İlim ve kemâl sâhiplerinin ma’lûmu olduğu üzere, mu’teber eserlerin erbâbından olan müellifler iki kısımdır:
Birinci kısım, ilimde tam bir melekeye, kâfi dirâyete, sağlam tecrubelere, doğru ve isâbetli görüşe ve keskin bir anlayışa sâhip olan müelliflerdir. Böyle müelliflerin tasnîf ettikleri eserleri, basîret, keskin fikir ve isâbetli görüşlerin mahsûlü olması sebebiyle, i’tibâr ve şöhret kazanmıştır. Bu kısım âlimler Nasîr, Adud, Seyyid Şerîf Cürcânî, Sa’deddîn Teftazânî ve Celâl gibi mu’teber zâtlardır. Bu zâtların her birinin eserleri, gerek lafızlar, gerek manâlar bakımından, âlimler ve fâdıllar tarafından hüsn-ü kabûle mazhâr olmuştur.
İkinci kısım, bu müellifler de, önceki asırlarda geçen müelliflerden olup, mu’teber kitâplardan istinbâta ve istihrâca [hüküm çıkarmaya] muvaffak oldukları mes’eleleri, güzel bir tarzda tertîb etmişlerdir. Bu konuda sarf ettikleri ilimle alâkalı husûsî himmet ve gayretleri sonra gelenlere istifâde için misâl olmuştur. Bu kısım müelliflerden bazıları yazdığı ilmî eserini başkaları için değil, kendi husûsî istifâdesi için, tertîb etmiş ve yazmıştır. Ancak böyle te’lîf edilen eserler, başka ilim erbâbının da istifâdesine hizmet etmiştir.
İlim talebelerine, anlayabildikleri ve idrâk edebildikleri ilmî mes’eleleri zamânın ihtiyâcına göre te’lîfine âlimler tarafından izin verilmiştir. Fakat bu çeşit te’lîf edilen eserlerin güzel tertîb edilerek, yazılmasına ve okunması sırasında noksanlık veyâ fazlalık görüldüğü takdîrde düzeltilmesine dikkat ve i’tinâ gösterdikten sonra, neşredilebileceği şartını koymuşlardır.
Dahâ önceleri bazı kimseler, tasnîf ve te’lîfin lüzûmunu kabûl etmemişler ise de, bunun hased sebebiyle olduğu anlaşılmıştır. Aşağıda yazılan şiir, tasnifin lüzûmunu kabûl etmeyen bu kimselere cevâp olmuştur.
Arabî şiir tercemesi:
Muâsır için hiçbir şey görmeyen,
Öncekileri takdîm eden kimseye de.
Bu takdîm yeni ortaya çıktı,
Böylece devâm edip gidecekdir.
Fazîlet ve ilim erbâbının ma’lûmu olduğu üzere, fikirler ve nazarlar için belli bir sınır yoktur. Her âlim ve her talebe [ilim öğrenen] bunlardan bir paya sâhiptir. Takdîr edilen zamân gelince, herkesin nasîbine kavuşması ve istifâde etmesi tabi’îdir. Akıllar ve fikirler husûsunda, hiçbir kimse ile iddiâya girmek insâfa muvâfık olamaz. Çünki âlem-i ma’nevî, coşan bir deryâ gibi geniş olup, ilâhî feyzler için kesilme ve nihâyet yoktur.
İlimler ve ma’rîfetler, ilâhî mevhîbelerden, ihsânlardandır. Allahü teâlânın sonra gelen ulemâdan bazısına ihsân buyurduğu kemâlâtı, önceki ulemâdan birçok zâta ihsân buyurmamış olduğu inkâr olunamaz. Bu sebepten, “Önce gelen sonra gelene birşey bırakmadı” sözüne dayanarak aldanmamalıdır. Bilâkis doğru sözün, “Öncekiler sonrakiler için nice şeyler bıraktı” sözü olduğu, bazı âlimler tarafından beyân buyurulmuştur. Çünki birşey, zâtı i’tibâriyle mu’teberdir. Yoksa önceliği ve sonralığı i’tibâriyle değildir. “Önce gelen sonra gelene birşey bırakmadı” sözü, ilim ehlinin ilimleri tahsîline olan meylini ve rağbetlerini kırarak, ilmi sâdece öncekilerin eserleriyle sınırlamaya işâret etmektedir. Bu sebeple önceki âlimler tarafından bu söz kabûl edilmemiştir.
Önceki âlimler, ilmin usûllerini tesbît edip, yayma husûsûnda, husûsî bir yere sâhip oldukları gibi, sonra gelen âlimler de ilmin usûllerini kollara ayırma şerefine kavuşarak, meşhûr olmuşlardır. Bazı âlimler, (hikmetleri ortaya koyanlar, edepleri yazanlar, sonra gelen âlimlerdir. Onların eserleri lafız bakımından dahâ güzel, lügat bakımından dahâ kolay, ta’kîb ettikleri tarz bakımından dahâ sağlam ve dahâ açıktır,) demişlerdir.
Büyük islâm âlimlerinden ve müteahhirîn âlimlerin meşhûrlarından allâme Seyyid Şerîf Cürcânî hazretlerinin kıymetli eserlerini, Osmânlı âlimlerinden merhûm Hâczâdenin dâimâ medhettiği ve sitâyiş ile yâd ettiği bildirilmektedir. Seyyid Şerîf Cürcânî hazretlerinin te’lîf etdiği eserler, ülemânın en büyük mürâcaat ve istifâde kaynağı olduğu ittifâkla kabûl edilmişdir. [Seyyid Şerîf Cürcânî “rahmetullahi teâlâ aleyh” 740 [m. 1339]da tevellüd, 816 [m. 1413]da vefât etti. Hâce-zâde Muslih-uddîn Mustafâ bin Yûsüf, 893 [m. 1487]de Bursa’da vefât etdi. Fâtih Sultân Muhammed hânın hocası ve İstanbul kâdîsi idi.]
Âlimlerin büyüklerinden mevlânâ Şemseddîn Fenârî hazretlerinin zamânına kadar, Osmânlı medreselerinde ilim talebesinin istirahâtı ve husûsî işlerini görmeleri için ayrılan ta’til günleri, Cum’a ve Salı günleri idi. Mevlânâ Şemseddîn Fenârî hazretleri, Pazartesi gününü de ta’til etmiştir. Pazartesi gününü, müteahhirîn âlimlerin büyüklerinden olan Sa’deddîn Teftazânî hazretlerinin eserlerini, ilim talebelerinin yazmak ve okumak sûretiyle öğrenmelerine ayırmıştır. [Molla Fenârî, Osmânlı şeyh-ül-islâmlarının birincisidir. 751 de tevellüd, 834 [m. 1431]de vefât etti. Bursa’dadır. Teftâzânî 722 [m. 1322]de tevellüd, 792 [m. 1389]da Semerkând’da vefât etdi.]
Âlimlerin büyüklerinden Ebülleys “rahimehullah” hazretlerinin beyân buyurduğu üzere, ilim ehli, Allahü teâlâdan havf ve haşyet üzere olmalıdır. Allahü teâlânın yarattıklarına karşı merhametli ve şefkatli olmalıdır. Belâlara tahammül edip, sabrı huy hâline getirmeli, yumuşaklığı tabi’at, tevâzû’u âdet edinmelidir. İffet ve istikâmetten ayrılmayıp, ilimleri ve kitâpları mütalaa husûsunda devâm üzere olmalıdır. Hakkın ve doğrunun ortaya çıkmasında güzel mu’âmele edip, insanlarla münâzea, mücâdele ve husûmete düşmemelidir. Kendi işleri ile meşgûl olup, hasmından intikâm almak fikrinde ve kasdında bulunmamak lâzım ve mühimdir. Hasmı mağlûb etmek, ilim ve kemâl ile olur. Âlimler için, yemekte, giyinmekte ve ev kurmakta ve diğer bütün işlerde selef-i sâlihînin yolunu tutmak lâzımdır. Çünki mubâh ile zînetlenmek her ne kadar harâm olan işlerden değil ise de, mubâhları kullanarak râhat etmek ve mubâhlara çok dalmak âlimler için uygun değildir. İslâmiyyetin beyân buyurduğu şekilde kesb ve ticâret yapmak, mekân ve yemekde, giyinmekte ve nikâhta vasat hâli geçmemek de ilmî âdâblardandır. [Ebülleys “rahimehullah” 373 [m. 983]de vefât etdi.]