1. BÖLÜM
Nakşibendiyye-i Müceddidiyye Yolu Hakkındadır
Nakşibendiyye yüksek yolu, kalb ile Allahü teâlâya teveccühten, nâfile ibâdetleri yapmakta ve alışılmış şeyleri terk etmekte orta hâlli olmaktan ve vakitleri sahîh hadîs-i şerîfle sâbit olan zikirler ve virdler ile değerlendirmekten ibârettir.
Bu yolda tevbe eden, rızâ makâmına kadar bütün sülûk makâmlarını kısaca icrâ eder. Hülâsa bu yol, dâimâ Allahü teâlâ ile berâber olmak, rûhun muhabbetle çekilmesi, zevk, şevk ve kalbin cemiyeti, yanî toparlanmasıdır. “İhsân, sanki Rabbini görüyormuş gibi ibâdet etmendir.” hadîs-i şerîfine muvâfık olarak, müşâhede ettiğinde istiğrâk, bu yolda bulunanların vasfıdır. Onlardan bazıları kalb cezbelerinin galebesi sebebi ile mest olur. Bazısına da tevhîd sırları zâhir olur. Kalbleri zikreder hâle getirmek ve kalblere sükûnet vermek, bir hâlden bir hâle kavuşturmak ve himmet ile müşkilleri halletmek, bu yolun büyüklerinin çok meşhûr tasarruflarındandır.
Allahü teâlâ, hazret-i Müceddide “radıyallahü anh” inâyeti ile bu yolda dahâ başka makâmlar ve dereceler ihsân buyurdu. Bir makâmdan diğer makâma kadar ayrı ayrı hâller ve ilimler lutfetdi. Bu yolun mensûpları o hâller ve keyfiyetlerle mümtazdırlar. Ancak, hepsi bu yüksek yolun makâmlarının tamâmına kavuşmamıştır. Herkes kavuştuğu makâmın vâridât ve hâlleriyle zevklenir. Bu sebeple bu yolun mensûblarının hâlleri birbirinden farklıdır. Fakat bu yolun önce gelmiş olan büyüklerinin bildirdikleri zikirleri ve vazîfeleri aynen yaparlar. Kalb makâmında istigrâk, bîhodluk [kendinden geçme], sekr ve cezbeler sebebiyle muhabbet-i ilâhî ile dolup taşarlar.
Hazret-i Müceddidin vilâyet diye ifâde buyurduğu makâmlarda, bâtına [kalbe ve rûha] çeşit çeşit keyfiyetler nasîb olur. Kemâlât ve hakâyık diye açıkladıkları makâmlar, hâllerinin latîfliği ve belirsizliğinden dolayı idrâk edilemez. Ancak istigrâkı hem vasıf, hem de itminân bakımından bâtınları için lüzûmlu görürler. İstigrâk, kalbe düşüncelerin gelmemesi, tam teveccüh, hattâ maksûda teveccühün bile farkında olmamaktır.
İstigrâkda, kavuşulan makâmların, hâllerinin hulâsâsı olan sekr hâlleri de bulunmaz. Her kim kendisine ilim ve keşf ihsân edilmişse, her makâma âit ilâhî tecellîlerde kendi seyrini açıkca görür.
Bu yolda tevhîd sırlarının az tecellî etmesinin sebebi şudur: Hazret-i Hâce-i Ahrâr [Ubeydullah-i Ahrâr] “kuddise sirruh” hazretlerine iki nisbet ulaşmışdır. Biri kendi yüksek babalarından ulaşan nisbettir. Bu nisbet ile tevhîd sırları zuhûr eder. İkincisi, şerîat ve kemâl mertebesindeki takvâ nûrlarıyla nûrlanmış olan Nakşibendiyye hânedânından ulaşmıştır. Hazret-i Muhammed Bâkîbillah “rahmetullahi aleyh” bu iki nisbet deryâsını kendinde toplamıştı. Hazret-i Müceddid, Bâkîbillah hazretlerinden bu iki nisbete kavuştuktan sonra, bunlardan Nakşibendiyye nisbetini tercîh buyurmuştur. Çünki, bu nisbette ayakların sürçmesi vâki olabilir. Fakat kalb makâmına tam kavuşup, bu makâmdan dahâ ilerisine yükselemeyen kimse, elbette tevhîd bilgilerinden ve sekr hâllerinden bir kısmına kavuşur. Kavuştuğu bu bilgilerin ve hâllerin alâmetleri, yanmanın ve şevkin artmasıdır. Gönlü Allahü teâlâdan başkasına yönelmekten kurtarmak demek olan tevhîde, Nakşibendiyye nisbetine sâhib olanlar kavuşur. Hârikulâde hâller şiddetli mücâhedelerle hâsıl olur. Meşakkatli riyâzetler olmadan, kâinâtda tasarruflarda bulunmak nâdir vuku bulur. Fakat devâmlı kalb ile zikir yapmadan, Allahü teâlâya yönelmeden, ahlâkı güzelleştirmeden ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sünnet-i seniyyesine uymadan, hiçbir kerâmete kavuşulamaz. Elhamdülillah, bu yolun mensuplarına bu saâdet nasîb olmuştur.
Bu kitâpta, falan kimse vilâyette şu yüksek makâmlara kavuşmuştur veyâ sülûkun sonuna ulaşmıştır denmesinden maksad, o makâmların keyfiyetleri, hâlleri ve vâridâtlarıyla müşerref olup, dâimâ Allahü teâlâyı bilmek ve tanımak hâli üzere ve yaratılmışların en üstünü olan Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sünnetine uymak hâli üzeredir demekdir.
Beyt:
Kurtulurum sanma ey Sâdi hoca,
Muhammed aleyhisselâma uymadıkca.
Hazret-i Îşân Mazher-i Cân-ı Cânân “kuddise sirruh” Nakşibendiyye yolunda hem kendisi kemâle erip, hem de başkalarını kemâle erdirme mertebesine kavuştuktan sonra, yine bu yolun zikirleriyle meşgûl olmuşlar, talebelerini de o büyüklerin yüksek nisbeti ve âdâbı üzere yetiştirmişdir. Hazret-i Îşân Mazher-i Cân-ı Cânânın, Kâdirî, Çeştî ve Sühreverdî yollarından da icâzeti olup, bu yolların herbirinden feyz almıştır. Talebelerinden bazılarını Kâdirî ve Çeştî yollarından bî’at etdirip, o büyüklerin şecerelerini onlara verirdi. Ancak, Sühreverdî yolunda bî’at verdiği bilinmemektedir. Çünki bu diyârlarda Sühreverdi yolunu talep eden azdır.
Fakîr, şimdi bu üç yolun büyüklerinin isimlerini yazacağım.