Felsefecilere ve bazı kelâm âlimlerine göre, bir şeyi bilmek, o şeyin zihinde varlığını îcâb ettirir mi? Yâhud kelâm âlimlerinin çoğuna göre, bir şeyi bilmek, bilen ile bilinen arasında zihinde bir alâkadan mı ibâretdir? Bu mes’elede ihtilâf olundu.
Birinci görüşe göre, bir şey hakkında ilim yanî bilgi hâsıl olunca, o ilimden üç husûs ortaya çıkar. O husûslardan birincisi, hâsıl olan sûretin zihinde hakîkat olmasıdır. İkincisi, o sûretin zihinde şekillenmesidir. Üçüncüsü, o sûret sebebi ile nefsin te’sîr almasıdır [ya’nî etkilenmesidir]. Bu açıklamalara göre, ilmin, bu üç sûretin hangisinden ibâret olduğu hakkında ihtilâf vardır.
Ulemâ ve hükemâdan bir kısmı, ilmin, ancak yukarıda bahsedilen üç sûretten ibâret olduğunu söylemişlerdir. Bu sebeple ilmin keyfiyyet veyâ infiâl veyâ izâfe cinsinden olduğuna dâir ihtilâf edilmiştir. (Keyfiyyet, bir şeyde yerleşmiş olan hâldir. İnfiâl, başka şeyden te’sîr sebebiyle müteessîrde [te’sîr alanda] meydâna gelen durumdur. İzâfe, iki şeyden birinin düşünülmesi, ancak diğer şeyin düşünülmesiyle hâsıl olan, birbirine bağlı olarak tekrâr eden hâldir. Babalık ve oğulluk gibi, yanî baba düşünülünce çocuk da hâtıra gelir. Çocuk düşünülünce baba da hâtıra gelir.)
Alâkalı kitâplarda beyân olunduğu üzere, en doğrusu, ilmin keyfiyyet cinsinden olduğudur.
İlmin zihne âit bir varlık olduğunu kabûl edenlerden bazılarına göre, zihinde meydâna gelen sûret, ma’lûmun (bilinenin) şekli ve gölgesidir. Diğer bazılarına göre ise, zihinde hâsıl olan şey, ma’lûmun mâhiyyetinin kendisidir. Lâkin o şey zillî yanî aslî olmayan varlığı ile zihinde mevcûd olup, bu varlığı bakımından ona sûret (şekil) denilir. Bu sebeble aslî varlık üzerinde meydâna gelen eserler, aslî olmayan varlıkta meydâna gelmez. Aslî varlığa ayn [yanî madde] denir. Onun üzerinde eserler meydâna gelir. Zihne âid olan bu sûret, zihnin dışına göre, ayn-ül-ayn, yanî maddenin kendisi olur. Zihne nisbetle ayn-us-sûret, yanî sûretin kendisidir. Bu sûret, o ilme sâhib olanın zihninde bulunan, zıllî ve şeklîdir. Bununla ma’lûm belli olduğu için, buna ilim denir.
İlim sâhibinin öğrenerek elde ettiği ve zihninde mevcûd olan, mâhiyyete ma’lûm (bilgi) denir. İlim ile ma’lûm, mâhiyyet bakımından birbirinden ayrıdır. İlmin zihinde ma’lûma âit bir zıl ve sûret olduğunu söyleyenlere göre, ma’lûmun cevher [öz] veyâ başka bir cinsten, ilmin ise, keyfiyyet cinsinden olduğundan şüphe ve tereddüt yoktur. Çünki, ilim ile ma’lûm, mâhiyyet bakımından farklıdırlar. Fakat mâhiyyetin bizzat zihinde meydâna geldiğini söyleyenlere göre, cevher [öz] ve arazın [sıfatın, özelliğin] aynı şey ve ilmin ise keyfiyyet cinsinden olduğunda kapalılık vardır.
Müdekkık âlimlerden bazısı, mâhiyyetin değişebileceğini câiz görmüşler. Bu sebeble, bir şeyin hâriçdeki varlığı i’tibâriyle cevher olduğunu, zihindeki varlığı i’tibâriyle o cevherin keyfiyyete dönüştüğünü bildirmişlerdir. Misâl olarak da tuz kaynağında bulunan şeyin tuza dönüştüğünü söylemişlerdir. Bu bahsin muhâkemesi alâkalı kitâplarda büyük âlimler tarafından geniş olarak açıklanmış olduğundan, burada bu kadarıyla iktifa’ edilmiştir.