ilmi yaymanın ve öğretmenin şartlarından ve âdâbındandır.

İlim öğrenmek isteyenlere, önce din ve dünyâları için en çok muhtâç oldukları ilimlerin öğretilmesi ve öğretirken, zekâ ve kâbiliyetlerine göre en güzel tertîbe ri’âyet edilmesi, rüşd ve isti’dât sâhibi olanlardan ilmi esirgememek ve ehil olmayanlara ilim öğreterek ilmi zâyı’ etmemek, ilmi yaymanın şartlarından ve âdâbındandır.

Beyt:
Câhillere ilim öğreten ilmi zâyı’ eder,
lâyık olanlardan ilmi esirgeyen zulmeder.

Bu beytde ifâde edildiğine göre, ehil olmayanlara ilim öğreterek cömertlik edilmesi, ilmi zâyı’ eylemek olduğunun, şer’an kötülendiği gibi, ilme lâyık olanlara da ilmi öğretmemek, onlara zulmetmek olacağından, bu da şer’an kötülenmiştir.

Tasavvuf ehlinin sözlerini, insanların avâmına yaymaktan sakınmak da, ilmi yaymanın âdâblarındandır. Çünki, tasavvuf ehlinin sözlerini dînin esâslarına uygun olarak anlamakdaki avâmın ma’lûm olan aczleri ve noksanlıkları i’tikâdlarının bozulmasına, ilhâda ve zındıklığa sebep olur. Buna göre avâmı, zâhir ibâdetleri öğrenmeye teşvik, irşâd etmelidir. Onlarda herhangi bir sûretle meydâna gelen şüpheyi iknâ edici sözlerle gidermelidir. Kendilerine ince ve derin bilgilerden bahsetmemelidir. Din bilgilerini çok iyi öğrenmiş olan zekî kimselere, zekâları defalarca tecrube edildikten sonra, ince ve derin bilgileri açmak câizdir.

Tenbîh: İlim talebelerinin karşısında, tasavvuf ehlinin manâsı kapalı sözlerinden, onların garîb ve şaşılacak hâllerinden, anlayış ve idrâklerinin kavrayamayacağı şeyleri inkâr etmekten ziyâdesiyle sakınmalıdır.

İlmi yayanların, öğretenlerin, sözleri işlerine muhâlif olmamalıdır, yanî ters düşmemelidir. Sözleri işlerine uymayan kimselerden herkes nefret eder. Çünki insanların çoğu, sözü söyleyenin hâllerine dikkat eder. Her ne kadar muhakkıkîn ve akıllı kimseler, sözü söyleyenin hâline değil, sözüne bakar ise de, böyle kimseler cem’iyyet içinde çok nâdirdir. Buna göre ilmi yayan zâtın sözü işine uygun ve güzel sıfatlara sâhip olmasının lüzûmu açıktır.

Âlim olan zâtın takvâ sâhibi olması, yanî işlerinde ve hareketlerinde islâmiyyete tam uyması lâzımdır. İlmi öğreten ve yayanların, takvâ üzere olmaları, talebelerin zâhiren ve bâtınen [bedenen ve rûhen] tam istifâde etmelerini sağlar.

Muallim ve müderris olan zât [İlim öğreten hoca], ilim öğretirken, kızgınlığını söndürmesi, yanî ders sırasında meydâna gelen gadab ve hiddetini teskîn etmesi, ciddiyetten uzak sözlerden, lüzûmsuz tavır ve hareketten, kahkaha ile gülmek gibi hâllerden sakınması lâzımdır.

Muallimin, talebenin anlayış ve dirâyetini imtihân maksadıyla, uygun latîfeler yapmasında mahzûr olmadığı, âlimler tarafından bildirilmiştir.

İlimde mücâdele ve hakkı kabûl etmek husûsunda büyüklenmek, aslâ câiz olmadığı gibi, gerek ilim öğretirken ve gerek karşılıklı konuşmalarda ve münâzaralarda bir ilmi diğer ilme karıştırmak da doğru değildir.

Yaşı küçük olanları ilim öğrenmeye, bilhâssa ezbere teşvîk etmek, bunlara anlayabilecekleri kadar ilim öğretmek ve ilme yeni başlayanlara zor olan meseleleri anlatmamak, ilim tahsîlini tamâmlamak üzere olanlara ise, açık ve anlaşılır meseleleri anlatmamak, suâllere şiddet ve hiddet ile cevâp vermemek, talebeye karşı mugâlata yapmamak, talebenin müşkil meseleleri anlamaya gücünün yeteceği bilindiği hâlde, böyle meseleler üzerinde çok durarak anlatmak, kâbiliyyetleri ilmî inceliklere yetmeyenlere din ve dünyâları için en mühim olan bilgiler öğretilerek, böylelere ticâretle ve nâfile ibâdet ve ta’âtlarla meşgûl olmalarını tavsiye etmek, ilmi yaymanın, ilim öğretmenin mühim şartlarındandır. Fakat talebelerin sâhip oldukları kâbiliyyeti ve öğrenme gücünü tam anlayabilmek için, tecrube ve imtihân müddetini 3 sene kadar uzatmalıdır.

İlmi yaymanın edeplerinden biri de, ilim öğreten zâttan bir mesele sorulduğunda, şâyet o âlimin o meselede şüphesi varsa, “Lâ edrî: bilmiyorum” diye cevâb vermelidir. “Lâ edrî” sözü ilmin yarısıdır. Çünki cehl bilmemek demektir. Bilmediğini bilmek ise ilimden sayıldığından, “Lâ edrî” diyene ilmin yarısını nisbet etmek doğru olur.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler