NAMAZIN HAKİKATİ
Büyük İslam alimi Abdullah-ı Dehlevî “rahmetullâhi aleyh” (Mekâtib-i Şerîfe) kitabının 85. mektubunda buyuruyor ki:
Namazı cemaat ile kılmak ve (Tümaninet) ile kılmak, rükûdan sonra (Kavme) yapmak ve iki secde arasında (Celse) yapmak bizlere Allah’ın Peygamberi tarafından bildirildi. Kavmenin ve celsenin farz olduğunu bildiren âlimler vardır. Hanefi mezhebinin müftülerinden (Kadıhan), bu ikisinin vâcib olduğunu, ikisinden birisini unutunca (Secde-i sehv) yapmak vâcib olduğunu ve bilerek yapmayanın namazı tekrar kılmasını bildirmiştir. Müekked sünnet olduklarını bildirenler de, vâcibe yakîn sünnet demişlerdir. Sünneti hafif görerek, ehemmiyet vermeyerek terketmek küfürdür. Namazın kıyâminda, rükûunda, kavmesinde, celsesinde, secdelerinde ve oturulduğu zamanında, ayrı ayrı, başka başka keyfiyetler, haller hâsıl olur. Bütün ibâdetler namaz içinde toplanmıştır. Kurân-ı Kerîm okumak, tesbîh söylemek [yani Sübhânallah demek], Resûlullaha salavât söylemek ve günahlara istiğfar etmek ve ihtiyaçları yalnız Allahü teâlâdan istiyerek Ona duâ etmek namaz içinde toplanmıştır. Ağaçlar, otlar, namazda durur gibi dik duruyorlar. Hayvanlar, rükû halinde, cansızlar da namazda (Kade) de oturur gibi yere serilmişlerdir. Namaz kılan, bunların ibâdetlerinin hepsini yapmaktadır. Namaz kılmak, miraç gecesi farz oldu. O gece, miraç yapmakla şereflenen, Allah’ın sevgili Peygamberine uymayı düşünerek namaz kılan bir müslüman, O yüce Peygamber gibi, Allahü teâlâya yaklaştıran makâmlarda yükselir. Allahü teâlâya ve Onun Resûlüne karşı edebi takınarak huzur ile namaz kılanlar, bu mertebelere yükseldiklerini anlarlar. Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, bu ümmete merhamet ederek, büyük ihsanda bulunmuşlar, namaz kılmayı farz etmişlerdir. Bunun için Rabbimize hamd ve şükür olsun! Onun sevgili Peygamberine salavât ve tehiyyat ve duâlar ederiz! Namaz kılarken hâsıl olan safa ve huzur şaşılacak şeydir. Üstadım [Mazhar-i Can-ı Canan] buyurdu ki (Namaz kılarken, Allahü teâlâyı görmek mümkün değil ise de, görür gibi bir hâl hâsıl olmaktadır). Bu halin hâsıl olduğunu tasavvuf büyükleri söz birliği ile bildirmişlerdir. İslamiyetin başlangıcında namaz Kudüs’e karşı kılınırdı. Beyt-ül-mukaddese karşı kılmayı bırakıp, İbrahim aleyhisselâmın kıblesine dönmek emrolunduğu zaman, Medinedeki yahudiler kızdılar. (Beytül mukaddese karşı kılmış olduğunuz namazlar ne olacak?) dediler. Bakara sûresinin 143. âyet-i kerimesi gelerek, (Allahü teâlâ imanlarınızı zayi eylemez!) mealinde buyuruldu. Namazların karşılıksız kalmayacakları bildirildi. Namaz, îman kelimesi ile bildirildi. Bundan anlaşılıyor ki namazı sünnete uygun olarak kılmamak, imanı zayi etmek olur. Resûlullah efendimiz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Gözümün nuru ve lezzeti namazdadır) buyurdu. Bu hadis-i şerif, (Allahü teâlâ namazda zuhûr ediyor, müşahede olunuyor. Böylece gözüme rahatlık geliyor) demektir. Bir hadis-i şerifte, (Ya Bilal “radıyallahü teâlâ anh”! Beni rahatlandır!) buyuruldu ki (Ey Bilal! Ezan okuyarak ve namazın ikâmetini söyleyerek, beni rahata kavuştur) demektir. Namazdan başka bir şeyde rahatlık arıyan bir kimse, makbul değildir. Namazı zayi eden, elden kaçıran, başka din işlerini daha çok kaçırır.
NAMAZDAKİ ÜSTÜNLÜKLER
İmâm-ı Rabbânî “rahmetullâhi aleyh” (Mektûbât) kitabının 261. mektubunda buyuruyor ki:
Şurası muhakkak olarak bilinmelidir ki namaz, İslâmın 5 şartından ikincisidir. Bütün ibâdetleri kendisinde toplamıştır. İslamın 5’te 1 parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına müslümanlık demek olmuştur. İnsanı, Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin Efendisi ve Peygamberlerin “aleyhi ve aleyhimüssalavâtü vesselâm” en üstünü olana miraç gecesi, Cennette nasip olan rüyet şerefi dünyaya indikten sonra, dünyanın haline uygun olarak, kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Bunun içindir ki: (Namaz müminlerin miracıdır) buyurulmuştur. Bir hadis-i şerifte, (İnsanın Allahü teâlâya en yakın olması namazdadır) buyurulmuştur. Onun yolunda, tam izinde giden büyüklere o rüyet devletinden, bu dünyada büyük pay, yalnız namazda olmaktadır. Evet, bu dünyada Allahü teâlâyı görmek mümkün değildir. Dünya buna elverişli değildir. Fakat, ona tâbi olan büyüklere, namaz kılarken rüyetten bir şeyler nasip olmaktadır. Namaz kılmayı emir buyurmasaydı, maksadın, gayenin güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Âşıklar maşuku nasıl bulurdu? Namaz, üzüntülü ruhlara lezzet vericidir. Namaz, hastaların, rahat vericisidir. Ruhun gıdası namazdır. Kalbin şifası namazdır. (Ey Bilal, beni ferahlandır!) diye ezan okumasını emreden hadis-i şerif, bunu göstermekte, (Namaz, kalbimin neşesi, gözümün bebeğidir) hadis-i şerifi, bu arzuyu işaret etmektedir. Zevkler, vecdler, bilgiler, mârifetler, makâmlar, nurlar, renkler, kalpteki telvinler ve temkinler, anlaşılan ve anlaşılamayan tecellîler, sıfatlı ve sıfatsız zuhûrdan hangisi namaz dışında hâsıl olursa ve namazın hakikatinden bir şey anlaşılamazsa, bu hâsıl olanlar, hep zılden, aksten ve sûretten meydana gelmiştir. Belki de, vehim ve hayalden başka bir şey değildir. Namazın hakikatini anlamış olan bir kâmil, namaza durunca, sanki bu dünyadan çıkıp ahiret hayatına girer ve ahirete mahsus olan nimetlerden bir şeylere kavuşur. Araya aks, hayal karışmaksızın, asldan haz ve pay alır. Çünkü, dünyadaki bütün kemâlât, nimetler, zılden, sûret ve görünüşten hâsıl olmaktadır. Zıll, görünüş arada olmadan, doğruca asldan hâsıl olmak, ahirete mahsustur. Dünyada asldan alabilmek için miraç lâzımdır. Bu miraç, müminin namazıdır. Bu nimet, yalnız bu ümmete mahsustur. Peygamberlerine tâbi olmak sayesinde buna kavuşurlar. Çünkü bunların Peygamberi “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Miraç gecesi dünyadan çıkıp, ahirete gitti. Cennete girdi ve rüyet saadeti, nimeti ile şereflendi. Ya Rabbi! Sen o büyük Peygambere “sallallâhü aleyhi ve sellem” bizim tarafımızdan Onun büyüklüğüne yakışan iyilikleri ihsan eyle! Bütün Peygamberlere de, “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” hayrlar, iyilikler ver ki onlar insanları seni tanımaya ve rızana kavuşmaya çağırmış ve beğendiğin yolu göstermişlerdir.
Tasavvuf yolunda bulunanların bir çoğu, kendilerine namazın hakikati bildirilmediği ve ona mahsus kemâlât tanıtılmadığı için, dertlerinin ilacını başka şeylerde aradı. Maksatlarına kavuşmak için, başka şeylere sarıldı. Hatta bunlardan bazısı, namazı, bu yolun dışında, maksat ile ilgisiz sandı. Orucu namazdan üstün bildi. Namazın hakikatini anlayamayanlardan bir çoğu da, ızdırablarını teskin ve ruhlarını ferahlandırmayı, simâ’ ve nağmede yani musikide, vecde gelmekte, kendinden geçmekte aradı. Maksadı, maşuku, musiki perdelerinin arkasında sandı. Bunun için raksa, dansa sarıldılar. Halbuki (Allahü teâlâ haramda şifa tesiri yaratmamıştır) hadis-i şerifini işitmişlerdi. Evet, boğulmak üzere olan bir acemi yüzücü, her ota da sarılır. Bir şeyin aşki âşık olanı sağır ve kör eder. Bunlara eğer namazın kemâlâtından bir şey tattırılmış olsaydı, simâ’ ve nağmeyi ağızlarına almaz, vecde gelmeyi hatırlarına bile getirmezlerdi.
Ey kardeşim! Namaz ile musiki arasında ne kadar uzaklık varsa, namazdan hâsıl olan kemâlât ile musikiden hâsıl olan teessür de, birbirinden o kadar uzaktır. Aklı olan, bu kadar işaretten çok şey anlar.
İbadetlerden zevk duymak ve bunların yapılması güç gelmemek, Allahü teâlânın en büyük nimetlerindendir. Hele namazın tadını duymak, nihâyete yetişmeyenlere nasip olmaz. Hele farz namazların tadını almak, ancak onlara mahsustur. Çünkü nihâyete yaklaşanlara, nâfile namazların tadını tattırırlar. Nihâyette ise, yalnız farz namazların tadı duyulur. Nâfile namazlar zevksiz olup farzların kılınması büyük kar, kazanç bilinir.
[Nâfile namaz, farz ve vâcibden başka namazlar demektir. 5 vakit namazın sünnetleri ve diğer vâcib olmayan namazlar, hep nâfiledir. Müekked olan ve olmayan, bütün sünnetler nâfiledir.]
Namazların hepsinde hâsıl olan lezzetten, nefse bir pay yoktur. İnsan bu tadı duyarken, nefsi inlemekte, feryat etmektedir. Ya Rabbi! Bu ne büyük rütbedir! Bizim gibi, ruhları hasta olanların bu sözleri duyması da büyük nimet, hakiki saadettir.
İyi biliniz ki dünyada namazın rütbesi, derecesi, ahirette Allahü teâlâyı görmenin yüksekliği gibidir. Dünyada insanın Allahü teâlâya en yakın bulunduğu zaman, namaz kıldığı zamandır. Ahirette en yakın olduğu da, rüyet, yani Allahü teâlâyı gördüğü zamandır.
Dünyadaki bütün ibâdetler insanı namaz kılabilecek bir hâle getirmek içindir. Asıl maksat, namaz kılmaktır. Saadet-i ebediyyeye ve sonsuz nimetlere kavuşmak ancak namaz kılmakla elde edilir.
Namaz, bütün ibâdetlerden ve oruçtan kıymetlidir. Namaz vardır ki kırık kalpleri zevkle doldurur. Namaz vardır ki günahları yok eder. İnsanı kötülükten korur. Hadis-i şerifte, (Namaz, kalbimin neşesi ve sevinç kaynağıdır) buyuruldu. Namaz, üzüntülü ruhlara lezzet verir. Namaz, ruhun gıdasıdır. Namaz, kalbin şifasıdır. Namazda öyle ân olur ki ârifin dili Mûsâ aleyhisselâma söyleyen, ağaç gibi olur.
NAMAZIN ESRARI
İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh” Mektûbât’ın 304. mektubunda buyuruyor ki:
Allahü teâlâya hamd ettikten ve Peygamberimize “sallallâhü aleyhi ve sellem” salavât getirdikten sonra, ebedî saadete kavuşmanıza duâ ederim. Allahü teâlâ, birçok âyet-i kerimede, amâl-i sâliha işleyen müminlerin, Cennete gireceklerini bildiriyor. Bu amel-i sâlihler nelerdir, iyi işlerin hepsi mi, yoksa bir kaçı mı? Eğer, iyi şeylerin hepsi olsa, bunları kimse yapamaz. Birkaçı ise, acaba hangi iyi işler isteniliyor? Nihâyet Allahü teâlâ lütfederek şöyle bildirdi ki amâl-i sâliha, İslâmın 5 rüknü, direğidir. İslamın bu 5 temelini, bir kimse hakkı ile kusursuz yaparsa, Cehennemden kurtulması kuvvetle umulur. Çünkü bunlar, aslında sâlih işler olup insanı günahlardan ve çirkin şeyleri yapmaktan korur. Nitekim, Kurân-ı Kerîmde, Ankebût sûresi, 45. âyetinde meâlen, (Kusursuz kılınan bir namaz, insanı pis, çirkin işleri işlemekten korur) buyurulmaktadır. Bir insana, İslâmin 5 şartını yerine getirmek nasip olursa, nimetlerin şükrünü yapmış olur. Çünkü kendisi, Nisa sûresi, 146. âyetinde meâlen, (İman eder ve şükrederseniz, azap yapmam) buyuruyor. O hâlde, İslâmın 5 şartını yerine getirmeye, can-ü gönülden çalışmalıdır.
Bu 5 şarttan en mühimi, namazdır ki dinin direğidir. Namazın edeblerinden bir edebi kaçırmıyarak kılmaya gayret etmelidir. Namaz tamam kılınabildi ise, İslâmın esas ve büyük temeli kurulmuş olur. Cehennemden kurtaran sağlam ip yakalanmış olur. Allahü teâlâ, hepimize, doğru namaz kılmak nasip etsin!
Namaza dururken, (Allahü Ekber) demek, (Allahü teâlânın, hiçbir mahlukun ibâdetine muhtaç olmadığını, her bakımdan hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını, insanların namazlarının, ona faydası olmayacağını) bildirmektedir. Namaz içindeki tekbîrler ise, (Allahü teâlâya karşı yakışır bir ibâdet yapmaya, liyakat ve gücümüz olmadığını) gösterir. Rükûdeki tesbîhlerde de bu mânâ bulunduğu için, rükûdan sonra, tekbîr emrolunmadı. Halbuki secde tesbîhlerinden sonra emrolundu. Çünkü secde tevazu ve aşağılığın en ziyâdesi ve zillet ve küçüklüğün son derecesi olduğundan, bunu yapınca, hakkıyla, tam ibâdet etmiş sanılır. Bu düşünceden korunmak için, secdelerde yatıp kalkarken, tekbîr söylemek sünnet olduğu gibi, secde tesbîhlerinde (alâ) demek emrolundu. Namaz müminin miracı olduğu için, namazın sonunda Peygamber Efendimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” miraç gecesinde söylemekle şereflendiği kelimeleri, yani Ettehiyyâtü yü okumak emrolundu. O hâlde namaz kılan bir kimse, namazı kendine miraç yapmalı. Allahü teâlâya yakınlığının nihâyetini namazda aramalıdır.
Peygamberimiz “aleyhi ve alâ Âlihissalatü vesselâm” buyurdu ki (İnsanın, Rabbine en yakın olduğu zaman namaz kıldığı zamandır). Namaz kılan bir kimse, Rabbi ile konuşmakta, Ona yalvarmakta ve Onun büyüklüğünü ve Ondan başka her şeyin, hiç olduğunu görmektedir. Bunun için, namazda korku, dehşet, ürkmek hâsıl olacağından, teselli ve rahat bulması için, namazın sonunda, iki defa selam vermesi emir buyuruldu.
Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” bir hadis-i şerifte, (Farz namazdan sonra 33 tesbîh, 33 tahmîd, 33 tekbîr ve bir de tehlîl) emretmiştir. Bunun sebebi, namazdaki kusurlar tesbîh ile örtülür. Lâyık olan, tam ibâdet yapılamadığı bildirilir. (Tahmîd) ile namaz kılmakla şereflenmenin, Onun yardımı ve eriştirmesi ile olduğu bilinerek, bu büyük nimete şükredilir, hamd edilir. (Tekbîr) ederek de, Ondan başka ibâdete lâyık kimse olmadığı bildirilir.
Namaz, şartlarına ve edeblerine uygun olarak kılınıp ve yapılan kusurlar da böylece örtülüp, namazı nasip ettiğine de şükredip, ibâdete başka hiç kimsenin hakkı olmadığı, kalbinden temiz ve halis olarak, kelime-i tevhid ile bildirilince, bu namaz kabul olunabilir. Bu kimse, namaz kılanlardan ve kurtuluculardan olur. Ya Rabbi! Peygamberlerinin en üstünü hürmeti için “aleyhi ve alâ Âlihimüssalavâtü vetteslîmât” bizleri namaz kılan ve kurtulan, mesut kullarından eyle! Âmin.