İlim lafzı, dahâ önce zikrolunan şeyler için söylendiği gibi, nahv ve fıkh gibi, sonradan derlenip toplanmış olan ilimler için de söylenir. Aynı şekilde, ilim lafzı, husûsî meseleler için de söylenir. Falan nahvı bilir denildiğinde, o kimsenin, nahv ilmine dâir meseleleri bilir manâsı kastedilir.
İlim, bazen delîllerle meselelerin doğruluğunu ortaya çıkarmaya denir. Bazen de birçok meselenin doğruluğunu ortaya koymakla hâsıl olan melekeye denir. Bu melekeye meleke-i isdihdâr [hâtıra getirme melekesi] denir. Meleke ise, teheyyü-i tâm demektir. Teheyyü-i tâm da, murâd olunan birşey hakkında bilgi istendiğinde, tam cevâb olacak şekilde, bilgi sermâyesine sâhip olmaktan ibârettir.
İlim lafzının hakîki manâsı, sâdece idrâk, anlamak demektir. Bu idrâkin alâkalı bir şey vardır ki, o da ma’lûm yanî bilgidir. İdrâkten sonra meydâna gelen ve devâmlı kalmasına sebeb olan şey, melekedir.
İlim lafzı, yukarıda zikr olunan şeylerin herbiri için, ya hakîkat-i örfiyye veyâhud hakîkat-i ıstılâhiyye veyâ mecâz-ı meşhûr olarak söylenir.
İlim, bazen meselelerin tamâmına, tasavvur ve tasdîkle alâkalı asıllara ve mevzû’lara denir. Bu sebeple âlimler tarafından ilimlerin, bu üç unsûrdan ibâret olduğu beyân buyurulmuştur.
Hakîkat ve mecâz kelimeleri hakkında bazı ma’lûmât:
Hakîkat, “feîle” veznindedir. “Hakkaş ‘şey’ü”: Şey sâbit (mevcûd) oldu, cümlesinden alınmış olup, sâbit olmak, var olmak manâsındadır. “Feîle” vezni “fâile” manâsında olup, “Hakîk” demekdir. Hakîk ise, mevcûd olan manâsınadır. Hakîkat kelimesinin sonundaki (ta) harfi ise, allâme kelimesinde bulunan (ta) harfi gibidir. Bu (ta) harfi kelimenin sıfatlıktan isimliğe nakli için olup, tâ-i te’nis (müenneslik) (ta)sı değildir.
“Hakkaşşey’ü: Şey mevcûd oldu”, diğer bir ifâde ile “Mâbihişşey’ü: Bir şeyin kendisi ile var olduğu şey.” “Hüve, hüve: O odur” demekdir. İnsana nisbetle hayvan-ı nâtık [düşünen hayvan] gibi.
(Hak), Allahü teâlânın ism-i şerîflerindendir. Sâbit ve mevcûd manâsına da kullanılır. O zamân manâsı “eşşey’ül-hakku: Hakîkaten sâbit, mevcûd olan şey” demektir.
(Hak), sıdk ve savâb kelimeleri manâsına da kullanılır. Nitekim, (kavl-i hak: Hak söz) ve (kavl-i savâb: Doğru söz) denir.
(Hak), lügatda, inkârına ihtimâl ve rûhsat [izn] olmayan sâbit, var olan şey manâsınadır.
Hak, ma’nâ ehli ıstılâhına göre, vâkı’a [hakîkate] uygun olan hüküm demekdir. Buna göre, hüküm ifâde eden sözler, i’tikâd, din ve mezhebler için, hak söz, hak i’tikâd, hak din, hak mezhebler için söylenir. Hakkın zıddı bâtıldır. fakat sıdk [doğruluk] kelimesinin ise, bilhâssa hüküm ifâde eden sözler için kullanılması yaygındır. Sıdkın zıddı kizb, yalan demektir. Bazen hak kelimesinde vâkı’a uygunluk bakımından ve sıdk kelimesinde de hükme uygunluk bakımından hak ile sıdk arasında fark bulunduğu söylenmişdir. Bu hâlde, (sıdk-ul-hükm) yanî, hükmün doğruluğu, hükmün vâkı’a uygunluğundan ibârettir. Hükmün hak olması da vâkı’ın hükme uygunluğu demektir.
Hakîkat, kendisi ile asıl konulduğu ma’nâ murâd olunan lafzın ismidir. Istılâhda hakîkat ise, asıl konulduğu manâda kullanılan kelimedir. Bir ıstılâha göre de hakîkat, konuşmada kullanılan kelimedir. Bir ıstılâha göre de, karşılıklı konuşmada kullanılan kelimedir. Bu ıstılâhdaki karşılıklı konuşma ifâdesi ile başka ıstılâhdaki asıl konulduğu manâda kullanılan mecâz, ta’rîfin dışında tutuldu. Salât lafzı gibi. Salât lafzı örfü şer’îde duâ manâsına kullanılmakdadır. Hâlbuki şerî’at ıstılâhında namâz manâsındadır. Eğer şerî’at ıstılâhında duâ ma’nâsında kullanılırsa, o zamân salât kelimesi mecâz olur. Çünki, salât kelimesi lügatda duâ manâsında olmakla berâber, şerî’at ıstılâhında belli rükünler, husûsî zikirlerden ibâret olan namâz manâsına konulmuştur.
Hakîkat, konulduğu ma’nâ üzere kalan lafızlardır. Hakîkat, kat’î ve yakînen sâbit olan şey demektir.
Bu kelime, yerinde, asıl manâsında bir şeyin ismi olarak kullanıldığında, onunla bu şeyin kendisi kastedilir. Çünki, lügatı koyan, o kelimeyi asıl olarak o şey için koymuştur. Meselâ aslan lafzı bilinen hayvan için konulmuştur. Bu durumda hakîkatte kelime, asıl manâsında kullanılmıştır. Mecâz olarak söylenildiğinde ise, asıl yerinde kullanılmamış olur.
Mecâz, asıl manâsından başka bir manâ kastedilen lafzın ismidir. Bununla berâber, hakîkat ile mecâz arasında bir münâsebet bulunması lâzımdır. Cesûr bir kimseye aslan demek gibi. Bu misâlde bahsedilen münâsebet mevcûddur.
Mecâz, “câze: Câiz oldu” lafzından alınmıştır. “Mef’al” vezninde ism-i fâil manâsına olup, müteaddîdir, yanî geçişlidir. “Vâlî” ma’nâsına olan “Mevlâ” kelimesi gibi.
Mecâz denilmesinin sebebi, kelimenin hakîkat mahâllinden mecâz mahâlline geçmesi sebebiyledir.
Hakîkat ma’nâsı ile mecâz ma’nâsı arasında münâsebet olmalıdır ifâdesi ile, asıl konulduğu manânın dışında kullanılan, fakat aralarında münâsebet olmayan kelimeler, mecâzın ta’rîfi dışında bırakıldı. Çünki, hakîkat ile mecâz arasında münâsebet olmadığı takdîrde, buna mecâz denmez. Bu irticâlen düşünmeden söylenmiş veyâ hatâlı bir söz olur.