Sual: Başlıca reformistler kimlerdir? Ve bunların başlıca fikirleri nelerdir?

Cevap: Müslümanlar 2 kısımdır.

Birincisi, Ehl-i sünnet fırkasıdır. Hak olan, doğru olan bu Ehl-i sünnet fırkasındaki müslümanlar 4 mezhebe ayrılmışlardır. Bunların itikatları, imanları birdir. Aralarında hiç ayrılık yoktur.

İkincisi, Ehl-i sünnet itikadında olmayanlardır. Bunlara, bidat ehli, yani mezhepsiz denir. Şiîler ve vehhâbîler bunlardandır.

Zamanımızda, İbni Teymiyeciler, Cemaleddin-i Efgani, Muhammed Abduhcular ve Vehhâbîler, bidat ehlidirler. Vehhâbîler, kendilerine 5. mezhep diyorlar. Bu sözleri doğru değildir. (5. mezhep) diye bir şey yoktur. Bugün, din bilgilerini bu 4 mezhepten birinin ilmihal kitaplarından öğrenmekten başka çare yoktur. Herkes, kendine kolay gelen mezhebi seçer. Onun kitaplarını okur, öğrenir. Her işini bu mezhebe uygun yapar. O mezhebi (Taklit) etmiş olur. O mezhepten olur. Herkese, anasından babasından işittiğini, gördüğünü öğrenmek kolay geleceği için, müslümanlar, anasının, babasının mezhebinde olmaktadır. Mezheplerin 1 olmayıp, 4 olması, insanlar için kolaylıktır. Bir mezhepten çıkıp, başkasına girmek caiz ise de, yenisini öğrenmek için, senelerce çalışmak lazım olur ve eski mezhebini öğrenmek için yaptığı çalışmaları boşuna gitmiş olur. Hem de, eski bilgileri ile yenisini karıştırarak, birçok işleri yapmakta şaşırabilir. Bir mezhebi beğenmeyerek ondan çıkmak hiç caiz olmaz. Çünkü Selef-i salihini techil etmek, beğenmemek küfür olur demişlerdir.

Şimdi, Pakistan’da Mevdudi ve Hamidullah ve Mısır’da Cemaleddin-i Efgani ve Kahire müftüsü M. Abduh ve bunun talebeleri Reşid Rıza gibi mezhepsiz kimseler ve bunların kitaplarını okuyarak aldananlar, mezhepleri birleştirmeli diyorlar. 4 mezhebin kolay taraflarını seçip toplamalı, İslamiyeti kolaylaştırmalı diyorlar. Kısa akılları ile noksan bilgileri ile bu fikri savunuyorlar. Kitaplarına göz atılınca, tefsir, hadis, usûl ve fıkıh bilgilerinden haberleri olmadığı, çürük mantıkları ve yaldızlı yazıları ile cehllerini ortaya koydukları hemen görülmektedir. Çünkü:

1) 4 mezhep âlimleri (Hüküm-i müleffık batıldır) buyuruyor. Yani, birkaç mezhebe birlikte uyarak yapılan bir ibadet, bu mezheplerin hiç birinde sahih olmadığı zaman, mezhepleri karıştırması batıl olur, sahih olmaz. 4 mezhep âlimlerinin bu söz birliğine uymayan kimse, bu mezheplerin hiçbirinden olmaz. Mezhepsiz olur. Mezhepsiz olanın işleri, İslamiyete uygun olmaz. Uydurma olur. Dini oyuncak haline getirmiş olur.

2) Müslümanları, ibadetleri tek bir yolda sıkıştırmak, İslam dinini güçleştirmek olur. Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi “sallallâhü aleyhi ve sellem”, isteselerdi, her şeyi açık bildirirler, işler tek bir yola uyarak yapılırdı. Fakat, Allahü teâlâ ve Onun Resûlü “sallallâhü aleyhi ve sellem” insanlara acıdıkları için, her şeyi açık bildirmediler. Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” anlayışlarına göre, çeşitli mezhepler ortaya çıktı. Bir kimse sıkışınca, kendi mezhebinin kolay tarafına kayar. Daha da sıkışınca, başka mezhebi taklit ederek, o işi kolayca yapar. Tek mezhep yapılırsa, böyle kolaylık olmaz. Mezhepsizler, kolaylıkları topladık sananlar, farkına varmadan, müslümanların işlerini güçleştirmiş olurlar.

3) Bir ibadetin bir kısmını bir mezhebe göre yaparken, diğer kısmını, bu mezhebe göre yapmayıp, başka mezhebe göre yapmaya kalkışmak, birinci mezhep imamının bilgisini beğenmemek olur. Selef-i salihini techil etmenin küfür olduğu yukarıda bildirilmişti.
İbadetleri değiştirmek isteyenler, Ehl-i sünnet âlimlerini tahkir edenler, tarihte çok görüldü. Mezheplerin kolaylıklarını seçip, 4 mezhebi kaldırmalı diyenlerin, mezhep imamlarının kitaplarından bir sayfayı bile doğru okuyup anlayamadıkları meydandadır. Çünkü, mezhepleri ve mezhep imamlarının yüksekliklerini anlayabilmek için, âlim olmak lazımdır. Âlim olan, cahilce, ahmakça bir çığır açıp, insanları, felakete sürüklemez. Tarih boyunca, ortaya çıkmış olan cahillere, sapıklara aldananlar, felakete sürüklenmişlerdir. 1400 seneden beri her asırda gelmiş olan ve hadis-i şeriflerle övülmüş bulunan Ehl-i sünnet âlimlerine uyanlar, saadete kavuşmuşlardır. Bizler de ecdadımızın, o salih, temiz müslümanların, Allah için, İslamiyetin yayılması için, canlarını veren şehitlerin doğru yoluna sarılmalı, türedi dinde reformcuların zehirli, zararlı yazılarına aldanmamalıyız!

Fakat ne yazık ki Kahire mason locası başkanı olan Abduhun zehirli fikirleri, bir yandan Mısır’da Camiul-ezher medresesine yayıldı. Böylece Mısır’da, Reşid Rıza, Ezher medresesi Rektörü Mustafa Meragi, Kahire müftüsü Abdülmecid Selim, Mahmud Şeltüt, Tentavi Cevheri, Abdürrazık paşa, Zeki Mübarek, Ferid Vecdi, Abbas Akkad, Ahmed Emin, Dr. Taha Hüseyin paşa, Kasım Emin gibi (Dinde reformcular) türedi. Bir yandan da, üstadları Abduh’a yapıldığı gibi, bunlara da ilerici İslam alimi denilerek, kitapları Türkçeye tercüme edildi. Cahil din adamlarının ve gençlerin doğru yoldan kaymalarına sebep oldular.

Büyük İslam alimi, 14. asrın müceddidi olan Seyyid Abdülhakim Efendi, “Kahire müftüsü Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, İslam düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak İslamiyeti içerden yıkan azılı kâfirlerden olmuştur” buyurdu.
Abduh gibi küfre veya bidate, dalalete sürüklenenler, kendilerinden sonra gelen genç din adamlarını da doğru yoldan çıkarmak için, adeta birbirleri ile yarış etmişler, “Ümmetimin felaketi, facir [sapık] olan din adamlarından olacaktır” hadis-i şerifinin haber verdiği felaketlere ön-ayak olmuşlardır.

Abduh 1905’de Mısır’da ölünce, yetiştirmiş olduğu çömezleri de, boş durmamış, kahr ve gazap-ı ilâhînin tecellisine sebep olan çok sayıda zararlı kitaplar neşretmişlerdir. Bunlardan biri, Reşid Rıza’nın (Muhaverat) kitabıdır. Bu kitabında, üstadı gibi, Ehl-i sünnetin 4 mezhebine saldırmış, mezhepleri fikir ayrılığı sanarak ve ictihad usûl ve şartlarını, taassup ve münakaşa şeklinde göstererek, (İslam birliğini bozmuşlardır) diyecek kadar dalalete düşmüştür. 4 mezhepten birini taklit eden, bin seneden beri gelmiş milyonlarca halis müslüman ile adeta alay etmiştir. Asrın ihtiyaçlarını karşılamayı, dini, imanı değiştirmekte arayacak kadar İslamiyetten uzaklaşmıştır.

Dinde reformcuların birleştikleri tek nokta, kendilerini gerçek müslüman ve asrın ihtiyaçlarını kavramış, geniş kültür sahibi bir İslam alimi olarak tanıtmaları, İslam kitaplarını okuyup, anlayıp, Resûlullahın varisi oldukları müjdelenmiş ve “Zamanların en hayırlısı, onların zamanıdır” hadis-i şerifi ile övülmüş Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda giden hakiki salih müslümanlara da, avam gibi düşünen taklitçiler demeleridir. İslamiyet ahkamından, fıkıh bilgilerinden haberleri olmadığını, yani din bilgilerinden mahrum, kara cahil olduklarını, konuşmaları ve yazıları açıkça gösteriyor. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, “İnsanların en üstünü imanı doğru olan alimlerdir”, “Din âlimleri, Peygamberlerin varisleridir”, “Kalp bilgileri, Allahın esrarından bir sırdır”, “Âlimlerin uykusu ibadettir”, “Ümmetimin âlimlerine saygılı olunuz! Onlar, yer yüzünün yıldızlarıdır”, “Âlimler kıyamet günü şefaat edeceklerdir”, “Fıkıh âlimleri kıymetlidir. Onlarla beraber bulunmak ibadettir” ve “Talebesi arasında âlim, ümmeti arasında olan Peygamber gibidir” hadis-i şerifleri ile 1.300 seneden beri gelmiş olan Ehl-i sünnet âlimlerini mi meth buyuruyor? Yoksa, bunlardan sonra türemiş olan Abduh’u ve çömezlerini mi övüyor? Bu suale yine Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimiz cevap vermekte, “Her asır, önceki asırdan daha kötü olacaktır. Böylece, kıyamete kadar bozulacaktır!” ve “Kıyamet yaklaştıkça, din adamları eşek leşinden daha bozuk, daha kokmuş olacaklardır” buyurmaktadır. Bu hadis-i şerifler, (Tezkire-i Kurtubi muhtasarı) nda yazılıdır. Resûlullahın medh ve sena buyurduğu İslam âlimlerinin hepsi ve binlerle Evliyanın hepsi, söz birliği ile bildiriyor ki Cehennemden kurtulacağı müjdelenen bir fırka, Ehl-i sünnet vel-cemaat denilen âlimlerin mezhebidir. Ehl-i sünnet olmayanlar, Cehenneme gideceklerdir. Yine bildiriliyor ki Mezheplerin telfikı batıldır. Yani, 4 mezhebin kolaylıklarını toplayıp uydurma tek bir mezhep yapmanın batıl, saçma bir şey olacağını da söz birliği ile bildirmişlerdir.

Aklı olan kimse, bin seneden beri gelmiş olan İslam âlimlerinin söz birliği ile övdükleri Ehl-i sünnet mezhebine mi uyar? Yoksa, yüz seneden beri türemiş olan kültürlü (!), ilerici din cahillerine mi inanır?

Cehenneme gidecekleri, hadis-i şeriflerle bildirilmiş olan 72 fırkanın ileri gelenleri, çenesi kuvvetli olanları, her zaman, Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmışlar, bu mübarek müslümanları lekelemeye yeltenmişler ise de, kendilerine âyet-i kerimelerle ve hadis-i şeriflerle cevap verilerek rezil edilmişlerdir. Ehl-i sünnete karşı, ilim ile başarı sağlayamayacaklarını görünce, eşkiyalığa, zorbalığa başlamışlar, her asırda binlerce müslüman kanı dökülmesine sebep olmuşlardır. Ehl-i sünnetin 4 mezhebinde bulunan hakiki müslümanlar ise, hep birbirlerini sevmişler, kardeş olarak yaşamışlardır.

Resûlullah, (İş hayatında, müslümanların mezheplere ayrılması, Allahü teâlânın rahmetidir) buyuruyor. 1865 senesinde doğmuş ve 1935’de Kahire’de füc’eten ölmüş olan Reşid Rıza gibi dinde reformcular ise, mezhepleri birleştirerek, İslam birliği kuracaklarını söylüyorlar. Halbuki Peygamberimiz, yeryüzündeki bütün müslümanların tek bir iman yolunda, 4 halifesinin doğru yolunda, birleşmelerini emir buyurdu. İslam âlimleri, elele vererek, çalışıp, 4 Halifenin itikat yolunu kitaplara geçirdiler. Peygamberimizin emrettiği bu tek yola, Ehl-i sünnet vel-cemaat ismini verdiler. Yeryüzündeki bütün müslümanların bu tek Ehl-i sünnet yolunda birleşmeleri lazımdır. İslamda birlik isteyenler, sözlerinde samimi iseler, mevcut olan bu birliğe katılmalıdırlar. Fakat, ne yazıktır ki İslamiyeti içerden yıkmaya çalışan masonlar, ingilizler, hep böyle yaldızlı sözlerle müslümanları aldatmışlar, (işbirliği sağlayacağız) maskesi altında (iman birliği)ni parçalamışlardır.

İslam düşmanları, ta ilk asırdan beri, İslamiyeti yok etmek için çalışıyorlar. Şimdi de, masonlar, komünistler, yahudiler, hristiyanlar, çeşitli planlarla saldırıyorlar. Cehenneme gidecekleri bildirilmiş olan sapık müslümanlar da, doğru yolda olan Ehl-i sünneti lekelemek, müslümanları doğru yoldan ayırmak için, hile ve iftira yapıyorlar. Böylece, İslam düşmanları ile işbirliği yaparak, Ehl-i sünneti yıkmaya uğraşıyorlar. Bu saldırıların öncülüğünü (İngilizler) yaptı. Bütün imparatorluk kaynaklarını, hazinelerini, silahlı kuvvetlerini, donanmasını, tekniğini, politikacılarını ve yazarlarını bu alçak savaşlarında ileri sürdü. Böylece, dünyanın en büyük 2 İslam devleti olan ve Ehl-i sünnetin bekçisi bulunan Hindistan’daki Gürganiye ve 3 kıta üzerine yayılmış bulunan Osmanlı İslam devletlerini yıktı.

Bütün memleketlerde İslamın değerli kitaplarını yok etti. İslam bilgilerini birçok yerlerden sildi, süpürdü. II. cihan harbinde, komünistler yok olmak üzere iken, bunların kuvvetlenmelerine, yayılmalarına sebep oldu. Müslümanların mukaddes yerleri olan Filistin’de yahudi devletinin kurulması için çalışan Siyonizm (Sihyuniye) teşkilatını, İngiliz başvekillerinden James Balfour, 1917 de meydana getirdi. İngiliz hükümeti, bu işi senelerce destekleyip, 1947’de İsrail devletinin kurulmasını sağladı. Yine İngiliz hükümeti, Arabistan yarımadasını Osmanlılardan alıp, Süud oğullarına teslim ederek, 1932’de, sapık itikatlı, vehhâbî devleti kurulmasını sağladı. Böylece İslamiyete en büyük darbeyi vurdu. Vehhâbîlerin, ingilizlerden aldıkları emirler ile Hicazdaki müslümanlara yaptıkları zulüm ve işkenceler uzun yazılıdır.

Abdürreşid İbrahim efendi, 1910’da İstanbul’da basılan türkçe (Âlem-i İslam) kitabının 2. cildinde, (İngilizlerin İslam düşmanlığı) yazısının bir yerinde diyor ki (Hilafet-i İslamiyyenin bir an evvel kaldırılması, ingilizlerin 1. düşüncesidir. Kırım muharebesine sebep olmaları ve burada türklere yardım etmeleri, hilafeti mahvetmek için bir hile idi. Paris muahedesi, bu hileyi ortaya koymaktadır. Her zaman müslümanların başına gelen felaketler, hangi perde ile örtülürse örtülsün, hep ingilizlerden gelmiştir. İngiliz siyasetinin temeli, İslamiyeti yok etmektir. Bu siyasetin sebebi, İslamiyetten korkmalarıdır. Müslümanları aldatmak için, satılmış vicdansızları kullanmaktadırlar. Bunları İslam alimi, kahraman olarak tanıtırlar. Sözümüzün hülasası, İslamiyetin en büyük düşmanı ingilizlerdir.) Abdürreşid efendi, 1944’de Japonya’da vefat etti.

İngilizler, yüzyıllardır İslam memleketlerini kana boyamakla kalmamış, İskoç masonları, binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış, (insanlığa yardım, kardeşlik) gibi laflarla, seve seve dinden çıkmalarına, mürted olmalarına sebep olmuştur. İslamiyeti büsbütün yok etmek için, bu mürted masonları maşa olarak kullanmışlardır. Böylece, Mustafa Reşid paşa, Ali paşa, Fuad paşa, Mithad paşa, Tal’at paşa, Cemal paşa ve Enver paşa gibi masonları, İslam devletlerinin yıkılmalarında kullanıldıkları gibi, Cemaleddin-i Efgani ve Muhammed Abduh gibi masonlar ve yetiştirdikleri çömezler de, İslam bilgilerini bozmaya, yok etmeye alet olmuşlardır. Bu mason din adamlarının yazdıkları yüzlerce yıkıcı, bozucu din kitapları arasında Mısırlı Reşid Rıza’nın Muhaverat kitabı, arabîden çeşitli dillere tercüme edilerek, İslam memleketlerine dağıtılmakta, müslümanların dinlerini ve imanlarını bozmaya çalışmaktadırlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin  kitaplarını okumamış, anlayamamış birkaç genç din adamının da bu akıntıya kapılarak felakete sürüklendikleri ve başkalarının da felaketlerine sebep oldukları görülmektedir.

Muhaverat kitabı, 88. sayfada bildirilmiştir. Bu kitapta, Ehl-i sünnetin 4 mezhebine çatılmakta, İslam bilgilerinin 4 kaynağından biri olan İcma-ı ümmet inkar edilmekte, herkes; Kitaptan, Sünnetten kendi anladığına göre amel etmeli denilmektedir. Böylece, İslam bilgilerini kökünden yıkmaya çalışmaktadır. Müslüman kardeşlerimize, bu kitabın bozukluğunu ve zararlarını anlatmak için (Din adamı bölücü olmaz) kitabı hazırlınarak, türkçe, ingilizce ve Arabî dillerinde neşredilmiştir Ayrıca, büyük İslam alimi Abdülgani Nablüsi’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Hülasatü’t-tahkik fi-beyan-ı hükmi’t-taklid vettelfik) ve Yusuf-i Nebhani’nin (Huccetullahi alel’âlemin) ve Muhammed Hayat Sindi’nin Gayetü’t-tahkik risalesi ve Hind âlimlerinden Muhammed Abdürrahman Silheti’nin (Seyf-ül-ebrar) kitaplarının, o zararlı kitaba tam bir cevap olduklarını görüp, bu 4 kitabı da ofset yolu ile teksir ve neşrettik.

Hülasatü’t-tahkik sonunda buyuruyor ki (müslümanlar, ya müctehid olur, yahut, ictihad derecesine yükselmemiştir. Müctehid de, ya (Mutlak müctehid) olur. Yahut, (Mukayed müctehid) olur. Mutlak müctehidin, başka bir müctehidi taklit etmesi caiz değildir. Kendi ictihadına uyması lazımdır. Mukayed müctehidin ise, bir mutlak müctehidin mezhebinin usullerine uyması vâciptir. Bu usullere uyarak yapacağı kendi ictihadına uyar.

Müctehid olmayanlar, 4 mezhepten dilediğine uyar. Fakat, bir işi bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebin, bu işin sahih olması için şart ettiği şeylerin hepsini yapması lazımdır. Bu şartlardan birini yapmazsa, bu işi sahih olmaz. Bu işin batıl olacağı söz birliği ile bildirilmiştir. Bir mezhebin daha üstün olduğuna inanması şart değil ise de, herkesin, kendi mezhebinin üstün olduğuna inanması iyi olur. Bir ibadeti veya bir işi yaparken, birkaç mezhebi telfik etmek, yani bu işi bu mezheplerin birbirlerine uymayan sözlerine göre yapmak, 4 mezhepten çıkmak ve 5. bir mezhep meydana getirmek olur. Bu iş, karıştırmış olduğu mezheplerin hiçbirine göre sahih olmaz, batıl olur. Dini oyuncak yapmış olur. Bunun için, (Havz-ı kebir) den az olan ve kulleteyn denilen miktardan az olmayan bir suyun içine necaset düşmüş, suyun rengi, kokusu veya tadı değişmemiş olup bu su ile abdest alırken niyet etmez ise ve abdest uzuvlarını sıra ile yıkamaz ve uğmaz ve birbirleri ardı sıra çabuk yıkamazsa ve Besmele ile başlamazsa, bunun abdesti, 4 mezhep imamlarının hiçbirine göre sahih olmaz. Buna sahih diyen, 5. bir mezhep uydurmuş olur.

Bir müctehidin dahi, 4 mezhebin söz birliğine uymayan 5. bir söz söylemesi caiz değildir. Sadr-üş-şeria, (Tavdih) kitabında diyor ki “Bir işin yapılması için, Ashâb-ı kiramdan 2 türlü haber gelmiş ise, sonradan gelenlerin, bir üçüncüsünü söylemeleri, söz birliği ile caiz değildir. Her asrın âlimleri de, Ashâb-ı kirâm gibidir diyenler oldu”.

Molla Husrev, Mir’atü’l-usûl’de diyor ki “Bir işin yapılmasında, 1. asrın âlimlerinden, birbirlerine benzemeyen 2 haber gelmiş ise, bu iş için 3. bir söz söylemenin caiz olmadığı icma ile bildirilmiştir. Her asrın âlimlerinin de, Ashâb-ı kirâm gibi olduğunu söylemek sahihtir”.

Celaleyn tefsirinin ilk yazarı Celaleddin-i Mihalli, Süyuti’nin (Cem’ul Cevami) i şerhinde diyor ki “İcmaa muhalefet haramdır. Âyet-i kerime ile men’ edilmiştir. Bunun için, Selefin ihtilaf ettiği bir iş için, 3. bir söz söylemek haram olur”.

Bir ameli 2 veya 3 veya 4 mezhebin birbirlerine uymayan sözlerine göre yapmak, bu mezheplerin icmaını bozar. Bu ameli bu mezheplerden hiç birine göre sahih olmaz. Yani, telfik caiz değildir. Kasım bin Katlubega, (Tashih) de diyor ki (Bir işi 2 muhtelif ictihada uyarak yapmanın sahih olmayacağı söz birliği ile bildirildi. Bunun için, abdest alırken başının hepsini mesh etmeyen kimse, köpeğe değdikten sonra namaz kılarsa, bu namazı sahih olmaz. Böyle namazın, söz birliği ile batıl olduğu Şâfiî âlimlerinden Şihabüddin Ahmed bin İmad’ın (Tevkifül-hükkam) kitabında da yazılıdır). Yukarıda yazılı kimse, başının hepsini mesh etmediği için, imam-ı Mâlik, köpeğe süründüğü için de imam-ı Şâfiî, bunun abdesti ve namazı sahih olmaz dediler.

Hanefi âlimlerinden Muhammed Bağdâdî, (Taklit) risalesinde diyor ki (Başka bir mezhebi taklit edebilmek için 3 şart vardır: 1. şart, İbni Hümam (Tahrir) de yazıyor ki kendi mezhebine göre başladığı bir işi, başka mezhebe uyarak tamamlayamaz. Mesela, Hanefiye göre aldığı abdest ile Şâfiîye göre namaz kılamaz. 2. şart, İbni Hümam, (Tahrir) kitabında, Ahmed bin İdris Karafi’den alarak diyor ki taklit ettiği 2 mezhep de, bu müleffak işe batıl dememelidir. Abdest alırken, Şâfiîye uyarak azalarını uğmaz ve Malikiye uyarak nikah ile alması caiz olan kadına dokunursa, bu abdest ile kıldığı namaz, bu 2 mezhebe göre de sahih olmaz. 3. şart, mezheplerin kolaylıklarını toplamamalıdır. İmam-ı Nevevi ve birçok âlimler, bu şarta çok ehemmiyet vermektedir. İbni Hümam, bu şartı bildirmemiştir. Hasan Şernblali, İkdü’l-ferid’de diyor ki (Hanefiye uyarak velisiz veya Malikiye uyarak şahitsiz yapılan 2 nikahtan her biri sahih olur. Fakat hem velisiz, hem de şahitsiz olan bir nikah sahih olmaz). Avamın bu şartı gözetmesi çok güç olduğundan, cahillerin başka mezhebi, zaruret olmadan taklit etmeleri men’ edilmiştir. Bir âlime sorup öğrenmeden taklit etmeleri sahih olmaz denilmiştir.) Muhammed Bağdâdî’nin yazısı burada tamam oldu.

İsmail Nablüsi, (Dürer) şerhini şerh ederken İkdü’l-ferid’den alarak diyor ki (İnsanın bir mezhebe bağlı kalması şart değildir. Başka mezhebi taklit ederek de işini yapabilir. Fakat, bu iş için, o mezhepte olan şartların hepsini yerine getirmesi lazımdır. Birbirine bağlı olmayan 2 işi, başka 2 mezhebe uyarak başka türlü yapabilir). Başka mezhebi taklit ederken, şartların hepsini yapmak lazım demek, telfikin sahih olmadığını bildirmektedir.

Hanefi âlimlerinden Abdürrahman İmadi, (Mukaddime) kitabında diyor ki “Bir kimse, zaruret olunca, başka 3 mezhepten birini taklit edebilir. Fakat, o mezhebin bu iş için bildirdiği şartların hepsini de yapması lazımdır. Mesela, hanefi mezhebinde olan bir kimsenin, Şâfiîyi taklit ederek necaset bulaşmış kulleteyn miktarı sudan abdest alırken, niyet etmesi ve tertibi gözetmesi ve imam arkasında Fâtiha okuması ve tadil-i erkanı muhakkak yapması lazımdır. Bunları yapmazsa, namazının batıl olacağı söz birliği ile bildirilmiştir”. Başka mezhebi taklit için, zaruret halinde olmasını yazması lazım değildi. Burada zaruret demekle, ihtiyacı bildirmiş olmaktadır. Çünkü, âlimlerin çoğuna göre, insanın daima aynı bir mezhebe uyması lazım değildir. Kendi mezhebine uyarken, haraç, meşakkat hâsıl olursa, başka mezhebi taklit edebilir. Bu yazılarımız telfikin sahih olmadığını göstermektedirler.

İbni Hümam’ın (Tahrir) kitabında, telfikın sahih olduğunu gösteren bir yazı yoktur. Muhammed Bağdâdî ve İmam-ı Münavi, İbni Hümam’ın Fethu’l-kadir kitabında, (İctihad ve burhan ile başka mezhebe nakletmek günahtır. Böyle kimse tazir olunur. İctihad ve burhan olmadan nakil ise daha fenadır. Nakil, işlerini, ibadetlerini başka mezhebe göre yapmaktır. Naklettim demekle olmaz. Buna vaat denir. Nakil denmez. Böyle söz vermekle, o mezhebe tabi olması vâcip olmaz. (Bilmediğinizi bilenlerden sorunuz!) âyet-i kerimesi, âlim olduğu bilinen [çok zan olunan] kimseden hüküm istemeyi emretmektedir. Âlimlerin, mezhep değiştirmeyi yasak etmeleri, mezheplerin kolaylıklarını toplamayı önlemek içindir. Âlimlerin çoğuna göre, her müslüman, başka başka işlerinde, kendine kolay gelen ictihada uyabilir) dediğini bildirdiler. Bir cahil, İbni Hümam’ın (Her müslüman, her işinde, kendine kolay gelen ictihada uyabilir) sözü, telfikın sahih olduğunu gösteriyor derse, bu anlayışı yanlıştır. Çünkü o söz, bir işin hepsini bir mezhebe göre yapmayı gösteriyor. Bir işi çeşitli mezheplere uyarak yapmayı göstermiyor. Bunu anlayamayan mezhepsizler ve dinde reformcular, İbni Hümam’ı kendilerine yalancı şahiti gösteriyorlar. Halbuki İbni Hümam, (Tahrir) kitabında, telfikın caiz olmadığını açıkça yazmaktadır.
Dinde reformcular, İbni Nüceym’in, (Kadıhan fetvasında, vakıf toprak, gaben-i fahiş ile satılırsa, Ebû Yusuf’a göre, gaben-i fahiş olduğu için caiz olmaz. İmam-ı Âzama göre ise, vakıf görevlisinin satış için yaptığı vekilinin gaben-i fahiş ile satması caiz olur diyor. Ebû Yusufa göre vakfın istibdal yolu ile satılması, Ebû Hanîfeye göre de, vekilin gaben-i fahiş ile satması caiz olup 2 ictihad birleştirilerek, bu satış sahih olur) yazısını telfikın sahih olacağına misal gösteriyorlar. Halbuki buradaki telfik, bir mezhep içinde olmaktadır. İkisinin de sözleri, aynı usulden çıkmıştır. 2 mezhebin telfikı böyle değildir. İbni Nüceymin telfika caiz demediği, (Kenz) kitabına yaptığı Bahrü’r-raık şerhindeki (Başka mezhepteki cemaate imam olanın, o mezhebin şartlarına da uyması lazımdır) sözünden de anlaşılmaktadır.) Hülasatü’t-tahkik sonundan tercüme tamam oldu.

Hindistan âlimlerinden Muhammed Abdürrahman Silheti, Seyfü’l-ebrari’l-meslul alel-füccar kitabında, fârisî olarak buyuruyor ki allame hafız Hasan bin Muhammed Tayyibi, Mişkat şerhinde “Kolaylaştırınız! Güçleştirmeyiniz!” hadis-i şerifini açıklarken, “Mezheplerin kolaylıklarını toplayan zındık olur” demiştir. Tayyibi 1343 de Şam’da vefat etmiştir. Seyfü’l-ebrar kitabının 1. baskısı, 1882 senesinde Hindistan’da yapılmıştır. İstanbul’da 1994 de yeniden tab’ edilmiştir. Demek oluyor ki:

1) Her müslümanın, bir ibadet, bir iş yaparken, 4 mezhepten birine uyması lazımdır. 4 mezhebin âlimlerinden başka bir âlime uymak caiz değildir.

2) Her müslüman, kendine kolay gelen, dilediği bir mezhebe uyabilir. Bir işini bir mezhebe, başka işini başka mezhebe göre yapabilir.

3) Bir işi çeşitli mezheplere uyarak yapmaya gelince, o mezheplerden birinde, bu işin sıhhati için şart olan şeylerin hepsini yapmak lazımdır. Bu iş, bu mezhebe göre sahih olur. Buna takva denir, çok iyi olur. Bu mezhebi taklit etmiş, diğer mezhepleri de gözetmiş olur. Bir mezhebi taklit etmek, bunun bütün şartlarını yerine getirmekle caiz olur. Bir ibadeti, bir işi uyduğu mezheplerin hiçbirine göre sahih olmaz ise, buna telfik denir. Telfik, hiçbir suretle caiz değildir.

4) İnsan, seçtiği mezhebe her zaman bağlı kalmaya mecbur değildir. Dilediği zaman başka mezhebe nakledebilir. Bir mezhebe tabi olmak için, bu mezhebin fıkıh bilgilerini iyi öğrenmek lazımdır. Bu da ilmihal kitaplarından öğrenilir. Bunun için, hep bir mezhebe bağlı kalmak kolay olur. Bir mezhepten ayrılıp, başka mezhebe intikal etmek veya her hangi bir işte başka mezhebi taklit etmek güçtür. Başka mezhep, ancak ihtiyaç halinde, yani haraç bulununca ve bütün şartlarına uyarak taklit edilebilir.

Başka mezhebin de fıkıh bilgilerini öğrenmek güç olduğu için, cahillerin, yani fıkıh bilgisi olmayanların başka mezhebi taklit etmelerini fıkıh âlimleri men’ etmişlerdir. Mesela Bahrü’l-fetava’da, “Hanefi mezhebinde olanın yarası durmadan aksa, her namaz vaktinde abdest alması güç olsa, Şâfiî mezhebine uyarak namaz kılması caiz olmaz” denilmektedir. Çünkü, Şâfiî mezhebinin şartlarına da uymayınca, namazı sahih olmaz. İbni Abidin tazir bahsinde bunu geniş anlatmaktadır. Ehl-i sünnet âlimleri , cahillerin ibadetlerini fesattan korumak için, haraç, yani meşakkat olmadıkça, mezhep taklit etmelerine izin vermemişlerdir.

Tahtavi, Dürrü’l-muhtar haşiyesinde, Zebayıh kısmında diyor ki (Tefsir âlimlerinden bazısı buyurdu ki Âl-i İmrân sûresi 103. “Allahın ipine sarılınız!” âyet-i kerimesi, fıkıh âlimlerinin bildirdiklerine sarılınız demektir. Fıkıh kitaplarına uymayanlar, dalalete düşer ve Allahü teâlânın yardımından mahrum kalır ve Cehennem ateşinde yanar. Ey iman sahipleri! Bu âyet-i kerimeyi düşünerek, Cehennemden kurtulacağı müjdelenmiş olan Ehl-i sünnet vel-cemaat fırkasına sarılınız! Çünkü, Allahü teâlânın rızası, yardımı, bu fırkadan olanlaradır. Bu fırkadan olmayanlara, Allahü teâlâ gazap edecek. Cehennemde azap yapacaktır. Ehl-i sünnet olmak için, 4 mezhepten birini taklit etmek lazımdır. Bu 4 mezhepten birine uymayan kimse, Ehl-i sünnet değildir. 73 fırkadan yalnız biri Ehl-i sünnettir. Diğer 72 fırka bidat sahibidir. Cehenneme gidecektir. Bunlara dinde reformcu denir. Zındık olmaktan kurtulmak için, bir mezhebe girmek, yani Ehl-i sünnet olmak lazımdır).

4 mezhebin kolaylıklarını toplayan kimse, 4 mezhepten hiçbirine uymamış, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur. Mezhepsiz olur. Görülüyor ki 4 mezhepten hiçbirine uymayan kimse, mezhepsizdir. 4 mezhebi telfik eden, yani 4 mezhebi karıştıran, mezhepsizdir. 4 mezhepten yalnız birini taklit ediyor ise de, bir inanışı, Ehl-i sünnet itikadına uymıyor ise, bu kimse de mezhepsizdir. Bu 3 kimse, Ehl-i sünnet değildir. Bidat sahibidirler. Dalalet yolunu taklit etmektedirler. Hakiki müslümanlar ise, 4 mezhepten birini, yani hak yolu taklit ederek, Ehl-i sünnet olmaktadır. 4 mezhebin iman bilgileri aynıdır. İbadetlerinde ufak ayrılıklar var ise de, bu farklar, Allahü teâlânın rahmetidir. Herkes 4 mezhepten, kendine kolay geleni seçer.

İlim olmazsa, din, sıyrılıp kalkar aradan,
öyleyse, cehalet denilen, yüz karasından,
kurtulmaya çalışmalı, baştan başa millet,
kâfi değil mi yoksa, bu son ders-i felaket?
Bu felaket dersi, neye mal oldu, düşünsen,
beynin eriyip, yaş gibi, damlardı gözünden.
Son olaylar, ne demektir, bilsen ne demektir:
Gelmezse eğer, kendine millet, gidecektir.
Zira, yeni bir sarsıntıya pek dayanılmaz,
zira, bu sefer, uyku ölümdür uyanılmaz.
Ahlakı düzeltip, fenne çok çalışmak lazım,
dine bağlı, atomla silahlı er olmak lazım!
Din bilgisi, harp gücü, ileri olmak gerek,
ikisidir ancak, millete huzur verecek.
Başka sözlere, artık aldanma aç gözünü,
bu ikisi edecektir, mahşerde ak yüzünü!

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler