Kırâat ilmi, Allahü teâlânın kelâmı Kur’ân-ı kerîmin nazmının şekillerinden bahseden bir ilimdir. Tevâtür hâlinde gelen farklı okuyuşları bildirir. Arabî ilimlerden de faydalanır.
Kırâat ilminin temeli, Kur’ân-ı kerîmin tevâtür yoluyla gelen okunuş şekilleridir.
Kırâat ilminin gâyesi, Kur’ân-ı kerîmin okunuşu ile alâkalı olarak tevâtür yoluyla gelen farklılıkların zabtına, elde edilmesine meleke kazanmaktır.
Kırâat ilminin faydası: Allahü teâlânın kelâmının tahrîf ve tagyîrden [değiştirilmekden] mâsûn ve mahfûz olmasıdır [korunmasıdır]. Yine kırâat ilmi, şöhret derecesinde olan ve tevâtür mertebesine ulaşmayan farklı okuyuşlar bakımından da, Allahü teâlânın kelâmının nazmının şekillerinden bahseder. Buna göre kırâat ilminin esâsları, yâ şöhret derecesine ulaşmış olan kırâatlerdir veyâhud güvenilir bir râvî tarafından rivâyet edilen kırâatlerden ibârettir.
Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın kelâm-ı kadîmi olup, Rûhul-emîn, yanî Cebrâîl aleyhisselâm vâsıtasıyla Seyyidil Mürselîn “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimize indirilen, mushaf-ı şerîfde yazılmış, kalblerde muhâfaza edilmiş, ümmet arasında Peygamber efendimizin bi’setinden günümüze kadar tevâtür yoluyla nakledile gelmiştir.
Eshâb-ı kirâm “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, Peygamber efendimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” Kur’ân-ı kerîmin bazı lafızlarını ve harflerinin okunuşlarını almışlardır. Böylece “kırâat-i seb’a” adıyla bilinen yedi kırâet, ümmet arasında güvenilir zâtlar tarafından tevâtür yoluyla nakledilerek gelmiştir. Bu yedi kırâat yolu, Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü anhüm” nakl ve rivâyet edilerek, meşhûr olan âlimlerden büyük bir topluluk tarafından nakledilmişdir ve kırâat ilminin temeli olmuştur.
Bundan sonra kırâat-i seb’a üzerine başka kırâatler de ilâve edilmiştir. Fakat bunlar, nakl ve rivâyetindeki kuvvetlilik bakımından kırâat-i seb’a derecesine ulaşmamıştır.
Bazı âlimler, yedi kırâatin tevâtür yoluyla gelmesi husûsunda cumhûra [âlimlerin çoğunluğuna] muhâlefet ettiler. Bu yedi kırâatin, harflerin okunuşlarından ibâret olması sebebiyle, bunları dinleyerek öğrenip, rivâyet etmenin mümkün olmadığını bildirdiler. Fakat okumakda tevâtürün kesilmesini Kur’ân-ı kerîmin nazmının tevâtürüne mâni saymadılar.
Âlimlerin çoğu bu görüşü kabûl etmeyip, Kur’ân-ı kerîm lafızlarıyla ve okunuşu ile mütevâtirdir, dediler. Âlimlerden başka bir topluluk da kırâat-i seb’adan, med ve teshîl gibi harflerin okunuşlarıyla alâkalı olmayan rivâyetlerin tevâtür yoluyla geldiğini kabûl ettiler. Okuma keyfiyetine dinlemek ile vukûf mümkün olmadığından, okunuş şekli tevâtür yoluyla gelmemiştir, dediler. Bu sözün doğru olduğuna bazı âlimler işâret buyurmuştur.
Kurrâlar ve hâfızlar, kırâat tarîklerini [yollarını] nakledip, her asırda birbirlerine ulaştırdılar. Ne zamân ki ilimler, südûrdan sütûra [gönüllerden satırlara], nakledilerek derlenip toplanınca, kırâat ilmi de husûsî bir ilim sayıldı ve diğer ilimler gibi yazılarak kayd edilmekle, yüksek ilimlerden müstakil bir ilim oldu.
Benî Âmir kabîlesinin mevâlisinden olan Mücâhid “rahmetullahi aleyh” kırâat ilminde mâhir ve kâmil idi. Bunun gibi Ebû Amr Dânî de kırâat ilminde kemâl derecesine ulaşdı. Onun bu ilme dâir te’lîf ve tasnîf ettiği kitâblardan “Teysîr” adlı kitâbı, son derece faydalı olduğundan, kırâat âlimleri o kitâbı kaynak olarak aldılar. Ebû Amr’ın zamânına yakın asırda Şatıba beldesinde Ebûl Kâsım bin Feyre yetişti ve Ebû Amr Dânî’nin kitâblarını büyük gayret sarf ederek kısalttı. Hâlen kırâat âlimleri arasında “Hırz-ül-emânî” adıyla bilinen meşhûr imâm-ı Şâtıbî, Kasîde-i Lâmiyesinde kırâat ilminin kâidelerini şiir hâlinde yazmış, kırâat-i seb’anın râvîlerinin ve mütehassıslarının isimlerine de işâret etmiştir.
İmâm-ı Şâtıbî hazretlerinin zikrolunan kasîdesi, kırâat ilminin kâidelerini ihtivâ ettiğinden, bu ilimle meşgûl olanlar, onu ezberlemeye ehemmiyyet verdi.
Bazı zamânlarda, Kur’ân-ı kerîm ilmine “hat (yazı)” ilmi de ilâve edilerek, nazm ve nesir kitâblar te’lîf olundu.
Hat ilmi, Kur’ân-ı kerîme mahsûs yüksek bir ilmdir. Mushaf-ı şerîfde, Kur’ân-ı kerîmin harflerinin yazılış şekilleri bu ilim ile bilinir. Zîrâ husûsî yerlerde birçok harfler, hat ilminin kâidelerinin dışında yazılmıştır.
Kur’ân-ı kerîmin bazı kelimelerinin yazılışı hat kâidelerine uymadığından, bunların ayrıca yazılmasına ihtiyâç hâsıl oldu. Bu sebeple âlimler, Kur’ân-ı kerîm ilmlerini derleyip topladıkları sırada, Kur’ân-ı kerîme âid olan hat ilmini de derlediler.
Magrib diyârında, Kur’ân-ı kerîm ilminin reîsliği, Ebû Amr Dânî’ye ulaşınca, bu zât Kur’ân-ı kerîmin hattı ilmine dâir kitâplar yazmaya büyük gayret gösterdi. Onun yazdığı kitâbların en meşhûru (Kitâb-ı Mukni’)dir. Bu kitâp herkes tarafından kabûl görüp, münderecâtına [içindeki bilgilere] i’timâd olunmuştur.
Dahâ sonra “Ebûl Kâsım fiâtıbî” hazretleri (Kitâb-ı Mukni’)yi, (Râiye) ismiyle bilinen, meşhûr kasîdesinde şiir hâlinde yazmıştır. Bu kasîdenin ezberlenmesine, herkes tarafından çok önem verildi.