Sual: Musa Carullah Bigiyef’in kitapllarında ehli sünnete muhalif görüşleri var mıdır? Osmanlı Şeyhülislamlığının kendisinin kitaplarında yazdığı fikirlerinden dolayı tekfir ettiği doğru mudur?
Cevap: 1909’da Hüseyniye medresesinde dersler vermeye başlayan Bigiyef, burada bir tartışma başlatır. Münakaşanın mevzuu onun “ahiretteki ilahi rahmetin umumi olduğu dolayısıyla Allah’ın cehennem azabını ebedi olarak uygulamayacağı” fikridir.
Bu müslümanlar için cari olan bir hakikatti. Son nefesini iman ile veren mü’minler, günahları kadar azap çekecekler sonra da imanlarının karşılığı olarak cennete gideceklerdi.
Ancak münakaşanın çıkışı, onun Yahudi ve Hıristiyanlar gibi başka dinden kâfirleri de dahil ederek herkesin ebedi azaptan kurtulacağını savunmasıydı. Yani gönlü o kadar merhamet(!) doluydu ki, Allah’a iman etmeyenlerin de azap çekmemesi gerektiğini düşünüyordu. Ayet-i kerimelere de bu hisleriyle manalar vererek tevil ediyordu.
Nitekim bunu kendisi de itiraf etmişti. “Teşehhi ile ictihad” denilen hareketiyle önce bir fikre kapılıyor ve zihninde bir hükme varıyor. Sonra bu fikrine delil uyduruyordu.
İşte o zaman medresede yenilikçi düşünenler de dâhil pek çok kimse karşı çıktı. Tabii destekçileri de oldu. Bu fitne sebebiyle medrese ile irtibatı kesildi. 1911 senesine gelindiğinde bu fikrini müdafaa için “Rahmet-i İlahiye Burhanları” ve “İnsanların Akide-i İlahiyelerine Bir Nazar” kitaplarını yazdı. Bu kitapları ve âlimlerin bunlara reddiyeleri ile tartışmalar daha da alevlendi. Böylece muhalefeti ve marjinal fikirleriyle adı her yerde duyuldu.
Osmanlı’dan Musa Carullah Raporu
Bu tartışmalar üzerine İshak bin Mürteza Efendi adlı bir hoca, şeyhülislamlığa dilekçe yazarak, Carullah’ın araştırılmasını istemişti. Bu sebeple Osmanlı’nın ‘diyanet işleri başkanlığı’ vazifesini de yapan şeyhülislamlık makamı, kitaplarını mercek altına aldı. Tedkikat-i Müellefat Meclisi inceleme sonunda şu raporu verecektir:
“… Meclis-i dâiyanemize havâle buyrulan Rahmet-i ilahiye Burhanları, İnsanların Akîde-i İlahiyelerine bir Nazar ve Uzun günlerde Ruze [Oruç] nâm kitapların ekser-i münderecâtı usûl-i İslamiyeye külliyen mübâyin ve nusûs-ı kat’iyyeye [Kurân ve Sünnete] muhalif olarak tarih-i edyan mürevviclerinin İslamiyyet aleyhine sarf ettikleri efkâr-ı sahîflerini [bozuk fikirlerini] teyid ve tervic yollu bir takım küfriyât ve ebâtıldan ibaret olup eimme-i din ile ulemâ-yı müfessirin hazeratına erbâb-ı inkârın t’an u teşni’lerde bulunarak cüz’i bir ma’lumâtı ile hevâ vü hevesine muvâfık olarak bazı şu’âra ve sûfıyyenin sözlerinden istimdad ile bir takım ictihadat ve tefsirata cür’etle ehl-i İslamı iğfal ve tadlîle [dalalete, sapıklığa] müeddi olacak eraciften ibaret ve ‘Kavâid-i fıkhiyye’ namındaki kitabı da hayli indî mesâili müctehideyi muhtevi olduğundan bu kitapların müslimîn arasında tedâvül ve taammümünün adem-i cevâzına müttefikan karar verilmekle, ol bâbda emr ü ferman hazret-i veliyyü’l emrindir. Fi 22 Rebiülevvel 331 fi 18 Mart (1)329. Mezkur kitabların men’i intişarı [yasaklanması] zımnında Dâhiliyye Nezaret-i celilesine tezkire yazılmak üzere”
(Kaynak: Bâb-ı Fetva Tahrîrat Kalemi, Karton: 158, dosya no: 31469) | [Albayrak, sf.326 / Kanlıdere, sf.232]
Bugünki Türkçesi:
“…. adlı kitaplarının içindeki bilgilerin çoğunun İslâmın usûlüne tamamen aykırı ve kat’i nasslara(Kur’an ve Sünnete) muhalif olarak, dinler tarihi taraftarlarının İslâmiyet aleyhinde sarf ettikleri bozuk fikirlerini te’yid ve terviç yollu bir takım bâtıl ve küfrü mûcib olan şeylerden ibaret olup din imamları ile müfessîr ulemâya, inkâr sahiblerinin ağzına yakışan ta’n (yerme) ve teşnîlerde (ayıplamalarda) bulunarak cüzî bir bilgisi ile hevâ ve hevesine uygun bazı şâir ve tasavvufçuların sözlerinden istimdat ile bir takım ictihad ve tefsirlere cür’ete, müslümanları iğfal ve tadlîle (dalalete, sapıklığa) sebeb olacak yalan ve uydurma sözlerden ibâret ve ‘Kavâid-i Fıkhîye’ adındaki kitabı da hayli indî(kendi aklına göre) içtihadî mes’eleleri barındırdığından bu kitapların müslümanlar arasında kullanılması ve umumileşmesinin câiz olmadığına ittifakla karar verilmiştir. Bu meselede emir ve ferman, emir sahibi Padişah Hazretlerinindir”
Bunun manası kısaca şudur:
Meclisimize sunulan adı geçen kitaplar heyet tarafından tahkik edilmiş, sözbirliği ile bu kitapların küfür ve bâtıl itikad taşıdıkları hükmüne varılmıştır. Bir takım şair ve sûfilerin tevile açık sözleri üzerinden, şahsi hevâ ve hevesleriyle tefsirler yapmış, bu suretle de müslümanların yanlış inanç ve itikadlara kapılmalarına zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla bu zararlı kitapların yayılması ve satılmasının caiz olmadığına karar verilmiştir. Kitapların yasaklanması ve toplatılması için Dahiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) gereğini yapmalıdır.
Peki Ne Oldu?
O yıllarda idare İttihatçıların elindeydi. Hazırlanan bu raporu Dâhiliye Nezareti uygulamaya koymadı. Bilakis bu sayede Musa Carullah, İttihatçılar arasında daha da şöhret buldu. Ve kitaplarına olan rağbet arttı.
Rapordan haberdar olan Carullah, Orenburg’da Vakit gazetesinde, şeyhülislamlığa bir reddiye kaleme alacaktır. Bu makamın İslamiyet önündeki en büyük engel olduğunu, tarih boyunca Osmanlı şeyhülislam ve kazaskerlerinin İslam’a en çok zarar veren kimseler olduklarını, Osmanlıların milleti din adına ifsad ettiklerini, Kur’an-ı kerimi bir tarafa bıraktıklarını, iddia edecektir. Bu makale iktibas şeklinde İstanbul’da da basılmıştır.(bkz. Teessüf etmiştim Artık Anladım, İslam Dünyası, cild 1, sayı 10 (4 Temmuz 329), sf.150)
Musa Carullah ve Osmanlı âlimleri
Onun Osmanlı Devleti’ne olan bakışı onun şu ifadelerinden anlaşılabilir:
“Büyük reformatör Martin Luter’in o tarihi günleri, Osmanlı Devleti Sultanlarının en büyüğü Sultan Süleyman Kanuni’nin günlerine mütesadif idi. Yani o zaman Hıristiyan Devletleri İslâm Devleti’ne nisbetle zayıf idi. Lâkin Martin Luter gibi büyük müceddidin çalışması ile Hıristiyan Âlemi terakki(yükselme) yoluna yüz tuttu. Ama İbni Kemal, Ebu’s-Suûd gibi kelâmcı Şeyhülislâmların çalışması ile İslâm âlemi gerileme inişlerine indirildi. Yani aklın hürriyeti sebebiyle medeniyet dünyası terakki etti. Aklın tutkunluğu içinde İslâm âlemi indi.” (Halk Nazarına Bir Niçe Mesele, sf. 34-35, Kazan 1912)
Bu ifadelerle Osmanlı’nın en zirve yıllarını, kitapları ve hizmetleriyle asırlara damgasını vuran Ebu’s-Suûd Efendi gibi âlimleri, aklın önüne geçmekle suçlamıştır. Carullah’ın ifadesine göre Devlet-i aliyye yüzünden İslam âlemi inişe geçmiş, müslümanlar bu hâle düşmüştür.
Bir Paralık Değeri Yok
Musa Carullah’ın İslam ilim ve düşünce tarihine bakışının merkezinde kelam ve fıkıh âlimlerine şiddetli bir düşmanlık görülmektedir. Bu muhalefetini şu sözleriyle açıkça dile getirir:
“…biz o vakit ulûm-u fıkhiyyeyi Kuhistâni, İbni Abidin gibi cehele tarafından te’lif olunmuş Camiu’r-Rumuz’lardan, Reddü’l-Muhtar’lardan ibaretdir hayal eder idik … ” (Edebiyât-ı Arabiye, s.3,5)
Bugün basit kimselere bile cehele yani câhiller demek ne kadar ağır ve ön yargılı bir ifade kabul edilir. Halbuki o, Hanefi mezhebinin en muteber kitaplarını yazan, Kuhistâni ve İbni Abidin gibi zâtlara “câhiller” demiştir. Buradan onun İslam bilim tarihine ve İslam alimlerine nasıl baktığını göstermektedir.
Başka bir kitabında diyor ki:
“Kur’an-ı Kerim, imamlarımızın ve talebelerimizin ellerinde kalmadı. Kur’an-ı Kerim hadisleri ihya için, itikadi meseleleri yazarken, bizim gözümüzde kelam kitaplarının, fıkhî meselelerden bahsederken de Câmiu’r-Rumûz, Bezzâziyye ve İbn-i Âbidin gibi kitapların, ayetlerden istidlal ederken de Tefsir-i Kebir’in bizim gözümüzde hüccet(kaynak, delil) olmak sıfatı ile bir paralık ehemmiyetleri yoktur.” (Rahmet-i ilahiye,sf.54-56)
Onun bu fikirlerine ve daha fazlasına Mustafa Sabri Efendi müstakil bir reddiye kaleme almıştır. Sabri Efendi kitabında bu sözü için “…Musa Efendi telaş etmesin. O eserler kadr-i nâşinasına satılık değildir” der.
Musa Carullah’ın İslam âlimlerine karşı bu derece kin ve nefretinin, bunca düşmanlığının sebebi nedir?
“Maksadım İnkılap Yaratmak”
Musa Carullah, değişime açık, aşırı hür fikirli bir insan olduğunu, akılda, fikirde, fehmde (anlayışta) hürriyet mesleğine süluk ettiğini, söyler. Böyle ifadeleri ne kadar da normal… Ancak o hürriyet mesleğinde daha da ileriye gitmeye başlayacaktır.
Kendisinin “pek çok meselede mezhep imamlarına muhalefet ettiğini; ancak bunu tahtie (onları yanlış yapmakla itham etmek) amacıyla değil, aklın ve fikrin hürriyeti; İslamiyetin genişliğini ve ulviliğini göstermek mülahazası ile yaptığını ” ifade eder.( Halk Nazarına, sf.37)
O, amacını kısaca; “…maksadım efkâr-ı İslamiyyede inkılap hareketleri yaratmaktır” (Uzun Günlerde Oruç, sf.12) şeklinde hülasa eder.
Yine der ki:
“İslamiyetin haklılığına ve yüceliğine, üstünlüğüne, semaviliğine kesin olarak inanırım. Bunun için de İslamiyet gibi mukaddes bir dinin tâlimleri ufak mezheplerin dar daireleri ile sınırlanamaz. İslam’ı böyle küçük dairelerde sınırlamak İslam için büyük bir kusurdur. Bu bakımdan da mezheplerin hudutlarını ben elbette inkâr ederim.”(Halk Nazarına, sf.120)
O bir taraftan ehl-i sünnetin mezheplerini inkâr eder. Geri kalışın sebebi olarak onları suçlar. Müctehidleri, âlimleri câhillikle itham eder. İslamiyet ve mezhepler farklıymış gibi bir manzara çizer.
Diğer taraftan insanların kendi yaptığı ictihadların “dar dairesine” girmesini bekler. Yani kendi mezhebini kurar. Bugün azınlık olan “Musa Carullah mezhebinin mukallidleri” de esefle ve ibretle görülmektedir.
Kaynak
Carullah meselesi hakkında daha çok söylenecek söz var. Kaynak olarak onu tek bir kitabıyla değerlendirmek son derece yanlıştır. Yukarıda naklettiğimiz rapor ve sözleri onun dini yönünü yansıtması bakımından kafidir.
Bugün bir kaç kitabı çeşitli ekleme, çıkarmalarla basılıyor. Halbuki tenakuzlarla, marjinal(uç) ve zıt fikirlerle dolu, 50 civarı kitabı vardır.
Carullah’ın kitapları girift/karmaşık malumatlarla doludur. Hem ilmî bir alt yapı ister hem de bütünlük isteyen bir okuma… O yüzden kitaplarını bütünüyle ele alıp çaprazlama okumalar yapmadıkça ne olduğu anlaşılamaz.
İçlerinde mesela, “Büyük Mevzularda Ufak Fikirler” kitabı gibi müdafaa çalışmaları da görülür. Hatun kitabı keza bunun gibidir. Bunlarda reformist olduğunu inkâr eder, kendine yapılan “Lutherlik” yakıştırmasını reddeder. İslam âlimlerinden bilhassa bazı sûfilerden de hürmetle bahsederek, müdafaalarda bulunur. Yalnız bunları okuyan onu, Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye aşığı, ehl-i sünnet itikadında, gayretli bir Müslüman âlim zannedebilir.
(Yazının kaynağı için tıklayınız)