Sual: Muhammed Abduh kimdir? Ehli sünnete uymayan görüşleri nelerdir?

Cevap: Muhammed Abduh, 1849’da Mısır’da tevellüd ve 1905’de orada vefat etmiştir. O zaman Mısır’da çıkan (Vakayiu’l-Mısrîye) gazetesindeki ve El-Menar mecmuasındaki ve El-Ahram gazetesindeki yazıları, bozuk düşüncelerini ortaya koymaktadır. Bir müddet Beyrut’ta da faaliyette bulundu. Ehl-i sünnet âlimleri, bunun kötü maksatlarını anladığı için, yüz bulamayınca, Paris’e gitti. Orada, İslama karşı mason planlarını uygulamayı hazırlayan Cemaleddin-i Efgani’nin çalışmalarına katıldı. (El-Urvetül-vüska) mecmuasını çıkardılar. Sonra Beyrut’a ve Mısır’a gelerek, Paris’te varılan kararları uygulamaya, gençleri aşılamaya başladı ise de, hidiv Tevfik Paşa hükümeti, derslerinin ve yazılarının zararlı olduğunu anlayarak, onu mahkeme memurluklarında kullandı. Fakat o, bütün yazılarında İslamiyeti yıkmaya, masonların planlarını uygulamaya uğraştı. Masonların yardımı ile Kahire müftüsü oldu. Ehl-i sünnete saldırmaya başladı. İlk iş olarak, Camiu’l ezher medresesi ders programlarını bozmaya, gençlere kıymetli bilgilerin okutulmasını önlemeye başladı. Üniversite kısmındaki dersleri kaldırdı. Lise ve orta kısımdaki kitaplar, yüksek sınıflarda okutuldu.

Masonlar, daha önce Osmanlılarda da böyle yapmış , tanzimatta medreselerden fen dersleri kaldırılmış, din dersleri de, yüksek bilgilerden mahrum edilmişti. Çünkü, İslam dini ilim üzerine kurulmuştur. İlim olmayınca, hakiki din adamı kalmayınca, İslamiyet bozulur. Bulut olmayınca, yağmur beklemek, mucize istemek olur. Allahü teâlâ bunu yapabilir. Fakat, adeti böyle değildir. İslam alimi yetişebilmesi için, İslam ilimleri meydana çıkıp, yayılıp, böyle 100 sene geçmesi lazımdır. Düşmanlar, İslam güneşini söndürdü. Bunların önderliğini, İngilizler yaptı. Hazret-i Mehdi zamanında yeniden doğacak. Beyrut’taki mason locasının başkanı Hanna Ebû Raşid, 1961’de yayınladığı (Dairetü’l-mearifü’l-masoniyye) kitabının 197. sayfasında diyor ki (Cemaleddin-i Efgani, Mısırda mason locası reisi idi. Alimlerden ve devlet adamlarından 300’e yakın üyesi vardı. Ondan sonra, imam üstad Muhammed Abduh reis oldu. Abduh, büyük bir mason idi. Bunun, masonluk ruhunu Arap memleketlerine yaydığını kimse inkar edemez). Osmanlı son devri Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi Mısır’da yazdığı Mevkıfü’l-akl isimli 4 cildlik Arabi kitabında Abduh’u ve Ezher’deki dejenerasyonu hayretle anlatmaktadır. Kitabın bir yerinde “Abduh, dinsizleri bir adım bile dine yaklaştıramadı ama, Ezherlilerin çoğunu dinsizlere yaklaştırdı.” demektedir.

Muhammed Abduh’un yaptığı reformları, değişiklikleri görerek onu İslam alimi sananlar az değildir. Ehl-i sünnet âlimleri, onun yazılarına cevap yazmış, maskesini yırtmışlardır. Ayrıca, Elmalılı Hamdi efendi, (Fil) sûresinin tefsirinde, bunun bozuk yazılarından bir kısmını ortaya koymaktadır. Bozuk düşünceleri, şöyle sıralanabilir:

1) Akıl ile dini, birbirinden ayrı sanarak, bunları ilk birleştiren ben olacağım demektedir.

2) Kendinden önce, İslam âlimlerinin mantık, matematik, tarih, coğrafya okumadıklarını, fen dersleri öğrenmenin günah sanıldığını, bu bilgileri İslama sokacağını bildirmektedir. Bunların, asırlardan beri, her medresede okutulduğunu ve bu konularda binlerce kitap yazılmış olduğunu inkar etmektedir. Böylece, Ehl-i sünnet kitaplarının okutulmasına son verip, İslam düşmanlarının felsefe adı altında yazdıkları, dinsizlik propagandalarının, İslam memleketlerine yayılmasına çalışmaktadır. Bu düşman propagandalarına karşı koyan Camiul-ezher profesörlerine, ilim, fen, mantık düşmanı, gerici damgasını basmaktadır.

3) 1880 de resmi gazetede, 4 evlenmeye saldırmaktadır.

4) Kendinden önce gelen binlerle İslam aliminin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, dine, İslamlıkla ilgisi bulunmayan şeyler soktuklarını, nassları anlarken yanıldıklarını söylemekte, bunları düzeltmekte olduğunu bildirmektedir.

5) (İslamiyet ve nasraniyet) kitabında, (Bütün dinler birdir. Dış görünüşleri değişiktir) demekte, yahudi, hristiyan ve müslümanların, birbirlerini desteklemelerini dilemektedir. Londra’da, bir papaza yazdığı mektupta, (İslamiyet ve hristiyanlık gibi 2 büyük dinin el ele vererek kucaklaşmasını beklerim. O zaman, Tevrat ve İncil ve Kuran birbirlerini destekleyen kitaplar olarak her yerde okunur ve her milletçe saygı görür) diyor. Hıristiyanlığı, hak din sanmakta, müslümanların Tevrat ve İncil okuyacakları zamanı beklemektedir.

6) Müminler doğru yoldan ayrılmış, bugünkü hâle gelmiş. Din ilimle el ele verecek, o zaman Cenab-ı Hak nurunu bütünlemiş olacak demektedir. Allahü teâlâ nurunu, Resûlullah efendimiz zamanında tamamlamamış, İslam âlimleri ilim ile el ele vermemiş sanmaktadır.

7) (İslamiyet ve nasraniyet) kitabında, (Bir kimseden, yüz bakımdan kâfirliği, bir bakımdan imanı bildiren bir söz işitilse, o kimse imanlı kabul edilir. Herhangi bir felesofun, fikir adamının yüz bakımdan kâfirliği gösterdiği hâlde, bir bakımdan imanı göstermeyen söz söylemesini düşünmek, ahmaklıktır. O hâlde, herkes imanlı bilinmelidir. İslamiyette zındık kelimesi yoktur. Sonradan meydana çıkmıştır) demektedir. Küfrü açıkça görülmeyen bir müslümanın sözündeki bir iman, onu küfürden kurtarır, kaidesini yanlış anlatarak, bütün kâfirlere, felesoflara mümin demektedir. Kendi de zındık olduğu için, bu kelimenin söylenmesini istememektedir. Künuzü’d-dekaik’da ve Deylemi’de yazılı “Ümmetim arasında zındıklar çoğalacaktır” hadis-i şerifini inkar etmektedir.

8) Zilzal sûresindeki “Zerre ağırlığında hayır işliyen, karşılığına elbet kavuşur” mealinde olan âyet-i kerimeyi tefsir ederken, (Müslim olsun, kâfir olsun, salih amel işliyen herkes Cennete girecektir) diyor. En cahillerin, en kalın kafalı olanların bile güleceği bu yanlış ve haksız savunmasını, onun hayranları, hatta izinde yuvarlanan çömezleri bile kabul etmemiştir. Bunlardan, Abduhcu Seyyid Kutub, Nisa sûresi 124. âyet-i kerimesini tefsir ederken, (Üstad Muhammed Abduh, düşünüşünü nakz eden âyet-i kerimelerin sarahatini hiç hatırlamıyor. Bu âyetler Abduh’un görüşünü nakz etmektedir) demek zorunda kalmıştır. Evet, Abduh’a Paris’te yutturulan masonluk afyonunun dozu, o kadar çoktu ki aklı ve şuuru, âyet-i kerimeler arasındaki bağlantıları göremeyecek kadar altüst olmuştu.

9) Asr sûresi tefsirinde, (İman; akıl ve vicdanın elde edemeyeceği şeylere, taklit ile inanmak değildir. Anadan, babadan işitilen birtakım sözleri ezberlemek, söylemek, iman olmaz. İslamiyet taklit düşmanıdır. Önceden gelmiş olmak, bir değer sağlamaz. Her şey akıl ile araştırarak çözülür) demektedir. (Tevhid) risalesinde ise, (Dinde bulunan bir şeyi akıl kavrayamazsa, ona inanması lazımdır) demekte, sözleri birbirini tutmamaktadır.

10) Mısırdaki Hilal neşriyatının sahibi ve (Medeniyet-i İslâmiyye) tarihinin müellifi Curci Zeydan, Abduh için diyor ki (Muhammed Abduh, eskilerin sözlerine bağlanmamış, onların koyduğu kaidelere değer vermemiştir.)

11) Fâtiha sûresinin tefsirinde, (Kur’ân-ı Kerîm, o zaman yaşayan kimselere hitab etmiş, bunlara bir üstünlükten değil, onlar da insan olduğu için, hitab etmiştir) demekte, Ashâb-ı kiramın kavuştukları üstünlüğü bildiren hadis-i şerifleri inkar etmektedir.

12) “Facirlerin amel defteri Siccindedir” mealindeki âyet-i kerimeyi kendisi tefsir etmeye kalkışarak, (Bazı kimselerin kitabında (Sencum) Habeş dilinde çamur demek olduğunu gördüm. Bu kelime Habeşten Yemene gelmiş olabilir. Ayetin mânâsı, facirlerin amelleri çamur gibidir, oluyor) diyor. Resûlullahın, Ashâb-ı kiramın, derin İslam âlimlerinin tefsirini beğenmeyip, âyet-i kerimelere, tesadüf ve ihtimal ile mânâlar veriyor.

13) Fiil sûresi tefsirinde, (Ebabil kuşları, sivri sinek olabilir. Asker de çiçek veya kızamıktan ölmüş olabilir) diyor. Yüzyıl daha sonra gelseydi, kimbilir nasıl mânâ verecekti. Halbuki bunların mânâlarını Resûlullah açıkça bildirdi. Tefsir âlimleri, o manaları bulup, kitaplarına yazdı.

14) Vennas sûresini tefsir ederken, (Her insanın içinde bir şeytan vardır. Fakat bu, insanın içinde kötülük arzularını doğuran bir kuvvet demektir. Cinne benzetilen bir tesirdir) diyor.

İslam âlimlerinin kitaplarından, bilgilerinden haberi olmayan bu zavallı adam, akla, ilme, fenne uymalı diyerek ortaya çıkmakta, mezhep imamlarını taklit etmeyi inkar etmekte, bütün din bilgilerini, zamanının fen buluşlarına, felsefecilerin o günkü düşünüşlerine uydurmaya kalkışmaktadır. İslam âlimlerinin kitaplarını okumak istemediği, fen tahsili de olmadığı için; kısa görüşlerine ve işittiklerine göre din kitapları yazmakta, din bilgisi yaymaktadır. Bu davranışları, kelam, fıkıh ve tasavvuf bilgilerinden haberi olmadığını, İslamın zevkini tatmamış olduğunu göstermektedir. İslam âlimlerinin yüksekliklerini sezmiş olsaydı ve nefsinin pençesinden kurtulsaydı ve maddenin, ruhun hakikatini anlasaydı, böyle saçmalamazdı.

15) Bir Yahudi dönmesi olan Ali Mürteda’nın kardeşi Radi’nin yazdığı Nehcü’l-belaga adındaki kitabı şerh etti. Müslümanlar arasında bölücülük yapan bu kitabı daha önce, İbni Ebilhadid Abdülhamid Medaini şiî ve sonra Meysüm Bahrani şiî şerh etmişlerdir. Abduh’un şerhi 1885’de Beyrut’ta basılmıştır.

1885’de Beyrut’ta Medresetü’s-sultaniye talebesine yaptığı propagandalarını bir araya toplayarak Risaletü’t-tevhid kitabını meydana getirdi. Bu kitabı, ölümünden bir sene sonra basıldı.

Abduh’u daha iyi tanımak için hocası Cemaleddin Efgani’yi tanımak gerekir. Bunun için Cemaleddin Efgani Kimdir? yazımızı okuyabilirsiniz.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler

1 Yorum

Comments are closed.