Peygamber efendimiz, Hazreti Ebû Bekr, Âmir bin Füheyre ve kılavuzları Abdullah bin Üreykıt, “Hicret’in birinci senesi Rebî’ul-evvel ayının sekizinde Pazartesi günü (Mîlâdî 622 yılı Eylül ayının 20. günü) kuşluk vakti “Kubâ” köyüne ulaştılar. Bugün, müslümanların Hicrî Şemsî yılının sene başı oldu. Külsüm bin Hidm isminde bir müslümanın evinde kaldılar. Burada ilk mescidi yaptılar. Kubâ vâdisinde ilk Cumâ namazını kıldılar ve ilk hutbeyi îrâd ettiler. Kubâ mescidi, âyet-i kerîmede meâlen; “…Temeli takva üzerine kurulan mescid” (et-Tevbe 9/108) diye buyrularak medh edildi.

Bu arada Mekke’de kalan Hazreti Ali, Resûlullah efendimizin Kâbe-i şerifte devamlı bulundukları makama oturdu. “Resûl-i ekremde kimin nesi var ise, gelsin alsın!” diye nidâ ettirdi. Herkes gelip, nişanını söyleyerek emânetini aldı. Böylece emânetler sahiplerine teslîm edildi.

Mekke-i mükerremede kalan Eshâb-ı güzîn, Hazreti Ali’nin kanadı altına sığındılar. Resûlullah’ın saâdethâneleri Mekke’de olduğu müddetçe, Hazreti Ali de orada kaldı. Bir zaman sonra Resûl-i ekrem efendimiz, evinin Medîne-i münevvereye getirilmesini emir buyurdular.

Allah’ın aslanı Hazreti Ali, Kureyş kâfirlerinin toplandıkları yere gitti. “İnşâallahü teâlâ yarın Medîne-i münevvereye gidiyorum. Bir diyeceğiniz var mı? Ben burada iken söyleyin” buyurdu. Hepsi başlarını eğip, hiç bir şey söylemediler. Sabah olunca, Hazreti Ali, Resûl-i ekrem efendimizin eşyaları- nı toplayıp, Resûlullah efendimizin Ehl-i Beyti ve kendi akrabâları ile beraber yola koyuldu. Resûlullah efendimize, şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kubâ’da yetişti. Gündüzleri saklanıp, geceleri yaya olarak yürüdüğü bu yolculuğun sonunda, Peygamberimizin huzûruna gidemiyecek bir hâle gelmişti. Resûl-i ekrem efendimiz bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrif etmiş, Hazreti Ali’yi görünce hâline acımış, sevgili, fedâkâr amcazâdesini kucaklamış, mübârek elleriyle o hak yolunda binlerce meşakkate katlanmış olan nârin, nâzik ayaklarını okşamış, kendisine afiyeti için duâ buyurmuştu. Hattâ Hazreti Ali’nin bu fedâkârlığı üzerine; “İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allahü teâlânın rızâsı için nefsini fedâ eder” (el-Bakara 2/207) âyet-i celîlesinin nâzil olduğu rivâyet edilir.

Medîne’ye daha önce hicret eden Eshâb-ı kirâm ile Medîneli müslümanlar, Kâinatın sultânının Mekke’den hicret için hareket ettiğini duyunca, teşrifini hararetle ve heyecanla bekliyorlardı. Bu sebeple Medîne-i münevverenin dış semtlerine gözcüler koyup, şehirlerini şereflendirecekleri anda, Efendimizi karşılamak için can atıyorlardı. O’nun muhabbetiyle yananlar, kızgın çölün suya olan hasreti gibi gözlerini ufka dikerek günlerce beklediler. Nihâyet birden; “Geliyorlar! Geliyorlar!…” diye bir ses işitildi. Sesi duyanlar, sıcak çölün ortalarına doğru göz gezdirmeğe başladılar. Evet!… Evet!… Onlar da kızgın çölde, güneşin yakıcı sıcaklığına rağmen, büyük bir heybetle kendilerine doğru ilerlediklerini görmüşlerdi. Sevinçle birbirlerine; “Müjde!… Müjde!… Resûlullah geliyor!… Peygamberimiz geliyor!… Sevinin ey Medîneliler. Bayram edin! Habîbullah geliyor!… Baş tacımız geliyor!…” diyerek bağırmaya başladılar. Bu haber bir anda Medîne-i münevvere sokaklarını doldurdu. Yedisinden yetmişine, yaşlısından hastasına kadar herkes, bu eşi görülmedik sevinçli haberi bekliyorlardı. Bütün Medîneliler en güzel elbiselerini giyinerek, sür’atle Âlemlerin efendisini karşılamak için koştular. Tekbir sedaları semâyı çınlatıyor, sevinçten gözyaşları sel gibi akıyordu.

Hüzün ve mutluluk dolu bir hava esiyor ve Medîne, târihinde en güzel gününü yaşıyordu. Bir tarafta, herkesin “Emîn” lakabıyla tanıdığı, Allahü tealânın Habîbini öldürmek için üzerine mükâfat koyanlar; diğer tarafta ise O’nu ve arkadaşlarını korumak, bağırlarına basmak ve bu uğurda canlarını fedâ etmek istiyenler vardı.

Medîneliler biran önce sevgili Peygamberimizin nûrlu cemâlini görmek istiyorlardı. Medîne, Medîne olalı böyle sevinçli, böyle Mübârek bir an görmemişti. Bu, o güne kadar yaşanmamış bir bayramdı.

Benzeri görülmemiş ve görülmeyecek olan bu bayramda, çocuklar ve kadınlar şöyle şiirler terennüm ediyorlardı:

“Tale’al-bedrü aleynâ,

Min seniyyât-il-vedâ’,

Veceb-eş-şükrü aleynâ,

Mâ de’allahü dâi.

Eyyüh-el-meb’ûsu fînâ,

Ci’te bil-emr-ilmuta!…”

  

Seniyyet-ül-vedâ’dan, Bedr doğdu üstümüze.

Hakka dâvet ettikçe, şükr vâcib oldu bize.

Sen bize gönderildin, emrullâhı getirdin,

Medîne’ye hoş geldin, şeref verir dâvetin.

İzzet ikramla dolduk, eskilerden kurtulduk,

Mecde kavuştuk doyduk, ziyandaydık kâr bulduk.

 

Zulmet gideren ay der, “selâm ehline  deyin,

 Muhammmed’e (aleyhisselâm) uyana, asla zulüm etmeyin.”

Hep birlikte söz verdik, yemîn edilen günde,

Doğruluk yolumuzdur, hainlik olmaz dinde.

 

Vallahi ben unutmam, elemsiz gün hiç yoktu,

Şâhidsin Emn yıldızı, vefân sevgin pek çoktu.

 

 

“Hoş geldin yâ Resûlallah.” “Bize buyurun yâ Resûlallah” şeklindeki istekler ortalığı çınlatıyordu. Medine’nin ileri gelen kimselerinden bâzıları Kusvâ’nm yularından tutup; “Yâ Resûlallah! Bize buyurun…” diyerek istirhamda bulundular. Onlara; “Devemin yularını bırakınız, O me’murdur. Kimin evinin önünde çökerse orada misâfir olurum!” buyurdular. Herkeste büyük bir heyecan ve merak başladı. Acaba Kusvâ nereye çökecekti? Medine içine doğru Kusvâ ilerliyor, her kapının önünden geçerken ev sahipleri; “Yâ Resûlallah! Bizi teşrif ediniz, bizi teşrif ediniz!” diye yalvarıyorlardı. Peygamber efendimiz onlara tebessüm buyurarak; “Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği ona buyrulmuştur” diyordu. Kusvâ, nihâyet Peygamber efendimizin bugünkü mescid-i şerifinin kapısının bulunduğu yere çöktü. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem devesinden inmediler. Hayvan tekrar ayağa kalktı, yürümeğe başladı. Eski yere çöktü ve bir daha kalkmadı. Bunun üzerine efendimiz, Kusvâ’nın üzerinden inip; “İnşâallah. menzilimiz burasıdır’’ ve “Burası kimindir?” buyuranca; “Yâ Resûlallah! Amr’ın oğulları Süheyl ve Sehl’indir” diye cevap verdiler. Bu çocuklar yetim idi. Peygamberimiz; “Akrabâlarımızdan hangisinin evi buraya daha yakındır?” buyurdular. Zirâ Resûlullah efendimizin dedesi Abdülmuttalib’in annesi, Neccâroğullarından idi. Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensâri hazretleri sevinçle; “Yâ Resûlallah! Benim evim daha yakındır. İşte şu evim, şu da kapısı” diyerek heyecanla gösterdi. Kusvâ’nın yükünü indirip, Resûlullah efendimizi buyur etti.

Medineli müslümanlar ve Muhâcirler, Efendimizin hicretine pek ziyâde sevindiler.

 

Rûhun bir nokta-i nûr-ı Hudâdır yâ resûlallah

Cemâlin hâlet-efzâ dilgüşâdır yâ resûlallah

Vücûd-ı rahmet-âsârın tulû’u zulmet-i küfrü

Giderdi cümle îmân âşinâdır yâ resûlallah

 

Gülistân-ı risâlet içre zât-ı gülbünün ancak

Hudâyı bir nihâl-i müntehâdır yâ resûlallah

Kerem kıl ey Hudâvendâ şerifi hüccet-i Mevlâ

Necîb’in derdine feyzin devâdır yâ resûlallah

 

SULTAN III. AHMED (NECÎB)

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler