Muhammed Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, mahbûb-i Rabbil alemindir. Yani Allahü teâlânın sevgilisidir. Her şeyin en iyisi, sevgiliye verilir.
Seyyid Abdülhakîm efendi buyurdu ki: (Her Peygamber, kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed “aleyhisselâm” ise, her zamanda, her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden, kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan Onun üstünde değildir. Bu güç bir şey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, Onu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın Onu methedecek gücü yoktur. Hiçbir insanın, Onu tenkid edecek iktidarı yoktur). Allahü teâlânın, (Sen olmasaydın, gökleri yaratmazdım!) buyurduğu, Mârifetname önsözünde ve Mevahib-i Ledünniye’nin 6. ve 13. ve Envar-ı Muhammediye’nin 13. ve 15. sayfalarında yazılıdır. İmâm-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ının 3. cildindeki 122. ve 124. mektuplarında da yazılıdır.
Allahü teâlâ, bir insanda bulunabilecek, görünür görünmez bütün iyilikleri, bütün üstünlükleri, bütün güzellikleri, sevgilisinde toplamıştır. Mesela, insanların en güzel yüzlüsü ve gâyet nûrânî benizlisi idi. Mübarek yüzü, kırmızı ile karışık beyaz olup ay gibi nurlanırdı. Sözleri gâyet tatlı olup gönülleri alır, ruhları cezb ederdi. Aklı o kadar çoktu ki Arabistan yarım adasında, sert, inatcı insanlar arasında gelip, çok güzel idare ederek ve cefalarına sabrederek, onları yumuşaklığa ve itaate getirdi. Çoğu dinlerini bırakıp müslüman oldu ve din-i İslam yolunda babalarına ve oğullarına karşı harp etti. Onun uğrunda mallarını, yurtlarını fedâ edip, kanlarını akıttı. Halbuki böyle şeylere alışık değildiler. Güzel huyu, yumuşaklığı, affı, sabrı, ihsanı, ikramı, o kadar çoktu ki herkesi hayran bırakırdı. Görenler ve işitenler seve seve müslüman olurdu. Hiçbir hareketinde, hiçbir işinde, hiçbir sözünde, hiçbir zaman, hiçbir çirkinlik, hiçbir kusur görülmemiştir. Kendisi için kimseye gücenmediği hâlde, din düşmanlarına, dine dil ve el uzatanlara karşı sert ve şiddetli idi. Herkese karşı yumuşak olmasaydı, Peygamberlik heybetinden, büyüklük hallerinden, kimse yanında oturmaya ve sözünü dinlemeye takat getiremezdi.
Kimseden bir şey okumamış, öğrenmemiş, hiç yazı yazmamış iken ve seyahat etmeyen ve geçmişlerden ve etraftakilerden haberi olmayan insanlar arasında hâsıl olmuş iken, Tevratta ve İncilde ve bütün başka kitaplarda yazılı şeyleri bildirdi. Geçmişlerin hallerinden haber verdi. Her dinden, her meslekten ileri gelenlerin hepsini huccet ve burhanlar söyleyerek susturdu. En büyük mucize olarak Kurân-ı Kerîmi ortaya koydu ki 6236 ayetinden biri gibi söyleyemezsiniz diye meydan okuduğu hâlde, kimse, 1400 bu kadar seneden beri, dünyanın her tarafında bütün İslam düşmanları elele vererek, mallar, servetler dökerek uğraştıkları hâlde, söyleyemedi. Şimdi de, milyonlar dökerek ve yahudi, papaz, mason güçlerini kullanarak, çalıştıkları hâlde söyleyemiyorlar. Hele o zaman, Araplarda, şiir, edebiyat, fesâhat ve belâgat, her şeyden ileri gidip en güvendikleri başarıları olduğu hâlde, Kurân-ı Kerîm karşısında, bir şey söyleyemediler. Kurân-ı Kerîme böyle galebe çalamayınca, çokları insafa gelip müslüman oldu. İman etmeyenleri de, İslamiyetin yayılmasını önlemek için, dövüşmeye mecbur oldu.
Kurân-ı Kerîmde kimsenin yapamayacağı, söyleyemeyeceği şeyler sayılamayacak kadar çoktur. Burada 6’sını bildirelim:
Birincisi: İcaz ve belâgattır. Yani az söz ile ve pürüzsüz ve kusursuz olarak, çok şey anlatmaktır.
İkincisi: Harfleri ve kelimeleri, Arap harflerine ve kelimelerine benzediği hâlde, âyetler, yani sözler ve cümleler, onların sözlerine ve şiirlerine ve hutbelerine hiç benzemiyor. Kurân-ı Kerîm, insan sözü değildir. Allah kelamıdır. Kurân-ı Kerîmin yanında onların sözleri, cam parçalarının elmasa benzemesi gibidir. Dil mütehassısları bunu pek iyi görüyor ve teslim ediyor.
Üçüncüsü: Bir insan, Kurân-ı Kerîmi ne kadar çok okursa okusun bıkmıyor, usanmıyor. Arzusu, hevesi, sevgisi ve zevkı artıyor. Halbuki Kurân-ı Kerîmin tercümelerinin ve başka şekillerde yazmalarının ve diğer bütün kitapların okunmasında, böyle arzu ve lezzet artması olmuyor. Usanç hâsıl oluyor. Yorulmak başkadır, usanmak başkadır.
Dördüncüsü: Geçmiş insanların hallerinden bilinen ve bilinmeyen birçok şey Kurân-ı Kerîmde bildirilmektedir.
Beşincisi: İlerde olacak şeyleri bildirmektedir ki bunlardan çoğu zamanla meydana çıkmış ve çıkmaktadır.
Altıncısı: Kimsenin hiçbir zamanda, hiçbir sûretle bilemeyeceği ilimlerdir ki Allahü teâlâ, ulum-i evvelini ve ahirini Kurân-ı Kerîmde bildirmiştir.
Demek oluyor ki büyük bir şehirde, herkesin arasında doğup, yetişmiş, 40 sene birlikte yaşayıp, bir kitap okumamış, seyahat etmemiş, şiir söylememiş ve nutk vermemiş iken, birdenbire, kimsenin söyleyemeyeceği ve 6’sını bildirdiğimiz incelikleri ile her sözün ve her kitabın üstünde bir kitap getiren ve güzel huyları ve üstün halleri ile bütün insanların ve Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, her bakımdan en iyisi olan bir kimsenin, Allahü teâlânın sevgili Peygamberi olduğu, akıl ve vicdan sahipleri için, pek açık bir hakikattir.