Sual: Oryantalist diye kime denir? Bunlar ne tür maksatlarla ne tür faaliyetlerde bulunurlar?
Cevap: Doğulu milletlerin (İslâm âleminin) târihi, kültürü, örfü, âdetleri, din ve medeniyetleri üzerinde çeşitli maksatlarla araştırma yapan batılı Müslüman olmayan bilim adamına denir. Şarkıyâtçı veya müsteşrik diye de bilinirler.
Müsteşrikliğin târihçesi: İslâm ilimleri ile ilgilenen ilk batılının kim olduğu ve bu konudaki çalışmaların ne zaman başladığı tam olarak bilinmemektedir. Bununla berâber bâzı batılı râhiplerin, o zamânın ilim merkezi olan Endülüs’e geldikleri, Emevîlerin kurdukları İslâm üniversitelerinde okuyarak, Kur’ân-ı kerîm ve Arapça eserleri kendi dillerine çevirdikleri, felsefe tıp ve matematik başta olmak üzere, bütün ilimlerde Müslüman âlimlere tâlebelik yaptıkları târihî bir gerçektir.
Bunların başta geleni, Endülüs üniversitelerinde öğrenim yaptıktan sonra memleketine dönen, daha sonra, Roma kilisesine papaz seçilen Fransız râhip Jerbert’tir.
Endülüs’te tahsil gören bu ve bunun gibi râhipler, memleketlerine dönünce, İslâm kültür ve âlimlerinin eserlerini okumaya ve bu eserleri kendi dillerine çevirerek neşretmeye başladılar. Daha sonra Avrupa’da Padoui Medresesi gibi, Arapça öğrenim yapan okullar kuruldu. Birçok İslâm eseri Lâtinceye çevrilerek, tam altı asır kadar bir zaman, bu eserler batı üniversitelerinde okutuldu.
Zamânımızdan bin yıl öncesinde yaşamış ve bugün geçerli olan birçok kânun ve teoriyi ilim dünyâsına mal etmiş olan Müslüman ilim adamlarından El-Birûnî’nin astronomi, fizik, kimyâ, matematik, mekanik, tıp ve coğrafya konularında yazdığı eserler bütün dünyâ üniversitelerinde okutulmuş ve bugünkü ilmin gelişmesine yol açmıştır. El-Birûnî, çeşitli konularda 196 eser yazmıştır. Onun yazdığı eserlerde sâhip olduğu bilgileri, Avrupa ve Hıristiyan âlemi ancak sekiz asır sonra tam olarak anlamış ve bu bilgileri genişletmişlerdir.
İslâm üniversitelerinde yapılan tahsilin dışında, Haçlı Seferleri de Hıristiyanlara Müslümanları tanıttı. Müslümanların ilimde ve savaşta üstün başarıları, Avrupalı târihçilere tesir etti. Bunlar İslâmiyet hakkında araştırma yapıp yazılar yazmaya başladılar. Böylece batıya aktarılan İslâm ilimleri, Avrupa’da hürriyeti ve rönesansı hazırladı.
Müsteşrikliğin sebepleri: Müsteşriklik, önceleri İslâmî ilimleri ve İslâm medeniyetini incelemekle başlamış, batı sömürgeciliğinin doğuda genişlemesinden sonra, dînî, siyâsî ve ekonomik sebeplerle doğunun bütün dinlerini, âdetlerini, medeniyetlerini, coğrafyasını, geleneklerini ve dillerini araştırma şeklinde genişletilmiştir. Sebepler şöyle sıralanabilir:
1) Dînî sebepler: Batılıları müsteşrikliğe sevkeden başlıca sebebin din olduğu âşikardır. Müsteşriklik, râhiplerle başlamış ve zamânımıza kadar böyle devâm etmiştir. Bunların gâyesi İslâm dîni hakkında şüpheler toplayarak, hakîkatleri değiştirerek, râhiplerin tesirleri altında kalan milletlere, İslâmiyeti üzerinde durmaya değmez bir dinmiş gibi göstermeğe çalışmaktır. Râhipler bir din adamı olarak, ilmî araştırmalarında misyonerliğin hedeflerini de unutmamışlardır. İslâmı batı kültürü almış Müslümanlara kötü göstererek onların îtikâtlarını zaafa uğratmak, İslâmî değerleri, İslâm medeniyetini ve İslâmiyetle ilgili ilim ve edebiyâtı küçük düşürmek istemektedirler.
2) Sömürgecilik: Batılılar, görünüşte dîni, fakat aslında sömürgecilik savaşı olan Haçlı Savaşlarının yenilgiyle sonuçlanmasına rağmen, İslâm memleketlerini işgâl etmekten ümitlerini kesmemişler, bu memleketlerin kuvvet noktalarını bilip, zayıflatmak, zaaf noktalarını öğrenip istifâde etmek için îtikât, ibâdet, örf, âdet, tabiî servetler ve diğer bütün hususları araştırmaya koyulmuşlardır. Askerî istilâ ve siyâsî hâkimiyeti elde ettikten sonra da rûhî ve mânevî mukâvemeti zayıflatmak, mânevî değerlerde şüpheye düşürmek yoluyla korkaklık ve kararsızlık meydana getirmek, böylece ahlâkî ölçüleri ve ideolojiyi batıda arayarak kendilerinin kucağına düşen ve onlara âdetâ kölelik eden nesiller yetiştirmek için, şarkiyat sâhasında (müşteşriklikte) çalışmalarını derinleştirmişlerdir. Hıristiyan âlemi, Haçlı Savaşlarının askerî ve siyâsî yönden hezîmetle netîcelenmesinden bu yana diğer yollardan da İslâmiyetten ve Müslümanlardan intikamlarını almaktan bir an vazgeçmemişlerdir. Bunların ilk işleri İslâmı inceleyerek, İslâm memleketlerinde askerî kuvvetlerle oraları işgal etme yolunu kolaylaştırmak olmuştur.
İslâm âleminin siyâsî, askerî, iktisâdî ve kültürel yönden zayıflaması üzerine batılılar, İslâm ülkelerini teker teker işgâl etmeye başladılar. Birçok ülkeyi işgâl ettikten sonra, İslâm milletine karşı sömürgecilik siyâsetlerinin meşrû bir yol olduğunu göstermek maksadıyla İslâmiyet hakkında batılıların araştırmaları gelişmeye ve yoğunlaşmaya başladı. Bunlar 19. asırda İslâmiyetin fikrî mîrasını, dînî, târihî ve medenî yönlerden incelemiş bulunuyorlardı. Fakat gözlerinin önüne çekilen şu iki perde sebebiyle aslı görmekte başarılı olamamışlardır:
1) Avrupa siyâsetçilerinde ve askerî komutanlarındaki dînî taassup: Birinci Dünyâ Savaşında müttefiklerin ordusu Kudüs’e girerken Lord Allenby; “İşte Haçlı savaşları şimdi sona erdi.” demiştir. Hattâ Almanya müttefikimiz olduğu halde bayram yapmıştır.
Hiçbir dîne inanmayan, bu sebeple de İslâmiyeti incelerken tarafsız ve ilmî görünen on dokuzuncu asrın ileri sosyologlarından biri olan Gustaf Le Bone, Avrupa sömürgeciliğinin sembolü olan şu sözleri söylemekten kendini alamamaktadır: “Şark meselesi, Avrupa için her zaman fitne kaynağıdır. Meselenin kökü, gizli veya açık olarak Akdeniz’in anahtarı olan İstanbul’un ele geçirilmesine dayanıyor.” Tarafsız görünen bir müsteşrikin bile böyle fikirlere sâhip olması diğer müsteşriklerin nasıl bir zihin ve ruh yapısına sâhip oldukları hakkında son derece düşündürücüdür.
2) Bütün târihî medeniyetlerin esâsının batı târihi olduğuna inanmaları: Aslî târihin, sâlim ve selim mantığın ancak batılılarda olduğuna inanmışlardır. Diğer milletlerse (onlarca bilhassa Müslümanlar) Gibb’in İslâmın Yönü adlı kitabında dediği gibi “zerre akıllılardır”.
Batılılar sömürgecilk plânlarını rahatlıkla uygulamak için, Müslümanları kültürlerine karşı şüpheye düşürmek için, İslâm medeniyetinin Roma medeniyetinden çalınma bir medeniyet olduğunu, Müslümanların ve Arapların ancak, Roma kültür ve felsefesini nakleden birer millet olduklarını öne sürüyorlar ve İslâm medeniyetini zikrederken birçok uydurma noksanlıkları ileri sürüp, Müslümanların kültür ve medeniyetlerine olan güvenini zayıflatmak, ellerindeki akîde ve yüksek değerlere şüphe getirerek kendi kültürlerini müstemlekelerde yaymak ve mahkûm milletleri devamlı kölelik içinde yaşatmak için çalışmaktadırlar.
Yirminci yüzyılda bu konu bütün müesseselerde işlendiği gibi, iktisâdî ambargolarla da yürütülmek istenmektedir. Hıristiyan taassubu, İslâm ülkelerinde elektronik ve ağır sanâyinin kurulmasını aslâ istemeyip, şâyet böyle bir hamle ve muvaffakiyet seziliyorsa en kısa yollardan harpler çıkarmakla, elde edilen netîceleri ortadan kaldırmak gibi siyâsî cinâyetlere başvurmaktadır.
3) Ticârî sebepler: Müsteşrikliğin gelişmesinde önemli derecede rol oynayan sebeplerden biri de batılıların Müslüman devletlerle ticârî anlaşmalar yapıp, kendi mallarını en yüksek fiyatla satmak, hammaddeleri en ucuz fiyatla almak ve İslâm âleminin her köşesinde mevcut olan yerli sanâyii ortadan kaldırmak istemeleridir.
4) Siyâsî sebepler: Birçok İslâm memleketi istiklâlini elde ettikten sonra şarkiyatçılığın (müsteşrikliğin) yeni bir sebebi ortaya çıkmıştır. Bu da sefâretleri ve çeşitli basın ve yeraltı teşkilâtlarınca kendi siyâsetlerini Müslüman memleketlere ve onların hükûmetlerine benimsetmektir. İslâm memleketlerindeki yöneticilerin fikrini tamâmen anladıklarından birçok hallerde, nasîhat ve yardım bahânesiyle aralarında ayrılık çıkararak, batı sefâretleri bu kardeş devletleri birbirine düşman edip, İslâm milletleriyle hükûmetlerinin el ele vererek yabancıların nüfûzunu memleketlerinden söküp atmalarını önlemektedirler.
5) İlmî sebepler: Hazret-i Îsâ’nın doğumundan sonra bininci yıla girileceği sırada papalık tahtına çıkan Aurillaclı Gerbers (Papa II. Silvester): “Roma’da bekçilik yapabilmeğe bile yeterli derecede bilgi sâhibi bir kimse bulunmadığı herkesçe bilinmektedir. Bizzat hiçbir şey öğrenmemiş olan kimse, hangi yüzle öğretmeğe cesâret edebilir?” diyerek, bu geri durumdan inlercesine şikâyette bulunmaktadır. Halbuki yine bu asır içinde, İslâm dünyâsında Ebü’l-Kâsım, asırlar boyunca cerrâhînin mûteber standart bir kitabını teşkil eden değerli eserini yazmıştır. İslâm âleminin âlemşümûl fikirli büyük bilgini El-Bîrûnî, dünyânın güneş etrâfındaki dönüşünü müzâkere ve münâkaşa mevkiine kor. İbn-ül-Heysem, görme kânunlarını keşfeder, küresel, üstüvâneli ve mahrûtî aynalar, adese ve karanlık odalarda fizik tecrübeleri yapar. Bu asırda İslâm dünyâsı, kendi altın devrinin en yüksek noktasına hızla yükselmektedir.
“Batı ise, endişe ve korku içinde, dünyânın sonu geldiğine inanmaktadır… İslâm âlemi bu hâkim mevkiini îtirâzsız tam 8 asır boyunca elinde tuttu.”
Yukarıdaki satırların yazarı Sigrid Hunke bir Alman müsteşrikidir. Asrımızda bu ve buna benzer bâzı insaf ehline rastlanabilmektedir.
Avrupalılar on yedinci yüzyıla kadar devamlı olarak İslâm kültüründen faydalanarak onu kendilerine adapte etmeye çalıştılar. Tıp, kimyâ, fizik, coğrafya, târih yazıcılığı, astronomi, matematik (cebir, geometri, trigonometri), eczâcılık, ileri zirâat gibi daha birçok ilmî konularda İslâm âleminden büyük ölçüde faydalandılar. Meselâ Sigrid Hunke eserinde, İbn-i Sinâ’nın 760 kadar ilâç terkibinin günümüzde hâlen geçerli olduğunu belirtmektedir.
İslâm âleminin sömürge hâline gelişinin başlangıcı olan 18. asrın başlarında, batının birkaç âlimi şarkiyatçılıkta ilerlemeler kaydediyor, bunlar, İslâm memleketlerindeki Arapça yazma eserleri kıymet bilmiyen sâhiplerinden ucuz fiyatlarla satın almak veya karışıklık içinde bulunan umûmî kütüphânelerden çalmak sûretiyle memleketlerinin kütüphânelerine götürüyorlardı. Kısa zamanda nâdir Arapça yazma kitaplar, Avrupa kütüphânelerine nakledildi. 19. asrın başlarında Avrupa kütüphânelerinde 250 bine yakın Arapça eser toplandı. Bunların sayıları hergeçen gün artmaktadır. Şurası muhakkaktır ki batıdan tek bir eser alınmamış, fakat Hıristiyan dünyâsı her geçen gün eserlerimizi çalarak batıya kaçırmıştır.
Böyle olduğu halde İslâm ilminin tamâmı inkâra kalkışıldı. Bu o kadar ileri bir safhaya getirildi ki, kompleks olarak Müslüman nesillerin gönüllerine yerleştirildi.
Müsteşriklerin çalışma metodları: Müsteşrikler, görüşlerini her tarafa yaymak için başvurmadık yol bırakmamışlardır. Bunlardan önemli olanları:
1) İslâmiyetin çeşitli mevzularında incelemeler yapmak ve bunları anlatan kitaplar yazmak. Bu kitapların çoğunda, târihî vakaları, netîceleri, vesîkaları naklederken kasıtlı tahrifler (değiştirme) yapmaktadırlar. Bu konuda en ileri giden ve bu sebeple en azılı müsteşrik olarak kendini tanıtan Yahûdî müsteşrik Goldzıher gösterilebilir.
2) İslâmiyete, İslâm memleketlerine ve İslâm milletlerine dâir yazılar ihtivâ eden mecmualar yayınlamak.
3) İslâm âlemine misyonerler göndererek, oralarda görünüşte insânî hizmetler yapmak için hastâneler, cemiyetler, okullar, yetimhâneler, Hıristiyan gençlik cemiyetleri misâfirhâneleri gibi yerler kurmak.
4) Üniversite ve ilmî cemiyetlerde konferanslar vermek. Bu müsteşriklerden İslâmiyetin en azılı düşmanı olanlarının Kâhire, Şam, Bağdat, Rabat, Karaçi, Lahor ve diğer memleketlerdeki üniversitelere dâvet edilerek buralarda konferans vermeleri çeşitli yollarla sağlanmaktadır.
5) Yerli basında makâleler neşretmek. Şarkiyatçılar (müsteşrikler) İslâm memleketlerinde ödedikleri büyük ücretlerle gazetelerde makâlelerini neşrettirmektedirler.
6) Şarkiyat kongreleri ve konferanslar düzenlemek. Bu kongreler 1873 târihinden îtibâren düzenli bir şekilde yapılmaktadır.
7) İslâm ansiklopedisi hazırlamak. Bu eserin ilk baskısı bitirilmiş bulunmaktadır. Ansiklopedi yeniden İngilizce, Almanca, Fransızca olmak üzere 3 ayrı lisanda neşredilmekte ve İslâmiyetin en büyük düşmanları biraraya gelerek, İslâmiyeti bâtıl fikirlerle dolu bir din gibi anlatmaktadırlar. Ansiklopedinin, İslâm ülkelerinde de kültürlü Müslümanların başucu eseri olması için çalışmaktadırlar. Böylece zararı en yüksek mertebeye çıkarmak istemektedirler. Eser, Arapçaya ve bâzı Müslüman dillerine de çevrilmiştir.
Müsteşriklerin hedefleri: Aklî bir program olarak şarkiyat (müsteşriklik), kendisine plânını çizen misyonerlik ile onu besleyen sömürgeciliğin ortak meyvesidir. O, mâzideki hedefi uğruna hâlâ çalışmakta devâm etmektedir. Açıkça belli olan bu hedef, İslâm akâidinin (Ehl-i sünnet yolunun) temelini kökünden bozmak, bu akâide karşı olan düşünce ve anlayışı desteklemektir. İslâm akâidini yıkmak için müsteşriklikten kuvvet alan ve onun esaslarını yayan bir fikrî şebeke yüzyıllardır çalışmaktadır. Bu fikrî şebeke, Müslümanların devâm ettikleri ve önem verdikleri yüksek değerleri inkâr eden, konuları sözde İslâmî olarak îzâh etmek, müsteşriklerin yeni bir çalışma tarzıdır. Müsteşrikler, böylece Müslüman milletlerde fikrî bir şaşkınlık, rûhî bir boşluk ve dâimî bir bocalama meydana getirmek istemektedirler.
İçtimâî ilimler sâhasında yapılan araştırmalar içinde, İslâmiyetle ilgili batıdaki tetkikler kadar kin, garaz ve kasıtla dolu olanı yoktur. On dokuz ve yirminci asra gelince, müsteşrikler, İslâm târihi, medeniyeti ve akâidinin temelleri hakkındaki araştırmalarını ihtivâ eden pekçok kitap ve makâle neşrettiler. Bu kitap ve makâle sâhiplerinin herbiri, yaptıkları çalışmalarında, mücerred ilmî araştırma rûhuna dayanarak, dînî taassup ve onun meylettirdiği hissî düşünce ve taraftarlıktan uzak olduklarını iddiâ etmektedirler. Fakat bu araştırmalar iddianın yanlışlığını ve İslâm hakkında ortaya atılan bozuk ve kasıtlı tasavvurun, eserlerinin hepsinde hâlâ devâm etmekte olduğunu tesbit etmeye yetmektedir.
Avrupalı müsteşriklerin ifrat ve garaz üzere olduklarını bildiren yine Avrupalı olan Gustav Diereks’ten öğreniyoruz. O; “Müslümanlar hakkında insaf ve hakkâniyet dâiresinde hareket etmek ve faaliyetini takdir etmek için bu kadar uzun bir zaman geçmesinin sebebi ne olabilir? Bu suâlin cevâbını Hıristiyanların daha eskiden başlayarak hasımlarına karşı besledikleri, sönmek bilmez düşmanlıkta aramak îcâb eder.” demektedir.
Müsteşriklerin bugün için en büyük hasmı İslâmiyettir. Bu bakımdan müsteşriklerin ana hedefi İslâmiyeti yıkmak için çalışmaktır. Bu sebeple: Başlıca hedefleri şunlardır.
1) İslâmiyeti temelinden sarsmak;
2) Peygamber (efendimiz Muhammed aleyhisselâm) hakkında çeşitli iftirâlar atmak;
3) Vahy hakkında şüpheler doğurmak;
4) Kur’ân-ı kerîm hakkında şüpheler doğurmak;
5) Fıkıh ve mezhep meselelerini karıştırmak;
6) Îtikât ve ibâdet meselelerini karıştırmak, Müslümanların îtikâdını bozmak;
7) Müslümanları boş laflarla sun’î övgülere boğarak, esas meselelerden uzaklaştırmak;
8) İslâm âlimlerini kötülemek, onları aşağılamak;
9) Dînini bilmeyen din adamı yetiştirmek;
10) Müslümanlar arasında çeşitli fikirler yayarak onları birbirine düşman etmek ve İslâmiyetin kardeşlik müessesesini yıkmak;
11) Din adamı olarak tanınanlardan bâzılarını elde ederek, arzularına göre yazı yazdırarak, Müslümanlara tesir etmek. Reform gâyesiyle İslâmiyeti, bünyesindeki tabiî aksiyonundan uzaklaştırmak ve uyuşukluğa sevketmek; ele aldıkları ve üzerinde ciddiyetle durdukları meselelerdir.