“MEVLÛDÜ’N-NEBÎ ALEYHİ’S-SALÂTÜ VE’S-SELÂM”
(Seyyid Abdülhakim Efendi “rahmetullahi aleyh”)
Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. Es-salâtü ve’s-selâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ Âli-hî ve Ashâbi-hî ecme‘în!“
Mevlûd-i Nebî “Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem” hakkında şimdiye kadar çok şey söylendi, îzâh olundu. Ne kadar tekrar edilse, o nisbetde fâide ve feyz vardır. “Mevlûd-i Risâlet”, bir se‘âdet hazînesidir. Bu se‘âdet hazînesi ne kadar karıştırılırsa, o nisbetde etrâfa çiçekler ve güzel kokular saçılır. Bu kokular, mü’minlere cânlar bahş ve tevhîd ehlini inşirâh deryâsına gark eder. Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün “sallallâhü aleyhi ve sellem” se‘âdetli doğumları Rabî‘ü’l-Evvel Ayı’nda vâki’ olmuştur. “Rabî’”, “bekâr” demekdir. Bahârda çiçekler ve reyhânlar tâze bir hayât ile cânlandığı gibi, bütün âlemin İlâhî feyzlere mazhar olduğu bu ayda mü’minlerin ve muvahhidlerin kalbleri Muhammedî Nûr’un feyzlerinin tecellîleriyle dolar, taşar. Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün “sallallâhü aleyhi ve sellem” vücûdu, dünyâyı teşrifleri pek büyük bir sürürü, pek çok sevinmeyi îcâb ettirdiğinden, ümmetinin havâssı da, avâmmı da her sene, mevlûd gecelerinde bu sürürü, sevinci tekrâr tekrâr yaşarlar. Kâ’inâtın serveri, efendisi olduğundan, doğumuyla kâ’inât şereflenmiştir. Mûsâ Aleyhisselâm’ın Fir‘avn’dan denizle kurtuluşu, Âşûrâ Günü’ne râst gelen Pazartesi idi. Kur’ân-ı Kerîm’in müfessiri İbn-i Abbâs “Radıyallâhü Anhümâ” buyuruyor ki:
“Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün ‘sallallâhü aleyhi ve sellem’ pek şerefli babası Abdullâh’ın vefâtında, mübârek anneleri kendilerini hâmile idi. Ailenin re’îsi, Ebû Leheb idi. Abbâs, Ebû Leheb, Ebû Tâlib ve Hamza 4 kardeştiler. Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün ‘sallallâhü aleyhi ve sellem’ doğduğu gecede Ebû Leheb’in Süveybe adlı câriyesi, Abdullâh’ın hanımı Âmine ’nin bir erkek çocuk doğurduğunu Ebû Leheb’e müjdeledi. Ebû Leheb, bu müjdeli haber üzerine çok sevinerek câriyesi Süveybe’yi âzâd ve emzirmesini emretti. Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’ne ‘sallallâhü aleyhi ve sellem’ ilk süt veren, bu hâtûndur. Süveybe Hâtûn, Abdülmuttalib’in oğlu Hamza’ya da ‘radıyallâhü anh’ süt vermişti. Bu sebepten, aralarında süt kardeşliği sâbitdir.”
Ebû Leheb, bu derece kâfir ve azâba müstehak iken, Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün “sallallâhü aleyhi ve sellem” doğduğu gecede çok sevindiğinden ve kendisine müjdeyi getiren câriyesini âzâd ettiğinden, pazartesi gecelerinde azâb kendisinden kaldırılıyor. Bu, böyle iken, tevhîd ehlinin ve vücûdlarıyla her dâim sevinenlerin hâlinin ne olacağı ma‘lûm oluyor. Âdem Aleyhisselâm’ın yaratılması, Fahr-i Âlem’in “sallallâhü aleyhi ve sellem” dünyâyı teşrîflerinin müjdelenmesi idi. Peygamber’in nesebi, Âdem Aleyhisselâm’dan Abdullâh’a kadar tertemîz idi. Nesebinden hiçbiri zinâ etmemiş, kâfir olmamıştı. Şît Aleyhisselâm, vefâtları zamânında, babası Âdem Aleyhisselâm’ın kendisine ettiği vasıyyeti, aynen kendi oğullarına tekrâr etti. Nasihatinde “Alnımızda olan nûru, en iyi zarflara koyunuz!” dedi. Bu vasıyyeti, tâ Âmine’ye “radıyallâhü anhâ” kadar silsile hâlinde devâm etti. Bu sûretle bu Muhammedî “Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem” Nûr, tertemîz batnlardan, zarflardan intikâl ederek Âmine’ye “radıyallâhü anhâ” ulaştı. Bu sebebdendir ki, Peygamber’in “sallallâhü aleyhi ve sellem” bütün babaları ve anaları küfrden, kötülükten, bütün kusûrlardan ve ayıblardan münezzeh, berî ve hepsi mümtâz, kerîm ve temiz idiler. Bu vasıyyet, bu temîz silsilenin hepsinde dikkatle îfâ edilegelmiştir. Abdullâh’ın alnındaki “Muhammedi Nûr”dan ötürü, kendisiyle evlenmek ârzûsuyla 200 güzel kız hâzır oldu. Bunlardan birisi, Abdullâh’ın yüzündeki nûru görünce, bütün mâlını ve mülkünü vermek şartıyla kendisine tâlib oldu. Fakat bu devlet, bu ni‘met Âmine’ye nasîb oldu.
Hiçbir peygamber gelmedi ki, kavmine bu yolda vasıyyetlerini, tenbîhlerini îfâ etmiş olmasın ve kavmini bu müjdeden haberdâr etmesin. İsâ Aleyhisselâm, Aleyhissalâtü Vesselâm’ı {Ahmed} diye müjdeledi. Mûsâ Aleyhisselâm da {Ahmed} ismi ile müjdelemişti. Saadet zamânına yakın olan her asır, dahâ uzak asırlara; 1. asır, İkinciye; 2. asır, üçüncüye ve bunun gibi her bir asır, diğer asra böyle iftihâr etti. Dünyâyı teşriflerinden evvelki asırlar, sonrakilere ve sonrakiler de saadet asrına “Teşrifleri sende olacaktır!” diye müjdeler verdiler. Dünyâya geldiği mekân, yaratıldığı mekân, mübârek cesedine yakın olan mekân, uzak olan mekânlara karşı övünür. Fahr-i Âlem’e “sallallâhü aleyhi ve sellem” mensûb olan her şeyin yakın olan, uzak olanına karşı iftihâr eder. Babası, dedesinden dahâ faziletlidir. Mertebelerine göre Âdem Aleyhisselâm’a kadar ve anaları da, Havvâ’ya kadar, peygamberler müstesnâ olmak üzere, yakınlıkları nisbetinde dahâ faziletlidirler. Bunun gibi, evlâdı ve zürriyyeti de böyledir. Fâtımetü’z-Zehrâ “Radıyallâhü Anhâ”, oğulları Hazret-i Hasen’den ve Hazret-i Hüseyn’den ve bunların evlâdlarından dahâ faziletlidir. Mevlûd gecesi, öyle bir gecedir ki, İslâmiyyet, o geceyle süslenir. O gecede hâtiften gelen sözlerin ardı arkası kesilmemişti. Müjdeli sözleri uzayıp giderdi. “Mustafâ dünyâyı şereflendirdi!” diye sadâlar gelirdi. Sâhibi görünemeyen bu seslerden birisi Mekke-i Mükerreme’deki Cennetü’l-Mu‘allâ’da işitilen ses idi. Gâyet acîb, beliğ, fasih ve bedî‘ söylerdi. Öyle ki, herkes duydu ve hayret etti. Baktılar, fakat sesin sâhibini göremediler. Sâhibi görülemeyen başka bir ses de Ebû Kubeys Tepesi’nde müjdelerde bulundu. Dört beyt söyledi. “El- Mübeşşer Bi-Hayri’l-Beşer” adlı kitâb, bu müjdelerle doludur. Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem Efendimiz’in dünyâyı teşrifleri zamânında, bütün hayvânât, cemâdât ve nebâtât kendi hâl dilleriyle Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem Efendimiz’in dünyâyı teşriflerini mübârek anneleri Hazret-i Âmine’ye müjdelemişler; Hazret-i Âmine’ye “radıyallâhü anhâ” “Ey Vehb Kızı Âmine! Sana müjdeler, büşrâlar, âfiyyetler olsım!” demişlerdir. Hâtemü’n-Nebiyyîn “Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem” mübârek doğumlarının kutlanmasında, pek çok sevinmekte ve bunların izhâr edilmesinde diğer peygamberlerden“aleyhimüssalâtü vesselâm” dahâ lâyık ve dahâ çok hakk sâhibi olduğundan; o günde pek çok sevinilmesi ve bu sevinçlerin gösterilmesi emrolunmuştur. Ebû Bekr-i Sıddîk ve İmâm-i Ömer “Radıyallâhü Anhümâ”, vilâdet gecelerinde, evlerinde bu şerefli doğuma dâir hikâyeler söylerlerdi. Vilâdet gecelerinde her mü’minin; evini, eşyâsını, sokağını temizlemesi, eşyâsını tanzim etmesi, süslenmesi; yeni elbise giymesi, yemeği her zamânkinden çok yapması, evini ışıklandırması pek güzel edeblerdendir. Herhangi bir evde, odada mevlûd okunursa, oraya melekler dolar, rahmetler saçılır. Hasen-i Basrî “Radıyallâhü Anh”, İmâm-i Alî’nin “radıyallâhü anh” talebesi idi. Sözü, huccetdir. Diyor ki:
“Uhud Dağı kadar altınım olsaydı da Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün ‘sallallâhü aleyhi ve sellem’ doğdukları gecede, dünyâyı şereflendirmeleri uğurunda sarf edip sevincimi izhâr etseydim!” Cüneyd-i Bağdâdî “Radıyallâhü Anh” buyuruyor ki: “Mevlûd-i Rasûl’ veyâ ‘Vilâdet-i Nebi’ hikâyesi okunan mecliste bulunan bir kimse, o gecenin faziletini çok büyük bilse, tazîm etse son nefesini îmânla verir.” Pek büyük inşân Ma‘rûf-i Kerhî buyuruyor: “Mevlûd-i Rasûl okunması için bir inşân gusledip saçını ve sakalını tıraşa, temiz elbiselerini giyip güzel kokular sürünse, yemek hâzırlasa, mü’min kardeşlerini toplasa, meclisi ışıklandırsa ve kalbinde tâm bir muhabbetle ve tasdikle mevlûd gecesini tazîm etse, Allâhü Teâlâ, kıyâmet gününde onu ilk fırkada peygamberlerle haşreder.”
Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî “Kuddise Sirruh” Hazretleri “Mevlûd-i Se‘âdet menkıbeleri nerede okunursa, o yerden belâların kalkmasına sebeb olur.” buyurmuştur. Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem Efendimiz, teşrî‘ etmek için yanî Şer‘-i Şerîf’in hükmü olması için, kendine salevât okurlardı. Her senenin vilâdet gecesine ziyâde ta‘zîm ve tevkîr edilmelidir. İslâm âlimleri ve fâzılları bu se‘âdetli gecede büyük ihtifâller, cemiyetler yaparlardı ve büyük sevinçlere ve ferahlara gark olurlardı. Bu sürür ve ferah, herbir kederi ve hüznü yok ederdi. Bütün âleme yayılan, bütün âlemi ihâta eden bu büyük sevinç ve neşe, başka hiçbir sevince ve neşeye benzemezdi. Çünki Allâhü Te’âlâ, Aleyhissalâtü Vesselâm Hazretleri’nin kâinâtı teşrifleriyle, cihânlar bahşeden Muhammedi Güneş’i izhâr etmekle bütün insânoğlunu, bütün âlemi vecd ve istiğrâk içinde Muhammedi Nûr’dan istifâde ettirdi. Kendisinden önceki peygamberler “aleyhimüssalâtü vesselâm” hazarâtı zamânlarında da doğum geceleri tes‘îd olunur, kutlanırdı.
Peygamberler Kâfilesi’nin Bâşbûğu, Peygamberlerin Peygamberi olan Allâhü Teâlâ’nın Mahbûbu, Sevgilisi Efendimiz Hazretleri, mübârek doğumlarının kutlanmasında, tes‘îd edilmesinde elbette diğer peygamberlerden “aleyhimüssalâtü vetteslîmât” dahâ lâyıkdır. Nitekim Âyet-i Celîle’de “And olsun ki, sizin için Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nde güzel bir imtisâl nümûnesi vardır.” buyurulmuştur. Allâhü Te’âlâ Ve Tekaddes Hazretleri, Mevlûd Gecesi’nde Muhammedi Nûr’un zuhûrunun büyük mahfelini hâtırlatıyor. Bu gecede karalarda, denizlerde ve havâda yaşayan bütün hayvânlar, her çeşit haşerât, bütün cemâdât yanî kâinâtdaki cânlı ve cânsız her şey biribirlerini kutlarlar ve müjdelerler. Biz, müslümân olduğumuz hâlde bu günü kutlamamamız ve şânını, şerefini yüce tutmamamız mümkün değildir Gerçi bazı meşgûliyyetlerde, dünyevî bazı vehimlerin, gamların, kederlerin içinde olsak bile “Mevlid-i Se‘âdet”i hâtırlamamız, bize nasîb olan rızıklardan o günde akrabâlarımıza, dostlarımıza, yakınlarımıza, fakirlere, miskinlere vermemiz, infâk etmemiz Sünnet-i Seniyye olup, bu Sünnet-i Seniyye’ye tâbi olmayı da, Âyet-i Kerîme’de buyurulduğu üzere {Üsve-i Hasene} olarak telakki etmemiz lâzımdır. Mes’ele mühim olduğundan, küçük mânilerle bu geceyi kutlamadan geçirmek, câiz değildir.
Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün “sallallâhü aleyhi ve sellem” vilâdetleri gecesinde çok sevinen, dünyâyı şereflendirmelerinden ötürü şükreden, hep O’nunla “sallallâhü aleyhi ve sellem” berâber olur. Bir Hadîs-i Şerîf de “Kişi, sevdiğiyle berâberdir.” buyurulmuştur. Altın ve gümüş paralar üzerine “Mevlûd-i Şerif ’ okunursa, o paralar bereketlenir. Yiyecek, içecek ve sâir de böyledir. O paralar, diğer paralarla kanştırılsa, diğerleri de bereketinden fâidelenir. O paranın sâhibi fakir olmaz. Eli dâimâ para görür. “Mevlûd-i Nebi’ okunduğu meclisde büyük bir cemâatin salevât-i şerife söylemesi ne kadar hoş ve fâidelidir! İmâm-i Muhammed-i Bâkır “Radıyallâhü Anh” “Mevlûd-i Nebi’ okumak için sevdiklerini toplar ve onlara yemek yedirirdi. Fakirlere de yemek ikrâm ederdi. Böyle yapanlar, kıyâmet gününde sıddîklar, şehîdler ve sâlihler ile haşr olunur ve cennet ni‘metlerine kavuşurlar. Bâtınî imamlardan ya‘nî ledünnî ma‘rifetler sâhiblerinin büyüklerinden Seriyy-i Sekatî “Mevlûd-i Nebî’nin okunduğu yere giden âdâm, cenneti kasdetmiş olur. Bu niyyetiyle mâdemki Fahr-i Âlem’i ‘sallallâhü aleyhi ve sellem’ kasdetmiştir, elbette kıyâmetde de O’nunla ‘sallallâhü aleyhi ve sellem’ berâber olur.” buyurmuştur. Bir Hadîs-i Şerif de “Bir kimse beni severse, cennetde benimle berâberdir.” buyurulmuştur.
Muhabbetin aslı da, Şer‘-i Şerif ile amel etmektir. Hadîs-i Şerif âlimlerinden biri “Bir evde, bir câmide veyâ bir köyde, şehirde 1 Mevlûd-i Nebî’ okunursa, melekler o yerin etrâfinı sararlar. Allâhü Teâlâ, onların hepsine rahmet eder. Nârlarla halkalanmış melâ’ike-i kirâm, Mîkâ’îl, İsrâfîl, Sâffîn, Kerûbiyyûn ‘Mevlûd’ okunmasına sebeb olan kimse üzerine rahmetler saçar.” buyurmuştur. İmâm-i Süyûtî “Rahmetullâhi Aleyh” buyuruyor ki: “Hangi evde ‘Mevlûd’ okunursa kıtlık, vebâ, âfetler, belâlar, kin, hased, nazar gibi istenmeyen şeyler o evden kalkar. Böyle yapan kimse, vefât ettiğinde, Münker ve Nekîr’in suâllerine kolaylıkla cevâb verir.”
Rûhların ve cesedlerin hepsi, Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü “Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem” için yaratılmıştır. Hepsinin O’na fedâ edilmesi gerekir. Mâl, mülk, evlâd, âile O’nun yolunda fedâ edilmek lâzımdır. Mevlûd gecelerinde Kur’ân-i Azîmüşşân tilâvet edildikten sonra sofra kurup yemek, içmek, neşelenmek fakat Şer‘-i Şerif in yasakladığı raks ve dümbelek gibi şeylerden sakınmak lâzımdır. Mevlûd gecelerindeki sevinci, neşeyi pek çok âlimler yaşamışlar, yapmışlardır. İmâm-i Süyûtî de yaptı. Kendi asrındaki âlimlerin ekseriyyetini Mısır’da topladı; şiirler okudu. Mübârek “Mevlûd” hikâyesini işiten âdâmın secde etmemek şartıyla, diz çöküp ta‘zîm ve tevkîr etmesi veyâ oturduğu hâlde işittiğinde ta‘zîmle ayağa kalkması lâzımdır. Mâliki Mezhebi âlimlerinden Tâcüddîn Hazretleri “Rabi’u’l-Evvel Ayı, Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün ‘sallallâhü aleyhi ve sellem’ mübârek doğumları vesilesiyle bir sevinç ayı ise de, Allâhü Teâlâ’ııın Rasûlü’nün ‘sallallâhü aleyhi ve sellem’ vefâtları da bu aydadır. Vefâtları ise, doğumlarından duyulacak sevinçten dahâ büyük bir musibet olduğundan, bu ayda daha ziyâde mahzun olmak lâzımdır. Yani hüzün ve kederin çokluğu, sevinci gidermişdir!” demiştir.
“Mevlûd-i Şerif’ menkıbesi okunurken, Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün “sallallâhü aleyhi ve sellem” âhırete irtihâllerinin bildirildiği kısımların önce okunması dahâ evlâdır veyâ hem mübârek doğumlarının ve hem de âhirete irtihâllerinin bildirildiği kısımlar aynı meclisde ve aynî günde okunmamalıdır. “Mevlûdü ’n-Nebî’nın sonundaki ‘‘Vefâtü’n-Nebî’ nin okunması keder ve hüzne sebeb olacağından, hiç okunmaması evlâdır. İslâm âlimleri, “Vilâdet-i Seniyye”nin yanî Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün “sallallâhü aleyhi ve sellem” mübârek, şerefli doğumlarının Rabî‘u’l-Evvel Ayı’nın 12. Pazartesi Gecesi’nde, sabâha karşı olduğunda ictimâ‘ etmişlerdir. Gerçi, ihtilâf edenler de vardır; fakat, ihtilâf edenlerin yanî başka bir ta’rîh söyleyenlerin sözleri mu‘teber değildir.
Mübârek, şerefli doğumlarından evvel birçok garîb ve fevkalâde hâller zuhûr etmiştir. Bundan da, fevkalâde bir inşânın dünyâya geleceği anlaşılmıştır. Bu sebeble Abdülmuttalib, oğlu Abdullâh’ın zevcesi Vehb Kızı Âmine’ye husûsî bir ehemmiyyet atf ve doğum yapmasını intizâr ederlerdi. Ashâb-i Kirâm’ın ileri gelenlerinden ve Aşere-i Mübeşşere’den Abdurrahmân bin Avf Hazretleri’nin “radıyallâhü anh” vâlidesi Şifâ Hâtûn ile Peygamber Efendimiz “Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem” Hazretleri’nin hâlası Safiyye Hatun, doğum ânında Hazret-i Âmine’nin “radıyallâhü te’âlâ anhâ” yanında bulunmuşlar ve hattâ Fahr-i Kâ’inât “Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem” Efendimiz, Hazret-i Safiyye’nin 2 avucu içine şerefle adım atmıştır. Bu Safiyye Hânım, îslâm ile müşerref olmuştur. Bundan rivâyet olunan sahîh sözlere göre, zuhûr eden pek acâib ve pek garâ’ib hâller sayılamayacak kadar çoktur. Abdurrahmân bin Avf’in “radıyallâhü anh” annesi Şifâ “Radıyallâhü Anhâ” adlı Sahâbiyye hâtûn, “Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün ‘sallâhü aleyhi ve sellem’ vilâdetleri gecesi Rabi’u’l-Evvel’ in Pazar’ı Pazartesi’ne bağlayan 12. gecesinin sonlarında, sabâha karşı, fecrin açılması zamânında olması ihtimâli kuvvetlidir.” diye söylemiştir. Gerçi, karâbet ya‘nî yakınlık, hısmlık itibâriyle Ebû Cehl’in ve Ebû Leheb’in kadınlan bazı rivâyetlerde bulunmuş iseler de, müslümân olmadıklarından, rivâyetleri makbûl değildir. Âlimler, bu geceyi hâtırlamak ve hâtırlatmak için bu îzâhâta lüzûm görmüşlerdir.
Vahyin nâzil olmaya başlaması, hicretde Mekke-i Mükerreme’den çıkış günü, Medîne-i Münevvere’yi teşrifleri günü, Mekke’nin fethi günü hep Pazartesi olmuştur. Hazret-i Ömerü’l-Fâruk “Radıyallâhü Anh” zamânında, Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem Hazretleri’nin Mekke-i Mükerreme’den çıkış tarîhi, Hicrî Takvîm’in başlangıç tarîhi olarak ittihâz edilmiştir. Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem’e Nebî olduğu bildirildikten ve kendilerine Rasûllük geldikten sonra, kâinâtı teşrif senelerini tes‘îd ederler, kutlarlardı. Rabîiu’l- Evvel Ayı’nda ve Rabî‘u’l-Evvel Ayı’nın 12. Gecesi’nde ve Günü’nde bütün acâ’ib ve garâ’ib hâller, tevâfukan bir araya toplanmıştır. Şöyle ki; Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem, Rabî‘u’l-Evvel Ayı’nın 12. Gecesi dünyâyı teşrîf etmişler ve aynı günde yanî yine Rabî‘u’l-Evvel Ayı’nın 12. Gecesi bekâ âlemine irtihâl buyurmuşlar; Çarşamba gecesi defn olunmuşlardır. Yine bu ayda ve bu günde, önce Nebî oldukları ve sonra da Rasûl oldukları bildirilmiştir. Mekke-i Mükerreme’den hicretle Yesrib’i tenvîr etmeleri ya’ni Medine Şehri’ni nûrlandırmaları da Rabî’ul-Evvel’in 12’sinde olmuştur Aleyhissalâtü Vesselâm, Medine’ye hicret buyurduklarında Yahûdîler de çok sevinmişler ve sevinçlerini göstermişlerdi. Bu sevinçlerinin sebebi kendilerine sorulduğunda, Mûsâ Aleyhisselâm ile Fir‘avn arasındaki vakanın bu günde vukû‘ bulduğunu; Fir‘avn’ın ve kendisine tâbi olanların Kızıldeniz’de boğulduklarını, Mûsâ Aleyhisselâm ile kendisine tâbi olanların selâmetle bu günde sâhile çıktıklarını; sevinçlerini izhâr etmelerinin sebebinin de bu olduğunu söylemişlerdir.
Meşhûr “Hacer-i Esved Vakası” da Rabî‘u’l- Evvel’in 12’sindedir. Şöyle ki; Ka‘be-i Mu‘azzama, İsmâ‘îl Aleyhisselâm zamânından i‘tibâren avâmm ve havâss bütün insânlar için mukaddes bir mahaldi. Asrların, uzun zamânların geçmesiyle harâb olmuş, yıkılmış; taşları ve enkâzı, yağan yağmurlar sebebiyle öte beriye dağılmıştı. Bu taşlar ve enkâz toplanmış ve Ka‘be ta‘mîr edilmişti. Tamîr esnâsında Beyt-i Mu‘azzam’ın bir köşesine muvakkaten konulmuş olan Hacer-i Esved’i asi yerine koymak vakti gelince, bir şeref ve haysiyyet mes’elesi zuhûr etti. Mekke’de riyâset mevkiinde 4 büyük kabile ve aşiret vardı. Bu kabilelerin reîslerinin herbiri cebbâr, mütekebbir ve son derece de kenûd ve anûd idiler. Bu aşiret reîslerinin herbiri, Hacer-i Esved’i yerine koymak şerefinin kendisine âid olduğunu iddiâ ediyordu. Bu konuşmalar şiddetlendi ve Harem-i Şerif de bir mukâtele, bir savaş başlamak üzere iken, içlerinden yaşlı bir zâtın “Biraz bekleyelim; Harem- i Şerif’e dışarıdan gelecek ilk kimseyi hakem ta’yîn edelim. Onun öğreteceği sureti hepimiz ittifakla kabûl edelim ve biribirimizi incitmeyelim” teklifini hepsi kabûl etmişlerdi. O esnâda Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem Hazretleri, Harem-i Şerif’e dâhil oldular. Kendileri, o zamânda henüz 25 yaşlarındaydılar. Doğruluğu, emînliği, iffeti, istikâmeti, vekarı ve sükûneti hasebiyle mümtâz ve Kureyş içinde “Muhammedü’l-Emîn” yüce ünvânıyla şöhret sâhibiydiler. Bu sebeble Kureyş Kabîlesi’nin reîsleri “İşte Muhammedü’l-Emîn geldi!” dediler ve kendisinin bu meselede hakemliğine râzı olduklarını söylediler. Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem, hemen mübârek sırtından kaftânını çıkardılar. Hacer-i Esved’i mübârek elleriyle kaldırıp kaftânının içine koydular. Sonra mübârek kaftânının 4 köşesini Kureyş Kabîlesi’nin 4 reîsine tutturarak Ka‘be-i Mu‘azzama’nın mahsûs yerine taşıttılar. Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, gene mübârek elleriyle Hacer-i Esved’i aldılar ve yerine koydular. Meselenin bu sûrede halledilmesinden hepsi râzı oldu. Böylece, kan dökülmek derecesine gelen münâze‘a da ber-taraf edildi.
Ve’n-Necmi Sûresi’nde “O, [“sallallâhü aleyhi ve sellem”] ârzûsuna göre söz söylemez. O’nun sözü, kendine vahyolunan bir vahiyden başka bir şey değildir.” yüce mefhûmunu ihtivâ eden Allâhü Teâlâ’nın fermânı ile müberrâ olan Şerî‘at’in Sâhibi Efendimiz’i bütün müslümânlar taklîd etmişler, kendi fiillerini yanî davranışlarını, hareketlerini Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün “sallallâhü aleyhi ve sellem” fiillerine benzetmişlerdir. Hıristiyânlar, devr-i seneviyi tesid etmek husûsunu İslâmlar’dan almışlardır. Bu taklîdlerle ve bu benzetişlerle, Güneş’in doğduğu ve battığı bütün âlemin her yerinde bulunan müslümânların avâmmı da, havâssı da “Mevlid-i Se’âdet” gününün ve bu günün içinde bulunduğu Rabî‘ul-Evvel Ayı’nın her gününün ferah ummânlarma kendilerini gark ederlerdi. Salâhaddîn-i Eyyûbî’nin dâmâdı Alî Oğlu Muzaffer Ebû Seid. uzun yaşamıştır. Cömerdliğiyle meşhûrdur. Hicrî 586’da Erbil Meliki olmuş; Haçlı Seferleri’nde Haçlılar’la savaşmış, Hicrî 630’da [1232] Akkâ Kalası Cihâdı’nda şehîd edilmiştir. İşte bu Melik Muzaffer Ebû Seid bin Alî gâyet âlim, yiğit, akıllı, ârif, âdil bir kimseydi. Melikler içinde en evvel “Mevlûd” okutan budur. Ömrü boyunca her sene “Mevlûd” okutur, yemek yedirmek için beş bin koyun, on bin tavuk, yüz bin tabak yemek tasadduk eder, yemek esnâsında bizzât kendisi hizmette bulunur; devletinin erkânına şânlarına lâyık hil’atler giydirirdi. Bunların hepsi için 300.000 altın sarf ederdi.
Muhammed Mustafâ “Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem” Hazretleri’nin, kendisine peygamber oldukları bildirildikten sonra, mübârek doğumları gününde kendi şerefli nefsleri için “akîka” kestikleri, “velîme” yaptıkları; sofralar çıkardıkları ve yemek yedirdikleri İslâm âlimleri arasında sâbit olmuştur. “Akîka ”, kız çocuğu için 1, erkek çocuğu için 2 koç veya koyun veyâ keçi kurbân etmek demektir. Akîka kesmeyen, mahşerde, çocuğunun şefâatine nâ’il olamaz. Bu da, orucun fıtraya müte‘allik olması gibidir. Yani orucun İlâhî dergâhda kabûl olmasının sadaka-i fıtranın verilmesiyle alâkalı olması gibi, çocuğun şefâatine nâ’il olmak keyfıyyeti de, babanın, çocuğuna akîka kesmesine bağlıdır. Akîka kurbânı, çocuğun 7. günü kesilir; kazâ da olur. Çocuğun vefâtından sonra da olur. Bir kimse, kesilmemiş akîka kurbânını, sonradan kendisi için kesebilir.
Peygamber sevgisini hâtırdan çıkarmamak için “Mevlûd” okutulur. Bir şey, bir senede nihâyet hâtırdan çıkacağı için, hîç olmazsa senede bir kerre “Mevlûd” okumak lâzımdır. Manzûm olarak, şiir hâlinde söylemek dahâ faziletlidir. “Mevlûd-i Şerif ’ herhangi bir niyyetle ve hele güzel niyyetle okunsa, niyyet edilen işin kolaylıkla hail olmasına yardımcı olur. Fakat bütün bu sevâbların hâsıl olması için “Mevlûd” okunmasına bid’atlerin, Şer‘-i Şerife aykırı şeylerin karıştırılmaması şartdır. Aksi hâlde değil sevâb kazanmak, günâh işlenmiş olur. “Mevlûd gecesi, Kadir gecesinden dahâ faziletlidir.” buyurulmuştur. Çünki Aleyhissalâtü Vesselâm’ın zuhûru, Kadr gecesinin vukû’una sebeb olmuşdur. Kadir gecesi ise, kendisine verilen bir hediyyedir. Elbette kendisi, kendisine verilen hediyyeden daha çok şereflidir. Kadr gecesinin şerefi, meleklerin yeryüzüne nüzûlü keyfiyyetindendir. Cebrâ’îl Aleyhisselâm da dâhil olmak üzere bütün meleklerden muhakkak dahâ çok faziletlidir. Mevlûd Gecesi’nin Kadir Gecesi’nden dahâ faziletli olması, Allâhu a‘lem, yalnızca vİlâdet-i seniyye gecesine ya‘nî Peygamber Efendimiz “Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem” Hazretleri’nin mübârek doğumları gecesine mahsûs olup sonraki “Mevlûd Geceleri”nde bu fazilet olmasa gerek!
Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem Hazretleri’ne Kur’ân-i Azîmüşşân nâzil olmuştur. Kendilerine peygamber olduğu bildirildikten sonra, 10 sene Mekke’de ve 13 sene de Medine’de ikâmet buyurmuşlardır. Allâhü Teâlâ tarafından kendisine tebliğ edilen ibâdetlerin en çok faziletlisi namâzdır ve zekâtdır. Mekke’de nâzil olan Sûreler ve Âyet-i Kerîmeler Allâhü Teâlâ’nın tevhidine, kıyâmet gününe, cesedlerin diriltilmesine, mahşer gününe, peygamberliğini tasdik etmeye dâir hükmleri ihtivâ etmektedir. Medine’de nâzil olan Sûreler ve Âyet-i Celîleler ise cihâda, adâleti teşrif etmeye, hacca, İlâhî hükümlerin faslına dâ’irdir. Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem Hazretleri, “emr âlemi”nde dahî kemâl üzere yaratılmıştı. Hiçbir mahlûka, o kemâle yakın bir kemâl nasîb olmadı. Sallallâhü Teâlâ Aleyhi Ve Sellem Hazretleri’nin yüce kemâlâtı 2 çeşittir: Kemâlâtının bir çeşidi bilâ- ihtiyârî vehbî ve cibillîdir. Kemâlâtının diğer çeşidi de, ihtiyârî ve kisbîdir. Cibillî olan yüce kemâlâtı, Allâhü Teâlâ’ya, Allâhü Teâlâ’nın yaklaştırılmış olması yanî kurbiyyet derecesi ve yüce hilkatlerinin, yaratılışlarının kemâl haddinde olmasıdır. Teâlâ ve Tekaddes, kendilerini bütün beşerî kemâlât ile mahlûkâtının en yücesi, en üstünü kılmıştır. Bütün yüce vasıfları, kemâl mertebesindedir. Rasûl ve Nebî bütün peygamberler de dâhil bütün insânların ve bütün meleklerin akılları bir yere toplansa, Sallallâhü Teâlâ Aleyhi Ve Sellem’in aklına nisbetle bir kum dânesinin, kum deryâlarına nisbeti gibidir. “Şifâ-i Şerif’de beyân olduğu üzere bütün havâssi ve kavâssi yanî hâsseleri ve kuvvetleri mükemmel idi. Gözleri en uzak yerlerdeki küçük zerreleri bile görürdü. Son derece keskin nazarlı idiler. Kulakları, günlerce uzak mesâfede bulunan en ufak hareketleri işitirdi. A‘sâbı yanî sinirleri son derece kuvvetli ve kemâl mertebedeydi. Bâhiyye yanî racûliyyet, erkeklik kuvvetleri de kemâl haddinde idi. Hareketleri, sükûnetleri, yemeleri, içmeleri ve her husûsu ve her husûsdaki şerefli âdetleri tâm i’tidâl hâlinde idi. Gerek cibillî huluku, ahlâkı ve gerekse kisbî ahlâkı dost ve düşmân, avâmm ve havâss, zengin ve fakır bütün âlemin tasdik ettikleri üzere kemâlde olup dîn, ilim, sabır, şükür, adi, zühd, takvâ ve tevâzu‘dur. Tebliğ ettikleri dîn; oruç, zekât, âbdest, gusl gibi makbûl fi ‘illerdir. İlmi, sabrı bütün mevcûdâtın ilimlerinin ve sabrlarının toplamından üstündür ve üzerindedir. Hulâsâ; bütün yüce sıfâtların sâhibidir. Tevâzu‘u o derecede idi ki, bir Yehûdî, se‘âdethânesinde misâfir olmuş, yattığı yeri her nasılsa pislemiş; erkenden evden çıkmış; sonra temizlemek için eve döndüğünde, Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem’in tevâzu‘undan rikkate gelmiş, kalbi incelmiş ve müslimân olmakla şereflenmiştir. Sübhânellâh! Afv ediciliği, cömertliği, şecâ‘ati, hayâsı, mürüvveti, vekân, güzel edebi, güzel mu‘âşereti velhâsıl bütün hulku kemâl mertebesindedir. Muhammedi Nûr’un Güneşi zuhûr edip doğduğu mübârek “Mevlûd Gecesi”nden bu zamâna değin Bin 300 küsür sene [1933 Senesi itibârıyla] geçmiştir. Hakk-ı âlîlerinde “Muhakkak biz seni Şâhid, Mübeşşir [Müjdeleyici] ve Nezîr [İnzâr Edici, Korkutucu] Rasûl olarak gönderdik.” buyurulduğu üzere, Muhammedî Nûr’un doğuşu, âlemin zulmetini ve cehâletini nûrlandırmış; şirk, te‘assub ve ceberût zencîrlerini kırmış; cihâna hakîki bir İslâm Medeniyyeti kurmuş, bütün kâ’inâta se‘âdeti ve feyzi neşr etmiş, yaymıştır. Bu Muhammedî Nûr’un neşri, kıyâmet gününe kadar devâm edecektir. Hulâsanın hulâsası şudur: Muhammedî “Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem” Huluk, ahlâk nihâyî makâmın zirvesindedir ve kemâldedir. Bizim akllanmız kâmil olanı idrâk ve kemâlde bulunanı ihâta edemeyecek mertebede noksândır. Yüce şânlarında, Allâhü Teâlâ’nın “Habîbim! Muhakkak sen huluk-ı azîm [en büyük, en yüksek ahlâk] üzeresin!” yüce fermânı vârid olmuştur. Hazret-i Aişe “Radıyallâhü Teâlâ Anhâ”, (hulukun ‘azîm)in ne olduğu sorusuna “Huluk-ı azîm, Kur’ân’dır” cevâbım vermiştir. Kur’ân-i Azîmüşşân ne ise, neyi emr ediyorsa, o, Muhammed “Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem”dedir! Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün “sallallâhü aleyhi ve sellem” Ömer İbn-i Fâriz ve İmâm-i Bûsırî gibi âşıkları ve muhibbleri herbir feyzin ve kemâlin ma’deni, menba‘ı olan Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’nün “sallallâhü aleyhi ve sellem” mübârek vasıflarını gâyet belîğ kasideleriyle terennüm etmişler, söylemişlerdir. Bu fakîr de “Sübhânallâhi-l-‘Azîm! Ve yessir le-nâ şefâ‘ate Habîbi-hil-Kerim/” diye niyâz ederim!