Sual: Musa Carullah Bigiyef kimdir? Görüşlerine itibar edilebilir mi? Kitaplarını okumakta mahzur var mıdır?
Cevap: 1875’de Don nehri kıyısındaki Novo-çerkassk’da doğup Kazan’a bağlı Rostov’da büyüyen Musa Carullah Bigiyef, hayatı ve marjinal fikirleriyle Rusya Müslümanları başta olmak üzere bizde İttihadçılar devrinde ses getirmiş bir isim… Babası Rusca bilen bir ahund/hoca olan Molla Carullah Efendi, annesi de bölgenin meşhur bir ulema ailesinin kızı Fatıma Hanım’dır. Bigiyef ailesi hem zengin hem de tanınan dindar bir ailedir. Ailenin iki çocuğundan küçüğü Musa Carullah’tır.
Ağabeyi Muhammed Zahir Bigi, yazdığı dört romanı ve seyahatnamesiyle modern Tatar edebiyatının temsilcilerinden sayılır. Tatar cedidcileri tarafından çok sevilmiş ve takip edilmiştir.
Tahsil Hayatı
Musa Carullah talebelik yıllarında annesi ve ağabeyinin desteklerini alacaktır. İlk tahsiline Rostov’daki Rus mektebinde başlar. Burayı tamamlamadan 1888’de annesi tarafından Kazan’daki Göl Boyu Medresesine gönderilir. Annesi onun ve ağabeyinin din alimi olmasını istemiştir. 1888’de, 13 yaşında medreseye başlayan Carullah 3 sene kadar burada okur. Aldığı tedrisatı beğenmez. Tahsilini bitirmeden, 20’li yaşlarda daha iyi bir tedrisat için Maveraünnehre gider.
O devirde Buhara ve Semerkand Rusya Müslümanlarının ilimde derinleşmek için gittikleri maarif merkezleridir. Musa Carullah, buradaki medreseleri de beğenmez. Onun gözünde Kazan’daki medreseden bir farkı yoktur. O da sahalarında mütehassıs olarak gördüğü kimselerden, kendi tercihlerine göre ayrı ayrı dersler alacaktır.
Buralarda medrese dışında dersler veren kimselerden okur. Bilhassa da Damolla İvaz Efendi’den felsefe, Mir Şerif Efendi’den matematik dersleri alır. Bu kimselerin nasıl insanlar oldukları meçhul…
3-4 sene burada kaldıktan sonra Rostov’a döner. Rus üniversitesine müracaat eder. Ancak Latince bilmediği için kabul edilmez. İleride Rus hukuk fakültesinde seyirci olarak derslere katılacaktır. Buradan düzenli düzensiz öğrendiği bilgilerle Batı hukuku ile İslam hukukunu birleştirmeyi müdafaa etmiştir.
Rostov’a dönüşünden sonra Asya dışındaki İslam beldelerine doğru tahsil için yola çıkar. Evvela İstanbul’a gelir. Burada mühendis mektebine kaydolur. Kısa müddet sonra bırakarak bir hemşehrisinin tavsiyesiyle Mısır’a gider. Ancak Mısır’daki maarifi de beğenmez. Onu yetiştirecek hoca yoktur. Derken burada Muhammed Abduh ile tanışır. 3 yıl boyunca burada ondan ve çeşitli kimselerden dersler alır. Arada Hicaz’a uğrayıp Mekke ve Medine’deki muhtelif ilim meclislerinde bulunur.
1904 senesinde, bu çalkantılı ve düzensiz tahsil hayatının ardından 29 yaşında Rusya’ya döner. Ona göre artık harekete geçmenin vakti gelmiştir. 15 sene boyunca oradan oraya giden Carullah, her ne kadar düzenli bir tahsil görmemişse de lisan bilgisini geliştirmiştir. Rusça’dan başka Arabca ve Farscayı da öğrenir. Kendi tercihleri ve düşünceleri istikametinde okumalar da yapar. Klasik eserleri de şöyle böyle okur. Ancak onların ‘koyu cahiller’ tarafından yazıldığına kanaat getirecektir. Edebiyât-ı Arabiye ve Ulûm-i İslamiye kitabında bu kanaatini şöyle dile getirir:
“…biz o vakit ulûm-u fıkhiyyeyi Kuhistani, İbn Abidin gibi cehele tarafından te’lif olunmuş Camiu’r-Rumuz’lar’dan, Reddü’l-Muhtar’lardan ibaretdir hayal eder idik … “
Bu yıllarda parlak zekası, merakı ve hisleriyle çeşitli fikirler edinmiş, araştırmalar yapmıştır. Fikirlerinin temel kaynaklarından sayılan el-Lüzûmiyyat tercümesinin mukaddimesinde der ki:
“Onbeş sene bilâd-ı İslamiyeyi, medâris-i diniyyeyi dolaştım. Hiçbir medrese-i diniyyede kadr-ı kifaye ulûm-ı diniye bulamadım. Ders-i Kitab, ders-i Sünneti heme(bütün) medreselerde güya bir derecede nâkıs gördüm.”
Ona göre İslam dünyası ilmen bitiktir. Bütün medrese ve mektepler çağın gerisindedir. Ders kitaplarının hepsi kaldırılmalı, yenileri yazılmalıdır. Talebelik hayatının neticesinde geldiği nokta budur.
Faaliyete Geçiş
Carullah’ın eserleri ve işlediği mevzulara bakınca felsefe ve hukuka meraklı olduğu görülür. Çalışma sahasını, reform mefkûresini de bu istikamette seçmiştir. Yani fıkıh (İslam hukuku) ve kelam (modernistlere göre İslam felsefesi) onun fikir serdettiği ana sahalardır. Ancak o kendisini bu sahalarla da sınırlandırmamıştır. Bilhassa dini ilimlerin her meselesinde söz söylemiş ve bir şeyler yazmıştır.
1904 sonrası, Musa Carullah’ın faaliyete geçiş yıllarıdır. Rusya’ya döndüğünde ona göre medreseler, “skolastik düşüncenin merkezi”, mezheplerse dini hurafelerle doldurmuş düşünce cereyanlarıydı.
Bu yolda köklü bir reform yapılmalı, medreseler ve İslam ilimleri değiştirilmeliydi. Yazıları, seyahatleri, siyasi faaliyetleri de hep bu istikamette olacaktı. Arapça ve Farsca bilmesi onun İslam dünyasındaki reformcuları sıcağı sıcağına takip etmesine yaramıştı. Onlarla paslaşacak, mektuplaşacaktır.
Mısırlı Reformcularla Bağı
1905’den itibaren Türkiye’de Mehmet Akif’in Sebilü’r-reşad ve Sırat-ı Müstakim gibi mecmualarda tercümeler yapmasına paralel, o da Rusya müslümanlarına Mısırlı reformcuların makalelerini tercüme etmiştir. Bu tercümelerin başında M. Abduh, Ferid Vecdi ve Kasım Emin’in yazıları gelmektedir.
Musa Carullah’ın yakın arkadaşlarının Orenburg’da çıkardıkları Şûrâ dergisi, Cemaleddin Efgani ve M.Abduh’un Paris’te 1884’de neşrettikleri Urvetu’l Vüska’dan iktibas edilen yazılarla doludur. Yine bu mecmualarda onların el-Menar ve el-Liva’dan tercümeler yapılmaktadır.
Musa Carullah’ın ilk kitabı Kur’an-ı kerim’in tarihi ve tercümesine dairdir. Tarihü’l Kur’an ve’l Mesâhif adlı kitabı ve daha sonra bu istikamette pek çok çalışmasıyla Kur’an-ı Kerim’in tercüme edilmesini savunmuştur. Oryantalist Arthur Jeffery bu kitabı için “İslam aleminde Batılı metotlarla Kur’an-ı kerimi kritik eden, yorumlayan ilk teşebbüstür” der.
Kur’an tarihine dair bu yazıları Mısır’daki reformistler tarafından çok beğenilerek el-Menar mecmuasında basılmıştır. Bu mecmua Efganî ile başlayan modernist cereyanın Mısır’daki sözcüsüdür. Carullah’ın meşhur reformcu Ferid Vecdi ile mektuplaştığı da bilinmektedir. Bu mektuplar Beyrut’da Vecdi tarafında neşredilmiştir.
Musa Carullah’ın Politik Faaliyetleri
Musa Carullah’ın hayatı boyunca siyaset ile içi içe olduğunu görüyoruz. Pek çok siyasi faaliyeti bugün için hâlâ karanlıktır. Onun icraatlarına dair belgelerin KGB tarafından saklandığı, araştırmacıların ortak görüşüdür.
Mesela Ankara İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi İbrahim Maraş’a göre Türkiye’deki faaliyetlerine dair bir takım bilgi ve vesikalar da Türk istihbaratı tarafından saklanmış veya yok edilmiştir.
Azerbaycan İlimler Akademisi üyesi Ali Şamil Hüseyinoğlu, Musa Carullah’ın gizli bir teşkilatı olduğunu, bu teşkilat vesilesiyle bir takım gizli irtibatlarının bulunduğunu, faaliyet olarak M.Emin Resulzâde’nin Rusya üzerinden Finlandiya’ya kaçırılmasına yardım ettiğini söyler. Ancak KGB’nin ona dair sakladığı evrakları göstermemesi yüzünden o yıllarda neler olduğuna dair bilgilerin karanlıkta kaldığını ifade etmiştir.
Şeyhülislamlık’tan Reddiye
Musa Carullah bir ara Orenburg’da Hüseyniye medresesinde hocalık yapmaya başlamıştır. Bu medrese cedid hareketinin de merkezlerinden biridir. Carullah burada fikirlerinin serbestçe dile getirebilecekti.
Nitekim bir zaman sonra “ilahi rahmetin umûmîliği” fikrini ortaya atar. Allah’ın rahmetinin umûmî olduğunu, mümin-kâfir herkesi içine aldığını, cehennemdeki azabın ebedi olmayıp herkesin bir gün çıkacağını söyler. Bu itikadı savunması bir fitneye dönüşerek medreseyi karıştırır. O da buradan ayrılmak zorunda kalmıştır.
Ancak bu fikrinden vazgeçmemiştir. “Rahmet-i İlahiye Burhanları” adlı kitabını yazarak fikrini savunmuştur. Bu kitapla çok büyük bir tartışma başlar. İstanbul’daki şeyhülislamlık bu kitabın ve yazarının küfür itikadı yaydığı hükmünü verir. Kitaba pek çok reddiye kaleme alınır.
Cedid hareketi üyelerinden bazıları da bu fikri kabul etmemiştir. Kadim dostu İsmail Gaspıralı bile bu meseleyi açmasını lüzumsuz ve yersiz olarak bulur. Gaspıralı evvela eğitim/maarif yoluyla insanların dünya görüşünün değiştirilmesi, sonrasında bu gibi mevzulara girilmesi gerektiğini savunur.
Daha sonra bu kitaba Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi “Yeni İslam Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyesi” adıyla hususen bir reddiye yazmış ve son noktayı koymuştur. Açık ayet-i kerime ve hadis-i şerifler varken onları görmeyip şaz/marjinal görüşlere dayanarak bu itikadı savunmanın bid’at olduğunu, insanı küfre götüren bir itikat olduğunu izah eder. Carullah’a İslam tarihinde tartışması olmuş bitmiş, gerek kelam gerekse tasavvuf alimlerinin söz birliği ettiği bir meseleyi, ilim dışı bir suretle sorgulamasındaki maksadını sorar.
Tabi bilemezdi ki Carullah ileride bundan daha uç ve kabulü mümkün olmayan itikatları savunacak, herkesi şaşırtacak… İlahi rahmetin umumi olduğu görüşünün aslında temel maksadı bütün dinlerin birleşebileceği görüşüne zemin hazırlamaktı.
Şeyhülislamlığın küfrüne hüküm verdiği rapor için tıklayın.
Kongreler
1904 -1914 yılları arasında Rusya Müslümanları arasında yapılan bütün toplantılara faal olarak katılır. Birinci Rusya Müslümanları Kongresi’nde merkez komiteye seçilir, ikincide katip olur. Bu kongrelerin zabıtlarını da neşretmiştir. Kongreler reis olarak İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura, Abdürreşid İbrahim gibi meşhur kimselerin iştirakiyle Kazan, Orenburg, Ufa ve daha pek çok yerden gelen yüzün üzerinde kimse tarafından yapılır. Sayılar kongreler yapıldıkça artacak, değişecektir.
Bu kongrelerin ekseriyetini “Cedid Hareketi”nin mensupları oluşturur. İmparatorluk ve Bolşevik çatışmasında Asya Müslümanlarının ne yapması gerektiği, İslam aleminde yürütülecek faaliyetlerin nasıl ve hangi yolda olması gerektiği gibi pek çok mevzu konuşulur, tartışılır.
Sünni ve Şii diyaloğu ilk defa bu kongrelerde yapılır. Konuşmalarda “…İslam’da tefrika olmasın. Bu sünni, bu şii, bu Şafii bu Hanefi denilmesin. Şiilik, Sünnilik yok…” denilir.
Bolşevik Dostlar
Musa Carullah da pek çok cedid hareketi üyesi gibi Bolşevikleri destekler. Zira Lenin ve arkadaşları Müslüman Türklere özerklik tanıyacakları sözünü verir. Aslında cedid hareketinin fikirleri, Çarlık Rusyası’nın Orenburg ve Ufa’da kurduğu müftülükten neşvünema bulmuştur. Fakat zamanla idareyle ters düşerler. İnkılapçı, ihtilalci fikirleri sebebiyle neticede idareyle iyi anlaşamayıp yine kendileri gibi olan sosyalistlerle işbirliği yaparlar. Onların gözünde imparatorluk hürriyet düşmanı, sosyalistlerse hürriyetperver ve demokrattır.
Musa Carullah da tıpkı Mısırlı modernistlerin fikirlerinde görüldüğü gibi halkı galeyana getirme ve ihtilal yapma fikirlerine sahiptir. Arkadaşı Abdürreşid İbrahim’e gönderdiği mektupta, halkın hürriyetten istifade etmemesine ve aydınların suskunluğuna kızar. Ve şöyle der, “Şimdi ümit zamanı değil, hareket ve kıyam zamanıdır!”
1917’de evvela Şubat ayında ihtilal olmuştur. Monarşi yıkılır ve demokratik idare kurulur. Ancak 6 ay sonra Ekim devrimiyle Bolşevikler tarafından idare tamamen ele geçirilmiştir.
Sosyalistler her şeyi kontrolleri altına almaya başlamıştır. Çatışmalar ve iç harplerle işler iyice kızışacaktır. Cedidcilerin isyana, kıyam etmeye, sosyalistlerle işbirliğine yönlendirdiği Müslümanlar, bu ihtilal ve ayaklanmalarla umduklarını bulamamışlardı. Artık herkes kendince bir hal çaresi düşünür.
Son Ümit: Osmanlı Halifesi
1918’den sonra değişen rejimle başlayan buhranlı günler, karmaşa ve kaos dolu aylarla 1920’ye gelinir. Neticede kadın erkek binlerce Müslümanın iştirakiyle Ufa’da tertip edilen umumi kongrede “İslam halifesine itaat” kararı ilan edilecektir.
“Mazlum Şark milletlerini ve emperyalistler tarafından zulüm ve tahkir edilmekte bulunan mazlum halkları, hilafetin tecelligâhı olan TBMM’nin himaye edeceği” şeklinde karar alınır.
Rusya Müslümanlarının son ümidi Osmanlı halifesiydi. Kurtuluşun anahtarı olarak halifeyi kurtaracağı zannedilen Ankara’yı görmüşlerdi. Fakat tıpkı sosyalistlerle işbirliği yapıp hüsrana uğrayanlar gibi, Ankara ile işbirliği aramakla da elleri boşta kalacaktır. Zira Ankara Hükûmeti halifeliği kaldıracak, hanedanı sürgün edecek ve sistemi tamamen değiştirecektir.
Dolayısıyla yüzbinlerce Tatar Müslümanın almış olduğu bu tâbi olma kararı havada kalmıştır. Milletler arası platformda bu karara karşılık verecek bir makam artık yoktur.
Muazzam ve Nurlu Hareket: Komünizm!
İşte bu safhada Musa Carullah eskisinden daha çok komünistlerle anlaşılabileceğini, SSCB ile ortak hareket edilmesi gerektiğini savunmuştur. Cedidciler, Çarlık devrinde müstakil devlet kurulmasını, Türklerin hürriyet için mücadele etmesi gerektiğini söylüyorlardı. Gizli, devlete paralel teşkilatlanmalar kuruyorlar, toplantılar yapıyorlardı. Ancak kızılların idareye geçmesinden sonra bu idealleri ve teşkilatlanmaları ifşa ettiler. Ve bu icraatlardan vazgeçtiler.
Tabi herkes böyle değildi. Çünkü cedidcileri finanse eden Tatar zenginlerinin mallarına el konulmaya başlanmıştı. Komünizmin gereği olarak yapılan bu hareketi kimsenin desteklemesi beklenemezdi. Hele de bu zenginlerin ve onların gölgesinde reform peşinde koşan cedidcilerin… Fakat artık komünizm aleyhtarı olanların sözünün bir kıymeti yoktu. Haliyle yeni hükümet kendi adamlarını parlatıyor, muhalif sesleri susturuyordu.
1920 sonrası dönemde onlar Türkiye’ye ümit bağlamışken Ankara’da yapılan inkılaplar herkesi hayrete düşürüyordu. Bu sıralarda bazı yazarlar da Carullah’ın Panislamist ve milliyetçi olduğunu söyleyerek onu tenkit ediyordu. Halbuki tahminlerinin tam tersine Bigiyef, hilafetin kaldırılmasını alkışlayan yazılar neşretti. Halbuki “İslam Milletlerine” adlı kitabında hilafeti övmüş, hatta bu kitap yüzünden hapse girmişti.
Sadece bununla da kalmayıp kızılları öven beyanatlar vermeye başladı. Pek çok kimse bu sözlere inanmayıp çarpıtıldığını düşünmüştür. Ama sonra o, bu beyanlarını destekleyici yeni açıklamalar yapmıştır.
Hilafet Kongresi başkanı Mevlana Muhammed Ali’ye yazdığı mektupla tavrını açık şekilde koyar. “Müstebit (istibdatçı) idarenin yerine âdil bir hükümet kurulmuştur. Çalışan sınıflar esaret boyunduruğundan kurtulmuştur…” der. Ve şöyle söyler:
“…İnkılabın ibtidasından bu güne kadar ben inkılapçılar tarafından neşredilen içtimai, siyasi ve felsefi eserleri mütalaa etmekteyim. Bu muazzam ve nurlu hareket-i inkılabiye tarafından neşredilen ulûm ve fünûndan çok müstefid oldum ve kanaat getirdim ki, bu ulûm ve fünûn Kur’ân-ı azîmüşşanın icazkâr, kavânin-i İslamiyenin gayet mükemmel olduğuna şehadet eder. Kur’anda bulunan talimat ve malumatı tafsil eder.”
Böylece sosyalizmle Kur’an-ı kerimin bağdaştığını, SSCB’nin İslamiyet için çok faydalı olduğunu savunmuştur.
Lenin ve Stalin’le Dostluk
Lenin ile de çok iyi bağlar kuracaktır. 1920’li yıllarda Hindistanlı Bereketullah Sahip’le birlikte Rusya’da dolaşırlar. Bu kişiyi Leningrad’daki evinde misafir eder ve Moskova’da aylarca beraber kalırlar. Bereketullah Sovyetler’in Hindistan’ı İngilizlerden kurtaracağına inanan biridir.
İkisi beraber şehir ve köylerde mitinglere katılıp sosyalist idareden övgüyle bahsederler. Halkı destek vermeye teşvik ederler. Bu konuşmaları nihayet üst makamlara ulaşmıştır. Stalin tarafından çağrılırlar. Görüşmenin ardından Stalin, onları Lenin’e götürür. Bu buluşma Sultangaliyev’in Lenin’e yazdığı mektubunda zikredilir. Ne kadar ileri görüşlü bir ‘âlim ve müçtehid” olduğunu Lenin de herhalde anlamıştır.
Baskı Yılları
Ancak ilerleyen yıllarda Carullah sosyalistlerin Türkistan illerinde yaptığı baskı ve zulümlere de şahit olmaya başlar. Vaktiyle burun kıvırdığı, skolastik olarak gördüğü medreseler yerle yeksan olmuş, pek çok katliam ve yağma yaşanmıştır. Sovyet idaresinin nüfuzu, gücü arttıkça Rusya’da ve Türkistan’da dinden, Allah’tan, peygamberden bahsedecek kimsenin kalmadığı yıllar gelecektir.
Sosyalistler işgal edilen yerlerdeki bütün malları vagonlarla merkezlere taşırlar. Carullah da şahit olduğu bu tahribat ve yağmalar neticesinde Leningrad’a dönüp burada imamlık yapmaya başlar. İdil boyunda bütün medreseler kapatılır. O idaredeki çeşitli bağlantılarını kullanarak Astrahan’da medrese açma müsaadesi alır. Ancak bu sözden de cayarlar. Proje aşamasındayken iptal edilir.
Bolşevik idare Müslümanların üzerinden buldozer gibi geçer. Yapılan tahribatın, katliamın faturasında milyonlar yazacaktır. 1920’den sonra her geçen gün daha şiddetli bir zulüm tatbik edilir. Musa Carullah da bunlardan nasibini alır. Yazdığı İslamın Elifbası gibi kitaplar ve çeşitli faaliyetleri sebebiyle cezalandırılır, hatta hapse de girer.
Ancak çeşitli irtibatlarıyla hep ucuz atlatmıştır. Bu sıkıntıların hafif olduğunu söylemek yanlış sayılmaz. Çünkü onun kızıllardan çektiği sıkıntılarla devrindeki diğer Müslümanların çektikleri kıyas edilemez. Herkesin sıradan sebeplerle öldürüldüğü bir hengamda onun hapis yatması ve çıktığında tekrar yazılar yazabilmesi(!) fevkalade bir vaziyettir.
Evet, hapse atılmış ve pek çok sıkıntılar çekmiştir. Fakat bunları mukayeseli düşünmek gerekiyor. Hem kadimci, gerici, yobaz, gelenekçi dedikleri hem de onun pek çok cedidci, milliyetçi arkadaşı, kurşunlanıp dar ağaçlarında sallanırken onun kitap neşredebilmesi nasıl izah edilebilir?
Mesela, artık hiçbir dini yayına müsaade edilmediği 1924-27 senelerinde “Asrî Müslümanlık” adlı bir dergide makaleleri neşredilmiştir. Mecmua isminden de anlaşılacağı üzere reformist İslamcı bir çizgide yayın yapmaktadır. Dergideki diğer yazılar da Carullah’ın cedidci arkadaşları Rızaeddin b. Fahreddin, Ziya Kemali gibi isimlere aittir.
Kızı Fatıma Hanıma babasının bu yıllarda nasıl olduğu sualine şu cevabı vermiştir:
“(Babam) Lenin ile görüşmüş. 1925’den sonra rahatsızlıklar başlamış. Kendisinden para almak istemişler… 1917’den 1930’a kadar Petersburg’daki Bronistkaya sokağında yaşamış.”
Gecikmiş Luther’in Kaçışı
Manevi çöküş bütün hızıyla devam etmektedir. Artık gazetelerde kendini dini ıslahcı, cedidci, reformist, ilerici vasıflandıranların da devrinin geçtiği yazılmaktadır. Çünkü onlar da zamanın gerisinde görüleceklerdir.
Artık ibadet eden kalmamıştır ki bunun nasıllığının ve ne şekilde olduğunun bir kıymeti olsun. Dolayısıyla reformcuların Batı tekniği ve usulü ile dini birleştirme, reforme etme çabaları da boşunadır. Çünkü bu dini yaşayan kalmamıştır.
1900’lerin başında bizde İttihadçıların ve Asya’da cedidcilerin “İslam’ın Lutheri” diye andığı Carullah’a, 1925’den sonra gazete ve mecmualarda “Gecikmiş Luther” lakabı verilecektir. Çünkü cedidciler yani reformistler dinin usulsüzce sorgulanarak dinsizliğe geçilmesi için bir köprü vazifesi görmüştür. Artık bu köprüye ihtiyaç kalmamış, insanlar bu köprüyü geçerek dini, imanı geride bırakmıştır.
Nihayetinde Musa Carullah artık hem bu tenkidler hem de başka sıkıntılar sebebiyle SSCB’de barınamaz. Sovyetlerin onun Batılı metodlarla incelediği, Kur’an-ı Kerim ile sosyalizmi bağdaştıran reformist fikirlerine dahi tahammülü yoktur. Rejim düşmanı olarak görülmeye başlanır. Artık burada bir şeyler yapamacağına kânî olarak 1930 senesinde fırsatını bulduğu gibi kaçar.
Ülkeden Ülkeye
Bundan sonraki hayatı bir seyahatler manzumesi şeklindedir. Evvela Doğu Türkistan’a ardından Afganistan üzerinden Hindistan’a varır. Buradan da Mısır’a geçer. Mısır’dan sonra Berlin’deki dostlarını ziyaret eder. Finlandiya’ya geçip oradan Romanya’ya ve nihayet Ankara’ya gelir. 1932’deki 1. Türk Tarih Kongresi’ne katılır. Sonra tekrar Berlin’e geçer.
Berlin’de bir matbaa kurarak burada kısa süre içinde İslam alfabesiyle 20-25 adet kitap basar. Bu matbaanın akıbeti meçhuldür. Sanki vazife almışçasına evvela Finlandiya’ya gider. Ardından tekrar şark seyahatine çıkarak Şiilik üzerine araştırmalara başlar.
İstanbul üzerinden Musul, Kerkük, Kerbela, Necef şehirlerini dolaşır. 1934’de İran’a giderek Tahran’da şii müctehidler ile görüşür.
Irak ve İran seferlerinden sonra tekrar Mısır’a gelir. Şiiliğe dair araştırmalarını Arapça olarak kitaplaştırıp 1935’de neşreder. Bu kitapta Şii akaidinin ve yaşayışının nasıl modernleştirilmesi gerektiğini anlatır. Şiiler bu kitabına reddiye yazacak, kitap Irak’ta yasaklanacaktır.
Hıristiyanların İctihadı
Bu yıllarda Mısır’da muhtelif araştırmalar yaptığı sırada Hıristiyan bir oryantalistle ahbap olur. Bir mektubunda ona çok yardımlar ettiğini, fikirlerini aktardığını, çalışmalarını sunduğunu, onun yanlışlarını düzelttiğini söyler.
Ve şöyle der: “ …(Bu Hıristiyan) Ne kadar büyük âlim ise de benden son derece değerli bilgiler aldı. Çalışkanlığını takdir ettim. Acayiptir, Hıristiyanlar Kur’an-ı kerim hakkında içtihatta bulunuyorlar. Kanım kaynadı, gıpta ettim.” Bu oryantalist Arthur Jeffery’dir.
Sırada Uzak Doğu seyahati vardır. Mısır’dan Hindistan’ın Bombay şehrine gider. Burada Brahmanlardan dersler alarak, Hind felsefesiyle meşgul olur. Bir miktar Sanskritce öğrenir.
Ardından Japonya’ya geçer. Burada iki cedidci arkadaşı kendisini karşılar. Biri Japonya Tatar cemaatinin lideri Abdürreşid İbrahim’dir. Buradaki Türk mektebinde İslami ilimler dersi verir. Kur’an-ı Kerim’i Japonca’ya tercüme eden Izutsu’yla da çalışmalar yapar.
Saray’da Hapis
1938 sonunda Japonya’dan Hindistan’a geçer. Fakat 2. Cihan Harbi patlak vermiştir. İngiliz askerleri ülkeden ülkeye böyle seyahatler yapan bu adamdan şüphelenirler. İstihbarat, Japonya’daki faaliyetlerinden ve muhtemelen geçmişteki sosyalist icraatlarından dolayı onu tutuklar. Belki de Bereketullah ile irtibatı tespit edildi. Burası meçhul. Ancak harbin oluşturduğu gergin havanın da sebebiyle 1,5 sene hapis yatmıştır.
Sonra yine sebebi meçhul bir şekilde Bhopal hükümdarının müdahalesiyle hapisten çıkarak, sarayda mecburi ikamete alınır. Hükümdar Muhammed Hamidullah Han ile nasıl bir irtibat kurmuştur, bilinmez. 1945’ e kadar 4-5 sene burada mecburi ikamete tâbi tutulur. 8 kitap bastıracak kadar rahattır. Hindli reformcuların yardımlarıyla bu çalışmaları yapabilecektir.
Ölümü
Tabi Hindistan’ın havasına alışamayıp sık sık hastalanır. Hapsi, İngiliz polisinin takibatı onu yıpratmıştır. Mısırlı reformist dostu Ali Abdurrazık’a yazdığı mektuba müsbet cevap almıştır. 1947’de Kahire’ye, oradan da İstanbul’a gelir. Guraba hastanesinde tedavi olur. Türkiye vatandaşlığına da kabul edilmiştir. Ancak İstanbul havasının iyi gelmediği sebebiyle Mısır’a tekrar döner. Burada Prenses Hadice Abbas Halim’in himayesiyle tedavi altında yaşar. Ekim 1949’da hastalıkları şiddetlenerek ölür.
Geride Kalan
Kaçak bir hayat sürdüğü için kitapları dışında pek bir şeyi yoktur. Türkiye’ye bağışladığı 500 cildlik kütüphanesi, bir takım not defterleriyle birlikte Mısır’dan Ankara Millî Kütüphane’ye gönderilmiştir. Kütüphanesi çok dağınık bir şekilde kalmıştır. Ekim devriminden sonra kitaplarının çoğu Leningrad İlimler Akademisine, bir kısmı da Finlandiya ve Bombay’daki dostlarında kalmıştır.
Çalkantılı bir hayat, tenakuzlarla dolu fikirler, karanlık bağlantılar… Ondan bize geriye kalan bunlar olmuştur. Kitapları 2000’lerden itibaren basılmaya başlandı. Bunda adına yapılan sempozyumun tesiri büyük… Onun dini fikirlerinin bugün de ciddi takipçileri bulunmaktadır. Fakat İslam ümmetine getirdiği faydalarla zararlar mukayese edilirse, onun da kabul ettiği gibi, hayatı pişmanlıklarla ve zararlarla doludur.
Eklektizmi benimseyen çizgisi ve hissi fikirlerle dolu dünya görüşünün iyi bilinmesi gerekir. Bu, Müslümanları yeni yanlışlar işlemekten muhafaza edecektir. Ehl-i sünnetin o ve onun gibi kimselerden nasıl zarar gördüğü böylece daha iyi anlaşılacaktır.
Bigiyef, Asya Müslümanları başta olmak üzere İslam aleminde; halifeliğin kaldırılışına, sosyalizme, modern dünya dinine verdiği destekle anılacaktır.
Okuyucular İçin Bir Not
Uzun zamandan beri yazı hazırlayamıyordum. Sebebi ise bu yazının arka planında saklı… Tarihi safhaları açısından Musa Carullah meselesini deştiğimde çok etraflı ve derin bir mevzunun içinde buldum kendimi. Başta Mısır ve Suudi Arabistan olmak üzere modernizm ve Vehhabiliğe dair tartışmalara oldukça aşina gibiyiz. Gerek Tanzimat sonrası Türk entelektüellerinden gerekse başka İslam coğrafyalarından gelen fikri cereyanlar şöyle böyle bilinir. Ancak meselenin Asya ayağının ve buralarda yaşananlara dair bilgilerin pek de bilinmediğini fark ettim.
Sosyalizmin açtığı yaradan içimize ne gibi zararlı fikirler sızdırılıyor? İşte bunun cevabını Musa Carullah’a dair okumalarımda gördüm. Bu mevzu belki bir okyanus olmasa da Karadeniz kadar derin, hırçın ve büyük… Modernizm’in Asya ayağının iyi bilinmesi Rusya ve Türki Cumhuriyetlerdeki kardeşlerimizi de fitnelerden, zararlı fikirlerden koruyacaktır. Dolayısıyla Müslümanların bu istikamette okumalar yapması faydalı olacak, büyük bir boşluğu dolduracaktır…
(Yazının kaynağı için tıklayınız)