Bu mektûb, zikr-i cehrîyi ve zikr-i hâfîyi bildirmektedir. Allahü teâlâya hamd ve Resûlüne salât olsun.
Ma’lûmdur ki, hanefî âlimlerinden bir kısmı, zikr-i cehrîyi inkârda ileri gitmiş ve harâm olduğuna fetvâ vermişlerdir. Hadîs âlimlerinden bazısı ise, zikr-i cehrînin meşru olduğunu isbât edip, zikr-i hâfîden üstün olduğunu söylemişlerdir. Her iki taraf ifrât ve tefrîte düşmüşler ve insâfla konuşmamışlardır. Bu mevzunun iyice düşünülüp, muhâkeme edilmesi ve düzeltilmesi gerekiyor. Bilinmelidir ki, zikir sözünün manâsı, hâtırlamak demekdir. İki kısma ayrılır. Biri kalbin haberi olmadan yalnız dil ile zikirdir. Bu zikir muteber değildir. Gafletin kısımları içine girer. İkincisi, yalnızca kalbin zikridir. Tasavvuf erbâbının ıstılâhında buna zikr-i hafî denir. Tasavvuf ehlinin murâkabeleri bu zikre dayanır. Bu zikir bütün tarîkatlarda yapılır. Bu da iki şekilde olur. Ya sıfatlar düşünülmeden sâdece zât zikredilir. Yâhud da sıfatlar da düşünülerek zikredilir. Bu her iki kısım zikir, meâl-i şerîfi, (Sabâh ve akşam içinden yalvararak ve korkarak âşikâre (içten hafîf) bir sesle Rabbini an (duâ ve zikret). Gâfillerden olma.) olan, A’râf sûresinin 205. âyet-i kerîmesinden alınmıştır. İkincisi, zikredileni, verdiği nimetler ve Ona âit şeyleri düşünerek hâtırlamaktır. Bu yol eserden müessire gitme yoludur. Şerîat lisanında buna tefekkür denir ve yakînin artmasını sağlar. Kitâp ve sünnet bunun fazîletleriyle doludur. Üçüncü kısmı, zikr-i lisânînin zikr-i kalbî ile berâber olmasıdır. Zikrin en kâmil kısmı budur. Bunun da iki şekli vardır. Birincisi, zikredenin, zikir sırasında zikri sâdece kendisinin işiteceği kadar yapmasıdır. Şerîat lisanında zikr-i hafî budur. Bu zikir meâl-i şerîfi (Rabbinize yalvararak ve gizlice duâ edin, muhakkak ki, Allah bağırıp, çağırarak haddi aşanları sevmez) olan, A’râf sûresinin 55. âyet-i kerîmesinden alınmıştır.
Zikr-i hafînin ikinci kısmı, zikri başkalarına duyurmaktır. Buna şerîat lisanında zikr-i cehrî denir. Bu zikir, bazı husûsî yerlerde bir hikmete binâen zikr-i hafîden efdaldir. Mutlak olarak değil. Nitekim ezânda, kırâatin açıktan okunduğu namâzlarda durum böyledir. Buralarda sesli okumakla, uyuyanlar ve gâfiller uyandırılmaktadır. Zikr-i hafîdeki hikmet ise, amelin kabûlüne mâni olan şöhret ve riyâ fesadından kurtulmaktır. Zikr-i hafînin, zikr-i cehrîden üstün olduğu Kitâp ve sünnet ile sâbittir. Hattâ, (Siz sağıra ve gayb olana duâ etmiyorsunuz) hadîs-i şerîfinin manâsından da zikr-i cehrînin men edildiği anlaşılmaktadır. Zikr-i cehrî, husûsî şekillerle yapılan murâkabeler, Kitâp ve sünnetten alınmamış, belki tarîkat büyükleri ilhâm yoluyla bildirmişlerdir. Şerîat bunlardan bahsetmemektedir. Bunlar mübâh olan şeylerdir. Bunlarda fayda vardır.
İnkârı zarûrî değildir. Kitâp ve sünnetle sâbit olmayanlardan dahâ üstün olduğu açıktır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Alî bin Ebî Tâlib’e kelime-i tayyibeyi cehr ile ta’lîm buyurmuştur.
Böyle olduğu Evs bin Şeddâd’ın bildirdiği hadîs-i şerîfle sâbittir. Çünki hadîs-i şerîfin başında bildirildiği üzere, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alî’ye kapıyı kapamasını emretmiş, ondan sonra zikri ta’lîm buyurmuştur. Bu durum genel olarak zikri gizlemeyi bildirmektedir. İhtilâf, cehrî zikrin câiz olup olmamasında değildir. Bilâkis birinin diğerine üstünlüğündedir. Zikr-i cehrînin, zikr-i hafîye mutlak üstünlüğünü söylemek nassları inkârdır. Zikr-i cehrînin bütün kısımlarını inkâr da böyledir. Çünki bazı yerlerde cehrî zikir meşrudur. Yapılmakta olan murâkabeler manâsına, zikr-i hafînin sünnet olduğunu isbât etmek, yine sonraki asırlarda revâc bulan zikr-i cehrînin meşru olduğunu isbâta çalışmak da, boşuna uğraşmaktır. Çünki isbât edilecek şey, zikrin fazîletidir. Bazı kimselerin birbirine üstünlük taslayarak yaptıkları münâzara iki taraf için de makbûl değildir. İfrât ve tefrît beğenilmeyen bir şeydir. Orta hallî olmak güzeldir. Sözün en hayırlısı, az ve maksadı ifâde edenidir. Hidâyete tâbi olanlara ve Muhammed aleyhisselâma tâb’ olmaya sarılanlara selâm olsun.
Sonraki Mektup –> 12. Mektup