Ma’lûm olduğu üzere herbir müellif, yazdığı kitâbını açıklamaya ihtiyâç bırakmadan, manâlarının ve meselelerinin anlaşılması maksadıyla te’lîf etmiş olacağı tabi’î ve ma’lûm ise de, aşağıda açıklanacak olan üç sebepten dolayı, kitâplara şerh yazılmağa lüzûm ve ihtiyâç olduğu görülmüştür.
Birincisi, müellifin ilimde sâhip olduğu mertebeye göre, te’lîf ettiği kitâp, latîf ve kısa ibârelerle arzû edilen manâlara tamâmen delâlet eder. Ancak, müellifin bulunduğu yüksek derecede bulunmayan kimselere o kitâbı anlamak ve öğrenmek zor gelir. İşte bu zorluğun ortadan kaldırılması için, gerek kitâbın kendi mü’ellifi tarafından, gerek diğer âlimler tarafından şerhler yazılmıştır.
İkincisi, kitâplarda kıyâsların bazı mukaddimeleri açık olması sebebiyle zikredilmemiştir. Yâhud bazı kıyâsların tertîbi terk edilmiş ve bazı hükümlerin illetlerinin beyânı dikkatten kaçmıştır. Bu sebeplerle önemli mukaddimelerin zikr ve beyânı ve kitâbın bahsettiği ilimde ta’rif olunması lâzım gelen bahislerin anlatılması, mukaddimelerin ve kıyâsların tertîbi ve musannifin göstermediği illetlerin gösterilmesi îcâb etmiştir. Hulâsa kitâbın te’lîfinden maksat olan faydanın güzel bir tarzda hâsıl olması için, gerekli bilgilerin beyânı husûslarında görülen lüzûm üzerine, âlimler tarafından kitâplara şerhler yazılarak, en açık şekilde kolayca anlaşılmalarına önem verilmiştir.
Üçüncüsü, te’lîf edilen kitâplarda, bazı lafızlar te’vîl gerektiren manâlar ihtivâ edebilir. Yâhud mecâzî lafızlar ve delâlet-i iltizâmiye bulunabilir. Bazı kitâplarda ise, insanlık îcâbı sehv ve galat bulunması, bazı mühim hükümlerin terk edilmesi yâhud zarûretsiz tekrârların bulunması gibi noksanlıkların giderilmesi için şerhler yazılmağa lüzûm görülmüştür.
Şerhlerin tertîbi ve yazılması üç kısma ayrılır:
Birinci kısım, ifâdesi tatlı olan arabî lisanı ile te’lîf edilen kitâplar üzerine “kâle (dedi)” ve “ekûlü (derim)” kelimeleri ile yazılan şerhlerdir. (Şerh-i mekâsıd), (Şerh-i tavâli’) ve (Şerh-i adûd) kitâpları böyle şerhlerdendir. Kitâbın metni bazı şerhlerde yazılmış ve bazılarında yazılmamıştır. Bazı şerhlerde kitâpların metninin yazılmamasının sebebi, metnin ayrılmadan şerhin içinde yazılmasındandır.
İkinci kısım, “kavlühû (onun sözü)” ifâdesiyle yazılan şerhlerdir.
İbn-i Hacer ve Kirmânî hazretleri ve bu zâtların emsâli olan âlimlerin, (Buhârîyi şerîf) üzerine yazdıkları şerhler böyledir. Böyle şerh yazan âlimler, kitâbın metnini almayıp, sâdece açıklanacak yerleri almıştır. Bununla berâber bu çeşit kitâpların nüshâlarını çoğaltanlar tarafından kitâbın metni de şerhden ayrı bir bölümde yazılmıştır.
Üçüncü kısım, metnin ibâresi ile karışmış, içiçe girmiş olan şerhlerdir. Böyle şerhlere “Şerh-i memzûc” denir. Bu şekilde yazılan şerhlerde metnin ibâresi ile şerhin ibâresi birlikte yazılıp, sonra metnin ibâresi şerhin ibâresinden metin anlamına gelen “mim” harfi ile ve şerh anlamına gelen “şın” harfi ile ayrılır. Yâhud da metnin üzerine bir çizgi çekilerek, şerhle metin birbirinden ayrılır. Muhakkik âlimlerden ekserî şârîhlerin şerh işinde âdetleri bu şekildedir. Fakat bu tarz şerhde metnin ibâresi ile şerhin ibâresinin karıştırılmasından ve galat vukû’ bulmasından korunulamadığı âlimler tarafından beyân edilmiştir.
Kitâblara şerh yazmak husûsunda âlimlerin koydukları âdâb ve şartlardan birisi, kitâbı şerh eden zâtın, şerh husûsunda bütün gayretini sarf ederek, noksansız bir şerh edici olmasıdır. Fakat sahîh manâyı bulmak mümkün olmayan bir ibâreye rastlanınca, o şeyi sâdece açıklayıp düzeltmekle müellif hakkında hiçbir sûretle riâyetsizlikte bulunmamak lâzımdır. Çünki insan, unutmaya ma’rûz kalabileceğinden, hatâ ve noksandan ârî değildir [korunmuş değildir]. İnsanın hatâsı, sâhib olduğu fazîletlerin ve kemâlâtın inkârını gerektirmez. Bu cihetle selef için uygunsuz sözler söylemekten sakınmak, halef olanların edebinin îcâbıdır. Kitâbın metninde rastlanan böyle noksanları şerhlerde “Kîle (denildi)”, “zanne (zan etdi)”, “veheme (vehmetdi)” ve “i’terada (i’tirâz etdi)” ve “ucîbe (cevâb verildi)”, “ba’d-ış-şurrâh ve’l-muhaşşî (şerh ve hâşiye yazanlardan bazısı)”, “ba’d-uş-şurûh ve’l-havâşî (bazı şerhler ve hâşiyeler) gibi, kinâyeli ifâdelerle temâmlamak, sonra gelen fazîlet sâhibi âlimlerin güzel âdetlerindendir. Sonra gelen âlimler, önce gelen âlimler hakkında i’tirâzı uygun görmeyip, son derece ta’zîm ile edeb yolunu gösterdiler. Böyle yanılmaları, hattatların, kitâbın nüshâsını çoğaltanların hatâsına atf ederek, büyük ve derin âlimleri hatâ isnâd edilmekden muhâfaza etmişlerdir. Bazı yanılmaları da önceki âlimlerin bahis ve ifâdeye (konunun iyi anlaşılması için hassâsiyet gösterirken), son derece önem vermelerine hamletdiler. Çünki, önceki âlimlerin kitâplarında görülen bazı yanılmaların, ulemânın hâşâ ilimdeki iktidârsızlıklarına bağlanması hiçbir sûretle câiz olmadığından, ilim ehline uygunsuz söz söylenmesi, onların kötülenmesi tamâmen yersizdir. Bu husûsda aslâ insâftan uzaklaşmamak âlimler arasında ilmin âdâblarından sayılmıştır.