Sual: Osmanlı müesseseleri, Bizans müesseselerinin kopyası mıdır?

Cevap: Bizans İmparatorluğu’ndaki bazı müesseselerin, onun topraklarına vâris olan Osmanlı Devleti’ne tesir edip etmediği öteden beri münakaşa edilir. Hakikat şudur ki, Bizans müesseselerinin tesiri mevzu bahis olmadan önce de Müslüman Türk devletleri vardı. Osmanlı Devleti, Bizans’ın değil,  Selçuklu Devleti’nin devamıdır ve onun müesseselerinin tesiri altındadır. Selçuklu Devleti ise Abbasî modeline göre kurulmuştur. Abbasi Devleti’nin siyasî yapısında ise Sasani tesiri görülür. Şu halde Osmanlı Devleti’nde bilhassa Sultan Fatih’ten sonra Bizans tesirinin izlerine rastlanır. Ama bu mübalağa edildiği kadar değildir. Buna verilen misaller ise, iddiayı ispattan uzak umumi misallerdir. Fuad Köprülü’nün bu mealde bir eseri vardır.

 

Sual: Osmanlılardaki maarif sistemini tam olarak nereden öğrenebilirim? Meselâ sibyan mektebinde kız erkek karışıkmış; peki diğerlerinde karışık mıydı?

Cevap: Sadece sibyan ve ibtidaî mekteplerinde kız ve erkek çocuklar karışık tedrisat görür. Yine de sıralarda ayrı otururlardı. Rüşdiye ve idadî mekteplerinde (orta ve lise) kızlar için ya ayrı mektep veya ayrı sınıf vardır. Dâarülfünun’da (üniversitede) ise, sınıf veya anfi perde ile ortadan ikiye ayrılır; kızlar perdenin arka tarafında, erkekler ön tarafta ders dinler; anfinin ve mektebin farklı kapılarından girip çıkardı. Bâliğa kızın başka erkeklerle bir arada bulunması dinen câiz olmadığı için böyle yapılırdı.

 

Sual: Osmanlı câmilerine neden sahabilerin veya büyük zâtların isimleri konulmamıştır? Bunun mahzuru var mıdır?

Cevap: Osmanlılarda hiç bir câminin ismi yoktur. Halk arasında bir isim söylenmiş; o câminin ismi olmuştur. Bu da umumiyetle yaptıranın ismidir. Gecekondu mahallelerinde mimarî estetikten mahrum zavallı binalara Hazret-i Ebubekir Câmisi yazıyorlar. Saygısızlık değilse bile, uygun olmuyor.

 

Sual: Osmanlılar zamanında İstanbul’un fethi nasıl kutlanırdı? Osmanlılarda hangi millî bayramlar vardı?

Cevap: Osmanlılar, İstanbul’un fethini hiçbir zaman kutlamamıştır. Hatta Sultan Hamid zamanında (1903) kutlamak istemişler; padişah “Rum vatandaşlarımız rencide olur” diye izin vermemiş. Bu, Dr. Atıf Hüseyin’in hatıralarında yazıyor. Osmanlılarda iki dinî bayram ve kandillerden başka, son zamanlarda padişahın doğum ve cülûs günü milli bayram idi. Donanma yapılır; yani dükkânlar, evler ve sokaklar süslenir, gece ışıklandırılırdı.

 

Sual: Bir arkadaşım, Osmanlılar zamanında İstanbul hariç olmak üzere yeni fethedilen yerlerde câmiden önce dârülhadîs yapıldığını söyledi. Bu bilgi doğru mudur? Dârülhadîs’e, câmiden daha fazla değer verilmesinin sebebi nedir?

Cevap: Dârülhadîs, her ne kadar hadîs-i şerif ilmi öğretilen medrese mânâsına geliyor ise de, Osmanlılarda lisans üstü tedrisat yapan bir medresedir. İstanbul gibi büyük birkaç yerde vardır. İstanbul’dakini Sultan Kanuni yaptırmıştır. Arkadaşınızın sözü doğru değildir. Bir yer fethedildiği zaman, ilk Cuma günü Cuma namazı kılmak farzdır. Bunun için o şehirde derhal bir câmi yapılır. Mabed, bir şehrin kalbidir. Dârülhadîs binası olmasa da, tedrisat yapmak, ilim öğretmek mümkündür. Bir başka deyişle, ilim için binaya ihtiyaç yoktur. İbâdet için vardır.

 

Sual: Osmanlılarda padişahın ve padişahtan davacı olanların davalarına bakacak mahkeme hangisidir?

Cevap: Padişahla alâkalı davalar, normalde kendi beldesinin kadısının salahiyet sahasına girer. Ama İslâm tarihinin ilk devirlerinden kalma bir geleneğe göre, hükümdar bu iş için hususî mahkemeler kurar. Divan-ı mezâlim denen bu mahkemede muayyen zamanlarda hükümdar davacı sıfatıyla bulunur. Halk buraya müracaat eder. Zira sıradan mahkemeler, bu gibi yüksek rütbeli kişilere ait davalara bakmakta zorlanır; mazlumların hakkını elde etmesi mümkün olmayabilir. Osmanlılarda divan-ı mezâlimin yerini Divan-ı Hümayun almıştır.

 

Sual: Osmanlılardaki ‘besleme’ müessesesi ne manaya gelmektedir?

Cevap: Fakir kimsesiz çocuklar alınıp büyütülür, sonra evlendirilir veya işe konur. Buna besleme denir. Ancak evlatlık olarak birini üzerine kaydedip çocuğu ilan etmek İslâm hukukunda caiz değildir.

 

Sual: İslâmiyette serbest piyasa ekonomisi olduğu halde, Osmanlı Devleti’nde şimdiki gibi bir serbestlik olmadığı; mesela aynı türden iş yapanlara o mıntıkada belli sınırlamalar getirildiği görünüyor. Bunun izahı nedir?

Cevap: Osmanlı ekonomisi, o zamanki Avrupa memleketlerinde olduğu gibi kontrollü liberalizm üzerine kuruludur. Bunda zayıfları (halkı) korumak, mal standartlarını muhafaza etmek, muayyen kişi ve kitlelerin aşırı zengin olarak cemiyet düzeni ve devleti tehdid etmelerini önlemek, amme hizmetlerinin en iyi şekilde yerine getirilmesini temin etmek gayesi vardır. İslâmiyetin kabul ettiği ekonomik sistem de, başıboş bir liberalizm değildir. Zekât, vakıf gibi müesseselerle, bu sistemin mahzurları bertaraf edilmiştir.

 

Sual: Osmanlıda kağıt para basılamadığı, dış ülkelerde bastırılıp, ülkeye getirildiği doğru mudur?

Cevap: Evet. Cumhuriyet devrinde de öyleydi. Osmanlı Devleti, kâğıt parayı kısa bir devre kullanmış; metal parayı tercih etmiştir.

 

Sual: Şeyhülislamlar niçin Divan-ı Hümâyun toplantılarına katılmamıştır?

Cevap: Şeyhülislâmlık icraî değil, istişarî bir makamdır da ondan. Lüzumlu görüldüğü zaman, fikrinden istifade etmek için çağırılırdı.

 

Sual: Osmanlılarda soy tükenirse Kırım hanı tahta geçiyor. Sultanzadeler neden hiç düşünülmemiş de, Giray Hanedanına hak tanınmış?

Cevap: Böyle bir kaide yoktur. Ama bazı tarihçiler bunu rivayet ediyor. Ama itibara şayan değildir. Böyle bir şey mümkün de değildir. Tatbikatta da yaşanmamıştır. Osmanlı soyu kesilseydi, devlet de sona ererdi muhtemelen. Ama Giraylar, Osmanlı Devleti’nde resmen kabul edilen birkaç asil aileden biridir. Osmanlılar, sultanzâdelerin halka karışmasını istemiştir. Nitekim Sultan Fatih Kanunnamesi’nde, Sultanzadelere sancakbeyliğinden yukarı rütbe verilmesi men ediliyor. Devletin dirliği için Osmanlı hanedanı dışında başka soylu hanedanların teşekkülüne göz yumulmamıştır.

 

Sual: Osmanlılardaki külliye tabirinin doğru olmayıp, buna imaret demek lazım geldiği doğru mudur?

Cevap: Osmanlılar, câmi, hamam, imaret, mekteb, medrese, dârüşşifâ, tâbhâne gibi yapılar topluluğuna külliye ismini veriyorlar. Küll, bütün, tamam manasına gelir. Bugün modern Araplar, fakülte için külliye tabirini kullanıyor. Kolej kelimesinin buradan geldiği rivayet edilir. İmâret, tamamen farklıdır. Fakirlere ve hazineden hakkı olanlara, mesela medrese talebelerine yemek çıkan vakıf eseridir. Modern Araplar, apartmana imaret derler.

 

Sual: Osmanlılarda beşik uleması diye bir şey var mıydı?

Cevap: Osmanlılarda ulema çocuklarını teşvik ve onları ilim öğrenmeye tahrik için beşik ulemalığı denilen bir burs usulü vardı. Güzel bir adet olduğunu İbni Abidin beyan ediyor.

 

Sual: Osmanlı vakıf sisteminin sürekliliği hakkında final projesi hazırlıyorum. Okuduğum kaynaklar, büyük şehirler dışında, zengin hamileri olmadığı için, vakıfların az olduğu ve taşra halkının vakıflardan büyük şehirlerdekiler kadar faydalanamadığı neticesine varmışlar. Bu doğru mudur?

Cevap: Taşra ile alakası yoktur. Bazı medreselerin vakıfları azdır veya zaman içinde toprak kayıpları ve enflasyon sebebiyle azalmıştır. Elbette ki bu vakıfların faaliyetleri de o nispette olmuştur. Yoksa taşrada da zengin vakıflara sahip çok sayıda medrese vardır. Anadolu’nun her şehrinde kimi Selçuklular’dan kalma kimi Osmanlılar tarafından yapılmış, Arap beldelerinde ise eski zamanlardan intikal etmiş çok sayıda medrese olduğunu biliyoruz.

 

Sual: Osmanlı Devleti’nde anayasa yoktu sözü düşmanca bir değerlendirme midir?

Cevap: Osmanlı Devleti’nin modern manada yazılı bir anayasası yoktur Çünkü şer’î kaideler, anayasanın yerini tutmaktadır. Bugün İngiltere’de Kanada’da Avusturalya’da İsrail’de yazılı anayasa yoktur.

 

Sual: Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının menfi neticeleri olmuş mudur?

Cevap: Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması bir ihtiyacın eseridir. Hiçbir faydası kalmamış; ama zararları memleketin asırlarca geri kalmasına sebebiyet vermiş bu fesad ocağının yok edilmesi esas itibarıyla hayırlı olmuştur. Ancak Yeniçeri düşmanlığı sebebiyle, Mehteran’ın kaldırılması, Yeniçeri mezarlarının kırılması gibi o zaman için normal karşılanabilecek bazı kültürel manada negatif neticeleri olmuştur.

 

Sual: Türklerin Anadolu ve Rumeli’de Türk olmayan halklar ile karışması ne nisbettedir?

Cevap: Bunu tespit etmek mümkün değildir. Ama Anadolu ve Rumeli’deki Türk nüfusu ekseriyetle halistir. Türk olmayan bazı unsurlar, kitle halinde ihtida edip, millî hüviyetlerini muhafaza etmiştir. Boşnak Arnavut Pomak, Çerkes, Gürcü gibi.

 

Sual: Şimdi çalınan Mehter marşları ve sözleri, Osmanlılar zamanından kalma mıdır?

Cevap: Mehter, Yeniçeri Ocağı ile beraber 1826’da kaldırıldı. Meşrutiyet devrinde tekrar kuruldu. Cumhuriyet devrinde tekrar kaldırıldı. 1952’de tekrar kuruldu. 1826’dan eski marşların çoğunun notası bulunamadı. Her iki devirde de yeni marşlar bestelendi. Şimdi çalınanların ekserisi bunlardır. Hücum Marşı, Amed Nesim-i Subh-Dem gibi parçalar eskidir. Ayrıca bando/mızıka için bestelenen marşlar da mehter repertuarındadır. Cumhuriyetten sonra eski marşlardaki bazı ifadeler değiştirildi. Askerlerin Hazır Silah diye başlayan Devlet Marşı’ndaki “Sultan Aziz” kelimesi, “Türk milleti”; Ordumuz Etti Yemin diye başlayan Ordu Marşı’ndaki “Osmanlı” kelimesi, “Şanlı Türk”; Sivastopol Önünde’deki “Arab Binbaşı” terkibi, “Yaman Binbaşı”; Artar Cihadla şanımız diye başlayan marştaki “Osmanlıyız” kelimesi, “Pek Şanlıyız”; İzzeddin Hümâî beyin meşhur marşındaki “Kafkasya Dağlarında Çiçekler Açar” mısraı; “İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar”; “Yaşa Ey Şanlı Ordu Sen Binler Yaşa” mısraı da “Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa” şeklinde değiştirildi.

 

Tavsiye Yazı –> Devşirme Sistemi İslam Hukukuna Uygun Mudur?

Tavsiye Yazı –> Osmanlılara Dair Sualler

 

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler