Sual: Bir şii mecmuasında (Diğeri acuze kadın Safvan ile yaşadığı çöl aşkını gerdanlık gaybı bahanesi ile örtmeye çalışıyor. Diğer taraftan da, boşanma sebebini hazret-i Ali’ye yüklüyor. Böylece, Cemel vak’ası doğuyor) diyor.
Cevap: Mecmua, burada müminlerin annesi, Resûlullahın sevgili zevcesi olan Aişe-i Sıddıka “radıyallahü teâlâ anha” hazretlerine, hayasızca saldırmaktadır. Hadis âlimlerinden Abdülhak Dehlevi hazretleri, Medaric-ün-nübüvve kitabında bakınız ne buyuruyor:
Aişe-i Sıddıka “radıyallahü teâlâ anha” hazretlerinin faziletleri, üstünlükleri, sayılamayacak kadar çoktur. Ashâb-ı kiramın fıkıh âlimlerindendi. Çok fasih ve beliğ konuşurdu. Ashâb-ı kirama fetva verirdi. Âlimlerin çoğuna göre, fıkıh bilgilerinin 4’te 1’ini hazret-i Aişe haber vermiştir. Hadis-i şerifte, (Dininizin 3’te 1’ini Humeyra’dan öğreniniz!) buyuruldu. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, hazret-i Aişe’yi çok sevdiği için, Ona Humeyra derdi. Ashâb-ı kiramdan ve Tabiinden çok kimse, hazret-i Aişe’den işittikleri hadis-i şerifleri haber vermişlerdir. Ürvetübni Zübeyr hazretleri buyuruyor ki “Kur’ân-ı Kerîmin mânâlarını ve helal ve haramları ve Arap şirlerini ve neseb ilmini, hazret-i Aişeden daha çok bilen kimse, görmedim”. Resûlullahı metheden şu iki beyt, hazret-i Aişe’nindir:
Ve lev semiu ehl-ü Mısıre evsafe haddihi,
Lema bezelu fi sevm-i Yusufa min naktin.
Levima Zeliha lev reeyne cebinehu
Le aserne bil-katil kulubi alel eydi.
Mısırdakiler, Onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yusuf aleyhisselâmın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yani, bütün mallarını, Onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zeliha’yı kötüliyen kadınlar, Onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalplerini keserlerdi (de acısını duymazlardı).
Hazret-i Aişe’nin şan ve şereflerinden birisi de Resûlullahın sevgilisi olmasıdır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Onu çok severdi. Resûlullaha, en çok kimi seviyorsun denildikte, (Aişe’yi) buyurdu. Erkeklerden kimi? dediler. (Aişe’nin babasını) buyurdu. Yani en çok hazret-i Ebû Bekr’i sevdiğini bildirdi. Hazret-i Aişe’ye sordular ki Resûlullah en çok kimi severdi? Fâtıma’yı severdi, dedi. Erkeklerden en çok kimi severdi dediler. Fâtıma’nın zevcini buyurdu. Bundan anlaşılıyor ki zevceleri arasında, hazret-i Aişe’yi, çocukları arasında, hazret-i Fâtıma’yı, Ehl-i beyti arasında, hazret-i Ali’yi, Ashâbı arasında ise, hazret-i Ebû Bekr’i en çok severdi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.
Hazret-i Aişe buyuruyor ki (Bir gün Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” mübarek nalınlarının kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik iğriyordum. Mübarek yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter damlası, her tarafa nur saçıyordu. Gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana doğru baktı. (Sana ne oldu ki böyle dalgın duruyorsun?) buyurdu. Ya Resûlallah! Mübarek yüzündeki nurların parlaklığına ve mübarek alnındaki ter tanelerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim, dedim. Resûlullah kalkıp yanıma geldi. Gözlerimin arasını öptü ve (Ya Aişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin gibi, seni sevindiremedim) buyurdu. Yani, senin beni sevindirmen, benim seni sevindirmemden çoktur, dedi. Hazret-i Aişe’nin mübarek gözlerinin arasını öpmesi, Resûlullahı severek, Onun cemalini anlayarak gördüğü için aferin ve takdir olmaktadır. Mısra:
Aferin gözlerime ki senin güzelliğini görebiliyor!
Beyt:
Ne iyi O gözler ki güzele bakmaktadır.
Ne talihli O kalp ki Onun için yanmaktadır!
Tabiinin büyüklerinden olan imam-ı Mesruk, hazret-i Aişe’den gelen bir haberi bildirirken, (Resûlullahın sevgilisi ve Ebû Bekr-i Sıddık’ın kerimesi olan hazret-i Sıddıka buyuruyor ki) diyerek söze başlardı. Bazen da, (Allahü teâlânın ve göklerde olanların sevdiklerinin sevgilisi diyor ki) derdi. Aişe “radıyallâhu anha”, kendisinin, ezvac-ı tahiratın hepsinden daha üstün olduğunu söyleyerek, Allahü teâlânın nimetlerini sayar, övünürdü. (Resûlullah beni istemeden önce, Cebrâil aleyhisselâm, benim resmimi getirip gösterdi ve bu senin zevcendir, dedi!) derdi. O zaman canlı resmi yapmak haram olmamıştı. Hem de, resmi, insan yapmamıştı ki Ona günah olsun. Buhari ve Müslim kitaplarındaki hadis-i şerifte, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” Aişe “radıyallâhu anha” valdemize buyurdu ki (Seni üç gece rüyada gördüm. Melek, beyaz ipek üzerindeki resmini bana gösterdi. Bu senin zevcendir, dedi. Rüyada, meleğin gösterdiği resmi unutmadım. Tam sensin).
Aişe validemiz buyurdu ki (Resûlullah gece namazı kılıyordu. Ben yanında yatmış idim. Bu hal yalnız bana mahsustu [diyerek övünürdü]. Secdede, mübarek elleri ayaklarıma değince, ayaklarımı çekerdim). Hazret-i Aişe’nin faziletlerinden birisi de, aynı kabdan, birlikte gusül abdesti almalarıydı. Bu da, Resûlullahın hazret-i Aişe’yi ne kadar fazla sevdiğini göstermektedir. Resûlullaha, Aişe’den başka, hiçbir zevcesinin yatağında vahiy gelmedi. Bu da, hazret-i Aişe’nin Allahü teâlâ indinde kıymetinin pekçok olduğunu göstermektedir. Ümm-i Seleme hazretleri, Resûlullaha, Aişe için bir şey söylemişti. (Aişe için beni incitme. Bana vahiy, yalnız Aişenin yatağında iken gelmektedir) buyurulmuştu. Ümm-i Seleme de, (Seni bir daha incitmem, tövbe ya Resûlallah) demişti. Bir gün hazret-i Fâtımaya (Benim sevdiğimi sen de sever misin?) buyurdu. Evet dedi, (Öyle ise, Aişeyi sev!) buyurdu “radıyallahü teâlâ anhüma”.
Hazret-i Aişe, (Bana karşı yapılan iftiranın yalan olduğu Allahü teâlâ tarafından bildirildi) diyerek övünürdü. Allahü teâlâ, Nur sûresindeki 17 ayeti göndererek, Aişe’ye iftira edenlerin Cehenneme gideceklerini bildirdi. Hazret-i Aişe’nin izzeti ve şerefinin yüksekliği bu âyet-i kerimelerle de anlaşıldı.
Hazret-i Aişe’ye iftira, hicretin 5. yılında Müreysi gazvesinde olmuştu. Bu muharebeye Beni mustalık gazvesi de denir. Resûlullah, bu gazaya 1.000 kişi ile gitmişti. Hazret-i Aişe ile Ümmi Seleme’yi de götürmüştü. Ganimete kavuşmak için, çok sayıda münafık da gelmişti. Askerin önüne hazret-i Ömer’i koydu. Kanlı savaştan sonra 5.000 koyun ile 10.000 deve ve 700’den ziyade esir alındı. Cüveyriye de bunlar arasında idi. Resûlullah, bunu satın alarak, tezvic buyurdu. Ashâb-ı kirâm, bunu görünce, Resûlullahın akrabası nasıl esirimiz olur diyerek, ellerindeki esirleri azad ettiler “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Cüveyriye ne bahtiyar kız imiş ki kavminin esaretten kurtulmasına sebep oldu. Resûl-i ekrem, Selman-ı Farisiyi, yahudi olan sahibinden bu sene satın alıp azad etmiştir. Selman hazretleri, hicretin 1. senesinde müslüman olmuştu.
Fârisî Mearicünnübüvve kitabının türkçe tercümesi olan Altıparmak da diyor ki Resûlullah gazaya giderken, zevceleri arasında kur’a çekerdi. Hangisinin adı çıkarsa, Onu birlikte götürürdü. Hazret-i Aişe buyuruyor ki (Kadınların örtünmesi için âyet gelmişti. Bana bir çadır yaptılar. Çadırla deveye bindirirlerdi. Gazadan dönüşte, Medine’ye yakın konmuştuk. Seher vakti göç sesleri işitildi. Abdest bozmak için, askerden uzaklaşmıştım. Hemen geldim. Gerdanlığımı bulamadım. Geri gittim. Aradım, buldum. Yerime gelince, askeri göremedim. Gitmişler. Beni çadırın içinde sanıp deveye yükletmişler. O zaman az yirdim. Zayıf idim. 14 yaşında idim. Şaşırdım, kaldım. Beni bulamayınca ararlar diyerek, oturup bekledim. Uyumuşum. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Safvan bin Muattil Sülemin’in arkadan gelmesini emretmişti. Gelip beni uykuda görünce, bağırmış. Sesten uyandım. Onu görünce, yüzümü örttüm. Devesini çöktürdü. Uzaklaşarak, (Deveye bin!) dedi. Bindim, Safvan yuları tuttu. Sıcak basınca, askere yetiştik. Önce münafıklara rastladık. Çirkin şeyler söyleştiler. Onları İbni Ebû Selul kışkırtıyordu. Müslümanlardan Hassan bin Sâbit ve Mistah da onlara uymuştu. Medine’ye gelince, hasta oldum. İftira söylentileri her yere yayılmış. Benim haberim yoktu. Fakat, Resûlullah beni eskisi gibi aramıyor, hastalığımı yoklamıyordu. Sebebini anlayamıyordum. Bir gece, Mistah’ın annesi ile halaya çıktım. Etekleri ayağına sarılarak düştü. Oğluna [Mistah’a] lanet etti. Niçin söversin? dedim, söylemedi. Birkaç kere sordum. Ey Aişe! Onun ne söylediklerini işitmedin mi? dedi. Sordum. İftira sözlerini bana anlattı. Hastalığım hemen arttı. Ateşim yükseldi. Tepemden duman çıktı zannettim. Aklım gitti. Düştüm. Aklım başıma gelince, evime geldim. Babamın evine gitmek için, Resûlullahtan izin istedim. İzin verdi. Ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Anneme sordum. Yavrum hiç üzülme! Senin işin kolaydır. Güzel olan ve zevci tarafından çok sevilen her kadın için böyle şeyler söylerler, dedi. Şaşırdım. Böyle sözler acaba Resûlullahın mübarek kulağına da gitmiş midir? Babam da duymuş mudur diye üzüldüm. Çok ağladım. Babam başka odada Kur’ân-ı Kerîm okuyordu. Sesimi duymuş. Annemden sormuş. Annem de, dillerde dolaşan sözleri şimdi işitti, demiş. Babam da ağladı. Sonra yanıma gelip, (Yavrum sabır et! Allahü teâlâdan ne âyet geleceğini bekleyelim) dedi. O gece, sabaha kadar uyumadım. Gözlerimin yaşı dinmedi).
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, hazret-i Ali ile Üsame’yi “radıyallâhu anhüma” çağırıp, (Bu işin sonu neye varacak?) dedi. Üsame, (Ya Resûlallah! Biz senin zevcenin yalnız iyi olduğunu biliriz) dedi. Hazret-i Ali de, (Yeryüzünde kadın çok. Allahü teâlâ sana yeryüzünü dar eylemedi. Aişe’yi, cariyesi olan Büreyde’den sor!) dedi. Ona soruldu. Allaha yemin ederim ki Onda bir ayıp görmedim. Arada bir uyurdu. Koyun gelince, un ile hamur yapıp yerdi. Çok zaman Onun yanında bulundum. Onda hiçbir ayıp görmedim. Ağızlarda dolaşanlar doğru olsaydı, Allahü teâlâ, Onu sana bildirirdi) dedi. Resûlullah, bir gün evinde üzüntülü oturuyordu. Ömer-ül-Fâruk hazretleri geldi. Resûlullah, Onun ne düşündüğünü sordu. (Ya Resûlallah! İyi biliyorum ki münafıklar yalan söylüyorlar. Allahü teâlâ, senin üzerine sinek kondurmuyor. Bir mırdar yere konup da, sonra senin üstünü kirletmesin diye muhafaza ediyor. Seni az bir pislikten saklıyan Allah, pisliklerin en kötüsünden elbet saklar) dedi.
Hazret-i Ömer’in bu sözü Resûlullahın hoşuna gitti. Mübarek yüzü güldü. Sonra, hazret-i Osman’ı çağırdı. Ona da sordu. (Bu sözü münafıkların yaydığından ve yalan olduğundan şüphem yoktur. Hepsi iftiradır. Allahü teâlâ, senin gölgeni yere düşürmiyor. Mübarek gölgenin bile pis bir yere düşmesini, yahut habis bir kişinin, O gölgeye basmasını önlüyor. Mübarek evine pislik sokmasını hoş görür mü?) dedi. Bu sözden de, mübarek kalbi ferahladı. Sonra hazret-i Ali’yi çağırıp sordu. O da, (Bu sözler yalandır, iftiradır. Münafıkların uydurmasıdır. Sizinle namaz kılıyorduk. Siz namaz içinde iken mübarek nalınınızı çıkardınız. Size uyarak biz de çıkardık. (Nalınlarınızı niçin çıkardınız?) dediniz. Size uymak için dedik. Siz de, (Cebrâil aleyhisselâm geldi. Nalında necaset bulaşığı olduğunu bana haber verdi. Onun için çıkardım) buyurmuştunuz. Namaz içinde bile vahyederek seni pislikten koruyan Allah, mübarek zevcelerine böyle pislik yapılmasına izin verir mi? Böyle bir şey olsaydı, bunu da hemen haber verirdi. Mübarek kalbin üzülmesin. Allahü teâlâ, vahyedip, mübarek zevcenizin pak olduğunu elbette size bildirir) dedi. Bu söz de, Resûlullahı sevindirdi. Hemen hazret-i Ebû Bekr-i Sıddık’ın evine teşrif buyurdu “radıyallahü teâlâ anh”.
Hazret-i Aişe diyor ki: O gün ben durmadan ağlıyordum. Ensardan bir hanım gelmiş, o da ağlıyordu. Annem ve babam yanımda oturuyorlardı. Ansızın Resûlullah gelip selam verdi. Yanımda oturdu. O zamandan beri yanıma hiç gelmemişti. Bir ay geçmişti. Hiç vahiy inmemişti. Resûlullah oturunca, Allahü teâlâya hamd-ü sena etti. Şahadet kelimesini okudu. Bana dönüp, (Ey Aişe! Senin için bana şöyle söylediler: Eğer sen, dedikleri gibi değil isen, Allahü teâlâ, yakında senin doğru olduğunu bildirir. Eğer bir günah hâsıl oldu ise, tevbe istiğfar eyle! Allahü teâlâ, günahına tövbe edenlerin tevbesini kabul eder) buyurdu. Resûlullahın mübarek sesini işitince, ağlamaktan vazgeçtim. Babama dönüp, cevap vermesini söyledim. (Vallahi bilmem ki Resûlullaha ne cevap vereyim. Biz cahiliyet zamanında putperest idik. İnsan heykellerine tapınıyorduk. İbadet etmesini bilmezdik. Hiç kimse bizim kadınlarımıza böyle bir şey söyleyemezdi. Şimdi elhamdülillah kalplerimiz İslam nuru ile parladı. Evimiz İslam ışığı ile aydınlandı. Herkes bizim için böyle söylüyorlar. Ben, Resûlullaha ne diyeyim?) dedi. Sonra anneme döndüm. Sen cevap ver, dedim. O da, (Ben şaşırdım kaldım. Ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Sen söyle) dedi. Sonra, ben söze başladım. Dedim ki: Allahü teâlâya yemin ederim ki mübarek kulağınıza gelmiş olan lafların hepsi yalandır. Eğer onlara inanmış iseniz, temiz olduğumu ne kadar söylesem, bana inanmazsınız. Allahü teâlâ biliyor ki benim bir şeyden haberim yoktur. Yapmadığım bir şeye evet dersem, kendime iftira etmiş olurum. Vallahi başka diyeceğim yoktur. Yalnız Yusuf aleyhisselâmın dediğini derim ki (Sabır etmek iyidir. Onların söyledikleri şey için, Allahü teâlâdan yardım beklerim). Şaşkınlığımdan, Yakup “aleyhisselâm” diyeceğim yerde, Yusuf “aleyhisselâm” dedim. Sonra yüzümü çevirip dayandım . Rabbimin beni temize çıkaracağını, Allah hakkı için hep bekliyordum. Çünkü, kendimden emindim. Suçum yoktu. Fakat, Allahü teâlânın benim için âyet-i kerime göndereceğini sanmıyordum. Kıyamete kadar her yerde, benim için âyet-i kerime okunacağını aklıma sığdıramıyordum. Allahü teâlânın büyüklüğünü ve kendi aşağılığımı bildiğim için, benim için, âyet-i kerime göndereceğini hiç ümit etmiyordum. Yalnız günahsız olduğumu, kalbimin temizliğini Peygamberine rüyada bildirir veya kalp-i şerifine ilham eder, diyordum. Allah hakkı için doğru söylüyorum ki Resûlullah, oturduğu yerden daha kalkmamıştı ve kimse odadan dışarı çıkmamıştı. Mübarek yüzünde vahiy alâmetleri göründü. Oturanların hepsi, vahiy geldiğini anladı. Babam bu hâli görünce, deriden bir yastık vardı. Yastığı Resûlullahın mübarek başının altına koydu. Bir yemeni çarşaf ile üzerini örddü. Vahiy gelmesi bitince, mübarek yüzünden örtüyü kaldırdı. Gül gibi kırmızı yüzünden, inci gibi parlıyan terleri, mübarek elleri ile sildi. Gülümsiyerek, (Müjdeler olsun sana ey Aişe! Allahü teâlâ, seni temize çıkardı. Senin pak olduğuna şahit oldu) buyurdu. Babam hemen (Kalk ya kızım! Resûlullaha çabuk teşekkür et!) dedi. Ben de, vallahi kalkmam, Allahü teâlâdan başkasına şükretmem! Çünkü, Rabbim benim için âyet-i kerime indirdi, dedim. Sonra Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Nur sûresi 11. ayetinden başlıyarak, 10 âyet-i kerime okudu. Babam hemen kalkıp başımı öptü.
Aişe “radıyallâhu anha” hakkında bu âyet-i kerime gelmeden önce, hazret-i Ebû Eyüp Hâlid’in zevcesi, (Aişe için ağızlarda dolaşan sözlere ne dersin?) diyerek, hazret-i Halid’den sormuş. Hazret-i Hâlid de, (Allah için, bu sözler yalandır. Sen bana karşı böyle kötülük yapar mısın?) demiş. (Haşa yapmam) deyince, hazret-i Hâlid de, (Aişe, dini bizden daha bütün iken, Resûlullaha karşı böyle şey yapmış olabilir mi? Biz böyle söylemedik. Bu sözler büyük iftiradır) demiş. Hak teâlâ da, hazret-i Hâlid’in tam bu sözü gibi âyet-i kerime göndermiştir. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, hemen Ashâbını mescide topladı. Gelen âyet-i kerimeleri okudu. Âyet-i kerimenin bereketi ile müminlerin kalplerindeki şüpheler kalktı. Mistah, hazret-i Ebû Bekr’in akrabası idi. Fakir idi. Hazret-i Ebû Bekr, onun geçinmesine yardım ederdi. Mistah, bu işte münafıklarla bir olunca, ona yardım etmemeye yemin etti. Bunun üzerine, Allahü teâlâ, Nur sûresi 22. ayetini gönderdi. Ebû Bekr-i Sıddık, bu âyet-i kerimeyi işitince, (Allahü teâlânın beni affetmesini severim) dedi. Mistaha eskisi gibi yardım etti. Hazret-i Aişe’nin “radıyallahü teâlâ anha” temiz olduğunu bildiren âyet-i kerimeler gelince, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, bu sözleri söyleyenlere, kazf haddi vurulmasını emir buyurdu. 4 kişiye 80 değnek vurdular. Birisi kadın idi ve Resûlullahın baldızı idi. Mearic kitabının yazısı tamam oldu.
Hazret-i Aişe için gelen 17 âyet-i kerimeden birincisinin tefsirini Mevakib tefsiri şöyle bildiriyor: (Aişe “radıyallâhu anha”ya iftira edenler, sizden birkaç kişidir. Siz bu iftirayı kendiniz için kötülük sanmayın! Bu sizin için hayırlıdır. [Bu iftira sebebi ile çok sevap kazandınız. Onların yalanı meydana çıktığından, sizin şanınız, şerefiniz arttı. Âyet-i kerime, sizin temiz olduğunuzu bildirdi.] O iftira edenlerden her biri için kazandıkları günah kadar cezaları vardır. Büyük iftira yaparak, çok çirkin şeyi söyleyenlere dünyada ve ahirette büyük azap vardır) . Bunlara had vurulduktan sonra, Abdullah bin Ebû, hakir, zelil oldu. Hassan, ölünceye kadar kör oldu. Mistah’ın eli çolak oldu. 12. âyet-i kerimede meâlen, (Bu iftirayı işitince, mümin erkek ve kadınlar, kendi ailelerine iyi gözle bakmalı. Bu, meydanda bir yalan ve iftiradır, demelidirler) ve 19. âyet-i kerimede meâlen, (Müminlerin kötü olarak anılmasını sevenlere, dünyada ve ahirette acı azaplar vardır) ve 26. âyet-i kerimede meâlen, (Habis söz söylemek, habis adamlara layıktır. Habis adamlara, habis kelam yakışır) buyurulmuştur. Resûlullah ve hazret-i Aişe ve Safvan, o alçakların söylediklerinden uzaktırlar. Onlar için afv, mağfiret ve Cennette nimetler vardır. Safvan hadis-i şerif ile methedilmiştir. 17 senesinde, Erzurum fethinde şehit oldu.
Hazret-i Aişe’ye iftira edenlere, Allahü teâlâ, çok acı azaplar vereceğini bildirmektedir. Allahü teâlâ, bu alçakların cevabını tam verdiği için, bizim bir şey eklememize lüzum kalmamıştır. Yalnız Mir’at-i kainat kitabının 292. sayfasındaki fetvayı bildireceğiz:
Hasais-ul Habîb kitabında diyor ki Resûlullahın mübarek zevcelerinden birini kazf edenin, kötüleyenin kâfir olduğuna ve tevbesinin kabul olmayacağına, Abdullah ibni Abbas hazretleri fetva vermiştir. Hele, hazret-i Aişe’ye kötü demek, Kur’ân-ı Kerîmi inkar etmek olur. Bunun küfür olduğu söz birliği ile bildirilmiştir. Ashâb-ı kiramdan birinin annesine [mesela Hind’e] kötü diyenin cezası da, kazf cezasının 2 katıdır. Allahü teâlâ, böyle belaya düşmekten alevî ve şiî kardeşlerimizi ve bütün müslümanları kurtarsın! Âmin.