İlimlerin birbirinden ayrılması, mevzû’larının birbirinden ayrılması ile hâsıl olur. Herbir ilmin mevzû’u, o ilimde araz-i zâtiyyesinden bahsolunan şeylerden ibârettir. Araz kelimesi araz kelimesinin çoğuludur. Araz, bir mahalle, yere muhtâc olan şeydir. Renk gibi. Çünki renk, cisimle berâber bulunur.
Araz, ya bir zâtta [mahâlde] yerleşmiş olur veyâ yerleşmiş olmaz. Zâtta yerleşmiş vaziyyette olan araz, parçaları bulunduğu yerde yerleşmiş olur. Beyâz ile siyâh renkler gibi.
Zâtta [mahâlde] yerleşmemiş olan arazın parçaları mahâllinde bulunmaz. Hareket ile sükûn [hareketsizlik] gibi.
Araz-ı lâzım, mahâllinden ayrılması mümkün olmayan arazdır. Kitâbetin [yazı yazma özelliğinin] insanın mâhiyetinden [düşünen bir varlık olmasından] ayrılmasının mümkün olmaması gibi.
Araz-ı müfârık, mahâllinden ayrılması mümkün olan arazdır. Bu araz, ya sür’atle veyâ yavaş olarak mahâllinden ayrılır.
Sür’atli ayrılan araz, insanda utanmak sebebi ile meydâna gelen kırmızılık [yüz kızarması] ve korkudan meydâna gelen beniz sararması gibi.
Mahâllinden ayrılması yavaş olan araz ise, ihtiyârlık ve gençlik gibi olan arazdır.
Araz-ı zâtî, başka bir şeye katılan, ilâve olan bir şeydir. Bu katılma, araz-ı zâtînin katıldığı şeyin zâtı veyâ cüz’i umûmîsi veyâ cüz’i müsâvîsi veyâ hâriçte o şeye müsâvî olan bir şey sebebleriyledir.
Bir şeye o şeyin zâtı sebebiyle katılan araz, insanda şaşılacak işlerin idrâkının hâsıl olması gibidir. Çünki, insanda bu idrâkın meydâna gelmesi insanın zâtı vâsıtasıyla olmuştur.
Cüz’i umûmî olmak sebebi ile bir şeye katılmış olan araz, insanın bir yerde yerleşmesi gibidir. Bu da cisim olması sebebi iledir.
Mâhiyetin cüz’i müsâvîsi olmak sebebiyle, bir şeye katılan araz, insanda konuşma hâli gibidir. Bunun hâsıl olması da, insanın nâtık olması, düşünen bir varlık olması sebebiyledir.
Katıldığı şeyin, hâriçdeki müsâvîsi sebebiyle hâsıl olan araz, insanda taaccübün hâsıl olması gibidir. Bu da insanın şaşılacak şeyleri idrâk etmek vâsıtası ile olur.
Bu kitâbın gelecek bölümlerinde, ilimlerden ayrı ayrı bahsolunacaktır. O bölümlerde, her ilmin mevzû’u ile, her ilme âit bilgiler mümkün olduğu kadar beyân olunmuş ise de, şimdi burada yeri geldiği için, ilimlerin ekserîsinin mevzû’âtı zikr ve ta’dad olunmuştur [yanî yazılmıştır].
İlm-i Tefsîr-i şerîfin tefsîr ilminin mevzû’u, Kelâmullahdır. [Allahü teâlânın kelâmıdır, yanî Kur’ân-ı kerîmdir.]
İlm-i kırâatin mevzû’u, Kur’ân-ı kerîmin nazmını okuma şekilleridir.
İlm-i hadîs-i şerîfin mevzû’u, akvâl ve ef’âl-i nebeviyyedir. [Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mübârek sözleri ve işleridir.]
İlm-i emârat-ı nübüvvetin mevzû’u, emârât-ı nübüvvetdir. [Nübüvvetin alâmet ve delîlleridir.]
İlm-i usûl-i fıkhın mevzû’u, edille-i şer’iyye-i külliyyedir. [Şer’î hükümlerin, Kitâb, sünnet, icmâ’ ve kıyâs-ı fükahâdan çıkarılışıdır.]
İlm-i şurût ve sicillâtın mevzû’u, yazı ile tesbît edilmiş olan hükümlerdir.
İlm-i ferâizin mevzû’u, tereke ve vârisdir. [Meyyitin bıraktığı malın, vârislerine taksîmidir.]
İlm-i hurûf ve esmânın mevzû’u, hurûf-u hicâiyedir. [Hicâ harfleridir.]
İlm-i Tasavvufun mevzû’u, tehliyye-i zâhir ve tehliyye-i bâtındır. [Zâhirî islâmiyyete uydurmak, bâtını da ma’sivâdan kurtarmaktır.]
İlm-i bâtının mevzû’u, insanın kalbidir.
İlm-i ahlâkın mevzû’u, insanın nefsidir.
İlm-i coğrafyanın mevzû’u, arzdır. [Yer küresidir.]
İlm-i târîhin mevzû’u, ümem ve tavâîftir. [Milletler ve tâifelerdir.]
İlm-i ensâbın mevzû’u, ensâb-ı nâsdır. [İnsanların nesebleridir.]
İlm-i edebin mevzû’u, ta’lîm ve te’âllümdür. [Öğretmek ve öğrenmektir.]
İlm-i tasrîfin mevzû’u, sıga-i mahsûsadır. [Husûsî sıgalardır.]
İlm-i iştikâkın mevzû’u, müfredât-ı kelimâtdır. [Kelimelerdir.]
İlm-i ehâcî ve uğlûtâtın mevzû’u, zâhiren arabî kâidelere uymayan lafızlardır.
İlm-i lügatın mevzû’u, medlûlât-ı müfredâtdır. [Kelimelerin manâlarıdır.]
İlm-i edebin [edebiyyât ilminin] mevzû’u, söz ve yazıda hatâdan sakınmak bakımından arabî kelâmdır.
İlm-i beyânın mevzû’u, vüdûh-ı delâlet-i haysiyyeti ile [delâletinin açıklığı bakımından] arabî lafzdır.
İlm-i bedî’in mevzû’u, mehâsin-i kelâm-ı arabîdir [arabî kelâmı güzelleştiren şeylerdir].
İlm-i muhâdaratın mevzû’u, manâ ve terkîbde hâle ve makâma uygun olarak söz söylemektir.
İlm-i tashîfin mevzû’u, belâgat ehlinin söylediği, kelimât-ı musahhafedir. Yanî harflerin noktalarının değiştirilmesiyle manâsı tamâmen değişmiş olan kelimeler ve sözlerdir.
İlm-i mebâdi’şşi’rin mevzû’u, tergîb ve terhîb hâsıl eden mukeddemât-ı tahyîliyye ile [insanı teşvîk eden ve sakındıran] şiirlerdir.
İlm-i kard-ı şi’rin mevzû’u, şiirin güzelliği ve çirkinliği bakımından şiirdeki kelimelerdir.
İlm-i kitâbetin mevzû’u, harflerin yazılışlarıdır.
İlm-i inşânın mevzû’u, belîg ve fasîh olması, makâma uygun güzel ifâdelerin seçilmesi, îcâb eden kâidelere taşıması bakımından nesir sözlerdir.
İlm-i teressülün mevzû’u, her cem’iyyetin tabi’atına uygun olan ıstılâhlar ve sakınılması îcâb eden ibâreler bakımından kâtib [yazan], mektûb [yazılmış] ve kendisine yazılandır.
İlm-i urûdun mevzû’u, vezin bakımından vezinli sözlerdir.
İlm-i imlâ-yı hattın mevzû’u, arabî yazılar yazılırken ortaya çıkan durumlar bakımından harfler ve yazılış şekilleridir.
İlm-i hattın mevzû’u, tasvîr-i hurûf-ı hicâiyyedir [harflerin yazılışlarıdır].
İlm-i terkîb-i eşkâlin mevzû’u, eşkâl-i besâıd-ı hurûfdur [harflerin şekilleridir].
İlm-i mantıkın mevzû’u, bilinmeyen bir şeye ulaştırması bakımından ma’kûlât-ı sâniyedir. Yanî anlaşılması başkasına muhtâç olan şeylerdir.
İlm-i münâzaranın mevzû’u, iddiâ edilen şeyin delîller ile, başkası için isbât edilmesi bakımından delîllerdir.
İlm-i hikmetin mevzû’u, zihinde ve zihnin hâricinde mevcûd olan eşyâdır.
İlm-i ilâhînin mevzû’u, hâdiselerin mevcûd olması bakımından mevcûddur [varlıkdır].
İlm-i ta’bîr-i rü’yânın mevzû’u, tehayyülât-ı nefsâniyye ile umûr-u gaybiyye arasındaki [hayâller ile gayba dâir işler arasındaki] münâsebetdir.
İlm-i riyâdiyyenin mevzû’u, maddeden tecrîdi, ayrılması mümkün olan maddî şeylerdir.
İlm-i aritmetikin mevzû’u, havass-ı adediyyedir [sayılara âit husûsiyyetlerdir].
İlm-i hisâbın mevzû’u, adeddir [sayılardır].
İlm-i hendesenin mevzû’u, miktârdır, ölçüdür.
İlm-i ta’dîlin mevzû’u, tedâhulü sâatdir [zamânın iç içe oluşu, vakitlerdir].
İlm-i tabîıyyenin mevzû’u, cisimdir.
İlm-i hayevânın mevzû’u, hayvanlardır.
İlm-i nebâtâtın mevzû’u, nebâtâtdır [bitkilerdir].
İlm-i tıbbın mevzû’u, insan bedenidir.
İlm-i etımmenin mevzû’u, ta’âmdır [yiyeceklerdir].
İlm-i teşrîhın mevzû’u, eczâ-ı bedendir [bedeni meydâna getiren parçalardır, yanî organlardır].
İlm-i kehâlenin mevzû’u, çeşm-i insandır [insan gözüdür].
İlm-i evzânın mevzû’u, dirhemler, ûkıyye ve rıtldır.
İlm-i riyâfenin mevzû’u, su akıtmak, su getirmekdir.
İlm-i kıyâfetin mevzû’u, kıyâfet-i insandır [insanın kıyâfetidir].
İlm-i ihtilâcın mevzû’u, insan bedeninin çalışması, hareketidir.
İlm-i ıyâfenin mevzû’u, kaçan hayvanın izidir.
İlm-i milâhanın mevzû’u, gemi ve denizdir.
İlm-i firâsenin mevzû’u, a’zâların şekilleridir.
İlm-i âlât-ı zılliyenin mevzû’u, gölgelerin miktârlarıdır.
İlm-i tedbîr-i menzîlin mevzû’u, müşterek hâllerde, birlikte yaşamakta i’tidâldir.
İlm-i teâbînin mevzû’u, askerlerin eğitimidir.
İlm-i ihtisâbın mevzû’u, şehr halkının idâresidir.
İlm-i mûsıkînin mevzû’u, nâmelerdir.
İlmlerin mevzû’larının temel kâideleri konusuna gelince, insanların saâdeti, her şeyin hakîkatini ve hâllerini, beşerî tâkatın elverdiği [insan gücünün yettiği] kadar anlamaya ve öğrenmeye bağlıdır. Eşyânın, hakîkatleri ve hâlleri ise, pekçok ve çeşitlidir. Bu sebeple, ilk zamânlarda âlimler tarafından eşyânın hakîkatlerinin ve hâllerinin tesbîtine ve bunların kolayca öğretilmesine ehemmiyyet verilmiştir. Bu bakımdan bir veyâ birkaç şeye uygun olan hâller gurub gurub tedvîn olunarak [derlenerek] herbiri ayrı bir ilim kabûl edilmiştir. Bu ilimlerin her birinde ahvâl-i zâtiyesinden [özelliklerinden] bahsedilen şeyler, o ilmin mevzû’u kabûl edilmiştir. Çünki, bir ilmin meseleleri o ilmin mevzû’u ile alâkalıdır. Bu durumda ilmin mevzû’u demek, ilmin meseleleri demektir.
Âlimler, ilmin mevzû’unu, kendisinde ilmin mâhiyetine âit özelliklerden bahsedilen şey diye ta’rîf etmişlerdir. Bundan maksad, ilmin mevzû’unun, ilmin meselelerinin ilmin aslı olmasıdır. Buna göre, aynı mevzû’a âit olan hâller, ayrı bir ilim dalı teşkîl eder. Bu ilim, ortak yönleri bulunan, diğer ilimlerden mevzû’ bakımından ayrılır.
Aynı şekilde, her ilim, gâyesi bakımından birbirinden ayrılır.
Her ilmin yukarıda bahsedildiği gibi, birbirinden ayrılması güzel görülmüştür. Yoksa her mes’eleyi ayrı bir ilim dalı sayarak, derleyip toplamak ve bunları öğretmek aklî olarak uygundur. Yine mevzû’da ortak olmasalar bile, aynı ilim kabûl edilmesinde de aklî bir mâni yoktur.
Birden fazla mes’elenin, mevzû’da ortak olmasının başka bir misâli, bazı husûsların diğer bazı husûslara isnâd edilmesidir.
Yukarıdaki îzâhlardan anlaşıldığına göre, müşterek mes’eleleri derlenen her ilmin hakîkati aynı mevzû’da olduğu gibi, her ilim için ayrı bir mevzû’ ve gâye de vardır.
Mevzû’ ve gâye bakımından her ilim için bir çok mes’eleyi bir araya getiren ortak bir husûs vardır. Buna cihet-i vahde denir. Bir çok mes’ele bu cihet-i vahde sebebi ile tek bir ilim sayılır. İlmlerin mevzû’larına âit ve gâyelerine âit ortak noktaları vardır.
Bu sebeble ilimler bazen mevzû’u ve bazen gâyesi i’tibâriyle ta’rîf olunur.
Mevzû’ i’tibâriyle olan ta’rîf, ilm-i mantığın: “Mantık kendisinde ma’lûmâtın hâllerinden bahsolunan bir ilimdir” diye ta’rîfi gibidir. Yanî mantık bir ilimdir ki, o ilimde ma’lûmâtın ahvâlinden bahsolunur, demek olup, bu hâlde ilm-i mantıkın mevzû’u ma’lûmât olur.
Gâye bakımından olan ta’rîf: “Mantık ilmi, zihni düşünürken hatâya düşmekden koruyan bir kanûndur. Buna göre, mantık ilminin gâyesi, zihni hatâya düşmekten korumakdır.”
Bir veyâ birkaç şeye âit ve mu’teber bir uygunluk ile, birbirine uygun olan hâller, o bir veyâ birkaç şeyin mâhiyetinde ortak iseler, zâtî olurlar. Ortak değil iseler, arazî olurlar.
Zâtî olan hâller, mutlak miktârda ortaklığı olan hat, satıh ve cism-i ta’lîmîdir. Bu hat, satıh ve cisim ta’lîm-i zâtiyyeden olan mikdâr-ı mutlak ile ortak olduğundan, hendese ilminin mevzû’u olan mutlak olarak, miktârın zâtî hâllerinden olur.
Arazî hâllerin misâli ise, ahkâm-ı şer’iyyeyi elde ettirme husûsunda, usûl-i fıkh ilmi ile müşterek olan kitâb, sünnet, icma’ ve kıyâsdır. Çünki bu hâller yabancı, hâricî bir şey vâsıta olmadan doğrudan mâhiyyete dâhil olan zâtî hâllerdir. Ya’nî usûlü fıkhın mevzû’u olan ahkâm-ı şer’iyyenin zâtına âit hâllerdendir.
İlmin bütün mevzû’larına âit hâller ya nefs-ül’emre [hakîkate] âit olur. Yâhud nefs-ül’emrin altında cüz’i, [ona âit bir parça] olur. Yâhud da nefs-ül’emrin araz-i zâtîsi [kendisine âit bir hâl] olur.
Nefs-ül’emre âit olan hâllerin beyânı için, hesâb ilminde sayı, yâ çift yâ tek olur diye ilm-i hesâbdan bir misâl verildiğinde, çiftlik ve teklik sayının zâtına, kendisine âit hâllerinden olur. Burada zât olan şeyin, yanî sayının çift ve tek olması adedin ahvâli olur [hâllerindendir].
Nefs-ül’emrin altında cüz’i olan ahvâlin beyânı için, üç sayısı tekdir diye bir misâl verildikde, üçün tek olması adedin ahvâli olur. Teklik de sayının altındaki ferdlerindendir. Buna göre sayı küllî olur.
Nefs-ül’emrin araz-i zâtîsini beyân etmek [açıklamak] için, “müfred yâ evveldir yâ mürekkebdir” diye bir misâl getirilince, müfredin evvel veyâ mürekkeb olması hâlleri araz-i zâtîdir.
Araz-i garîb denilen araza gelince, bu şaşılacak bir şey vâsıtasıyla mâhiyete dâhil olan arazdan [hâlden] ibâretdir. O araz ya mâhiyyetin dışında ve mâhiyetten dahâ umûmî olur. Yâhud mâhiyyetden dahâ husûsî olur ki, ilimlerde bu arazlardan bahsolunmaz. Misâli şudur ki: mühendis, yuvarlak olan çizgi mi güzeldir, veyâ düz olan çizgi mi dahâ güzeldir, yâhud dâire düz çizginin benzeri midir, yoksa dâire düz çizginin zıddı mıdır diye bakmaz. Çünki, güzellik ve zıdlık hendesenin mevzû’u olan miktârdan ayrı bir şeydir. Yanî miktârın araz-i bâididir (uzak hâlidir). O araz yanî güzellik ve zıtlık miktâra dâhil olan bir arazdır. Lâkin bu arazın miktâra araz (hâl) olması, miktâr olmasından dolayı değildir. Belki bu araz, yanî güzellik ve zıtlık miktârın umûmî olan vasfıdır ki, miktârda bulunduğu gibi diğer zâtıyâtda da bulunur. Bunun diğer bir misâli de, tabîb tarafından yaranın yuvarlak olup olmamasına bakılmaması gibidir. Çünki, cisimde yuvarlaklığın meydâna gelmesi, o cisimde yara bulunması sebebiyle değildir. Bilâkis yuvarlaklık yaradan umûmî olup, yarada bulunduğu gibi, yaradan başka şeyde de bulunur.
Bir ilmin mevzû’u başka bir ilme de mevzû’ olabildiği gibi, bir ilmin mevzû’u diğer ilmin mevzû’undan dahâ husûsî veyâ dahâ umûmî olabilir. Aynı şekilde, bir ilmin mevzû’u diğer ilmin mevzû’una zıt olabilir ve üçüncü bir şeye dâhil olur veyâ bunun tersi de olabilir. Lâkin, iki ayrı ilmin mevzû’ları birbirine mutlak olarak zıt, fakat bir bakımdan ortak yönleri olabilir.
Bu açıklamalara göre, ilmin mevzû’u altı kısma ayrılır.
1. kısım: Bir ilmin mevzû’u diğer ilmin mevzû’u ile aynı olur. Ancak, mevzû’lardan herbiri farklı kaydlarla kaydlanması îcâb eder. Âlem gibi. Âlem şekil bakımından hey’et ilminin [astronominin] mevzû’udur. Tabi’at bakımından ilm-i semâ ve ilm-i âlemin mevzû’udur. Bahsedilen kaydlarla bu ilimler birbirinden ayrılmaktadır.
2. ve 3. kısım: Bir ilmin mevzû’u diğer bir ilmin mevzû’undan ya dahâ husûsî yâhud dahâ umûmîdir. Mevzû’lar arasında umûmîlik ve husûsîlik, ya emr-i zâtîdir veyâ emr-i arazîdir. Ya’nî ya zâta âit ya da o zâtın hâline âid bir husûsdur. Emr-i zâtî, umûmî olanın husûsî olana cins olmasından ibârettir. Bunun misâlî, miktâr ile cism-i ta’lîmidir ki, cism ta’lîmî dahâ husûsî olup, miktâr da cism ta’lîminin cinsi ve ilm-i hendesenin mevzû’udur. Cism-i ta’lîmî, cismi olan varlıkların mevzû’udur. Başka bir misâl de, tıbbın mevzû’u gösterilir. Tıbbın mevzû’u insan bedenidir. İnsan bedeni ise ilm-i tabî’înin mevzû’undan bir çeşittir. Çünki ilm-i tabî’înin mevzû’u mutlak cisimdir.
Emr-i arazînin misâli, mevcûd [varlık] ile miktârdır. Mevcûd, ilm-i ilâhînin mevzû’u olup, miktâr da ilm-i hendesenin mevzû’udur. Miktâr mevcûddan dahâ husûsî, mevcûd ise miktârdan dahâ umûmîdir. Miktârın mevcûddan dahâ husûsî olması, mevcûdun miktâra araz-i âmm olması [umûmî hâl] olması sebebiyledir.
4. kısım: Mevzû’ların birbirlerine zıt olup, lâkin üçüncü bir şeye dâhil olmasından ibârettir. İlm-i hendese ile ilm-i hesâbın mevzû’ları böyledir. Bu mevzû’ların ikisi de miktârın içine dâhil olarak, birbirine eşit mevzû’lar diye isim verilir.
5. kısım: Mevzû’ların bir bakımdan ortak olmalarından ibârettir. İlm-i tıb ile ilm-i ahlâkın mevzû’ları gibi. Bu ilimlerin mevzû’ları, insanda bulunan kuvvetler, kabiliyyetler husûsunda ortakdırlar.
6. kısım: Mevzû’lar arasında zıtlık bulunmasıdır. Hesâb ilmi ile tıb ilminin mevzû’ları gibi. Sayı ile insan bedeni arasında ortaklık olmadığı gibi, berâberlik de yoktur.
Tenbîh: Bir ilmde mevzû’ olan şey burhân [delîl] ile taleb ve tahsîl olunmaz [elde edilmez]. Çünki, her ilimde matlûb olan [ele geçirilmek istenen] şey, mevzû’un zâtına âit hâllerden ibâretdir. Bir şey kendisine araz [hâl] olamaz. Bilâkis zâtta görünür. Yâhud kendisinin üstünde olan başka bir ilim için delîl olur.