Sual: Son bahar isimli bir mecmuada (Zalimler zulmüne devam ediyorlar. Diğeri Resûlullahın yüzüne tüküren ağzı köpüklenmiş cibilliyetsiz üvey kardeşi Ukbe bin Velid’i valilikle mükafatlandırıyor. Bir taraftan da, Resûlullahın sürgün ettiği kimseleri hilafetin 2. adamı mesabesine çıkarıyor. Bütün bunların intikamını hazret-i Hasan-ı Mücteba’nın tabutuna ok atmak ve attırmakla alıyor) diyor. Hazreti Osman hakkında bu ve buna benzer şii iftiralarına ne cevap vermelidir?
Cevap: Burada da, Osman-ı Zinnureyne “radıyallâhu anh” saldırmaktadır. Fakat, Ehl-i sünnetin boğazına geçirmek istediği ip, ayaklarına takılmakta, helak olmaktadır. Şöyle ki Resûlullahın yüzüne tüküren üvey kardeşi Ukbe bin Velid’i Vâli yaptı diye III. halifeye saldırırken, cahilliğini ortaya koymaktadır. Çünkü, Resûlullahın mübarek yüzüne murdar salyasını fırlatan, Ebû Leheb’in oğlu Uteybe’dir. Hazret-i Alinin amcası olan Ebû Leheb, Resûlullahın azılı düşmanı idi. (Tebbet yeda) sûresi gelerek, kendisinin ve Resûlullahın kapısına dikenleri yığan karısı Ümmi Cemilin Cehenneme gidecekleri bildirilince, büsbütün kudurdu. Oğulları Utbe ve Uteybe’yi çağırdı. Resûlullahın kızlarını boşamalarını emretti. Bu 2 hain, müşrik olduklarından, Resûlullahın damadlığı gibi bir şerefi ellerinden çıkardılar. Uteybe, yalnız Ümm-i Gülsüm’ü “radıyallâhu anha” boşamakla kalmadı. Resûlullahın huzuruna gelip, (Sana inanmıyorum. Seni sevmiyorum. Sen de beni sevmezsin. Onun için kızını boşadım) dedi. Resûlullahın üzerine saldırdı. Mübarek yakasından tuttu. Gömleğini yırttı. Murdar salyasını akıtarak def oldu. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” de, (Ya Rabbi! Bunun üzerine canavarlarından birini gönder!) buyurdu. Cenab-ı Hak, Peygamberinin duâsını kabul buyurdu. Habis, Şama giderken (Zerka) denilen bir yerde, bir gece, bir arslan gelip, kafile içinde, koklıyarak bunu buldu. Yalnız bunu parçaladı. Bu alçaklar, o 2 dilberi boşadıkları zaman daha düğünleri olmamış idi. Böylece Resûlullahı geçim sıkıntısına sokmak istemişlerdi. Fakat, hazret-i Osman “radıyallâhu anh”, bu fırsattan istifade edip, Utbe’nin boşadığı hazret-i Rukaye’yi kız olarak nikah etmekle, Resûlullahın damadı olmak şerefine kavuştu. Hazret-i Osman, çok güzeldi. Sarışın beyazdı. Ebû Leheb’in veledlerinden katkat daha zengin idi. Resûlullaha çok eziyet edenlerden biri, Ukbe bin Ebû Muayt idi. Resûlullah mescid-i haramda namaz kılarken, bu habis gelip, mübarek başına işkembeler koymuştu. Bir kere de hücum ederek mübarek gömleği ile mübarek boğazını sıkmıştı. Oradan geçen hazret-i Ebû Bekr, (Benim Rabbim Allah diyeni mi öldürüyorsun?) diyerek, Resûlullaha yardım etti. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” orada bulunan kâfirlerin isimlerini sayarak, (Ya Rabbi! Bunları azap çukuruna doldur) buyurdu. Abdullah ibni Mesud buyuruyor ki (Bedr gazasında, bunların hepsi katl edilip, bir çukura doldurulduğunu gördüm. Yalnız Ukbe bin Ebû Muayt, o gazveden dönüşünde yolda katl edildi). Görülüyor ki Resûlullaha “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” çok işkence eden Uteybe ve Ukbe kâfirleri, halifeler zamanlarına yetişmemişlerdi. Önceden Cehenneme gitmişlerdi. Bunları Vâli yaptı demek, büyük cahilliğin ifadesidir.
Evet, hazret-i Muaviye “radıyallahü teâlâ anh”, kardeşi Utbe’nin oğlunu Medine’ye Vâli yapmıştı. Fakat, Onun adı Velid bin Utbe idi. Velid, 57 senesinde Vâli olunca, hazret-i Hüseyin’e ve başka Sahabiye çok saygı gösterdi. Hatta, Yezid, halife olunca, Medine’de kendine biat edilmesini sıkı emrettiği hâlde, bunu sağlayamadığı ve hazret-i Hüseyin’i serbest bıraktığı için, Velid’i azl etmişti.
Sonbahar mecmuasındaki bu yazının, hazret-i Osman’a “radıyallahü teâlâ anh” atılan bir taş olduğu meydandadır. Çünkü, hazret-i Osman, üvey kardeşi, yani ana bir kardeşi olan Velid’i Kufe emri yapmıştı. Fakat bu yazarın dediği gibi, Ukbe bin Velid değildir. Velid bin Ukbe idi. Yani Ukbe kâfirinin oğlu idi. Bunun adını tersine yazmaktadır. Bu Velid, Mekke’nin fethinde imana geldi. Alçak işi yapan, bu değildi. Resûlullah, 9. yılda, bunu Beni Mustalık zekatını toplamaya memur etmişti. Yazarın, isimleri karıştırdığını kabul ederek, buna da cevap verelim.
Sad ibni Ebû Vakkas “radıyallâhu anh” Beytülmal memuru olan Abdullah ibni Mesud’dan “radıyallâhu anh” ödünç mal almıştı. Bunu ödiyemedi. Bu iş, Kûfe şehrinde ağızdan ağıza yayıldı. Halife Osman “radıyallâhu anh”, bunu işitince, Sad hazretlerini emirlikten azletti. Yerine, güvendiği Velid’i getirdi. Velid, iyi bir idareci idi. Kûfe’deki dedikodulara son verdi. Kendini halka sevdirdi. Azerbaycan halkı isyan etti. Velid, asker topladı. Birliklere kuvvetli emirler tayin etti. Askerin içinde, Medayn emri olan Huzeyfe-i Yemani hazretleri de vardı. Velid, kendisi idare ederek isyanı bastırdı. Kâfirlerle de gaza edip, çok ganimet aldı. Büyük bir rum ordusunun Sivas ve Malatya’ya doğru geldiği işitildi. Velid, Şam askerine Iraktan yardım gönderdi. Anadoluda çok yerler feth olundu. Hicretin 30. yılında, Velid’i çekemeyenler, şarap içiyor diye, Abdullah ibni Mesut hazretlerine şikayet ettiler. O da, (Biz günahı açık olmayan kimse ile uğraşmayız) buyurdu. Halifeye de şikayet ettiler. Hazret-i Osman Velidi Medine’ye çağırdı. Araştırdı. Şarap içtiği anlaşıldı. Had cezası vuruldu. Yerine Said bin As tayin edildi. Velid’i, hazret-i Ömer de vaktiyle Cezirede memur yapmıştı. Hazret-i Osman’ın “radıyallahü teâlâ anh” valileri üzerinde aşağıda geniş bilgi vereceğiz. Hazret-i Hasan’ın tabutuna ok attırdılar, iftirası ise, Ehl-i sünnet düşmanı olan hurufilerin kuyruklu yalanlarındandır. Bunun doğrusunu, Kısas-ı Enbiya kitabı şöyle anlatıyor:
Hazret-i Hüseyin “radıyallâhu anh”, hicretin 49. senesinde, büyük kardeşi hazret-i Hasan’ı, Hucre-i saadete defnetmeye hazırlanırken, işinden atılmış olup Medinede bulunan Mervan, biz buraya kimseyi defnettirmeyiz, dedi. Medine’de bulunan Emevileri topladı. Haşim oğulları da silahlanıp, bunlara karşı koymaya hazırlandı. Ebû Hureyre, hazret-i Hüseyin’e “radıyallâhu anhüma” nasihat verip, O da, kardeşini Bâkî kabristanına götürdü. Böylece, bir karışıklığın önü alınmış oldu. Emevilerden, Medine valisi olan Said bin As, cenazede bulundu. Adet üzere, cenaze namazını bu kıldırdı.
Mısırlı Seyyid Kutub adındaki bir yazarın da, hazret-i Osman’a “radıyallâhu anh” dil uzatması da, kendisinin hurufi kitaplarına aldanmış olduğunu gösteriyor. Belirli birkaç kişi tarafından İslam alimi, hatta müctehid olarak tanıtılmaya çalışılan ve kitapları türkçeye tercüme edilip gençlerin önüne sürülen bu adam, 1958 senesinde basılmış olan El adaletül İctimaiyetü fil-İslam kitabının 186. ve sonraki sayfalarında, müslümanların gözbebeği olan bu mübarek halifeye karşı çok çirkin ve saygısızca kelimelerle iftiralar etmektedir. Hepsini yazmaya İslami hayamız mâni olduğu için, birkaç sayfasından birkaç satırını tercüme etmekle iktifa ediyoruz:
(Çok yaşlı olan Osman’ın hilafete geçmesi, talihin kötülüğü oldu. Müslümanların işlerini idare etmekten âciz idi. Mervan’ın ve Emevilerin aldatmalarına karşı zayıf idi. Müslümanların mallarını gelişigüzel harc ediyordu. Bu hâli çok zaman dedikodu konusu oluyordu. Akrabasını milletin başına geçiriyordu. Bunların arasında, Resûlullahın tard etmiş olduğu Hakem de vardı. Bunun oğlu Harisin kızını kendi oğluna aldığı zaman Beytülmaldan 200.000 dirhem ihsanda bulundu. Beytülmal hazini olan Zeyd bin Erkam, ertesi sabah ağlayarak geldi. İşinden affedilmesini diledi. Müslümanların malını akrabasına dağıttığı için istifa ettiğini anlayınca, akrabama iyilik ettiğim için mi ağlıyorsun, dedi. Hayır, onun için değil. Fakat bu malları Resûlullah hayatta iken, Allah yolunda verdiğin mallara karşılık olarak aldığını düşünerek ağlıyorum, dedi. Osman, bu söze kızıp, Beytülmalın anahtarlarını bırak git! Başkasını bulurum dedi. Osman’ın israflarını gösteren, böyle daha nice misaller vardır. Zübeyr’e 600.000, Talha’ya 200.000 ve Mervan’a Afrikıye haracının 5’te 1’ini verdi. Ashâb ve öncelikle Ali bin ebû Talib bunları işitince onu azarladılar.
Muaviye’nin mülkünü genişletip Filistin’i de Ona verdi. Hakemi ve süt kardeşi Abdullah bin Sad ve başka akrabasını Vâli yaptı. İslamın ruhundan bu ayrılığını gören Ashâb, Medine’ye toplandılar. Halife pek yaşlı ve gücü tükenmiş olup işler Mervan’ın elinde kaldı. Halk, Osman’a nasihat vermek için Ali bin ebû Talibi gönderdiler. Uzun konuştular. Bu arada: Şimdi Vâli olan Mugire, Ömer zamanında da Vâli değil mi idi? Evet Vâli idi, dedi. Osman yine sordu: Ömer, bütün hilafeti müddetince, Muaviye’yi Vâli yapmadı mı? Evet yaptı. Fakat Muaviye Ömer’den çok korkardı. Şimdi o, senin haberin olmadan işler çeviriyor. Millete de, Osman böyle emretti, diyor. Sen bunları işitiyorsun da Muaviye’ye bir şey diyemiyorsun, dedi. Osman zamanında, hak ile batıl, hayır ile şer karıştı. Osman daha önce halife olsaydı, genç olurdu. Daha sonra halife olsaydı, yani Ali Onun yerine olsaydı, Emeviler işe karışmazdı. İyi olurdu) gibi şeyler yazıyor. Bundan sonra da, İslam halifelerine, en çok hazret-i Muaviye’ye çatıyor… Beytülmalı keyifleri, zevkleri için harc ettiler. Bütün bu yolsuzluklara Osman sebep oldu) diyor.
Seyyid Kutub’un bu yazılarının yalan ve yanlış oldukları, Tuhfe kitabında vesikalarla ispat edilmektedir: Hazret-i Osman “radıyallâhu anh”, Ashâb-ı kiramın söz birliği ile halife seçildi. Onu seçenler arasında hazret-i Ali de vardı. Seyyid Kutub, hazret-i Osman’a dil uzatmakla, Ashâb-ı kiramın söz birliğine ve hatta, (Ümmetim yanlış bir iş üzerinde söz birliği yapmaz) hadis-i şerifine karşı gelmektedir.
(Mir’at-ı kainat) da diyor ki: III. halife olan hazret-i Osman bin Affan bin Ebil’as bin Ümeye bin Abdi Şems bin Abdi Menaf bin Kusey, Resûlullaha ilk iman eden erkeklerin 4.südür. Amcası Hakem bin Ebil’as, hazret-i Osman’ı bağlayıp, dedelerinin dinine dönmezsen seni çözmem, dedikte, ölürüm de dinimi asla terketmem, dedi. Amcası ümitini kesip bağlarını çözdü. Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” vahiy katibi idi. Resûl “aleyhisselâm”, Allahü teâlânın emri ile kızı Rukaye’yi buna verdi. Rukaye, Bedr gazası yapılırken, Medine’de vefat edince, 2. kızı Ümm-i Gülsüm’ü verdi. O da, hicretin 9. senesinde vefat edince, (Daha kızlarım olsaydı, onları da Osman’a verirdim!) buyurdu. Ümm-i Gülsüm’ü verince, (Kızım! Zevcin Osman, ceddin İbrahim Peygambere ve baban Muhammed’e “aleyhisselâm” herkesten daha çok benzemektedir) buyurmuştu. Bir Peygamberin 2 kızını nikahlamak, hazret-i Osman’dan başka hiçbir insana nasip olmamıştır. Resûl aleyhisselâmın yanına hazret-i Osman gelince, Resûl aleyhisselâm, etekleri ile mübarek ayaklarını örttü. Hazret-i Aişe bunun sebebini sorduğunda, (Ondan melekler haya ediyor. Ben haya etmez miyim?) buyurdu. Bir hadis-i şerifte, (Osman Cennette benim kardeşimdir ve hep yanımdadır) buyurdu. Tebük gazvesinde İslam askeri pek çoktu. Gıda maddesi ve harp vasıtası azdı. Sıkıntı çekilecekti. Hazret-i Osman “radıyallâhu anh”, öz ticaret malından 3.000 deve, 70 at, 10.000 altın getirdi. Resûlullah, bunları askere dağıtıp, (Bugünden sonra, Osman’a günah yazılmaz) buyurdu. İmam-ı Süyuti “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerinin Camiussagir kitabındaki hadis-i şerifte, (Cehenneme girmesi lazım gelen 70.000 günahkar müsliman, Osman’ın şefaati ile sualsiz, hesapsız Cennete girecektir) buyuruldu. Hazret-i Osman’ın din bilgisi pekçoktu. Din bilgileri üzerinde hazret-i Ömer ile öyle konuşmalar yapardı ki işitenler kavga ediyorlar, sanırlardı.
Tuhfe kitabında diyor ki hazret-i Osman “radıyallâhu anh”, halife iken, herkese lâyık olduğu vazifeyi verirdi. Herkesi yapabileceği işte kullanırdı. Halifenin gaybı bilmesi lazım değildir. Hazret-i Osman da, güvendiklerini, iş adamı olarak bildiklerini ve emin, âdil olarak tanıdıklarını ve emirlerine karşı gelmez zannettiklerini iş başına getirmiştir. Bundan dolayı kimsenin Ona dil uzatmaya hakkı yoktur. Ona karşı olanlar, Onun bu haklı hareketlerini de kötü gösteriyorlar. Hazret-i Osman’ın valileri, emirleri, Onu sevmekte ve emirlerini yapmakta, askerlikte, memleketler fethetmekte ve çalışkanlıkta, en seçme kimselerdi. Onun zamanında, İslam memleketlerini garbda İspanyaya kadar, şarkta Kabil ve Belh’e kadar, bunlar genişletti. İslam ordularını denizde ve karada zaferden zafere ulaştırdılar. II. halife zamanında, fitne, fesad ocağı olan Irak ve Horasanı o kadar temizlediler ki kıpırdanmalarına meydan bırakmadılar. Eğer bu valilerden birkaçında, hazret-i Osman’ın umduğu gibi çıkmayan işler görüldü ise, Ona niçin kusur sayılsın? Böyle işleri görünce, hiç susmazdı. Yahut çekemeyenlerin iftiraları olunca, işin doğrusunu araştırırdı. Çünkü hükümet adamlarının düşmanı ve çekemeyenleri çok olur. Herkesin şikayeti ile memur değiştirilirse, memleketin idaresi altüst olur. Araştırırdı. Şikayetler doğru çıkarsa, hemen azl ederdi. Böylece, Velid’i azl etti. Hazret-i Muaviye, Ona isyan etmedi. Şam’da, herkese kendini sevdirmişti. Bunun emrinde bulunanlardan hiç kimsenin burnu kanamıyordu. Müslümanları adalet ile idare ediyor, kâfirlerle de cihat ediyordu. Böyle bir kahramanı kim azl eder? Mısır valisi olan Abdullah bin Sadi de niçin azl etsin? O, hazret-i Osman’dan sonra, bir yana çekildi. Karışıklıklardan uzak kaldı. Mısır’dan Medine’ye, Onun için gelen şikayetler, hep İbni Sebe yahudisinin başı altından çıkıyordu. Sözün kısası, hazret-i Osman, vazifesini tam yaptı. Fakat, takdir, tedbirine uygun olmadığından, yahudilerin çıkardığı fitne ateşi söndürülemedi.
Hazret-i Osman’ın hâli, her bakımdan, hazret-i Ali’ye benzemektedir. Hazret-i Ali’nin de çeşitli tedbirleri faydasız kaldı. Yalnız, hazret-i Osman’ın valileri, kendisini seviyorlar, emirlerini hep yapıyorlardı. Ganimetleri halifeye muntazam gönderiyorlardı. Bütün müslümanlar, mal sahibi, rahat ve huzur içinde idi. Hatta, fitne çıkmasına bu zenginlik de yardım etti. Hazret-i Alinin valileri ise, kendisine isyan etti. Vazifelerini yapmadılar. Devlet işleri aksadı. Hazret-i Ali’nin akrabası, amcasının çocukları da böyle yaptı. Hazret-i Osman’ı lekelemeye kalkışanlar, Ehl-i sünnet âlimlerine inanmazlarsa, şiî kitaplarını okusunlar. O zaman anlarlar. Şiîlerin en kıymetli kitaplarından olan (Nehc-ül-belaga) kitabında, hazret-i Alinin amcasının oğluna yazdığı mektup var. Burada, o münafıka olan güvenini bildiriyor. Nehc-ül-belaga, sonra bunun hıyanetlerini uzun yazıyor. Hazret-i Alinin valilerinden Münzir bin Carut da hain çıktı. Halifenin ona yazdığı tehtid mektubu, şiî kitaplarının çoğunda vardır. Hazret-i Ali de, bu valileri için lekelenemez. Peygamberler bile münafıkların tatlı dillerine aldanmıştı. Fakat, Onlara vahiy gelerek, münafıkların çoğunun yüzkarası meydana çıkarıldı. Şiîler, imamların gaybı bilmesi lazımdır, diyorlar. Hazret-i Osman’a bunun için dil uzatıyorlar. Bu inançları ile hazret-i Ali’yi “kerremallahü vecheh” de lekelemiş oluyorlar. Bunlara göre hazret-i Ali, önceden bildiği hâlde, hainleri müslümanların başına getirmiş oluyor. Meşhur Ziyad bin Ebih hainini de hazret-i Ali Vâli yapmıştı.
Mervan’ın babası olan Hakem bin Ası Medine’ye kabul ettiği için de, hazret-i Osman’a çatıyorlar. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Hakemi münafıklarla dost olduğu için ve müslümanlar arasında fitne çıkardığı için, Medineden sürmüştü. 2 halife zamanında kâfirler temizlendi. Münafıklar kalmadı. Hakemin sürgünde kalması sebebi ortadan kalkmış oldu. 2 halife, onun geri gelmesine izin vermemişlerdi. Çünkü, fitne ve fesad, yine çıkabilirdi. Hakem, Beni Ümeyye’den idi. 2 halife, Temim ve Adiy kabilelerinden idiler. Cahiliyet zamanındaki düşmanlıklar hatırlara gelebilirdi. Hazret-i Osman ise, Hakemin erkek kardeşinin oğlu idi. Bu korku aradan kalkmış oldu. Bunun için, (Onu Medine’ye getirmek için Resûlullahtan izin almıştım. Halife Ebû Bekir’e söylemiştim, izin aldığıma şahit istedi. Şahit olmadığı için susmuştum. Halife Ömer, belki benim sözümü kabul eder, demiştim. O da şahit istemişti. Ben halife olunca, bildiğime göre izin verdim) buyurdu. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” hasta iken, (Bana salih biri gelse de, ona bir şey söylesem) buyurmuştu. Ebû Bekr’i çağıralım, dediler. (Hayır) buyurdu. Ömer’i çağıralım, dediler. (Olmaz) buyurdu. Ali’yi çağıralım, dediler. Yine (Olmaz) buyurdu. Osman’ı çağıralım, dediler. (Evet) buyurdu. Hazret-i Osman gelince, Ona bir şeyler söyledi. Bu arada, belki Hakem için de şefaat dilemiş ve kabul buyurulmuştur. Hakemin son zamanlarında nifak ve fesattan tevbe ettiği de bilinmektedir. Zaten, Medine’ye geldiği zaman çok ihtiyar idi. Bir şey yapacak hâlde değildi.
Akrabasına verdiği ihsanlar da, hurufi kitaplarının ve Seyyid Kutub’un iddia ettikleri gibi, beytülmaldan değildi. Kendi öz malından idi. Abdülgani Nablüsi hazretleri Hadika kitabında, 2. cilt, 719. sayfasında diyor ki (4 halifeden 3’ü, beytülmaldan, yani devlet hazinesinden maaş alırlardı. Yalnız hazret-i Osman maaş almazdı. Çünkü, çok zengindi. Maaşa ihtiyacı yoktu). Berika kitabında da, 1431. sayfada, böyle yazdıktan sonra, (Osman “radıyallâhu anh” şehit olduğu gün hizmetçisinde, kendi malı olarak, 150.000 dinar altın ve 1 milyon dirhem gümüş ve 200.000 altın değerinde elbise bulundu) diyor. Kendisi kumaş tüccarı idi. İhsanları, yalnız akrabasına değildi. Herkese ikramı boldu. Allah rızası için, çok hayır yapardı. Her Cuma günü, bir köle azad ederdi. Her gün Ashâb-ı kirama ziyafet verirdi. Allah rızası için verilen mallara israf diyen kimse yoktur. Akrabaya yapılan sadakaya ise, 2 kat sevap olduğu hadis-i şerifte bildirilmiştir. Hazret-i Osman, Ashâb-ı kiramı topladı. İçlerinde Amar bin Yaser de vardı. (Şahit olunuz ki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, ihsan edilecekler arasında Kureyşi ve Beni Hâşimî öne almıştır. Eğer Cennetin anahtarlarını bana verseler, Beni Ümeyeyi Cennete doldururum. Dışarda kimseyi bırakmam) buyurdu. Hazret-i Osman’ın bu sözüne karşı, Ashâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” bir şey demedi. Bütün ihsanlarını beytülmaldan veriyor sanmak, taassup ve inattır. Ona düşman olmanın alâmetidir. Kendisine sorduklarında, (Adalete ve takvaya sığmayan bir hareketi bana yüklemeyiniz) buyurmuştu. Hazret-i Osman, oğlunu Mervan’ın kardeşi Haris’in kızına nikah ederken, kendi malından bin dirhem gümüş gönderdi. Kızı Ruman’ı Mervan’a nikah ederken de, bin dirhem verdi. Bunların hiçbiri beytülmaldan değildi.
Seyyid Kutub’un hurufi kitaplarından ve Abbasi tarihlerinden alarak yazdığı (Afrikıye’den gelen ganimetin 5’te 1’ini Mervan’a bağışladı) sözü de iftiradır. Hazret-i Osman, 29 tarihinde, Abdullah bin Sadi, bin suvari ve piyade ile Afrika’ya göndermişti. O zaman, Tunusun başşehri olan Afrikıye şehrinde kanlı muharebeler oldu. Müslümanlar galip geldi. Çok ganimet ele geçti. Abdullah, bunun 5’te 1’ini Mervan ile halifeye gönderdi. Yalnız para olarak 5.000 altından ziyade idi. Arada birkaç aylık yol olduğu için, bunları Medine’ye getirmek çok güç ve tehlikeli idi. Bunun bin dirhemini Mervan sattı. Geri kalanını Medine’ye getirdi. Müjde haberlerini de verdi. Çok dualar aldı. Halife onun bu zahmetine ve müjdesine karşılık olarak, satılan kısmın parasından noksan kalanı Mervan’a bağışladı. Bunu yapmak halifenin hakkı idi. Hem de, Sahabenin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” yanında vaki olmuştu. Bir kimseye 1.000 altın getirseler bunun birini veya daha çok miktarını getirene bahşiş olarak verse, buna kimse israf demez. Nitekim, zekat toplayan amile de, ihtiyacı kadar verilmesini, Allahü teâlâ emretmektedir. Abdullah bin Hâlid için bin dirhem verdi, sözü de iftiradır. Ona ödünç verilmesini emretmişti. Abdullah da borcunu ödemişti. Damadı Harisin, Medine’deki tacirlerden zekat toplarken haksızlık yaptığını işitince, Onu işten çıkardı ve ceza verdi.
Osman-ı Zinnureyn “radıyallâhu anh”, Hicazdaki ve Iraktaki bakımsız yerleri, güvendiği kimselere, yakınlarına verir, ziraat aletleri de temin ederek çalıştırır, millete çok toprak kazandırırdı. Ziraati geliştirdi. Bağlar, meyve bahçeleri yetiştirdi. Kuyular kazdırdı. Kanallar açtırdı. Arabistan’ın kuru toprakları Onun zamanında en bereketli yerler gibi olmuştu. Emniyet ve huzur da böylece, kendiliğinden hâsıl olmuştu. Hırsızlık ve yırtıcı hayvanlar tarihe karışmıştı. Bunların yuvaları yerine, hanlar, misafirhaneler yapılmıştı. Ticaret ve nakliyatta kolaylık da, bunlara bağlı olarak, gelişmişti. Bunlar, Arabistan için, acayip ve harika sayılacak şeylerdi. Şimdi, 20. asrın motorlu vasıtaları ile bunlar yapılamıyor. (Arabistan’da nehirler akmadıkça, kıyamet kopmaz) hadis-i şerifi, sanki hazret-i Osman’ın zamanındaki medeniyeti haber vermektedir. Adi bin Hatem Tai’ye söylenen hadis-i şerifte, (Ömrün çok olursa, bir kadının Hire şehrinden Kâbe’ye rahat rahat Allahtan başka kimseden korkmadan geleceğini görürsün) buyurulmuştu. Hazret-i Osman zamanında malın, servetin artacağını, iş hayatının gelişeceğini bildiren çok hadis-i şerif vardır. Ashâb-ı kirâm, bu bereketi ve huzuru görünce, hazret-i Osman’ın idaresini, başarısını takdir ettiler. Onlar da, halife gibi çalışmaya başladılar. Hazret-i Ali, Yenbu ve Fedek ve Zühre denilen yerlerde, Talha, Gabet’te, Zübeyr, Zihaşeb’de, tarlalar ve bağlar yaptılar. Hicaz kıtası, mamur oldu. Hazret-i Osman’ın hilafeti birkaç sene daha uzasaydı, Şirazın gül bahçelerini ve Hiratın korularını geride bırakacaklardı. Ölü toprakları, Halifeden izin alarak, herkesin kendi malı ile işletmesi caizdir. Bunu yapmak halifenin kendisi için de niçin caiz olmasın? Böylece yetiştirdiği mahsul, kendisine neye helal olmasın? Hazret-i Osman, kendi malı ile çok toprakları ihya etti. Bağlar, bahçeler yaptı. Kuyular kazdırdı. Sular akıttı. Herkese önayak oldu. Millete iş imkanı sağladı. Yeni bir çığır açtı. (Mal, malı çeker) sözü gereğince, gelirleri katkat arttı. Onun zamanında, Medine’de tarla sürmeyen, bağ yetiştirmeyen kimse kalmadı. Hindli Mevdudi ile Mısırlı Seyyid Kutub, İslam tarihlerini veya hiç olmazsa, Hindistan’da yazılmış olan (Tuhfe) kitabını okumuş olsalardı, Resûlullahın halifelerini “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” lekelemekten belki haya ederlerdi. Onları meth ve sena etmekten de âciz olduklarını anlarlar, edebli davranırlardı.
Beytülmaldan Zeyd bin Sabite “radıyallahü teâlâ anh” bin dirhem bağışladı, sözü de, hadiselere kötü gözle bakmanın ifadesidir. Bir gün beytülmaldan hakkı olanlara dağıtım yapılmasını emretmişti. Bin dirhem kadarı artmıştı. Bunun, müslümanların hizmetinde kullanılmasını emir buyurdu. Zeyd, bu para ile mescid-i Nebeviyi tamir etti.
576’da vefat eden Şâfiî âlimlerinden hafız Ahmed bin Muhammed Ebû Tâhir Silefi’nin (Meşihat) kitabında ve ayrıca İbni Asakir Ali bin Muhammed’in bildirdikleri hadis-i şerifte, (Ebû Bekri sevmek ve Ona şükretmek, ümmetimin hepsine vâciptir), buyuruldu. Bu hadis-i şerifi, imam-ı Münavi de, Deylemi’den naklen yazmaktadır. Hafız Ömer bin Muhammed Erbili (Vesile) kitabındaki hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ size namazı, zekatı ve orucu farz ettiği gibi, Ebû Bekir’i, Ömeri, Osman’ı ve Ali’yi sevmeyi de farz etti) buyuruldu. Abdullah ibni Adinin bildirdiği, Münavi’de yazılı hadis-i şerifte, (Ebû Bekir’le Ömer’i sevmek imandandır. Onlara düşmanlık münafıklıktır) buyuruldu. İmam-ı Tirmizi buyuruyor ki Resûlullahın yanına bir cenaze getirildi. Namazını kılmadı ve, (Bu adam Osmana düşman idi. Onun için, Allahü teâlâ da, buna düşmandır) buyurdu. Tevbe sûresi 101. âyetinde meâlen, (Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allahtan razıdırlar. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı) buyuruldu. İlk 3 halife, önce imana gelenlerdendir. Hazret-i Muaviye ile Amr ibni As da, Onların yolunda olanlardandır. Bu din büyüklerine dil uzatanlar, âyet-i kerimeye ve hadis-i şeriflere karşı gelmiş oluyorlar. Âyet-i kerimeye ve hadis-i şerife karşı gelen, dinden çıkar, kâfir olur. Müslüman olduğunu açıklarsa, münafık veya zındık olduğu anlaşılır.
Tavsiye Yazı –> İlk halife nasıl seçildi?