Müşrikler sâdece Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselama eziyet etmiyordu. O’nun şanlı Eshâbına da işkence yapıyorlardı. Bilhassa fakir, kimsesiz olanları tercih ediyor, ellerinden gelen, akla hayâle sığmayan baskı ve zulmü hiç çekinmeden yapıyorlardı. Bunlardan biri de Bilâl-i Habeşî idi. Ümeyye bin Halef isminde bir müşrikin kölesi olan Hazreti Bilâl, Ebû Bekr-i Sıddîk’ın vâsıtası ile müslüman olmuştu. Ümeyye, 12 kölesinden en çok Bilâl’i sevdiği için, puthâneye bekçi yapmıştı, Hazreti Bilâl, müslüman olunca, puthânedeki bütün putları secde vaziyetine getirdi. Bu haber Ümeyye’ye ulaşınca, büyük bir dehşete kapıldı. Çağırtıp; “Sen müslüman olmuşsun. Muhammed’in Rabbine secde ediyormuşsun, öyle mi?” diye sordu. Hazreti Bilâl de; “Evet. Büyük ve yüce olan Allahü teâlâya secde ederim” dedi. Ümeyye, hoşlanmadığı bu cevâbı alınca, derhal eziyet ve işkencelerine başladı. Öğle vakti güneş tam tepeye geldiğinde, onu soyar, sıcaktan kavrulmuş taşları, çıplak vücûduna koyarak dağlardı. Ateş gibi yanan taşların bir kısmını arkasına, bâzısını da karnı üzerine yığdıktan sonra; “İslâm dîninden dön!.. Lât ve Uzzâ putlarına îmân et” der, Hazreti Bilâl ise; “Allahü teâlâ birdir! Allahü teâlâ birdir!” diyerek îmânını bildirirdi.
Ümeyye bin Halef, onun bu sabrını gördükçe deliye döner, dikenler üzerinde sürterek vücûdunu yaralar ve işkence ederdi. Hazreti Bilâl, vücûdundan oluk gibi akan kanlara aldırmadan; “Allah’ım! Senden gelene razıyım. Allah’ım! Senden gelene razıyım” der ve îmânında sebat gösterirdi.
Hazreti Bilâl, bu hâlini şöyle anlatmıştır: “O habis Ümeyye, beni, günün sıcağında bağlayıp, gece de azâb ederdi. Sıcak bir gün idi. Her zamanki gibi yine işkenceye başladı. İslâm’dan döndürmek için; “Putlarımıza tap! Muhammed’in Allah’ını inkâr et, inkâr et, inkâr et!” dedikçe; “Allah birdir! Allah birdir!” derdim. Hıncını almak için, o gün çok büyük bir kayayı göğsümün üzerine koydu. O anda bayılmışım. Ayıldığımda, üzerimdeki kayanın kalkmış ve güneşin buluta girmiş olduğunu gördüm. Allahü teâlâya şükrettim ve kendi kendime; “Ey Bilâl! Cenâb-ı Hak’dan gelen her şey güzeldir, hoştur” dedim.”
Ümeyye bin Halef, yine bir gün Bilâl-i Habeşî’ye işkence yapmak için dışarı çıkarmıştı. Elbiselerini çıkarıp sâdece bir don ile, yakıcı sıcakta kızgın kumlara yatırıp, üzerine taşlar yığmıştı. Müşrikler toplanıp ağır işkenceler yapıyorlar; “Dîninden dönmezsen seni öldüreceğiz” diyorlardı. Bilâl-i Habeşî, bu dayanılmaz işkenceler altında; “Allah birdir! Allah birdir!” diyordu. Bu sırada sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem oradan geçiyordu. Hazreti Bilâl-i Habeşî’nin bu hâlini görünce çok üzüldü; “Allahü teâlânın ismini söylemek seni kurtarır” buyurdu.
Evine döndükten biraz sonra, yanına Hazreti Ebû Bekr geldi. Bilâl-i Habeşî’nin çektiği işkenceyi, Ebû Bekr-i Sıddîk’a anlatıp; “Çok üzüldüm” buyurdu, Hazreti Ebû Bekr, hemen oraya gitti. Müşriklere; “Bilâl’e böyle yapmakla elinize ne geçer? Bunu bana satın” dedi. “Dünyâ dolusu altın versen satmayız. Fakat, senin kölen Âmir ile değişiriz” dediler. Hazreti Ebû Bekr’in kölesi Âmir, onun ticâret işlerini yapar ve çok para kazanırdı. Yanında şahsî malından başka, on bin altını vardı. Hazreti Ebû Bekr’in yardımcısı olup, her işini yürütürdü. Fakat kâfir idi ve küfründe ısrar ediyordu. Hazreti Ebû Bekr; “Âmir’i bütün malı ve paraları ile, Bilâl için size verdim” buyurdu. Ümeyye bin Halef ve diğer müşrikler çok sevinip; “Ebû Bekr’i aldattık” dediler.
Hazreti Ebû Bekr, hemen Bilâl-i Habeşî’nin üzerindeki ağır taşları atıp ayağa kaldırdı. Bilâl-i Habeşî, ağır işkenceler sebebiyle çok hâlsizleşmişti. Elinden tutup, doğruca sevgili Peygamberimizin huzûruna getirdi. “Yâ Resûlallah! Bilâl’i, bu gün Allah rızâsı için âzâd ettim” dedi. Resûlullah efendimiz, çok sevindi. Hazreti Ebû Bekr’e çok duâ buyurdu. O sırada Cebrâil aleyhisselâm; Ebû Bekr’in Cehennem’den uzak olduğunu müjdeleyen, Leyl sûresinin 17 ve 18. âyet-i kerîmelerini getirdi. Âyet-i kerîmelerde meâlen; “(Hazreti Ebû Bekr gibi) ziyâde takvâ sahibi olup, (şirk ve günahdan sakınıp) malını, Allahü teâlânın katında pak olmak (ve va’d-i ilâhîye kavuşmak) için hayr yolunda harcayan kimse, ondan (Cehennem’den) uzaklaştırılmıştır” buyruldu.
Habbâb bin Eret hazretleri de dîninden döndürülmek için zulmedilenlerdendî. Hazreti Habbâb da kimsesizdi ve Ümmü Enmâr adlı müşrik bir kadının kölesi idi. Onu koruyacak bir akrabâsı olmadığı için, müşrikler toplanırlar, Mübârek vücûdunu soyup, üzerini dikenlerle tararlardı. Bâzan da çıplak vücûduna demirden gömlek giydirip, güneş altında bekletirlerdi. Güneşte veya ateşte ısıttıkları taşları çıplak vücûduna bastırırlar; “Dîninden dön! Lât ve Uzzâ’ya tap!” derlerdi. Habbâb da îmânında ısrar eder; “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah” diyerek onlara karşı koyardı.
Müşrikler, bir gün toplanıp bir meydanda ateş yaktılar. Hazreti Habbâb’ı bağlayıp, getirdiler. Soyarak, ateşin üzerine yatırdılar. Ya dîninden döndürecekler, veya ateşte yakacaklardı. Ateşin ortasına sırt üstü yatırılan Hazreti Habbâb; “Allah’ım! Hâlimi görüyor, durumumu biliyorsun. Kalbimdeki îmânı sabit et, büyük bir sabır ihsân eyle” diye duâ ediyordu. Müşriklerden biri ayağıyla Hazreti Habbâb’ın göğsüne bastı. Fakat onlar, Allahü teâlânın inananları koruduğunu bilmiyorlardı. Yıllar sonra bu hâdiseyi Habbâb’a sorduklarında, sırtını açıp yanık izlerini göstererek; “Benim için bir ateş yaktılar, sonra sürükleyerek içine attılar. O ateşi ancak benim etim söndürmüştü” dedi.
Hazreti Habbâb’a dışarda böyle işkence ederlerken, sahibi Ümmü Enmâr da, dîninden döndürmek için ateşte demiri kızartır ve başına basarak dağlardı. O, dîni için bütün bu acılara katlanır, teklif ettiklerini yerine getirmez ve îmânından dönmezdi.
Bir gün Hazreti Habbâb, sevgili Peygamberimizin huzûrlarına çıktı ve; “Yâ Resûlallah! Müşrikler dışarda beni gördükleri yerde ateşte yakıyorlar. Evde, sahibim Ümmü Enmâr da kızartılmış demirle başımı dağlıyor. Duânızı istirhâm ediyorum!” dedi. Sonra sırtındaki ve başındaki yanıkları gösterdi. Peygamberimiz bu hâline çok acıdı, Dîninden dönmemek için çektiği ızdırâba, yapılan zulme dayanamadı ve; “Yâ Rabbî! Habbâb’a yardım et” diyerek duâda bulundu. Cenâb-ı Hak, Resûlünün duâsını ânında kabul buyurdu ve Ümmü Enmâr’ın başına şiddetli bir ağrı verdi. Ümmü Enmâr, başının ağrısından sabahlara kadar inlerdi. Çâre olarak ateşte kızdırılmış bir demirle başının dağlanmasını söylediler. Sonunda Habbâb’ı çağırarak, demir çubuğu ateşte kızartmasını ve başını dağlamasını emretti… Hazreti Habbâb da demirle onun başını dağlardı…
İslâm’ın ilk günlerinde, müşrikler, Habbâb bin Eret’in durumuna pek aldırış etmiyorlardı. Fakat her geçen gün îmân edenlerin sayısı artıyordu. Sonunda, ister istemez bu işi ciddiye almaya mecbur olmuşlardı. Nihâyet Hazreti Habbâb’a olan işkencelerini artırdılar. Ziyâdesiyle vurdular, dövdüler, yaraladılar, işkence üstüne işkence yaptılar…
Bütün bunlara rağmen, Hazreti Habbâb îmânından zerre kadar tâviz vermedi. Fakat eziyet ve işkenceler de dayanılmaz hâle gelmişti. Olup bitenleri Kâinatın efendisine arzedip; “Yâ Resûlallah! Çektiğimiz işkencelerden kurtulmamız için, duâ buyurur musunuz?” dedi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz; “Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, demir tarakla derileri, etleri soyulup kazınırdı da, bu işkence yine onları dîninden döndüremezdi. Testere ile tepesinden 2’ye bölünürdü de, yine bu işkenceler onları dinlerinden geri çeviremezdi. Allahü teâlâ elbette bu işi (islâmiyet’i) tamamlayacaktır. Bütün dinlerden üstün kılacaktır. Öyle ki, hayvanına binip, San’a’dan Hadramût’a kadar tek başına giden kimse, Allahü teâlâdan başkasından korkmayacak, koyunları hakkında da kurt saldırmasından başka bir endişe duymayacaktır. Fakat, siz acele ediyorsunuz” buyurdular ve sırtını okşayıp duâ ettiler. Resûlullah’ın rûhlara gıda ve şifâ olan bu latif sözleri, Habbâb’ın acılarını dindirmişti.
Hazreti Habbâb’ın bilhassa azgın müşrik olan Âs bin Vâil’den epeyce alacağı vardı. Onu istemek için yanına gitti. Âs bin Vâil, Habbâb’a; “Muhammed’i inkâr etmedikçe sana alacağını vermem” deyince, Hazreti Habbâb; “Vallahi ben hayâtımda olduğu gibi öldükten sonra kabrimden kalkınca da asla peygamberimi red ve inkâr edemem. Her şeyden vazgeçerim, yine bu inkârı yapamam” cevâbını verdi. Bunun üzerine Âs bin Vâil; “Öldükten sonra dirilecek miyiz? öyle bir şey varsa o zaman malım da, evlâdım da olacak. Borcumu, sana o gün öderim” dedi.
Âs bin Vâil’in bu sözleri üzerine, Allahü teâlâ Kur’ân-ı Kerîmde Meryem sûresinin 77-79. âyet-i kerîmelerinde meâlen şöyle buyurdu: “(Ey Habîbim!) Şimdi şu âyetlerimizi inkâr eden ve; “Elbette bana (kıyamet günü) mal ve evlâd verilecektir” diyen adamı (Âs ibn-i Vâil’i) gördün mü? O, gayba muttali mi olmuş, yoksa Rahmân’ın huzûrunda bir söz mü almış? Hayır, öyle değil, biz onun dediğini yazacağız. (Kıyâmet günü onun üzerine hesaba çekeceğiz) ve azâbını da çoğalttıkça çoğaltacağız.”