Her bakımdan insanların en üstünü olan Muhammed aleyhisselâm, daha gençlik yıllarında Mekke halkı arasında akranlarına göre çok beğenilmiştir. Güzel ahlâkı, insanlara görülmemiş bir şekilde iyi davranması, sakinliği, yumuşaklığı ve diğer üstün halleriyle sevilmiştir. İnsanlar bu hasletlerinden dolayı O’na hayran olmuştur. Mekke halkı, gördükleri şaşılacak derecedeki doğru sözlülük ve güvenilirlikten dolayı, O’na el-Emîn yâni kendisine her zaman güvenilir lakabını verdiler. Böylece gençliğinde bu isimle meşhur oldu.
Peygamberimizin gençlik yıllarında, Araplar koyu bir câhiliyyet devri yaşıyorlardı. Puta tapmak, içki, kumar, zina, faiz ve daha bir çok çirkin işler aralarında yaygınlaşmıştı. Muhammed aleyhisselâm onların bu bozuk hâllerinden son derece nefret eder, her kötülüklerinden dâima uzak dururdu. Bütün Mekke halkı, O’nun bu hâlini bilirler ve hayret ederlerdi. Putlardan şiddetle nefret ettiği için asla yanlarına yaklaşmazdı. Putlar için kesilen kurbanların etlerinden hiç yemedi. Çocukluğunda ve gençliğinde kendine ait koyunları, Ciyad dağı ve civarında güder, geçimini böyle sağlardı. Bu şekilde aşırı derecede bozulmuş olan cemiyetten, uzak dururdu. Bir defasında Eshâbı kirâma; “Koyun gütmeyen hiç bir peygamber yoktur” buyurmuştu. “Yâ Resûlallah! Siz de güttünüz mü?” dediklerinde; “Evet ben de güttüm” buyurdu.
Sevgili Peygamberimiz yirmi yaşlarında bulunduğu sıralarda, Mekke’de âsâyiş tamamen bozulmuştu. Zulüm son derece yaygınlaşıp; mal, can ve namus emniyeti kalmamıştı. Mekke’nin yerli halkı, ticâret ve Kâbe’yi ziyâret için gelen yabancılara haksızlık ve zulmediyorlardı. Zulme uğrayan kimseler, haklarını almak için mürâcaat edecek bir yer bulamıyorlardı. Bu sırada ticâret maksadıyla Mekke’ye gelen Yemenli bir tüccarın malları, As bin Vâil adında bir Mekkeli tarafından zorla elinden alınıp gasb edilmişti. Bu hâdise üzerine Yemenli, Ebû Kubeys dağına çıkıp feryâd ederek, hakkının alınması için kabîlelerden yardım istedi. Artık zulmün had safhaya ulaştığını dile getiren böyle hâdiseler üzerine, Hâşim ve Zühre oğulları ile diğer kabîlelerin ileri gelenleri Abdullah bin Cüd’ân’ın evinde toplandılar. Yerli, yabancı hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapılmamasına, zulme mâni olmaya ve haksızlığa uğramış olanların haklarını almaya karar verdiler. Bu maksadla bir adalet cemiyeti kurdular.Sevgili Peygamberimizin genç yaşta katıldığı ve kuruluşunda da çok te’sirli olduğu bu cemiyete Hılfül Füdûl denildi. Daha önce Fadl adında iki kişi ve Fudayl adında biri tarafından da böyle bir cemiyet kurulmuştu. Onların önceden kurdukları cemiyete izafeten bu isim verilmişti. Bu cemiyet, zulmü önleyip, Mekke’de bozulmuş olan âsâyişi yeniden kurdu. Te’siri uzun müddet devam etti.
Resûlullah efendimiz, kendisine peygamberlik bildirildikten sonra Eshâbı kirâma anlatıp; “Abdullah bin Cüd’ân’ın evinde yapılan yeminleşmede ben de bulundum. Bana o yeminleşme, kırmızı tüylü develere (servete) sahip olmaktan daha sevimlidir. Şimdi de böyle bir meclise çağrılsam icâbet ederim” buyurdu.
Süheyli, er-Ravzül-Ünf, s. I, 91.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız