Sevgili Peygamberimizin bütün aile fertlerine Ehl-i beyt denir. Mübârek zevceleri, kızı hazreti Fatıma ile hazreti Ali ve bunların mübârek evladları olan hazreti Hasen ve hazreti Hüseyn ve bunların da çocuklarının hepsi, ayrıca Peygamberimizin temiz soyunun bağlı olduğu Haşimoğulları Ehl-i beyt’dirler.
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı Kerîmde, Ehl-i Beyte meâlen buyuruyor ki: “Allahü teâlâ sizlerden ricsi yani her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irade ediyor” (el-Ahzâb 33/33.)
Eshâb-ı kiram sordular: “Ya Resûlullah! Ehl-i beyt kimlerdir?” O esnada, İmâm-ı Ali geldi. Mübârek paltoları altına aldılar. Sıra ile Fatımatüz-zehra, İmâm-ı Hasen ve İmâm-ı Hüseyin geldi. Her birini bir tarafına alarak; “İşte bunlar, benim Ehl-i beytimdir” buyurdular. Bu yüksek zevata, “Âl-i Aba ve Âl-i Resûl” de denir.
Ehl-i beyt-i nebevîyi sevmek, ahirete îmân ile gitmeğe, son nefesde, selamete kavuşmağa sebeb olur. Ehl-i beyti sevmek, her mü’mine farzdır. Server-i âlem sallallahü aleyhi ve sellem, bir hadîs-i şerifinde buyuruyor ki: “Ehl-i beytim, Nuh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Onlara tâbi olan, selâmet bulur. Geri kalan helak olur.”
Ehl-i beyt-i nebevînin fazîlet ve kemâlâtı pek çoktur. Saymakla bitmez. Onları anlatmağa, medh etmeğe, insan gücü yetişmez. Onların kıymetleri ve büyüklükleri, ancak âyet-i kerîme ile anlaşılmaktadır.
İmâm-ı Şâfii; “Ey Ehl-i beyt-i Resûl! Sizi sevmeyi, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı Kerîmde emrediyor. Namazlarında size dua etmeyenlerin namazlarının kabul olmaması; kıymetinizi ve yüksek derecenizi gösteriyor. Şerefniz ne kadar büyüktür ki, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı Kerîmde sizleri selâmlıyor” diyerek, bunu en güzel şekilde bildirmektedir.
Hazreti Enes diyor ki: “Resûlullaha; “Ehl-i beytin içinden en çok kimi seviyorsunuz” diye sordular.
“Hasen ile Hüseyin’i” buyurdu.”
Hazreti Ebû Hüreyre diyor ki: “Resûlullah’ın yanında idim. Hasen geldi. “Ya Rabbi! Bunu seviyorum. Sen de bunu sev ve bunu sevenleri de sev” ve bir başka zaman da; “Hasen ile Hüseyin, dünyada benim güzel kokularımdır” buyurdu.”
Peygamber efendimiz yine buyurdular ki:
“Benden sonra size iki şey bırakıyorum. Bunlara yapışırsanız, yoldan çıkmazsınız. Birincisi ikincisinden daha büyüktür. Biri, Allahü teâlânın kitabı olan Kur’ân-ı Kerîmdir ki, gökten yere kadar uzanmış sağlam bir iptir. İkincisi, Ehl-i beytimdir. Bunların ikisi birbirinden ayrılmaz. Bunlara uymayan benim yolumdan ayrılır.”
Hazreti Hasen ve Hazreti Hüseyin hasta olmuşlardı. Peygamber efendimiz Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma’ya “Bu ciğerpareleriniz için bir adak adayın!” buyurdular. Hazreti Ali ve Fatıma vâlidemiz ve Fıdda adlı câriyeleri, üçer gün oruç adadılar. O iki Cennet râyihâları şifâ buldu. Ancak evlerinde yenilecek birşeyi yok idi. Hazreti Ali bir Yahûdî’den 3 sa’ arpa borç aldı. Üçü de nezr etdikleri oruçlara niyyet etdiler. O ölçek arpanın bir ölçeğini Hazreti Fâtıma üğütüp, 5 adet ekmek pişirdi. Kendileri 5 kişi idiler. İftâr vakti oldu. O 5 çöreğin birini Hazreti Alî’nin önüne ve birini Hazreti Hasan’ın önüne ve birini Hazreti Hüseyin’in önüne ve birini Fıdda câriyeye ve birini de kendi önüne koydu. İftâr yapacaklardı. Bir miskîn gelip, dedi ki: “Yâ Ehl-i beyt-i ResûlAllah! Miskîn müslümanlardan bir miskînim. Bana yiyecek verin. Allahü teâlâ hazretleri sizi Cennet ni’metleri ile mükafatlandırsın. Ellerindeki çörekleri ona sadaka verip, kendileri su ile iftâr ettiler. Ertesi gün yine oruç tuttular. Hizmetçi bir ölçek arpa dahâ üğütüp, yine 5 çörek pişirdi. İftâr vaktinde, önlerine alıp, iftâr edecekleri sırada, bir yetîm geldi. 5’i de çörekleri ona verip, o yetîmi sevindirip, kendileri su ile iftâr edip, uyudular. Ertesi günü yine oruç tuttular. O kalan bir ölçek arpayı da, 5 çörek yapıp, önlerine aldılar. İftâr edecekleri vakit, bir esîr gelip, dedi ki, üç gündür açım. Beni bağlayıp, yemek de vermediler. Allahü teâlâ için bana acıyın, dedi. 5’i de çöreklerini ona verip, yine su ile iftâr ettiler. Bunun üzerine âyet-i kerîme gelerek Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki: “Bunlar adaklarını, yerine getirdiler. Uzun ve sürekli olan kıyamet gününden korktukları için çok arzuladıkları ve canlarının istediği yemekleri miskîn, yetim ve esirlere verdiler. Biz bunları, Allahü teâlânın rızası için yedirdik. Sizden karşılık olarak bir teşekkür, bir şey beklemedik, bir şey istemeyiz dediler. Bunun için cenab-ı Hak onlara şerâb-ı tahur içirdi…” (el-İnsân 76/7-21)
Ebû Hüreyre diyor ki: Peygamberimiz buyurdu ki: “Sizin iyileriniz, benden sonra, Ehl-i beytime iyilik edenlerdir.”
Hazreti Ali diyor ki: Peygamberimiz buyurdu ki: “Ehl-i beytime iyilik edenlere, kıyamet günü şefaat ederim.” “Sırat köprüsünden ayakları kaymadan geçenler, Ehl-i beytimi ve Eshâbımı çok sevenlerdir.”
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin bildirdiği bir hadîs-i şerîfde; “Ali’yi seven, muhakkak beni sevmiştir. Ona düşmanlık eden, muhakkak bana düşmanlık etmiştir. Onu inciten, muhakkak beni incitadşur. Beni inciten, muhakkak Allahü teâlâyı incitmiş olur” buyruldu.
Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Allahü teâlâ, bana 4 kimseyi sev diye emretti. Onları kendisinin de sevdiğini bildirdi.” Bunlar kim, isimlerini bize söyler misiniz?” denildikte; “Ali onlardandır, Ali onlardandır, Ali onlardandır, Ebû Zer, Mikdad ve Selman.”
“Ailem yüzünden beni incitenlere şiddetli azab vardır.”
Bir hadîs-i şerîfde de; “Fatıma benim bir cüz’ümdür (yani benden bir parçadır.) Onu inciten beni mcitir” buyurdu. Hazreti Ebû Hüreyre diyor ki: “Peygamber efendimiz hazreti Ali’ye; “Fatıma, bana senden daha sevgilidir. Sen bana, ondan daha azizsin (yani kıymetlisin!) buyurdu.”
Yine buyurdu ki,”Sizlere din-i İslamı getirdiğim için bir karşılık istemiyorum. Yalnız bana yakın olan Ehl-i beytimi sevmenizi istiyorum.”
İslam âlimleri; Ehl-i beyt sevgisini son nefeste îmân ile gitmek için şart görmüşlerdir. Bunlarda, Resûlullahın zerreleri vardır. Ehl-i beyte kıymet vermek, saygı göstermek her müslümanın vazifesidir. Büyük İslâm âlimi İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh), buyurdu ki: “Babam zâhir ve bâtın ilimlerinde yâni kalb ilimlerinde çok âlim idi. Her zaman Ehl-i Beyti sevmeyi tavsiye ve teşvik buyururdu. Bu sevgi insanın son nefeste îmânla gitmesine çok yardım eder, derdi. Vefât edeceklerinde baş ucunda idim. Son anlarında şuurları azaldıkta kendilerine bu nasîhatleri hatırlattım ve o sevginin nasıl tesir ettiğini sordum.O hâldeyken bile: “Ehl-i Beytin sevgisinin deryâsında yüzüyorum.”‘ buyurdular. Hemen Allahü teâlâya hamd ve senâ eyledim. Ehl-i Beytin sevgisi Ehl-i Sünnetin sermâyesidir. Âhiret kazançlarını hep bu sermâye getirecektir.
Resûlullah’ın, Ehl-i beyti üç kısımdır: Neseb, soy ile akrabâ olanlardır. Halaları böyledir. İkincisi temiz zevceleridir. Üçüncüsü, zevcelerinin başlarını taramak, yemeklerini pişirmek, odaları süpürmek, çamaşır yıkamak ve ev işlerini yapmak için daima evlerinde bulunan hizmetçi kadınlardır. Haricdeki işleri yapan, mescidde ezan okuyan Bilal, Selman, Süheyb de, Hâne-i seâdetten yer ve içerlerdi.
Hazreti Fatıma ile kıyamete kadar olan çocukları, Ehl-i beytdirler. Bunları, âsi olsalar da, sevmek lazımdır. Bunları sevmek, kalb, beden ve mal ile yardım, hürmet ve riâyet etmek, îmân ile ölmeye sebeb olur. (Suriye’nin Hama şehrinde, seyyidler için mahkeme vardı. Bu mübârek sülaleden doğan çocuklar, iki şâhid ile, hâkim huzûrunda tescil edilirdi. Bu mahkemeyi, İngilizlerin sadık dostu Mustafa Reşid Paşa kaldırdı.)
Mübârek Hanımları
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, Hazreti Hadîce vâlidemizin vefâtından sonra, 2. defa olarak; 55 yaşında iken Hazreti Ebû Bekr’in kızı Hazreti Âişe vâlidemizle evlendi. Allahü teâlânın emri ile nikâh eylemişti. Âhirete irtihâl edinceye kadar, 8 sene onunla yaşadı.
Diğer evliliklerini hep dînî, siyâsî sebeplerle veya merhamet ve ihsân ederek yapmıştır. Bunların hepsi dul olup, çoğu yaşlı idi. Meselâ, Mekke’deki kâfirlerin, müslümanlara eziyet ve zararları dayanılamayacak bir dereceye geldikte, Eshâb-ı kirâmın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişti. Habeş pâdişâhı Necâşî, Hıristiyan idi. Müslümanlara çeşitli şeyler sorup, aldığı olgun cevaplara hayrân kalarak îmâna geldi. Müslümanlara çok iyilik yaptı, îmânı zayıf olan Ubeydullah bin Cahş, fakirlikten kurtulmak için papazlara aldanıp mürted olmuş, dînini dünyâya değişmişti. Resûlullah efendimizin halasının oğlu olan bu mel’ûn, karısı Ümm-i Habîbe’yi de dinden çıkıp zengin olmaya cebr ve teşvik etti ise de, kadın, fakirliğe ve ölüme razı olacağını, fakat Muhammed aleyhisselâmın dîninden çıkmayacağını söyleyince, bunu boşadı. Sürünerek, sefâletten ölmesini bekliyordu. Fakat, az zamanda kendi öldü. Ümm-i Habîbe, Mekke’deki Kureyş’in o zamanki başkumandanı Ebû Süfyân’ın kızı idi. Resûlullah efendimiz, o zamanlarda, Kureyş orduları ile çok çetin muharebelerde bulunuyor ve Ebû Süfyân, İslâmiyet’i yok etmek için son gayreti ile çarpışıyordu.
Resûlullah, Ümm-i Habîbe’nin dîninin kuvvetini ve başına gelen çok acı hâli işitti. Necâşî’ye mektup yazıp; “Oradaki Ümm-i Habîbe ile evleneceğim. Nikâhımı yap! Sonra kendisini buraya gönder” şeklinde talepte bulundu. Necâşî daha önce müslüman olmuştu. Mektuba çok hürmet edip, oradaki müslümanları sarayına dâvet ederek, ziyâfet verdi. Hicretin 7. yılında nikâh yapılıp, hediye ve ihsânlarda bulundu. Bu suretle Ümm-i Habîbe, îmânının mükâfatına kavuşarak, orada zengin ve rahat oldu. Onun sayesinde, diğer müslümanlar da rahat etti. Cennet’de, kadınlar kocalarının yanında bulunacakları için, Cennet’in en yüksek derecesi ile müjdelenmiş oldu ki, dünyânın bütün zevk ve nimetleri, bu müjde yanında pek küçük kalır. Bu nikâh, Ebû Süfyân’ın ilerde müslüman olmakla şereflenmesini hazırlayan sebeplerden birisi oldu. Görülüyor ki, bu nikâh, Resûlullah’ın aklının, zekâsının, dehâsının, ihsânının ve merhametinin derecesini de göstermektedir.
İkinci misâl olarak; Hazreti Ömer’in kızı Hazreti Hafsa dul kalmıştı. Hicretin üçüncü yılında Hazreti Ömer, Hazreti Ebû Bekir’e ve Hazreti Osman’a; “Kızımı alır mısın?” dedikde, düşüneyim demişlerdi. Bir gün, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, her üçü ve başkaları yanında iken; “Yâ Ömer! Seni üzüntülü görüyorum, sebebi nedir?” diye sordu. Bir şişedeki mürekkebin rengi kolay görüldüğü gibi, Resûlullah efendimiz de, herkesin düşüncesini, bir bakışta anlardı. Lüzum görürse sorardı. Ona, hattâ herkese doğru söylememiz farz olduğundan, Hazreti Ömer de; “Yâ Resûlallah! Kızımı Ebû Bekir’e ve Osman’a teklif ettim, almadılar” cevâbını verdi. Resûlullah, en çok sevdiği bu üç Eshâbının üzülmesini hiç istemediğinden, onları sevindirmek için, hemen buyurdu ki: “Yâ Ömer! Kızını, Ebû Bekir’den ve Osman’dan daha iyi birisine vermemi ister misin?” Hazreti Ömer şaşırdı. Çünkü Hazreti Ebû Bekir’den ve Hazreti Osman’dan daha iyi kimse olmadığını biliyordu. “Evet, yâ Resûlallah!” dedi. “Yâ Ömer, kızını bana ver!” buyurdu. Bu suretle, Hazreti Hafsa, Hazreti Ebû Bekr’in ve Hazreti Osman’ın ve bütün mü’minlerin anneleri oldu ve bunlar, ona hizmetçi oldu ve Hazreti Ebû Bekr ve Hazreti Ömer ve Hazreti Osman birbirlerine daha yakın ve daha sevgili oldular. 3. bir misâl; hicretin 5 veya 6. senesinde, Beni Mustalak kabilesinden alınan yüzlerce esir arasında Cüveyriyye, kabilenin reisi Hâris’in kızı idi. Bunu satın alıp âzâd ederek, kendilerine nikâh edince, Eshâb-ı kirâmın aleyhimürrıdvân hepsi; “Biz Resûlullah efendimizin âilesinin, annemizin akrabâsını câriye olarak, hizmetçi olarak kullanmaktan hayâ ederiz” dedi. Hepsi, esirlerini âzâd etti. Bu nikâh, yüzlerce esirin âzâd olmasına sebeb oldu. Hazreti Cüveyriyye, bu hali her zaman söyleyerek öğünürdü. Hazreti Âişe; “Cüveyriyye’den daha hayırlı, daha bereketli bir kadın görmedim” derdi.
Hazreti Âişe: Resûlullah’ın 2. zevce-i mutahherasıdır. Ebû Bekr-i Sıddik’ın kızıdır. Çok akıllı, zeki, âlime, edibe, afife ve sâlihâ idi. Hâfızası pek kuvvetli olduğu için, Eshâb-ı kirâm, bir çok şeyleri ondan sorup öğrenirdi. Âyet-i kerime ile medh edildi. İctihâdı Hazreti Ali’ye uymadığı için, Deve vak’asında Hazreti Ali ile harb eden Eshâb-ı kirâm ile birlikte idi. Hazreti Ali şehîd edilince pek üzüldü. Hurûfiler kendisine çok iftira ediyor. Hazreti Ali’yi sevmezdi diyorlar. Hâlbuki; “Ali’yi sevmek îmândandır” hadîs-i şerîfini, Hazreti Âişe haber verdi. Böylece, onu sevdiğini ve herkesin de sevmesi lâzım geldiğini bildirdi. Hicretden 8 sene önce doğdu ve 57. yılda, 65 yaşında Medîne’de vefât etti.
Sevde binti Zem’a: Resûlullah’ın üçüncü zevcesidir. Zevci ile îmâna gelip Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Mekke’ye dönünce zevci vefât etti. Resûlullah önce Hazreti Âişe’yi, sonra Sevde’yi nikâhladı. Sevde’yi Mekke’de, Hazreti Âişe’yi ise Medîne’de evine aldı. Çok merhametli ve iffetli bir hanım efendi idi. Hazreti Ömer zamanında vefât etti.
Zeyneb binti Huzeyme: Çok ibâdet eder, çok sadaka verirdi, önce Abdullah bin Cahş’ın zevcesi idi. Abdullah, Resûlullah’ın halası Ümeyme’nin oğlu idi. Uhud gazâsında şehîd oldu. Resûlullah’ın nikâhı ile şereflendi ise de, 8 ay sonra vefât etti.
Ümmü Seleme: Adı Hind idi. Zevci Ebû Seleme ile Habeşistan’a ilk olarak hicret ettiler. Ebû Seleme, Resûlullah’ın halası Berre’nin oğlu Ubeydullah bin Cahş’ın kardeşi olup, Medîne’de, hicretin 4. yılı Uhud gazâsında aldığı yaradan vefât etti. Ebû Bekr ve Ömer’in nikâh taleblerini kabûl etmedi. Resûlullah’ın nikâhı ile şereflendi. 59. yılda Medîne’de 84 yaşında vefât etti. Son vefât eden zevceleri bu idi.
Zeyneb binti Cahş: Resûlullah’ın halası olan Ümeyme’nin kızı, Abdullah bin Cahş’ın kardeşi idi. Babasının adı Berre idi. îmân etmediği için, Cahş denildi. Zeyneb ilk îmân edenlerdendir. Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bunu, önce, oğulluğu olan Zeyd bin Hârise’ye nikâh etti. Zeyd, Zeyneb’in hakkını gözetemediğinden, hicretin 3. yılında ayrıldılar. Resûl aleyhisselâm nikâh etmek istedi. Zeyneb bunu işitince, sevincinden 2 rekat namaz kılıp; “Yâ Rabbî! Senin Resûlün beni istiyor. Eğer O’nun zevceliği ile şereflenmemi takdir buyurdun ise, beni O’na sen ver” diye duâ etti. Duâsı kabul olup. Ahzâb sûresinin; “Zeyd, onun hakkında istediğini yaptıktan sonra (yâni Zeyneb’i boşadıktan sonra), biz onu sana zevce eyledik” meâl-i şerifinde olan 37. âyeti nâzil oldu. Zeyneb’in nikâhını Allahü teâlâ yaptığı için, Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ayrıca nikâh yapmadı. Zeyneb radıyallahü anhâ bununla her an öğünür ve; “Her kadını babası evlendirir. Beni ise, Allahü teâlâ nikâhladı” derdi. O zaman 38 yaşında idi. Hicretin 20. yılında, 53 yaşında vefât etti. Hayrı ve ihsânı bol olup, sadaka vermeyi pek çok severdi. El işlerinde de mâhir idi. İşlediği şeyleri ve eline geçen her şeyi akrabâsına ve fakirlere verirdi. Hattâ, Halîfe Ömer, Ezvâc-ı mutahherâtın her birine on iki bin dirhem verirdi. Bu, alır almaz hepsini sadaka eder, dağıtırdı. Resûlullah’dan sonra, Zevcât-i tâhirât arasında, en önce vefât eden budur. Hazreti Âişe, bunu çok medh ve senâ eyledi. ‘‘Zevcelerim arasında, bana en önce kavuşacak olanı, eli açık olanıdır” hadis-i şerifi, bunun önce vefât edeceğini haber vermişti. Çünkü en çok sadaka veren bu idi. (Fransız olan edebsiz ve müfteri şâir Volter, Resûlullah’ın Hazreti Zeyneb’i zevceliğe kabul buyurmasını, târihlere, vak’a ve haberlere taban tabana zıd ve uydurma, alçak iftirâlarla, şiir düzerek bir tiyatro kitabı yazmıştır. Edebiyat ve fikir adamına yakışmayan bu çirkin, iğrenç yazısı, kendisini aforoz etmiş olan, büyük düşmanı papanın hoşuna gitmiş, kendisini okşayıcı mektup yazmıştır. Müslümanların halifesi, Sultan İkinci Abdülhamid Hân, bu piyesin sahnede oynatılacağını işitince, Fransa ve İngiltere hükûmetlerine ültimatom vererek hemen önlemiş, bütün insanlığı, yüz kızartıcı, aşağılıklardan kurtarmıştır)
Hazreti Safiyye: Hayber Yahudilerinin başı olan Huyey ibni Ahtab’ın kızı idi. Hayber’de bir Yahudiye nişanlı idi. Sonra çok zengin olan Kenâ-ne bin Hakik ile evlenmişti Hicretin yedinci senesinde Hayber feth olundukta, Safiyye de esir edilmişti. Resûlullah’ın hissesine düşüp âzâd buyurdu, imân eyledi ve Resûlullah’ın nikâhı ile şereflendi. Hicretin 50. senesinde Medine’de vefât etti.
Hazreti Meymûne: İsmi, Berre iken Resûlullah Meymûne yaptı. Hayber’in fethinden sonra Mekke’ye Umre için gidildikte, Meymûne’nin zevci vefât etmişti. Resûlullah’ın nikâhı ile şereflendi. Hicretin 53. senesinde Mekke’de hastalandı. “Beni Mekke’den çıkarınız! Çünkü, Resûlullah benim Mekke’nin dışında vefât edeceğimi haber verdi” dedi. Çıkardılar, Resûlullah’a nikâhı yapılmış olduğu yerde vefât etti.
Hazreti Mâriye: Peygamber efendimizin cariyesi iken imân etti ve Efendimizin nikâhı ile şereflendi. Mâriye, Mısır İskenderiye’nin hükümdarı Mukavkıs’tan hediye olarak gönderildiği için, nesebi (silsilesi) ve doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Resûl-i ekrem efendimizin, Hazreti Mâriye vâlidemizden İbrahim isminde bir oğlu olmuştur. Hazreti Mâriye çok sakin, sessiz ve kendi hâlinde idi. Hazreti Ömer’in halifeliğinin son yıllarında 637 (h.16)de vefât etmiştir. Baki’ kabristanlığına defnedilmiştir.
Hazreti Reyhâne: Peygamber efendimizin cariyesi iken müslüman olmuştur. Medine’de bulunan Yahudilerin Beni Kureyzâ kabilesindendir. Nesebi (silsilesi), Reyhâne binti Şem’ûn ibni Yezid veya Reyhâne binti Zeyd ibni Amr ibni Hanefe bin Şem’ûn bin Yezid’dir. Doğum târihi kesin olarak belli değildir. Peygamber efendimizden önce 631 (H.10)da Medine’de vefât etti. Baki’ kabristanlığına defnedilmiştir.
Hadis-i şerîfde buyruldu ki: ‘‘Bütün zevcelerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrail’in (aleyhisselâm) Allahü teâlâdan getirdiği izinle olmuştur.”
Resûlullah efendimizin çok evlenmesinin mühim bir sebebi, İslâm dînini bildirmek için idi. Hicâb âyeti gelmeden, yâni kadınların örtünmeleri emir olunmadan önce, kadınlar da Resûlullah’a gelip, bilmediklerini sorar, öğrenirlerdi. Resûlullah birinin evine gitse, kadınlar da gelir, oturur, dinler, isti- fâde ederlerdi. Hicâb âyeti gelip, kadınların yabancı erkeklerle oturmaları, konuşmaları, yasak edilince, yabancı kadınları kabûl etmedi. Onların, bilmediklerini, mübârek zevcesi Hazreti Aişe’den sorup öğrenmelerini emreyledi. Gelip soranların çokluğundan, Hazreti Âişe, hepsine cevap yetiştirmeye vakit bulamıyordu. Bu mühim hizmeti kolaylaştırmak ve Âişe vâlidemizin yükünü hafifletmek için, lâzım olduğu kadar hanımı nikâh etti. Kadınlara ait yüzlerce nâzik bilgileri, müslüman kadınlarına, Mübârek zevceleri yolu ile bildirdi. Zevceleri bir olsaydı, bütün kadınların ondan sorması güç ve hattâ imkânsız olurdu. Allahü teâlânın dînini tam olarak bildirmek için, çok evlenmek yükünü de omuzlarına aldı.
Evladları
Peygamber efendimizin üçü erkek, dördü kız olmak üzere 7 çocuğu olmuştur. Hazreti Fâtıma hâriç, hepsi de Resûlullah efendimizden önce vefât etmişlerdir. Sevgili Peygamberimizin soyu Hazreti Fâtıma vâlidemizle devam etmiştir. Torunları Hazreti Hüseyin’in soyuna seyyid, Hazreti Hasen’in soyuna şerîf denir. Seyyidlere ve şerîflere hürmet, Peygamber efendimize hürmettir. Seyyidleri ve şerîfleri sevmek, son nefeste îmânla gitmeye sebeb olur.
Kasım: Resûlullah’ın 3 oğlundan birincisidir. Bunun için, Resûlullah’a Ebû’l-Kâsım denildi. Nübüvvetden önce Mekke’de dünyâya geldi. Annesi Hadîcetül-kübrâ’dır. 17 aylık iken vefât etti.
Zeyneb: Resûlullah’ın 4 kızından birincisidir. Peygamberimiz 30 yaşında iken dünyâya geldi. Nübüvvetden önce, annesi Hadîce’nin hemşirezâdesi Ebü’l-As bin Rebî ile evlendi. Ebü’l-As, önce îmân etmedi. Bedir gazâsında esir olup, zevcesini Medîne’ye göndermek şartı ile bırakıldı. Kendi kardeşi ile gönderdi ise de, kâfirler Zeyneb’i yolda geri çevirdi. Resûl aleyhisselâm Zeyd bin Hârise’yi Mekke’ye gönderip, Zeyneb’i gece Medîne’ye kaçırdı. Ebü’l-As, Hudeybiye gazâsından sonra îmâna geldi. Zeyneb tekrar kendisine verildi. Hicretin 8. yılında, 31 yaşında vefât etti. Oğlu Ali, Mekke’nin fethinde Resûlullah’ın devesinde ve arkasında idi. Zeyneb’in kızı Ümmâme’yi Hazreti Ali kendine nikâh eyledi.
Rukayye: Resûlullah’ın 2. kızıdır. Peygamberimiz 33 yaşında iken dünyâya geldi. Çok güzel idi. Ebû Leheb’in oğlu Utbe’ye nikâh edildi. “Tebbet yedâ” sûresi gelince, Utbe, düğünden önce boşadı. Vahy gelerek Hazreti Osman’a nikâh edildi. Birlikte iki kerre Habeşistan’a hicret ettiler. 22 yaşında iken, Bedir gazâsından önce hastalandı. Hazreti Osman’a Bedir’e gelmeyip, zevcesine hizmet etmesi emrolundu. Bedir zaferinin müjdesi Medine’ye geldiği gün defnolundu.
Ümmü Gülsüm: Resûlullah’ın 3. kızıdır. Ebû Leheb’in 2. oğlu Uteybe’ye nikâhlandı ise de, “Tebbet yedâ” sûresi gelince, daha düğünleri olmadan boşadı ve Resûlullah’a üzücü sözler söyledi. Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de; “Yâ Rabbi! Buna canavarlarından birini musallat et!” diye bedduâ eyledi. Şam yolunda bir aslan bunu parçaladı. Rukayye vefât ettikden sonra vahy gelerek, Ümmü Gülsüm de Hazreti Osman’a nikâhlandı. Hicretin 9. senesinde vefât etti. Namazını Resûlullah kıldırıp, defn olunurken kabri yanında durup, mübârek gözlerinden yaş akardı.
Fâtıma : Resûlullah’ın 4. kızı, Hazreti Ali’nin zevcesi ve Hazreti Ömer’in kayın vâlidesidir. Nikâh yapılırken 15 yaşında idi. Mehri 400 miskal gümüş olduğu “Mevâhib-i ledünniyye”de Sevik gazvesinde yazılıdır. Bu, 57.14 miskal altın karşılığı demektir. (Bugün için 38 altın liradır). Ali radıyallahü anh 21 yaşında idi. Ehl-i beyt’dendir. Beyaz, çok güzel idi. Hicretden 13 yıl önce, Mekke’de doğdu, 11. yılda 24 yaşında vefât etti. Hasen, Hüseyin ve Muhsin adında 3 oğlu ile Ümmü Gülsüm ve Zeyneb adında 2 kızı oldu. Resûlullah’ın soyu Fâtıma’dan devam etti. Zeyneb, Abdullah bin Ca’fer Tayyar ile nikâhlanıp, Ali ve Ümmü Gülsüm isimli çocukları oldu. Bunlara Şerif-i Caferi denir.
Abdullah: Resûlullah’ın Hadicetül-kübrâdan olan son çocuğudur. Nübüvvetden sonra doğup memede iken vefât etti. Tayyib ve Tâhir de denilir. Abdullah vefât edince, Âs bin Vâil; “Muhammed ebter oldu” yâni soyu kesildi dedi. Allahü teâlâ;”İnnâ a’taynâ” ile Âs kâfirine cevap verdi.
İbrâhim: Resûlullah’ın oğullarının üçüncüsü ve bütün çocuklarının sonuncusudur. Heraklius’un Mısır vâlisi olan Mukavkıs’ın hediye gönderdiği Mâriyenin oğludur. Hicretin 8. senesi tevellüd edip, 1,5 yaşında iken vefât etti. Hasta iken, Resûlullah kucağına alıp mübârek gözlerinden yaş akardı. Vefâtı için güneş tutuldu dediler. Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bunu işitince “Ay ve güneş Allahü teâlânın varlığını ve birliğini gösteren iki mahlûkudur. Kimsenin ölmesi, kalması ile tutulmazlar. Onları görünce Allahü teâlâyı hatırlayınız!” buyurdu. İbrahim vefât edince “Yâ İbrâhim! Ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor. Fakat, Rabbimizi gücendirecek bir şey söylemeyiz” buyurdular.
İbn İshâk, es-Sîre, s, 231; İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 26; İbn Kesîr, el-Bidâye, V, 293.
Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IX, 100; İbn Asâkir, Tarihu Dımaşk, XXXXII, 125.
İbn Habîb, el-Muhabber, s. 91.