Fahr-i kâinat sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, Medîne’nin asâyişini korumak, düşmanların durumunu kontrol etmek için seriyyeler yâni küçük askeri birlikler tertipledi. Bu seriyyelere katılanların sayısı, 5 ile 400 arasında değişirdi. Peygamber efendimizin katıldığı ve bizzat idare ettiği savaşlara da gazâ denirdi. Sevgili Peygamberimiz, düşmanın anî saldırılarını önlemek için, Medîne’ de nöbet tutma usûlünü koyarak, gerekli emniyet tedbiri aldı.
Müşrikleri, ticârî ve iktisadî yönden zayıf düşürmek ve yola getirmek lâzımdı. Bunun için Suriye ticâret yollarını kesmeleri îcâbediyordu. Bu sırada, bir müşrik kervanının Medîne yakınlarından geçmekte olduğu işitildi. Sevgili Peygamberimiz, derhal sefer hazırlığı yapılmasını emredip, otuz süvârinin başına Hazreti Hamza’yı kumandan tâyin etti. Kendisine, Allahü teâlâdan korkmayı, emri altında bulunanlara iyi davranmayı tavsiye buyurduktan sonra; “Allahü teâlânın yolunda, Allahü teâlânın ismini anarak gazâya çıkınız! Allahü teâlâyı tanımayanlarla çarpışınız…” buyurdular. Hazreti Hamza’ya, beyaz bir bayrak vererek uğurladılar.
Hazreti Hamza, emrindeki süvârilerle, üç yüz süvârinin koruduğu müşrik kervanına doğru harekete geçti. Kervan; Şam’dan Mekke’ye gitmek üzere Sîfrül-Bahr denilen yere gelince, mücâhidlerle karşılaştılar. Şanlı sahâbîler, derhal savaş düzenine girerek çarpışmaya hazırlandılar. O sırada, orada bulunan Mecdî bin Amr el-Cühenî, yetişip araya girdi. Mecdî bin Amr el-Cühenî, iki tarafın da müttefiki idi. Müslümanların sayıca çok az, müşriklerin pek fazla olduklarını görüp, müslümanların yenilebileceklerini düşündü. Müslüman devletinin ilelebet devamını umarak arabuluculuk edip, iki tarafı çarpışmaktan vazgeçirdi. Sonra, Hazreti Hamza ve arkadaşları Medîne’ye geri döndüler.
Mecdinin hareketi, Peygamber efendimize arzedilince, memnuniyetini bildirerek; “Mübârek, iyi ve doğru bir iş yapmıştır” buyurdular.
Bundan sonra seriyyelerin arkası kesilmedi. Ubeyde bin Hâris hazretlerinin emrine 60 veya 80 kadar mücâhid verilerek, Rabig’e gönderildi. Müşrikler, müslümanlardan korkarak selâmeti kaçmakta buldular.
Peygamber efendimiz bir gün, Kureyş müşriklerini gözetlemek üzere, Nahle’ye seriyye tertip etmek istediler. Gönderilecek askerlere de Ebû Ubeyde bin Cerrah hazretlerini kumandan yapmayı istediler. Ebû Ubeyde bin Cerrah, bu emri alınca, Peygamberimizden uzak kalmanın acısıyla ağlamaya başladı. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem onun yerine Abdullah bin Cahş hazretlerini emir tâyin ettiler.
Abdullah bin Cahş, İslâmiyet’i heyecanla yaşayan zâtlardandı. Müslüman olduğu zaman, kâfirler kendisine akla gelmedik işkence yapmalarına rağmen, onlara îmân gücü ile karşı koymuş, ezâ ve cefâlarına metanetle katlanmıştı. Bu sebeple Peygamber efendimiz, onun için Eshâbına; “…Açlığa ve susuzluğa en çok dayanan ve katlananınızdır” buyurmuştu. Abdullah bin Cahş, Resûlullah efendimizin şehîdler için verdiği müjdeleri duyarak, hep şehâdete can atmıştı. Harplerde en önde kahramanca çarpışırdı.
Hazreti Abdullah bin Cahş der ki: “O gün, Resûl aleyhisselâm, yatsı namazını kılınca, beni yanına çağırdı. “Sabah erkenden yanıma gel. Silâhın da yanında olsun. Seni bir tarafa göndereceğim” buyurdu.
Sabah olunca, mescide gittim. Kılıcım, yayım, ok ve çantam üzerimde, kalkanım da yanımda idi. Resûl aleyhisselâm, sabah namazını kıldırdıktan sonra evine döndüler. Ben daha önce geldiğim için kapının önünde bekliyordum. Muhâcirlerden benimle gidecek bir kaç kişi buldu. “Seni bu kişilerin üzerine kumandan tâyin ettim” buyurarak, bir mektup verdi. “Git! iki gece yol aldıktan sonra mektubu aç. Onda buyrulana göre hareket et” buyurdu. “Yâ Resûlallah! Hangi tarafa gideyim?” diye sordum. “Necdiye yolunu tut. Rekiye’ye, kuyuya yönel!” buyurdu.
Abdullah bin Cahş, Nahle seferine me’mur edildiği zaman, kendisine ilk defa, Emîrül mü’minîn sıfatı verildi. İslâm’da ilk defa bu isimle anılan emir, o oldu. 8 veya 12 kişilik bir birlik ile, iki gün sonra Melel mevkiine vardıklarında, açtığı mektupta;
“Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu mektubu gözden geçirdiğin zaman, Mekke ile Tâif arasındaki Nahle vâdisine ininceye kadar, Allahü teâlânın ismi ve bereketiyle yürüyüp gidersin. Arkadaşlarından hiç birini, seninle birlikte gitmeye zorlamayasın! Nahle vâdisindeki Kureyşîleri, Kureyşîlerin kervanını gözetleyip denetleyesin. Onların haberlerini bize bildiresin” yazılıydı.
Emirül mü’minîn Hazreti Abdullah bin Cahş, mektubu okuduktan sonra; “Bizler Allahü teâlânın kullarıyız ve hep O’na döneceğiz. İşittim ve itâat ettim. Allahü teâlânın ve sevgili Resûlünün emrini yerine getireceğim” diyerek mektubu öpüp, başına koydu. Sonra arkadaşlarına dönerek; “Hanginiz şehîd olmaya can atıyorsa benimle gelsin. Gelmek istemeyen dönüp gidebilir. Hiç birinizi zorlayıcı değilim. Gelmezseniz, ben tek başıma gidip, Resûl aleyhisselâmın emrini yerine getireceğim” dedi. Arkadaşları hep birden; “Biz Peygamber efendimizin emirlerini işittik. Allahü teâlâya, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme ve sana itâat edicileriz. Nereye istersen, Allahü teâlânın bereketi üzere yürü” diye cevap verdiler.
Sa’d bin Ebî Vakkas hazretlerinin de bulunduğu bu küçük ordu, Hicaz’a doğru yol aldı ve Nahle’ye geldi. Bir yere gizlenerek oradan gelip geçen Kureyşîleri gözetlemeye başladı. Bu sırada, bir Kureyş kâfilesi geçti. Develeri yüklü idi. Mücâhidler, kâfileye yaklaşarak onları İslâm’a dâvet ettiler, Kabul etmeyince çarpışmağa başladılar. Birisini öldürüp ikisini esir aldılar, birisi atlı olduğu için yetişemediler. Kâfirlerin bütün malı mücâhidlere kaldı. Abdullah bin Cahş, bu ganîmet mallarının beşte birini Resûlullah efendimize ayırdı. Bu, müslümanların aldıkları ilk ganîmetti.
İbn Hişâm, es-Sîre, I, 601; Vâkıdî, el-Megazî, I, 13; el-Kilaî, el-İktifa, II, 9-10.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız